Yoksulun eli, ‘ikinci el’e de yetmiyor!

ÖZKAN ZÜLFİKAR

Dayanışma duygularının yoğun yaşandığı zamanlar vardır. Doğal afetler akla gelen ilk örneklerdir herhalde. Böyle zamanlarda halk ‘neyi var neyi yoksa’ getirip paylaşır. Yaşanan toplumsal acıyı, ızdırabı, ihtiyacı bir nebze de olsa paylaşmak, hafifletmek amaçlanır.Kampanyalar düzenlenir, yardım malzemeleri toplanır. Giysi, kıyafet yardımları için genelde şöyle bir not düşülür: “Lütfen kullanılmış malzeme getirmeyelim, fazlalıklarınızı çöpe atın…” Burada incelikli bir kaygı duyulur ve bu anlaşılırdır aslında. Herkes kullanılmamış bir giysiyi giymeyi hak ediyordur çünkü. Ama ya yardım etmek isteyenin de paylaşabileceği ‘yeni’ bir şeyyoksa? Ya da ‘yeni’ denilen şey, çoğu zaman ve hele bugünkü geçim koşullarında zorunlu olarak farklı ölçütlere işaret etmez mi? Olanak ve imkânlar hesaba katıldığında, ‘yeni’ ile ‘eski’ arasındaki sınırlar epeyce bir geçişken olur. Büyük ihtimal daha önce kullanılmış bir pardesü,bazıları nezdinde ‘yeni’ sayılabilir mesela!

‘Mecburiyet her şeyi yaptırıyor’

Elazığ Bit Meydanı’nda ikinci el kıyafet satan bir dükkandayız:

-Şu askıdaki siyah kaç paradır?

-İki yüz lira olur.

Dükkandan içeri giren ‘müşteri’ iki eliyle havalandırıp ‘şöyle bir’ bakarken kıyafete,öyle bir ‘yoksulluk kokusu’ vurur ki yüzünüze. O kıyafetler kaç el değiştirdikten sonra ikinci el raflarında yerini almıştır da birileri için ‘yeni’ olmuştur, bilinmez. Birinin sırtında paralanıp çöp oluncaya kadar daha kaç el değiştirecektir? Yoksulluk böyle derinleşip genişledikçe…

Haydar Zulal, Dersim’deki aşiretinden hareketle namı diğer Demenanlı Haydar…Yıllarca ikinci el malzeme alıp satmış. “Yenisi pahalı” diyor ve devam ediyor: “Gelip eskisini alıp giyecek. 50 ila 150 liraya pantolon. Kışlık montlar yine 150’den 300’e kadar var. Yenisi binlerce lira. Nasıl alsın ki? Sabah bir amca geldi pantolon sordu. Çok güzel bir pantolondu. ‘Fiyat yüz elli’ dedim.  Adam ‘40 liram var’ dedi. Verdim gitti. Ben pantolonu yüze almıştım.”İkinci el kıyafete bile yetemeyen insanlara vurgu yapıyor Zulal ve örnekleri çoğaltıyor: “Biri geliyor ve ‘Abi sana montumu satayım’ diyor. Üzerindeki montu. ‘Niye satıyorsun?’ diyorum. ‘Okula gidecek param yok’ diyor. Mecburiyet her şeyi yaptırıyor. Bazı insanlar kredi kartıyla kıyafet satın alıyor ve bana getirip nakite çeviriyor. Acil ihtiyaç olunca zararına satıyor. Biz de alıp uygun fiyatlara satıyoruz.”

Dükkanına gelip gidenlerin yaşadıkları en yoğun duygu durumlarını ise şöyle sıralıyor Zulal: Bazen utanç bazen minnet, çaresizlik, acı, sitem, küfür ve yaşadıklarına isyan…

‘Benim sobayı bana satacaklardı’

İkinci el ev eşyası satan Önder Eser, “Ağlaya ağlaya derdini anlatanlar gördüm. Artık bıkıp hiçbir şeyi umursamayanlar da var. Evi yanmış birkaç eşya kurtarmış,getirip satmak istiyor. Bu işi yapıyorsun ya mecbur alacaksın ama bir taraftan da mağdurlar. Orta yolu bulmaya çalışıyoruz. Evi yanmışla oturup ağlıyorsun. Depremde depremzedeyle oturup ağladık. Değiş tokuş yapıyoruz bazen. Bazen satıp bazen alıyoruz. Ama insanların ikinci el alacak parası bile olmuyor. Son zamanlarda bedava isteyen çok” diye anlatıyor ve ekliyor: “Yaşanan her felaket de yoksulun başına geliyor” diyor.

Çaylarımız geliyor bu arada. Traji komik bir anısıyla devam ediyor Eser ve acı acı gülümsetiyor: “Çeşmede elimi yıkarken iki genç yaklaştı. ‘Abi soba alıyor musun?’ ‘Alırım evet’ dedim ‘Nerede?’ ‘Şurada’ dediler. Gösterdiklerine baktım, el arabası benim, soba, benim. Aşırmışlar benden ve bana satacaklar yani. ‘Hadi işinize hadi’ dedim. Bir şey yapmadım tabii, ne diyeyim.”

‘Adımız ölücüye çıktı!’

Başka bir dükkana girip konuşmaya çalışıyoruz. Cevap kesin ve sert:“Yok ağam yok,konuşmaya gerek yok. Daha önce de geldiler. Bir şey anlatmaya çalıştık. Adımız ‘ölücü’ye çıktı.”“Doğrusunu yazarız biz” diye ısrar edince, isim vermemek şartıyla anlatmaya başlıyor dükkan sahibi abimiz: “Eskiden ölünün ardından kıyafetler toplanır, bir çift ayakkabı da kapı önüne konurdu. Rahmetlinin kıyafetleri mahalledeki yoksullara tanzim edilirdi. O gelenek artık bitiyor. İnsanlar ihtiyaç sahipleri oldukları için ölünün kıyafetlerini bize ikinci el olarak satmaya getiriyorlar. Bundan bahsettim. Sanki ben gidip ölü kıyafetleri topluyormuşum gibi algılandı.”

Birkaç kare fotoğraf çekerken,dükkan sahibi, eliyle ikinci el vitrinini gösteriyor:“Yüzüne bakılmazdı. Çöpe atardık. Şimdi kapış kapış gidiyor. En değersiz, en önemsiz şu kıyafetler bile.” Yakından bakıyoruz gösterdiklerine; kollar yırtık,  sırt yırtık… Yeni sahibi tarafından yamalanıp giyilecek belli ki.

Kapı önünde bir müşteri, “Şu pantolon kaça?” diye soruyor. Dükkan sahibi, “50 lira” diyor ve eklemeyi ihmal etmiyor: “Ama markadır ha!” Müşteri,“Abi her tarafı marka olsa kaç yazar!”dese de ‘marka’ işlerin ikinci elde de önemli olduğunu öğreniyoruz. Piyasayı belirleyen markalar, ikinci elde de etkiliymiş. Gençler özellikle bilinen markalı şeyleri çok tercih ediyorlarmış.

En yaygın ‘ikinci el’ pazarlarından biri de ayakkabı. İkinci el piyasası, 70-100-120-200 lira arası gidip geliyor. Enver Usta, “Ayakkabı fiyatları artınca ikinci el piyasasına rağbet arttı doğal olarak. Bunun yanı sıra tamir işleri çok olur”diyor. Çanta tamiri de yapıyor. Özellikle kadın çantaları daha çok tamir ediliyormuş.Bu sırada da kadın çantası tamir ediyor zaten. Tamir edilen çantayı ışığa tutup bakınca astarının yırtık olduğunu görüyorsunuz. “Eskiden alınırdı yüz liraya, iki yüz liraya. Yıpranınca atarlardı. Şimdi tamir ediliyor. Ne yapsınlar. Mecbur.” diyor Usta…

‘Kurban olayım, güzel dik’

“İsmimi yazma ama ben söyleyem, sen gönlünü al dediklerimin”diye söze başlayan bir ayakkabı tamircisi anlatıyor:

“Bu işler hep siyasi yeğenim. Arpa, buğday, yem fiyatları ne zaman artsa her şey artar. Eskiden gelir kontrol ederlerdi. Kaç paraya aldın, kaça satıyorsun diye. En ufak bir haksızlıkta cezayı yerdin. Adın da çıkardı üstelik. Ne zaman fiyatlar serbest oldu, işler bozuldu. Baştakiler torbalarını doldurdu mu, doldurdu. Zengin daha zengin oldu. Alttakiler ne yapacak? Ölsünler mi? Vallaha umurlarında değil. Mahzenden, çatıdan eski ayakkabı arıyorlar. Getirip tamir edip giyiyorlar. Ne yapsın vatandaş, zor durumda…”

Ustamız anlatırken, tamir için gelenlere bakıyoruz. Biri eski botlarını gösterip, “Üst boğazı yırtıktı. Usta sağ olsun, kesti oraları, ayakkabı olarak giyeceğim kışın. Botu ayakkabı yaptık” diyor.

Bu arada üç öğrenci genç daha giriyor içeri, “Abi tamir bitti mi?”diye soruyorlar. “Beklersen bitecek” diyor usta.“Kaç yıl giyersiniz bir ayakkabıyı?” sorusuna verdikleri ortak cevap: “Abi tamir edince üç yıla kadar çıkabiliyor.”

Elinde yeşilli sarılı çantayla bir ‘baba’ giriyor dükkana. İlkokul öğrenci çantası olduğu belli. “Ustam dikebiliyor muyuz?” diye soruyor ve anlaşıyorlar ustayla. Sonra şu sözlerle çıkıyor kapıdan: “Yalnız sağlam dikesin ustam. Bir de bugün alayım. Kızın okulu sabah erken. Yedek çantası da yok. Kurban olayım güzel dik.”

İkinci el pazarından öğrendiğimiz bir şey daha: Pazarlanan kıyafetler daha çok büyük şehirlerden geliyormuş. Deprem bölgesi olduğu için buralardan çok eski çıkmazmış. Burası, adeta insan ömründen çok kıyafet, giysi ve eşyaların ömrünün uzun olmasının dilendiği yoksullar dünyası… Elazığ Bit Meydanı’nda ikinci el dükkanlarında törpülenen fukara ömürler, kanayan yoksulluk yaraları…