‘Serhat Masalları’ ve bizim hikâyemiz

ZELAL SAHİDENUR SARİ

Ev nivîs çîroka rêwîtiya me ye. Me di vê rêyê de ji we re çîrokên kurdî berhev kir. Em li her gundî rastî çîrok û devokên cûda hatin. Ji ber vê yekê em ê di vê nivîsê de devoka xwe bikar bînin. Wek di rêwîtiya xwe de, em ê zede tir bi tirkî biaxivin, da ku êşa ziman baştir were fêm kirin. Em efûyê ji xwendevanan dixwazin ku em ê çîroka xebateke kurdî bi tirkî bînin zimên.

Van Gölü’nün kenarında bir ilçede dünyaya geldim ben. İlkokula kadar her Kürt gibi ben de Türkçe bilmiyordum. Kuzineli sobanın kenarında annem beni, “Xengilo” adında bir masalla büyüttü. Türkçe öğrenmeye başlayınca da annemin masalındaki kuzular gibi dağıldı zihnimdeki güzel anılar. Ve yazının şu kısmına varana dek kurduğum cümleler gibi devrik bir Türkçeyle yazıldı tüm anılar.

Kürtçe masallarla büyümüş, şimdi çoğunlukla Türkçe yazsa da kendi kültürünün ve dilinin farkında olan ve kültürel hassasiyetlerini meslekleriyle buluşturmaya çalışan bir grup gazeteciyiz biz. Anılar ve farkındalıklarımızın ışığında oluşturmaya çalıştığımız “Serhat Masalları” çalışmasıyla da içinde harmanlandığımız kültürel iklimimize dair bir not düşmek istedik. Bu kaygıdan hareketle uzun zamandır bir şeyleri kayıt altına almak istiyorduk. Yaptığımız sohbetler bizi en başa gitmeye sevk etti ve masallara doğru bir yolculuk başlattık. Van’ın Erciş, Gevaş, Gürpınar, Çatak ve Başkale ilçelerini köy köy dolaşarak masal anlatıcıları aradık. Elbette bu çalışmayı köyden kente göç eden anlatıcılarla da yapabilirdik. Hatta belki böylesi daha kolay olurdu. Ama biz kameramızı sırtımıza alıp köy köy dolaşmayı tercih ettik. Onların bize anlattığı masalları/hikâyeleri kaydederken biz de kendi hikâyemizi yaşadık.

‘Çîrok karê pîran e’

Bu işi yapmaya başladığımızda Van’da mevsim ilkbahardan yaza dönüyordu. Tam da bu noktada köyleri gezerken anlatıcılarımızı bulmamıza yardımcı olan dostlarımıza teşekkür etmemiz gerekiyor. Öylesine şahane dostlarımız var ki onların sayesinde güzelim köylerde, bahçelerde dolaştık ve sıcacık sofralara misafir olduk. Bazen anlatıcılar masala ara verip bize şarkı bile söylediler.

Anlatıcılarımızın 60 yaş üstü olması bizim özel tercihimizdi. Masallar anlatıcıların hikâyesiyle birleşirken bazen de onların hikâyesinin bittiği yerde masallar da yok oluyordu. Öte yandan en eski masallara ulaşmak bu anlatıcılardan geçiyordu. Tabii “anlatıcılar bunun farkında mıydı?” derseniz pek de emin değiliz. Bize Erciş’te Metelok (Ritmik Masal) anlatan Nesibe Teyze bunların en açık örneğiydi.

-Meta Nesîbe tu çend salî yî?

– Ez sed salî me.

– Em hatin vir ji bo ku tu ji me re çîrokekê bibêjî.

– Ez çîrokan nizanim. Çîrok karê pîran e. Yên berê çîrokan dizanin.

100 yaşında olduğunu söyleyen birinin, “ben bilmem, masal yaşlıların işidir” diye şerh düşüyor olması bizi oldukça güldürmüştü. Ve üzerine bütün köy bize bir masal anlatıcısı bulmak için seferber olmuştu. Sonunda Makbule Abla’yı bulduk. Koyunlarını sağmaya gitmiş, oradan dönüyordu. Makbule Abla, Nesibe Teyze’nin kızı… Kimden el aldığını biz anlamıştık, ama 100 yıl da az buz değil sonuçta. Makbule Abla’nın anlattığı “Gulendam” masalından sonra sadece kameramızı sırtlanmamış, bir elimize güneşi bir elimize de dolunayı almıştık:

Zemanekî însanek hebûye. Li ser çîyan şivan û gavantî kiriye. Li ser rûyê dinyayê zehf heyat nedîtiye. Rojekê dêna xwe didê kalek li rasta wî tê, dibêje: ‘‘Kalo tu yê bi ku da herî?” Kalo dibêje: “Weleh min xewnek dît; stêrk li ser çongeke min bûn, hîv jî li ser çonga min a din bû.” Şivan dibêjê: “Hema xewna xwe bifiroşe min. Çimku min li dinyayê lezet nedît, qet nebe xewna te ji xwe ra bikirim.” Xewna kalo dikire û diçe.

Xanê Lepzêrîn; Dımdım kalesinden bugüne…

Kaydedilmeyen masallar önceliğimizdi, ama anlatıcılarımızın anlattığı masallar ilk hatırladıklarıydı. Gittiğimiz her köyde masallar farklı bir aksanla anlatıldı. Bütün baskılara karşı anlatıcılar bu masalları unutmayarak bir tepki geliştirmişti sanki, biz de bunları kaydederek aynı baskılara karşı duruyorduk bir bakıma. Akran zorbalığından tutun da bir hayalin satıldığı derin hikâyelere kadar her şey Kürt kültüründe bir öğüt olarak nesilden nesile aktarılmaya devam ediyordu.

Çabamız hassasiyetlerimizle birleşince en azından en profesyonel olduğumuz alandan devam etmemiz gerektiği fikrine inandık. “Serhat Masalları” aslında bir video serisiydi. Çünkü bize göre Kürtçeyi dinlemek okumaktan daha avantajlı ve ulaşılabilirdi. Kitap fikri ise bunu perçinlemek için ortaya çıktı. Bu süreçte dolaştığımız kadar okuduk, dinledik ve dostlarımızın fikirlerini önemsedik. Her anlamda özgün bir çalışma olması için de kitaplarımızdaki resimleri özgün bir ele çizdirdik.

Şimdi kuzineli sobamız yok, ama masallarımız var. Yıldızların en parlak saatlerinde pencerenin kenarında masallarımızı dinliyoruz. Bu çalışmanın bir arşiv niteliği taşıdığını ve başka insanlara ilham olacağını düşünüyoruz. Sanıldığının aksine Van’ın köylerinde herkes kendi dilini konuşuyor ve bir şekilde bu dilin aktarılması için uğraşıyor. Başkale’de “Xanê Lepzêrîn” masalını dinlediğimiz Tahir Amca, Dımdım Kalesi’nin hikâyesini nenesinin ona anlattığı şekilde aktarıyordu bize. Çünkü nenesi Xanê Lepzêrîn’in ailesindendi. Dımdım Kalesi’nden, bugünün Başkale’sine eşsiz bir masal:

Dapîra min (dayîka bavê min) ji mala Xanê Lepzêrîn bûye. Got: “Hey xûlmîne hey xûlmîne. Qiseta Xanê Lepzêrîn e. Teqdîr gerîya li esmanan, hem ji bo pîran û hem ji bo ciwanan.” Rojekê ji rojên xwedê dayî, Xan çûye lali Şahê û gotiyê: “Bide min hindek çermê gayî. Ez ê ji bo xwe bikim xan û mal û avahî.” Got: “Min da te hindek çermê gayî. Ji bo xwe bike xan û mal û her avahî.”

Serhat Bölgesi’nin her kilometresini dolaşmaya ve masalı kendi mutfağında kaydetmeye devam edeceğiz. Arkadaşlarım Yeşim Karaağar ve Zafer Avnaş’la başlattığımız bu çalışma sayesinde ansızın sizin de köyünüzde yan bahçede bir masal kaydediyor olabileceğiz. Yeter ki masallarımız kaybolmasın.