HAZAL KAR
Topraklarında Ermeniler, Çerkezler, Rumlar, Kürtler gibi çokça ulusu barındıran Osmanlı devleti de 19. yüzyıl milliyetçiliğinden nasibini aldı. Yaşanan bir dizi Kürt isyanı Osmanlı’nın bulunduğu kaygan zemini iyiden iyiye kayganlaştırdı. 19. yüzyılın hemen tamamına yayılan isyanlar yerel yöneticileri ve bölgenin önemli aşiretlerini de içinde barındırıyordu. 1806 yılında Süleymaniye’de Babanzade Abdurrahman Paşa’nın isyanıyla başlayan süreç yalnızca güneyde kalmamış, Van, Muş, Erzurum, Diyarbakır gibi illere de sıçramıştı. 1835 yılına gelindiğinde ise sadece isyanıyla değil, geride kalan aile bireyleriyle de Kürt tarihinde önemli yer edinmiş olan bir mirin isyanıyla karşılaşırız: Cizre-Botan emiri Bedirxan Bey.
Bedirxan Bey, emirliği sırasında Osmanlı ile iyi ilişkiler içinde oldu. Ancak 1839 yılında Osmanlı’ya yaptığı bağlılık yeminini bozunca Bedirxan Bey, ilişkiler bozuldu. Artık Osmanlı devletiyle savaşan bir bey vardır. Osmanlı’ya yenilip Şam’a sürgün gittiğinde ardında en büyükleri Mehmet Necip Paşa olan çok sayıda çocuk ve torun bırakır. Bu efradın içinden bazıları, Kürt dilinin ve kültürünün yaşatılmasında önemli isimler olurlar sonradan.
Mehmet Necip Paşa’nın oğlu Abdürrezzak Bedirxan, çocukluğunda aldığı iyi eğitimi sürgün edildiği yıllarda Hoy’da yaptığı önemli işlerle de sürdürdü. Burada bir eğitim derneği kurarak halkının Kürtçe okur-yazarlığını geliştiren, Kürt okulu açan Abdürrezzak Bey’in ardında bıraktığı mirasını, Avusturyalı Yahudi bir dişçi olan eşi Henriette Hornik ile beraberliğinden dünyaya gelen kızı Leyla sürdürecektir. Osmanlı topraklarında çıkan isyanlar ve bunun sonucunda yapılan sürgünler Leyla’nın hayatına yön vermiş ve hayatı sanata kapı aralayan bir dünyaya açılmıştır. Kadının kimliğinin bile kabul edilmediği bu dünyada, sanatını kimliğiyle icra etmekte ısrarcı bir kadındır Leyla.
Doğru zamanda doğru yerde…
Dünya basınında Kürt prensesi olarak tanınan Leyla Bedirxan, 1908 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Ancak babasının, dönemin İstanbul belediye başkanı Rıdvan Paşa’ya yapılan suikast nedeniyle suçlanmasından dolayı, çocukluğu Mısır’da sürgünde geçti Leyla’nın. Babası öldükten sonra da annesiyle beraber Viyana’da yaşamaya başladı. İlk dans eğitimini Viyana’da alan Leyla, sahneye de ilk kez yine Viyana’da çıktı. Çocukluğunda boş zaman eğlencesi olarak gördüğü dans, giderek Leyla’nın yaşam amacı olmuştu. Aldığı eğitimle yetinmeyen Leyla’nın, danslarına özgünlük katması onun kısa sürede üne kavuşmasını sağladı. Sözkonusu özgünlüğünü ise şöyle açıklıyordu Leyla: “Gösterilerim için başkasının yardımına gereksinimim olmadı. Dans öğretmenim her gün çalışmalarımı izledi ama Doğulu ruhumun derinliklerinden, geleneklerimizden, eski kültlerimizden, Bin Bir Gece Masallarından süzülerek gelen yaşanmış şiirlerimizi yeniden canlandıran gösterilerimi ben yarattım.”
Ancak Leyla’yı alkışlayanlar kadar eleştirenler hatta tehdit edenler de oldu. Jean Masson’un Bir Doğu Masalı başlıklı yazısında Leyla, “Babamın değişken bir talihi olmasına karşın, sanatımın tüm gizlerini öğrendiğim Mısır Hidivi’nin sarayında mutlu bir çocukluk geçirdim. Uzun süre sadece kendi tutkum olarak baktım dansa, kendim için dans ettim. Sonra, kısa bir süre önce bir gün Viyana Operasında halkın karşısına çıktım. O zamandan beri sürekli ölüm tehditleri almaktayım” diyerek, İstanbul’dan, Kahire’den ve Kürt illerinden aldığı tehditleri anlatır. Ama Leyla böylesi tehditlerle hayatım dediği sanatına gölge düşürecek bir kadın değildir. Okuyan, araştıran, müzeleri gezen, altı dil bilen bir sanatçıdır ve doğru zamanda doğru yerde olmayı başarmıştır.
Yılan dansı… Dilan… Belkıs
Leyla Bedirxan yalnızca danslarıyla değil, sahne kıyafetleri ve dansına eşlik eden müziklerle de çok konuşulur. Dönemin önemli dansçılarından Isadora Duncan’ı da giydiren, kadınları korseden kurtararak devinim özgürlüğü sağlayan Paul Poiret, Leyla’nın da bazı sahne kıyafetlerini tasarlamıştır.
Carol Berard’ın “Soylu, uyumlu ve devinimli kostümleriyle Hindistan, İran ve Mısır’ı canlandıran sanatçının kolları, yılanın kıvraklığını tanıyor; yüzü mimiklerinin gerçek şiirselliğiyle baştan çıkarıyor.” sözleriyle tarif ettiği Serpent (Yılan) dansı, Leyla’nın en bilinen danslarındandır. Yılan dansının yanında Radha, El Tar, Dürzi danslarını da sahnede aynı ustalıkla sergiler. Ama onu diğerlerinden ayıran Kürt folklorundan çekip aldığı “Dilan” gibi özgün temalardır. Kendinden öncekilerin aktardığı ritimli gelenekleri esneklikle yorumlayabilmiştir sanatında.
Leyla’nın dans yaşamının doruk noktası ise Belkıs rolüdür. La Scala’daki gala gecesi sonrası (1932) Saba Melikesi Belkıs Balesinin başrolündeki Leyla Bedirxan için, Amerikan ve İtalyan basınında özellikle yer verilir. Aynı yıl Barcelona’da gösteri sunan Leyla, eleştirmen Ramon Vinyes tarafından Doğu duyarlığıyla bağdaştırılmış ‘tam bir dansçı’ olarak tanımlanır. Georges Mussi’nin Le Figaro’daki 1935 yılına ait bir yazısında ise Leyla’dan “Mısır kabartmalarını, İran minyatürlerini, ayinsel ya da sevilen doğu danslarını çağrıştıran geniş bir dağarcığı var. Efsane kişileri içselleşmiş bir soylulukla gün ışığına çıkarmakta çok usta.” diye bahsedilir.
‘Prenses ünvanı anlamsız’
Amerika, Fransa, İsveç, Almanya, İtalya, Belçika, İspanya gibi dünyanın çeşitli ülkelerinde sahneye çıkan Leyla’dan ‘prenses’ diye söz edilir ancak Leyla’nın bu yakıştırma için de söyleyecekleri vardır: “Akrabalarım, ülkem Türklerin eline geçmeden önce Kürt’tüler. Konstantinapol’de doğdum, gençliğim Mısır’da geçti, Leman Gölünün tadına doyulmaz kıyılarındaki Montreux’de eğitim gördüm. Sonra da kentlerin en güzeli olan Paris’e yerleştim… Bundan böyle Parisliyim; burada sadece dansçı olmak arzusundayım ve prenseslik unvanıyla ilgili hiçbir şey istemiyorum. Bu unvanın gülünç, anlamsız bir izlenim bırakmasından korkuyorum”
Danslarıyla Mısır’a, Çin’e, Endonezya’ya uzanan Leyla’nın etnik kimliği de sıklıkla tartışma konusu olmuştur. Ondan, Hint prensesi, Kafkas prensesi, İranlı balerin diye bahsedilmesine rağmen, Leyla her fırsatta “İranlı ya da Arap değilim Kürdüm!” diyecektir.
Sahneye ilk çıkış yılı olan 1924’de başlayan Leyla’nın gözler önündeki hayatı, İkinci Dünya Savaşının patlak vermesiyle yeniden zora girer. Annesinden dolayı Yahudi sayılmaktadır Leyla. Fransa’da kalabilmek için birlikte olduğu Henri Touache ile evlenir. Evlilikleri Henri’nin 1970 yılındaki ölümüne kadar sürer ve bu evlilikten bir kız çocuğu olur.
Leyla Bedirxan, Bois de Boulougne yakınlarında bir de dans okulu açmıştır. Bu okulda popüler Kürt şarkı ve danslarının yeniden düzenlenmesinden oluşan zengin bir repertuar oluşturulur. Kaybolmaya yüz tutmuş müzik aletlerinden oluşan koleksiyonun tanınması sağlanır. Ünlü Fransız aileleri için kızlarına Leyla Bedirxan’dan dans dersi aldırmak modadır artık.
1986 yılında Fransa’da vefat eden Leyla, 1924-1960 yılları arasında icra ettiği sanatıyla yüzyılın önemli kadın figürlerinden biridir. Sanatçı Kürt kadınları açısından da özellikle simge bir isimdir. Bugün Leyla Bedirxan’a dair yazılar kaleme alınmıyor sadece. Resimleri yapılmakta, hayatını ve sanatını anlatan oyunlar (Mezopotamya Dans-Leyla) sergilenmekte. Leyla, sadece sanatçı Kürt kadınları için değil tüm kadınlar için kendine ve kadın kimliğine güvenmenin değerli bir örneğidir.
Kaynaklar:
-Nihat Karademir, Osmanlı’nın Son Yüzyılında Kürtler
-Modernleşme, Merkeziyetçilik ve İsyan
-Leyla Safiye, Leyla Bir Kürt Prensesinin Öyküsü
-Kadri Yıldırım, Kürt Kadını 1. Cilt, Diğer Meşhur Bedirxani Kadınlar
-Gazete Karınca, Dansı ve rüyaları Doğu’ya ait olan ilk Kürt kadın dansçı: Leyla Bedirxan
-Sibel Sütpak, Kürt Prensesi Leyla Bedirxan, ww.bitlisname.com