MEHMET ÖZYAZANLAR
Lafa gelince herkes şiddete karşı. Barıştan, sevgiden, dostluktan, kardeşlikten yana olmayan kimse yok. Lakin pratikte durum hiç de öyle değil…
Düşman(lar) üzerinden gerginlik yaratmadan, nefretimizi doya doya kusabileceğimiz öteki(ler) bulmadan hayatımızı normal biçimde sürdürmekte zorlanıyoruz. Şiddet, günlük hayatımızın kanıksadığımız hatta vazgeçemediğimiz bir parçası artık. Kültürel birikimimiz ve zihinsel donanımımız, şiddet ve saldırganlık içeren davranışlarımızın üstesinden gelebilecek ya da en azından bu tür davranışlarımızı dizginleyebilecek seviyenin hayli uzağında görünüyor…
Özellikle konu futbol olduğunda kimileri için şiddeti; taciz, hakaret, küfür, aşağılama, linç gibi bütün boyutlarıyla birlikte, üstelik de organize ve sistematik bir şekilde hayata geçirmek çok daha kolay oluyor. Çünkü futboldaki şiddete karşı ilgili kurumlar samimi ve tutarlı tepki vermiyor. Tepki vermek bir yana, bazı şiddet olayları, failinin ve hedefinin kimliğine göre hoş görülebiliyor hatta açıkça teşvik edilip desteklenebiliyor bile…
Kazanmanın biricik amaç haline geldiği, kazanmak uğruna her yolun, her yöntemin kabul edilebilir sayıldığı, buna karşılık kazanmaktan başka hiçbir sonucun sportif olgunlukla sindirilemediği, her türlü yozlaşmaya ve çürümeye açık bir futbol düzenimiz/ortamımız var. Futbol kulüpleri, gerilimi ve şiddeti bir koz olarak kullanarak yeşil sahada avantaj elde etme peşinde.
Her hafta oynanan karşılaşmaların ardından Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu’nun (PFDK) açıkladığı ceza alan kulüpler listesi, futbolla şiddet arasındaki ilişkiyi göstermesi bakımından önemli bir veri oluşturuyor. Çoğunlukla, “saha olayları” ve “kötü ve çirkin tezahürat” gerekçesiyle verilen “para cezası”, “saha ya da tribün kapatma cezası”, “uzun süreli hak mahrumiyeti” gibi cezalar şiddet sorununun üstesinden gelmeye yetmiyor…
Sözkonusu Bölge takımları olunca…
Futbol endüstrisinin dayattığı bu düzenin ana unsuru fanatik taraftar denen, hayattaki hiçbir konuyu ve olguyu tuttukları takımın maçlarından daha önemli ve değerli bulmayan, kolayca kışkırtılıp istenilen biçimde kullanılmalarından da anlaşılacağı üzere ağırlıklı olarak güruhsal davranabilen kitle. Futbol endüstrisinin çarkını döndüren en etkili itici güç!..
Bu bağlamda taraftarlara boşuna “12. oyuncu” denmiyor. Yöneticiler ve teknik direktörler, tribünlerde türlü biçimlerde kışkırtılmış kitlenin sahaya yansıtacağı coşkuyla oyuncuların çok daha güçlü şekilde motive olacağına inanıyor. Tabii tribünlerdeki coşkunun dozu ve niteliği rakibe göre değişiyor. Özellikle bir nefret dalgası eşliğinde düşmanlaştırılan rakipler karşısında coşku, kısa sürede taşkınlığa, zorbalığa, barbarlığa evrilebiliyor…
Mesela rakip, Amedspor ya da Diyarbekirspor gibi Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgenin takımı ise işin kapsamı, bizzat devletin birtakım kirli uzantılarının da şiddet organizasyonunda yer almasıyla daha da genişliyor. Devlet, milliyetçilik ve militarizm üzerine inşa ettiği ideolojik konumuna aykırı yaklaşımlara karşı şiddet enstrümanına başvurmakta son derece kararlı ve hevesli!.. Kürtler zaten devletin gözünde, her an beka sorunu yaratabilecek potansiyel bir tehlike. Bu tehlikenin bertaraf edilebilmesi için, hayatın diğer alanlarında olduğu gibi futbolda da Kürtlerin “hizaya getirilmesi” şart!.. İşte bu nedenle devlet futbolda da yakın ilgisini Kürtlerden esirgemiyor!..
Ateşli milliyetçi, şoven, militarist söylemlerin korkutmaya, boyun eğdirmeye yetmediği durumlarda şiddetin devreye sokulması alışılagelen bir durum…
Bölge takımlarına yönelik şiddet örnekleri, otel önünde sabaha kadar gürültü yapmaktan ölüm tehditlerine, sahaya ve takım otobüsüne yaralayıcı madde yağdırmaktan tribünde derin devlet katilinin resmini asmaya, toplu halde edilen küfürlerden ırkçı tezahüratlara, darp etmekten linç hedefli saldırılara kadar gidebiliyor…
Olayların sonunda, hiçbir zaman ciddi bir soruşturmaya gerek görülmemesi, işin planlayıcı ve kışkırtıcı görevlerini üstlenmiş gerçek sorumluların asla bulunamaması ve birkaç kişiye verilen göstermelik cezalarla olup bitenlerin üstünün örtülmeye çalışılması devletin bu süreçteki rolünü net biçimde ortaya koyuyor…
Gelinen noktada, taraftarlar bir yana, bazı kulüp yöneticileri dahi, provokatörlükle yetinmeyip şiddetin öznesi olarak olayların içinde boy gösterebiliyor.
Burada, iktidarın ve yönetimini iktidarın belirlediği futbol kurumlarının şiddet karşısındaki tutarsız ve yanlı tavrının şiddetin faillerini daha da cesaretlendirdiğine dikkat çekmek gerekiyor…
Hakem dövenler kime güveniyor?
Siyasi iktidarın; milyonların ilgisini çeken futbolu kendi başına bırakacağı düşünülemez. Futbolun yönetimi kağıt üzerinde özerk görünse de gerçekte dizginlerin kimin elinde olduğunu herkes biliyor. Futboldan siyasi rant devşirme işi 21 yıl boyunca hiç savsaklanmadı…
Böyle bir futbol düzeninde, kulüp başkanları ve yöneticiler ya doğrudan iktidar partisi içinden işaret edilen kişiler ya da iktidarla sıkı ilişkisi bulunan patronlar arasından seçiliyor. Tamamen çıkara dayalı ilişkiler söz konusu. Ekonomik açıdan batık durumda olan kulüpler devletin/iktidarın korumasına, kollamasına muhtaç olduğundan muhalif düşüncelere sahip kişilerin kulüp yönetiminde yer alması mümkün değil. Bu bakımdan kulüpler, iktidarla/muktedirle aralarını hoş tutmak zorunda. “Çıkıntılık” yapmaya kalkışırlarsa tekerlerine çomak sokulabilir…
Böylesi, -bir anlamda- zorunlu ve yoğun etkileşimli iktidar-kulüp ilişkisi, iktidarın hayatın tüm alanlarına yaydığı, diyalog ve müzakere tanımayan şiddet dilinin ve şiddet severliğinin, kulüpleri çeteleştiren mafya özentisi başkanlar ve yöneticiler tarafından da benimsenmesi ve onlar aracılığıyla futbola da hakim olması anlamına geliyor.
Sonuçta kimi zaman salt kazanmak, kimi zaman da hakim ideolojinin gücünü birilerine göstermek adına, gerilim ve şiddet futboldan hiçbir zaman eksik olmuyor…
Hakemleri tehdit edenler, hedef gösterenler, taciz edenler ve işi hakemlere saldırıya vardıranlar kuşkusuz bu cüreti iktidarla aralarındaki yakınlıktan alıyorlar. “Silahım olsaydı hakemi vururdum” diyen kulüp başkanı da, maç sonunda sahaya inip hakemi yumruklayan kulüp başkanı da iktidarın futbola kazandırdığı “güzide” kişilikler!..
Geçtiğimiz günlerde yaşanan ve çok tepki doğuran hakemi linç girişimine başta, insanî bir refleksle sert tepki verenlerin, iktidar mensubu birilerinin cezaevi ziyaretinden sonra baş saldırgana sahip çıkması ise ibretlik bir çark etme örneği. Böylesine açık bir barbarlık karşısında bile iktidarın dümen suyundan ayrılamamaları, ikiyüzlülükleri ve korkaklıkları kadar utanmazlıklarının göstergesi. Çıkarcılarda, fırsatçılarda, ikiyüzlülerde, yalakalarda ne güç sahibine kafa tutacak cesaret, ne de utanacak yüz vardır…
Bütün bu tablo içinde, iktidar beslemesi medyanın şiddet konusundaki kışkırtıcı rolünü de göz ardı etmemek gerekiyor. Gerilim ve şiddet onların da baş gıdası. Ne kadar çok fanatik taraftar olursa, o kadar çok satıyor ve kazanıyorlar. Bundan dolayı, insanları fanatik taraftara dönüştürmeyi hedef alan yayın politikası izliyorlar…
Onların tercihi elbette kontrol edilebilir dozda gerilim ve şiddet. Aksi takdirde yani şiddet kontrolden çıktığında kışkırtıcı olarak suçüstü yakalanabilirler. Gerçi yüzsüzlük, onların da başta gelen özelliklerinden. Öyle zamanlarda, “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”, “Bu olay, değişimin miladı olacak” gibi manşetlerle pekala üste çıkmayı ve kendilerini işin içinden sıyırmayı becerebiliyorlar…
Tekçi ideolojiyi özümsemiş devlet kurumlarının, muktedirin, patronların yönetimindeki kulüplerin, sorgusuz sualsiz kendisini bu ideolojiye teslim etmiş şuursuz taraftar yığınlarının ve bunların yalakalığını üstlenmiş besleme medyanın yanı sıra, sportif değerlerinden ve hedeflerinden arındırılmış bir futbol düzeninin hüküm sürdüğü yerde şiddetsiz bir ortam hayal bile edilemez…