BARIŞ AVŞAR
Dicle havzası ilk kez yerleşik hayata geçilen bölgeler arasında öne çıkan, bereketli topraklara sahiptir. Bugün Batman Çayı’nın, Savur Çayı’nın, Garzan Çayı’nın, Botan Çayı’nın Dicle’yle kucaklaşma noktaları olan yerler, aynı zamanda insanın yiyecek sıkıntısı çekmeden yaşamını nasıl devam ettirebileceğini deneye yanıla görüp öğrendiği verimli sığınaklara dönüşmüştür. Günümüzden yaklaşık 10 bin yıl önceye uzanan göçerlikten kalıcı yerleşmeye dönüşüm serüveninin bin yıllar içerisinde bölgede ortaya çıkardığı yerleşim sayısı binden fazladır. Mezopotamya’nın, Kafkasya’nın, Akdeniz’in kesiştiği Dicle kıyıları, halkların tekrar tekrar düşüp ayağa kalktığı, birbirine karıştığı, yıkıldığı ve yeniden doğduğu hikâyelere ev sahipliği yapmıştır.
Hurrilerin Asurlarla, Perslerin Ermenilerle karşılaşmalarına kadar varan gelişim çizgisi içinde bir zamanlar halkların birbirleri üzerinde hâkimiyet kurabilme mücadelesinden, birbirlerine karşı var olma çabasından söz edilse de bugün dönüp baktığımızda aslında ‘ortak’ ve büyük bir medeniyetin yükselişini görürüz. Bölgedeki binden fazla yerleşimde bin yıllar boyunca binlerce kez insanlığın yükselişinin dönemeçlerinde neler yaşandığını, bugün farklı tarihsel dönemlere ait arkeolojik katmanlardaki buluntularla anlamaya çalışıyoruz.
***
Her ne kadar bu yerleşimlerin başlangıçlarına gidildiğinde ilk önce ve doğal olarak göçerlikten yerleşik hayata geçişin hep ileriye doğru atılmış adımlarının izleri aranıp, dikkatler bu konu üzerinde yoğunlaşsa da bugün artık hikâyenin sürekli ileriye doğru gelişmediğini biliyoruz. Örneğin Hasankeyf, Körtik Tepe, –bugün Dohuk’un kuzeyinde kalan– Nemrik gibi yerleşimlerin insanın toprağa bağlanma hikâyesinin en eski merkezlerinden olmalarının ardından uzun olmayan bir sürede –başta mevsimsel nedenler olmak üzere– çeşitli gerekçelerle terk edildikleri ve bu yerleşimlerde yaşayanların yeniden göçer hayata döndükleri artık biliniyor. Yani yerleşik hayata geçen topluluklar bazı örneklerde buna bir zaman sonra son verebilmiş, daha doğrusu son vermek zorunda kalmış. Ancak hem kuruluş özelliklerine hem de olumsuz iklim olaylarına rağmen Çayönü, eski adıyla ‘Kote-berçem’ MÖ 7 bin 500 ila 5000’e kadar yaklaşık 2 bin 500 yıl sürekli yerleşime sahne olması nedeniyle başka alanlarda olduğu gibi bu konuda da önemli bir farklılık taşır. Sonra büyük iklimsel değişim nedeniyle kesintiye uğramışsa da Çayönü Erken Bizans dönemine kadar aralıklarla yine kalıcı topluluklara ev sahipliği yapar.
***
Çayönü’ne hayat veren Dicle’dir. İnsanın doğada hazır bularak tüketebileceği bitkilerle onları birlikte ıslah ederek kendi üretebileceklerinin de bol olduğu bir bölgedir burası ve evcilleştirilmeye uygun hayvan türlerine de ev sahipliği yapmaktadır. Bunlar, bölgedeki diğer yerleşimlerle ortak özelliklerdir: Yerleşik hayata geçiş için aranan ilk şartlar… Ancak Çayönü’nde de diğer yerleşimlerde olduğu gibi bütün şartlar ‘ideal’ değildir.
***
Dicle, Çayönü’ne hayat verse de aynı zamanda onu birden bire ortadan kaldırabilecek bir tehdittir de. İlk yerleşimcilerinin Zagros Dağları’nın kuzey bölgelerinden geldiği düşünülen, araç gereç ve takı üretiminde kendine özgü bir işçilik yaratarak geliştiren, deri ve ahşap işçiliğinde, süs eşyası üretiminde farklı bölgelerden getirilen malzemelerin de profesyonel atölyelerde işlendiği bir merkeze dönüşen Çayönü’nde yaşayanlar toprağa bağlı hayatı sadece kurmayıp onu korumayı da becerebilmişlerdir. Yerleşimde bulunan çanak çömlekler Kafkasya’dan Mezopotamya’ya uzanan geniş bir çevredeki örneklerle benzerlikler taşır ki diğer yerleşimlerde görülmeyen bu özellik de Çayönü’nü ayrıcalıklı kılar.
Sürekli sel tehdidi altında yaşarken, hayat veren suyun nasıl yıkıcı olabileceğini görüp buna uygun bir ‘mimari’ de geliştirmişlerdir. Yapıların yükünün tamamını eşit şekilde zemine yayan temel tekniğini –dünyada bilinen ilk örnek– kullanarak, suyu tutacak uzun set duvarları örerek, ızgara planlı yapılar inşa edip duvarlarını güçlendirerek ‘kalmayı’ ve yaşamaya devam etmeyi başarmışlardır.
Doğanın verdiklerini bir kez elde edip yaşamlarına katmaya başladıktan sonra bundan kolay vazgeçmemek konusundaki bu inat, çıkıp geldikleri yerlerden getirdikleri bir özellik midir yoksa bunu toplumsal bir yetenek olarak Çayönü’nde mi kazanmışlardır bilinmez. Bilinen o ki Çayönü, insanın ilk yerleşimlerinden biri olarak, aynı zamanda doğayla barışık yaşayabilmenin, başlangıcı 10 bin yıl önceye uzanan, en önemli örneklerindendir. 500-600 arası bir nüfusa ve ortalama 30 yıl yaşam süresine sahip Çayönü halkı, birlik içerisinde kendi uygarlık destanlarını yazabilmişlerdir. Hatta bu birlikleri ölümlerinden sonra da devam eder, bölgede yapılan kazı çalışmalarında nüfusun yüzde 70’ine yakınının iskeletlerinin aynı bina içerisinde bulunduğu belirlenmiştir. Hayatı birlikte ve disiplinle organize edenler, bir inanca ait olduğu anlaşılan ölüm ritüellerini de aynı şekilde birlikte devam ettirebilmiştir.
***
Ergani’nin zengin yerleşimi Çayönü’nün hikâyesinde hâlâ eksik parçalar var. Arkeoloji sayesinde belki bir gün hikâyenin tamamını ortaya çıkarıp anlayabileceğiz.
İşte belki o zaman, yağmur sularına kapılıp giden şehirler kurmamayı, selin önünde kumdan kaleler gibi yıkılıveren yapılar yapmamayı, bunu tekrar tekrar yaşamamak için gerekli deneyimin çoktandır hem de epey çoktandır elimizde olduğunu hatırlarız yeniden…