Röportaj: ROJDA KIZGIN
Diyarbakır Kültür Varlıklarını Koruma Derneği, “Diyarbakır/Sur: Bir Bellek Yolculuğu” adıyla bir çalışma yürüttü ve bu çalışma neticesinde bir kitap yayınlandı. Çalışma, Diyarbakır Suriçi’nin hafızasına dair şimdiye dek yapılmış en kapsamlı çalışmaların başında geliyor. Fotoğraflamadan yazılı kaynak taramasına, sözlü tarih çalışmalarından atölye çalışmalarına dek epeyce kapsamlı. Projenin koordinatörü Dilan Kaya ile hem bu hafıza çalışmasını, hem de Suriçi’ni konuştuk.
Diyarbakır Kültür Tabiat Varlıklarını Koruma Derneği olarak “Diyarbakır/Sur: Bir Bellek Yolculuğu” isimli çalışmanızı tamamlayıp kitaplaştırdınız. Öncelikle çalışmanın içeriğinden bahsedebilir misiniz biraz? Neyi hedeflediniz ve ortaya ne çıktı?
2015’te Sur’da yaşanan çatışmalı süreç ve sonrasındaki yıkım, kentin kültürel ve sosyal dokusunda büyük tahribatlar ve kayıpların yaşanmasına neden olurken, sonrasında uygulanan zorunlu göç ve kentsel dönüşüm çalışmaları, alanı geri dönüşü mümkün olmayacak şekilde dönüştürdü. Proje, kentin tahrip olan ve kaybolma riski taşıyan kültürel birikimini, geçmişini ve bugününü kayıt altına alarak, çağların birikimiyle oluşan hafızasını gelecek kuşaklara aktarmayı ve bu aracılılıkla toplumsal barışa katkı sunmayı hedefliyor.
Bu kapsamda eş zamanlı çok fazla çalışma yaptık. Kısaca değinecek olursam; “Toplumsal Hafıza ve Hafıza Mekânları” ve “Kent Üzerine Konuşmalar” olmak üzere iki seminer çalışmamız oldu. Farklı kentlerden katılım sağlayan sekiz grupla “İnsan Hakları Perspektifinden Kent ve Toplumsal Bellek Atölyeleri” düzenledik. 2015’te yaşanan çatışmalar sonrasında hafriyat atımıyla başlayan ve kentsel dönüşüm çalışmalarıyla devam eden yıkımla birlikte geri dönüşü imkânsız bir sürece evrildi Suriçi. Bu kötü deneyimden yola çıkarak teknik fotoğraflama çalışması önceliğimiz oldu. Toplam 7 ay süren çalışma boyunca, Suriçi’nin erişime açık bölümleri, Dicle Vadisi, Dağkapı Meydanı, İçkale ve Millet Bahçesi yaklaşık 44.000 fotoğrafla kayıt altına alındı. Sonrasında tasniflenip, kataloglanarak derneğin yürüttüğü arşiv çalışmasına eklendi.
Diyarbakır, İstanbul, Ankara ve Adana olmak üzere, dört şehirde 26 kişiyle sözlü tarih çekimleri gerçekleştirildi. Farklı etnik, dini, sosyal, kültürel ve ekonomik arka plana sahip Diyarbakırlılarla yapılan sözlü tarih çalışmalarındaki temel motivasyon, kente dair hafızanın en önemli parçasını oluşturan tanıklıkları kişilerin kendi anlatımlarıyla kayda almaktı. Bu çekimlerden hazırladığımız Kürtçe ve İngilizce altyazılı tematik video kliplere web sitemizden ve Youtube kanalımızdan ulaşmak mümkün.
Son olarak, 16 ay boyunca yapılan birçok çalışmadan süzülerek gelen bilgi, belge ve materyalin herkese ulaşmasına olanak sağlayacak infografik harita ve kitap çalışmasını tamamladık. Diyarbakır’ı, Suriçi’ni bir haritaya, bir kitaba sığdırmak tabi ki zor, böyle kısıtlı bir süre ve insan kaynağıyla da çok mümkün değil. O nedenle biz bu çalışma kapsamında binlerce yıldır kesintisiz yaşam süren bir kent olan Diyarbakır Suriçi bölgesini antik dönemden bu yana ana ulaşım aksı olan Gazi Caddesi üzerindeki mekânlar ile görünür kılmayı amaçladık. Aslında belirli bir kuşak için de bilinmeyen, değişen ve dönüşen bir Diyarbakır’ın kapısını aralamaya çalıştık diyebilirim. Genel anlatımını Dağkapı Meydanı’ndan Mardinkapı’ya uzanan cadde boyunca kurgulanan harita ve kitap çalışmasında hikâyelere Kürtçe, Türkçe ve İngilizce erişme şansınız olacak.
Çalışmanızda bir dönem kentte epeyce sinema salonunun olduğunu ve buraların kent hayatında önemli çekim merkezleri olduğunu görüyoruz. Bugün AVM’ler dışında faaliyet gösteren sinema salonu yok artık. Bu dönüşüm sürecini nasıl yorumlamak gerekir? Bir de o dönemin sinemalarından en rağbet göreni olan Dilan Sineması hâlâ ayakta. Fakat Dağkapı Meydanı çevresinin dönüşüme tabi tutulacağı söylendi. Sizin çalışmanızla da ortaya çıktığı üzere kent hafızasında bu kadar önemli bir yere sahip olan o mekânlardan biri olan Dilan Sineması için nasıl bir dönüşüm planı hazırlanmalı?
Bizim kitap ağırlıklı olarak 1940 ile 1980 yılları arasındaki bilgi, belge ve tanıklıkları sunuyor. Diyarbakır eğlence kültürünün şekillenmesinde kentin özgün karakterinin önemli bir etkisi olmakla birlikte bunu cumhuriyet ve sonrasındaki modernleşme politikalarından ayırmak çok da mümkün değil. Sinemalar eğlence kültürünün çok önemli bir parçasını oluşturuyor, keza Dilan Sineması da. 1970’li yıllarda Diyarbakır’da altın çağını yaşayan sinemalar hemen hemen her mahallede yazlık ve kışlık alanlarıyla boy gösteriyor. Benim için kıymetli olan bir diğer yanı ise hem aile günleri hem de kadın matineleriyle kentin gündelik yaşamında yer alması…
‘Diyarbakır mekânlarını kaybediyor’
1950’lerin başında, Ortadoğu ve Balkanların en büyük sineması olarak, Ermeni Mimar Harutyun Sarafyan’ın tasarladığı Dilan Sineması’nın yeri her anlamda ayrı. Dönemin İtalyan opera binalarından esinlenerek tasarlanan yapı önemli bir sanat mekânı olarak 90’ların sonuna kadar hizmet veriyor. Kent bu kadar değişip dönüşürken eğlence kültürünün aynı kalmasını beklemek tabi ki çok mümkün değil. Örneğin 1990’larda kentte yaşanan politikleşme, sinema salonlarında yapılan film gösterimlerine de yansıyor. Sinemateklerin, Kürt filmlerinin gösterildiği ve etkinliklerin yapıldığı bir direniş alanı olarak karşımıza çıkıyor. Mekân fiziki olarak da bölünüyor, düğün ve barların yer aldığı farklı kullanımların olduğu kompleks bir yapıya eviriliyor. Toparlayacak olursam, yaşam pratiklerinin değişmesi, evlere televizyonların girmesi ve sinemanın tekelci sektörleşmesi günün sonunda sadece AVM’lere hapsolacak bir süreci getiriyor. Diyarbakır’daki sinemalar da bundan nasibini alıyor ve mekânlarını yitirmeye başlıyor.
Bu dönüşümde sektör başka bir ticari faaliyete dönüşmüyor sadece, kültürel pratiğiyle değil mekânıyla da kaybediliyor hafıza. Bugün Dağkapı Meydanı’nı sadece Dilan Sineması değil birçok noktadan okuyabiliriz. Meydanın Kürtler için önemli bir hafızası var, etrafında bulundurduğu yapıların kentin sosyal ve kültürel dokusunda bir karşılığı var. Dilan Sineması, fiziki yapısıyla direnen önemli bir semboldü. Bugünkü dönüşümde ne düşüneceğimi çok bilmiyorum. Yakın zamanda Diyarbakır Cezaevi’ne dair planlanan dönüşüm, Dağkapı Meydan projesi, Orduevi Binası’nın yıkımı hatırlamaya, hafızaya ya da farklı dönemlerle yüzleşmeye açık bir yerde değil. Daha metalaşan, mevcut politikalara hizmet eden bir yaklaşımla dönüşüyor. Dilan Sineması’nın kaderi de böyle. Belirli söylentiler var kültür merkezi olacağına dair. Ama çok somut bir süreç olmadığı için okuma da yapamıyorum. Ancak Dağkapı Meydanı’nın, surların, Diyarbakır Cezaevi’nin dönüşümü tabi ki bir yaklaşım veriyor. Ben Dilan Sineması’nın bir sinema olarak dönemin hafızasını, ruhunu da içine katan, kendi hafızasını bugünün gerçekliğiyle de yeniden harmanlanan bir yere oturmasını tercih ederim. Çünkü Dilan Sineması’nın Diyarbakır’ın sosyal, kültürel yaşamında çok önemli bir yeri var. O hafızanın da görünür kılınacak şekilde ele alınmasını isterim.
‘Yer altı çarşıları furyası ve vahim sonuçları’ yine kitabın en çarpıcı bölümlerinden biri. Bir döneme damgasını vuran yeraltı çarşılarının özellikle yeraltındaki eski kalıntılara büyük zarar verdiği, hatta o kalıntıları yok ettiği tespitini yapmışsınız. Yine bir dönem pasajlar furyasından da söz etmek mümkün. Bugün de aynı yerde yani Suriçinde, eski Diyarbakır evlerini kafe, lokanta ve dükkân haline getirme furyası var. Bana bunu çağrıştırdı. Yeraltı çarşıları ve pasajlar üzerinden düşününce bugünkü dönüşüm bize ne anlatıyor?
Kent değişip dönüşen bir yer ve her dönüşümün getirdiği bir yıkım var. Ama Diyarbakır özelinde yeraltı çarşılarını ayrı bir yere koymamız gerektiğini düşünüyorum. Kentin arkeolojik katmanlarını geri dönüşümü mümkün olmayacak şekilde yok eden, ticari dokusunu ve alışkanlıklarını yok sayan bu dönüşümün cumhuriyet sonrası kentin tahribatında önemli bir yeri var. Bizim kitaptaki rota Dağkapı Meydanı’ndan başlayıp Mardin Kapı’ya uzanıyor. O yüzden biz Dağkapı’daki, Ulucami önündeki ve Balıkçılarbaşı’ndaki yeraltı çarşılarına değinerek bu süreci anlatmaya çalıştık.
Suriçi’ndeki kültürel kırım
Bugün Dağkapı’daki yeraltı çarşısı hiç kimsenin kullanmadığı, artık çürümeye bırakılan, neye nasıl evirileceğini bilmediğimiz bir durumda. Tabi ki kentin değişim dönüşümünün getirdiği yeni fiziksellikler, yeni kültürel alanlar var. Ama kentin dokusunu görmeden, görmek istemeden, yaşam pratiklerini göz ardı ederek kenti dönüştürürsen günün sonunda ölü bir şehir yaratırsın. Ve bundan kaçmak çok da mümkün değildir. Bugün Suriçi’ndeki eski Diyarbakır evleri, senin de dediğin gibi kafe, lokanta gibi ticari ve hizmet sektörüne dönüşüyor.
Ama Suriçi yıkımını sadece buradan okumak çok doğru değil. Suriçi, yaşanılan yerinden edilme, mülksüzleştirme ve mekânların yıkımıyla insani ve kültürel bir kırımdan geçti. Yılların birikimiyle süzülerek gelen dokusu yok oldu. Suriçi’nin herkeste yarattığı anlam tabi farklılaşabiliyor, bazıları için nostaljik bir mekân, bazıları için turizm odaklı gelişmesi gereken tarihi kent… Ama ne olursa olsun Suriçi sadece bu ticari potansiyeliyle okumamız gereken bir yer değil, insanı ve konut dokusuyla da yaşayan bir alandı ve o yaşayan dokuyu, hizmeti, hafızayı sevdiğimiz için gittiğimiz, deneyimlediğimiz bir yerdi. Bütün bunları çıkarıp yerine sıfırdan bir şey koyduğunuzda bunun ne anlam ifade edeceğini bilmiyorum. Bir kentin alışveriş kültürü de yaşam ya da eğlence kültürü de bir günde oluşmuyor. Bugünkü dönüşümlerin hepsi kent kültürünün önemli yerini oluşturan Suriçi’ni bir cazibe alanı görmekten öteye gitmiyor.
‘Hafıza çok katmanlı bir alan’
Kitap, Dağkapı Meydanı ve çevresi ile boylu boyunca Gazi Caddesini kapsıyor. Bu hat üzerinde daha uzun vadede gerçekleşen bir ‘dönüşümden’ bahsetmek mümkünken 2015-2016 arasında çatışmaların gerçekleştiği mahallelerde ise çok hızlı bir ‘dönüşüm’ sürecine tanıklık ettik. Sizin çalışmanız kendi alanında çok önemli bir çalışma. Peki, Sur’un tümü ile ilgili olarak, daha doğrusu Sur’un tümünün hafızası ile ilgili olarak kim, ne yapmalı sizce?
Diyarbakır Kültür Tabiat Varlıklarını Koruma Derneği hem bireysel hem kurumsal çabalarıyla uzun zamandır bu alanda çalışan bir dernek. 2018 yılından itibaren de “Diyarbakır Hafızası” web sitesiyle bunu ete kemiğe büründürerek, yine Kürtçe, Türkçe ve İngilizce olmak üzere üç dilde insanlara ulaştırıyor. Yaptığımız kitap ve harita çalışması da aslında uzun soluklu bir çalışmanın başlangıcı oldu. Ancak tabi ki bugün kitap ve haritada ulaşacağınız bilgiler o mekânların bütün hikâyesini anlatmıyor. Başlangıç olma hali de tam da buradan geliyor. Bu alan her zaman yeni bilgi, belge ve tanıklıkla değişip, dönüşerek ilerliyor. Biz kurum olarak biraz daha somut, somut olmayan kültürel miras öğeleri üzerinden hafızayı geleceğe aktarmaya, bunun üzerinden farkındalık oluşturmaya ve ortak zemin yaratmaya çalışan bir kurumuz. Ancak bu alanda kıymetli çalışmalar yürüten birçok sivil toplum örgütü, aktivist ve kent gönüllüsü de mevcut.
Hafıza çok katmanlı ve kesişimsel bir çalışma; o yüzden bir kurumun, yapının tek başına ele alabileceği, altından kalkabileceği bir alan değil. Hele ki Suriçi gibi sadece kültürel ögeleriyle değil, sosyal ve ekonomik hayatıyla da Diyarbakır’ın hafızasını oluşturan bir mekân için hiç mümkün değil. O yüzden farklı alanlarda çalışan sivil toplum örgütlerinin bütün çalışmalarına Suriçi’ni katmasını ve kendi ilgi alanlarına paralel olarak hafıza çalışması yapmalarını önemli buluyorum. Çünkü hafıza ve mekânı deneyimleme pratiği toplumsal olduğu kadar biricik de aynı zamanda. Kadının deneyimi çok başka, gencin deneyimi çok başka, farklı etnik, kültürel ya da cinsel yönelimden gelen kişilerin mekânla kurduğu ilişki ve tanıklıkları çok çeşitli. O yüzden tabi ki tek bir okuma yapmanın mümkün olmadığı bir alanda tek bir kurumun, tek bir yapının çalışmasının da uzun vadede çok da faydalı olmadığını, aslında zenginleşerek ilerlediği sürece bir anlam ifade ettiğini düşünüyorum. Zaten dernek olarak da kurduğumuz yeni ortaklıklarla çabamız, bu alandaki çalışmaları kısır bir döngüye sokma yerine zenginleşerek çoğaltmak diyebilirim.
Çalışmayı yürütürken karşılaştığınız en ilginç şey neydi?
Bu söyleyeceğim biraz öznel bir yerden. Kitabın içerdiği mekânların bir kısmını deneyimlemiş biriyken bir kısmını hiç görmemiş, hikâyelerini hiç duymamıştım. Onların hikâyeleriyle karşılaştıkça, sanki benim de eksik bir hikâyem tamamlandı. Tuhaf bir duygu, başkalarının hikâyeleriyle tamamlanma hissi. Kentle kurduğum aidiyeti yeniden düşünmeye başladım. Son olarak, sözlü tarih çalışması yaptığımız bir ağabeyi çekimden çok kısa bir süre sonra kaybettik. Dernek ekibi olarak bizi etkileyen ve yaptığımız çalışmanın önemini ve önceliğini bir kere daha hatırlatan bir şey oldu bu kayıp.