YÜKSEL GENÇ – Sosyo Politik Saha Araştırmaları Merkezi Genel Koordinatörü
SÖYLEŞİ: SERPİL İLGÜN
Son yıllarda Kürtlerin siyaset, demografi, kimlik, kültür gibi birçok alandaki algılarına, nelerin S süreklilik, nelerin değişim geçirdiğine odaklanan araştırmaların sayısı artıyor. Kürt sorunu ve Kürt kimliğinin tanımlanmasından Kürtçenin kullanımına, milliyetçilikten dindarlığa bir- çok başlığı içeren araştırmalar, oy verme davranışlarına da yansıyan değişim ve dönüşümlerin önümüzdeki yıllarda Kürt sorununu nasıl şekillendireceğine dair yapılan analizlere de zemin oluşturuyor.
Yaklaşan 2024 Mart yerel seçimleri de siyaset gündemini giderek daha fazla domine ederken, “Kürtlerin seçimde nasıl bir strateji izleyeceği”, geride kalan seçimlerde olduğu gibi yine üzerinde en fazla spekülasyon yapılan başlıklarından biri olmayı sürdürüyor. Ancak dilop’un bu sayısında Kürt halkının seçim pozisyonu ve spesifik olarak da Kürt siyasetinin seçim stratejisinden çok, Kürtlerin oy verme davranışlarına da yansıyan siyasal, sosyal, kültürel alanlardaki değişen algı ve tutumlarına ve bu değişimin dinamiklerine odaklanmak istedik.
Diyarbakır merkezli Sosyo Politik ile Kürt Çalışmaları Merkezi’nin (Kurdish Studies Center) konuyla ilgili yakın zamanda kamuoyuyla da paylaşılan araştırma bulgularından da yararlanarak hazırladığımız soruları, Sosyo Politik Saha Araştırmaları Merkezi Genel Koordinatörü Yüksel Genç’e sorduk. Genç, Kürt demografisi ve sosyolojisindeki dönüşümleri analiz ederken, yeni siyaset ihtiyacına ve elbette yerel seçimlerdeki eğilimlere dair önemli değerlendirmelerde bulundu. Sorduğumuz sorular ve aldığımız yanıtlar mutlaka ki yeni soru ve yanıtları tetikleyebilecektir. dilop, bu tartışmayı
farklı boyutlarıyla da zenginleştirecek katkıları yansıtmaya açıktır.
ÇOĞULCULAŞAN İHTİYAÇLARI KARŞILAYABİLECEK BİR SİYASAL SÖYLEM KURULABİLMİŞ DEĞİL
– Oranlar farklılık gösterse de Kürt toplumunda dindarlık, Kürt kimliği, göç, ana dilin kullanımı, milliyetçilik, siyaset yapma biçimini benimsememe, oy tercihlerinde çeşitlenme gibi başlıklarda 5-10 yıl öncesine göre farklılaşmalar yaşandığı, Sosyo Politik olarak sizin de araştırmalarınızda tespit ettiğiniz bulgular. Ayrıntılara geçmeden önce bu farklılaşmaları, değişimi ortaya çıkaran dinamiklerin ne olduğunu sorarak başlayalım.
Bölgedeki değişimin Türkiye’deki değişimle, Kürt meselesinin kendi geçirdiği iç evrimle çok ilgisi var. Bölge uzun yıllar boyunca Kürt meselesi üzerinden onun statik, daha tarihsel bağlamının sıkıştığı çerçeve içerisinde şekillendi. Ama zaman içinde Kürt siyaseti de kapsam ve alan açısından, yine etki alanı, etki içerikleri ve birbirleriyle kurdukları değer bağlamları açısından da çok değişim yaşadı.
-Açar mısınız?
Bölge, Kürt meselesinin ortaya çıkardığı tarihsel baskılanma ve eşitsizlik bağlamıyla çok şekil alan bir bölge. Politik taleplerini de, sosyo kültürel taleplerini de, kişilik yapılarını da ciddi anlamda bu eşitsizlik hali belirliyordu. Yine mücadele alanını belirleyen de esas olarak bu eşitsizlikti. Bu eşitsizliğin belirlenimine karşılık, eşitsizliğin iç rengini aslında Türkiye’deki siyasal çerçeve belirliyordu. Türkiye’de çok uzun yıllar Kemalizmin derin etkisi içinde seküler ama bu sekülerizmin daha sağ ve daha Kemalist tonajı içerisinde bir devlet dizaynı, bu devlet dizaynının da Kürt meselesini ele alış biçimi vardı. Bu ele alış biçimi Kürt meselesinin hem katmanlaşmasına, hem Kürt meselesi açısından gerilim hatlarının oraya göre belirlenmesine, hem de toplumsal şekillenişin buna göre konumlanmasına vesile oluyordu.
-AKP ile birlikte ne değişti?
AKP ile birlikte yani son 20 yılda artan biçimde ama son 7-8 yılda çok belirgin biçimde siyasal İslam’ın ve ona bağlı ortaya çıkmış yeni rejimin Türk devlet sistemini belirlemesi, Kürt meselesini de kendine göre konumlandırıp dönüşüme uğratıyor. Bu, Kürt siyasal hareketinin yaklaşım biçiminin ve araçlarının da farklılaşmasına vesile oluyor. Örneğin Kemalizmin uzun yıllar boyu “Kürt yoktur” formundan ve o formun ortaya çıkardığı şekillenişten, bugün “Kürt vardır ama Kürt sorunu yoktur” diyen siyasal İslamcı formun şekillenişi karşısında Kürt meselesi nasıl biçim değiştiriyorsa, bu meseleden etkilenen toplumsal doku da değişim yaşıyor.
İkincisi, Kemalizmde merkezi formlar çok güçlü olmakla birlikte bölgesel eşitsizlik ve katı ret bölgede çok belirginken, batıda bu kadar belirgin değildi. Bunun şekillendirdiği pozisyon ve içerik farklıydı. Bugün siyasal İslam ve ona bağlı olarak oluşmuş yeni rejim, otoriterizmin renklerini aslında tüm Türkiye’ye yayıyor ve toplumu ona göre dizayn ediyor. Bu da eski toplum formlarının kırılıp ara ve depresyonel formlar yaşanmasına yol açıyor. Ve elbette bunu bölge açısından da yapıyor. Bölge geçmişten kaynaklı olarak, bu tür otoriter tutumlara, merkezin şekillendirici yönelimlerine hazırlıklı. Ama hazırlıklı olmadığı ya da bir aşım olarak katettiği şey siyasi İslam’ın ‘Kürt vardır’ meselesinde açığa çıkmış olan biçimlenişi…
-“Kürt vardır” söylemi, mücadelenin de bir sonucu olarak oluşmadı mı?
Tabii ki bu Kürt mücadelesinin bir sonucu olarak, Kürt meselesinde gelinen bir nokta olarak açığa çıktı. AKP, kendisinden önceki düzenin hatalarını yapmamak adına bu sorunun varlığının şiddet doğuran bağlamını, kimlik tarifi üzerinden elimine edebileceğini umdu. Kürtlüğü tanıma yoluyla, Kürtlere de nüfus ederek sistemi kurmaya çalıştı. Çünkü siyasal İslam, cumhuriyetten bu yana Kürtlerle paralel biçimde sistem içi değildi. Sistem içi olurken Kürtlere de açılarak, bir önceki rejimle mücadele hattını yaymaya çalıştı. Bu açılımı salt Kürtlere değil, önceki düzenin “dışlanmış” tüm kimlikleri ile yapmaya çalıştı.
Geldiğimiz noktada ‘Kürtler vardır’ diyen sistem, “Kürt sorunu yoktur, Kürtlerin bir ulusal problemi ve eşitlik sorunu yoktur” dedi. Kürtlerin teritoryal olarak yaşamış olduğu, binlerce yıldır ona ait olan toprak parçası üzerindeki kendini yönetme isteklerini reddetmeye ve oradan itibaren Kemalist sistemle aynı jargona düşerek terörizm tarifi içinde ayrıştırma söylemini ilerletmeye başladı. Tüm bunlar Kürt toplumunun sosyal, siyasal, psikolojik pozisyonlarını tabii ki etkiliyor.
Kürt meselesinde AKP öncesindeki rejimin total reddi, Kürt sosyolojisindeki farklı kanatlar arasındaki güçlü birliğe daha çok vesile oluyordu. “Kürt vardır, Kürt sorunu vardır” demek ve tanınmak, belli tabakalarda katı birlik açısından bir çözülmeye de vesile oldu tabii. Bugün durum farklı elbette ama siyasal İslam kendini ilk inşa ettiği dönemlerde Kürt kimliğini ve sorununu tanıyarak ve bunu çözme iddiasında bulunarak, belli bir kesimi (özellikle sermaye kesimini ve dindar kesimleri) kendi etrafında konsolide edebilmeyi başardı. Ve aslında bu yöntemle birlikte, Kürt meselesinde liberal bir kırılma ve gevşemeye yol açtı.
Yoksunlaşma ve yoksullaşma, politik talepleri de etkiliyor
-AKP “Kürt vardır, Kürt sorunu vardır” dedikten sonra, 2013’te sorunu çözmek iddiasında bulundu ama sonrasının günümüze kadar süren ağır bilançosunu biliyoruz. Bu sürecin demografik, sosyolojik, kültürel değişimlerdeki etkisi için ne söylersiniz?
AKP, kendisini yeniden güvenlikçi politikalarla ve bunun araçlarıyla yapılandırırken, Kürtler buna karşı nasıl davranacakları konusunda yeterince planlı davranamadı. AKP iktidarının Kürt meselesi üzerinden ortaya çıkarmış olduğu güvenlikçi politikayı, sadece iktidar sürecini örebilmek için geçici bir yönelim olarak tarifledi bir kesim. Ne zamanki kayyumlar ikinci defa atandı, ne zamanki o geçici diye bakılan süreç bitmedi, o zaman mevcut siyasal rejimin bir önceki rejimden çok da farklı olmadığına, kodları kendi rengine göre yeniden dizayn ettiğine çok geniş bir toplum kitlesi ikna olmaya başladı. Sistem kendisini bir önceki rejim gibi Kürt meselesi üzerinden derin bir güvenlikçilikle yeniden örerken, toplumu büyük bir baskılama ve sindirme operasyonuna da tabi tuttu. İşte kent kuşatmaları sürecinde yaşananlar, hâlâ bitmeyen güvenlik uygulamaları, Kürtlerin potansiyel suçlu olarak algılanmasına dair uygulamaların kendisi, bir dizi farklı durumların açığa çıkmasını sağladı.
Diğer yandan, Kürt sosyolojisini etkileyen önemli dinamiklerden biri olarak, Türkiye dışındaki Kürt topraklarında yaşanan gelişmelerin etkisini de belirtmek gerek. Örneğin federe Kürt bölgesinde açığa çıkan federasyonlaşma süreci, Rojava’da açığa çıkan sürecin kendisi, kuzeydeki Kürtlerle diğer parçalar arasındaki ilişkiyi ve birbirleriyle bağ kurma zeminini güçlendirdi. Diğer parçalardaki Kürtlerle birbirinin kazanımlarını gözeterek dahil olma, onunla şekillenme eskiden bu kadar güçlü değildi, şimdi böyle bir durum da var. Bu da Kürt sosyolojisinin siyasal, entelektüel bakışına etki ediyor. Kürtlerin kimi parçalarda ortaya çıkardığı özerkleşme süreci, yeni bir ulusallık zeminini ortaya çıkarmasının dışında, özellikle Rojava’da IŞİD’le savaşla birlikte Kürtler hiç olmadığı kadar küresel dünyanın bildiği, tanıdığı, alan açtığı aktörler haline geldiler. Dolayısıyla dünyayla daha fazla bağ kurabilecekleri olanak ve ihtimallere sahip oldular. Bunun da buradaki toplumsal ve siyasal sürece güçlü etkisi söz konusu.
Bir diğeri, Türkiye’de yeni rejimin kurulması sürecinde ortaya çıkmış olan siyasal, toplumsal, hukuki, ahlaki, kültürel ekonomik kriz ve bu krizin ortaya çıkardığı tüm alanlardaki depresyon hali Kürtleri de etkiliyor ve kendisini bu krizlere karşı konumlandırma ihtiyacı duyuyor. Konumlandırma gücüyle ilgili zayıflamış alanların ortaya çıkardığı bazı sorunlar yaşıyor.
-Örneğin, nasıl sorunlar?
Örneğin ekonomik, siyasal, kültürel krizlerde daha önce geleneksel toplumsal dayanışma ağlarının yaygınlığı yani kıra dayalı ilişkilerin yoğunluğu, geniş ailenin yoğunluğu, siyasal ve sivil toplumun güçlülüğü bu tür krizleri bir depresyon, bir bunalım alanı, kırılgan bir süreç olarak yaşamasını engelliyordu. 2015 sonrası güvenlikçi politikalarla beraber toplumsal, siyasal, sivil toplum, dayanışma ağları ciddi anlamda dağıtıldı.
-Ve bu ekonomik, sosyal dayanışma ağlarının dağıtılmasındaki en önemli görevi belediyelere atanan kayyumlar yerine getirdi sanırım…
Evet. Bununla birlikte son 20 yılda, özellikle de son 10 yılda da dozajı artan biçimde kırdan kopma, kentleşme, üretim hayatının parçası olmaktan çıkarak daha çok tüketim toplumunun parçası haline gelmiş olmak da bugün bölgedeki sosyolojiyi etkileyen temel etmenlerden biri olarak açığa çıkıyor. Bugün bölgede hiç olmadığı kadar çok, hiç olmadığı kadar kapsamlı iki başat mesele bölge sosyolojisini belirliyor. Bir tanesi, Kürt meselesinin bugün ulaştığı yeni görünüm. İkincisi, özellikle de ekonomik krizle ortaya çıkan ekonomik, toplumsal, kültürel yoksunlaşma ve yoksullaşmanın geniş kitlelere etkisi, yani sınıfsal pozisyon. Bu iki pozisyon artık Türkiye’deki ve bölgedeki Kürtlerin sosyolojisini, yaklaşımlarını, yönelimlerini, ihtiyaçlarını, politik taleplerini etkilemeye başlıyor.
Sorunun çözümünde dinin bir araç olacağı inancı yok
-Altını çizdiğiniz faktörlerin Kürt toplumunda ve Kürt sorununda ortaya çıkardığı yeni görünümleri değerlendirmeye dindarlıktan başlayalım. Barometre bulgularına göre Kürtlerde yaş aralığı düştükçe özgürlükçü, arttıkça da Müslüman-dindar kimlik daha öne çıkıyor. Kürtler, dindarlıklarına 10 üzerinden 6.10 puan veriyor. Muhafazakarlık ve sağcılık arttıkça Kürt kimliği zayıflıyor. AKP’nin sorunun ümmet kardeşliği içinde çözüleceği propagandasını da anımsatarak, bu bulgunun siyasi olarak nasıl tezahür ettiğini soralım.
Şöyle, aslında genelde gözlemlediğimiz sadece Kürtler açısından geçerli değil, bir yerde ulusal kimliğiniz ve inanç kimliğiniz gibi baskın iki kimliğiniz varsa, ulusal kimliğinizin baskılandığı yerde inançsal kimliğiniz öne çıkar. AKP iktidarı ya da siyasal İslam rejimi bir yandan Türkiye’nin toplumsal muhafazakâr kimliğini güncellerken, Kürtlerin sosyolojik algılarını da siyasal İslam’ın toplumsal formuna uyarlamaya çalışıyor. Kürt meselesini de uzun süre dediğiniz gibi bir ümmet meselesi gibi sunacak araştırmalar, çalışmalar yaptılar. Sosyo Politik olarak “Kürt meselesi nasıl çözülür?” diye sorduğumuzda gördüğümüz şu oldu; Kürt meselesinin çözümünde dinsel gücün etkili birincil bir araç olarak kullanılacağına dair güçlü ve yaygın bir inanç yok toplumda. “Kürt meselesi din yoluyla çözülür”, ilk üç sırada aldığımız yanıtlardan biri değil. Ancak elbette, son 8-10 yıldır bu konuda düzenli olarak geniş bir talepkârlık alanı kurulmaya çalışılıyor.
– Hüda Par bunun taşıyıcısı olarak mı öne çıkarılıyor?
Son yıllarda evet. Ama önceleri diğer kimi İslami inanç yapılarıyla özel çabalar ve çalışmalar yürütüldüğünü gözlemledik… AKP uzun yıllar algı yöneterek Türkiye’deki toplumsal dokuyu da, siyasal işlevi de bu kırılgan zeminlerde yürütebildi. Neden Kürtler ve Kürt meselesinde de bu olmasın? Evet Kürtler dindar bir toplum, ama aynı zamanda içinde ve yaşadığı coğrafyada da var olan çoklu inançlarla kavgalı değil. Kürtlerin ekseriyeti, Kürt meselesini dinle çelişkili bir mesele olarak ele almadı, dine içkin bir mesele olarak da ele almadı. Son tahlilde, Hüda Par ve kimi İslami yapılarla beraber iktidar, Kürt meselesini dine içkin bir mesele haline getirip, oradan doğru yönetilebilir bir pozisyona getirmeye çalışıyor. Kürt meselesinde yeni alternatifler, yeni aktörler oluşturmaya çalışıyor. 2016’da kayyum atanmasının ardından yapılanlar, bu konuda kolların nasıl sıvandığını ortaya çıkarıyor. Yerel maddi imkânların daha İslamî yapılara açılmış olması, orta ve üst sınıfı bunlar üzerinden konumlandırma çabaları, insanların inanç hassasiyetlerinin bu konuda giderek ortaklaşmalarına dönük algı araçlarının kullanılıyor olması, son olarak Filistin meselesiyle birlikte Hüda Par’ın sokağa da inerek toplumsal tabanı da örmesine vesile etmesini, hepsini bir bütün olarak düşünmek lazım.
-Bu olağanüstü çabaya rağmen yaş aralığı düştükçe kendini dindar olarak tanımlamadaki düşüş nasıl yorumlanmalı?
O konuda bizim 1 buçuk yıl önce yaptığımız gençlik araştırmamızdan verileri paylaşabilirim. Ailesini dindar muhafazakâr olarak tanımlayan gençlerin dörtte birinin kendisini dindar muhafazakâr olarak tanımlamadığını, kısmen yurtsever ama büyük oranda liberal olarak tariflediğini gördük. Yine liberal ya da yurtsever ailelerden gelen gençlerin çok çok azının muhafazakâr, bir kısmının feminist, anarşist, ekolojist, sosyalist gibi daha seküler ve evrensel hareketlerle kendini tanımladığını gördük. Bununla birlikte din meselesine dönük şöyle bir durum da gözlemliyoruz gençler arasında: Örneğin geçmişte çok daha fazla din, tanrı sorgusuna rastlıyorken ve bir kesimde bu sorgular çok daha net çizgilerle yapılıyorken, bugün bu çizgiler çok net değil. Daha deist bir durum var ortada. Muhafazakâr ailelerin çocuklarının dörtte biri kendilerini liberal tariflerken, inançla kurdukları ilişkide ateist bir sorgulamaya girmiyorlar. Yine seküler bazı inançlara açılan gençler arasındaki sorgu da, geçmişin o daha keskin ateist sorgusuna dahil değil bir kesim açısından.
Siyasal davranışdaki çeşitlenmenin seyri
-Gerek Barometre’nin, gerek Sosyo Politik’in araştırmalarına göre, eğitim seviyesi yükseldikçe ve yaş düştükçe siyasi davranış tercihleri de çeşitleniyor ve ara kategoriler oluşuyor. DEM ve AKP bölgenin hâlâ en güçlü iki partisi olmakla birlikte, ara kategorilerin ortaya çıkmasını ne sağlıyor? 2023 genel seçim sonuçları bu çeşitlenme konusunda nasıl bir görünüm ortaya koydu?
Bizim son olarak Doğu ve Güneydoğu’daki 15 kentte yaptığımız araştırma, DEM ve AKP’nin (küçük düşüşler olsa da) hâlâ bölgede egemen iki parti olma pozisyonunu koruduğunu gösteriyor. Gençler büyük oranda DEM’i tercih etse de CHP, TİP gibi partilere kısmi ilgiler de ölçüyoruz. Bundan gençlerin artık kimlik talebini temsil eden siyasetlere, ekonomik-kültürel başka talepleri de yüklemeye başladıklarını, o siyasetlerden buralardan doğru da etkin, pratik çözümler üretmelerini istediklerini anlıyoruz. Bu çeşitlenmeler potansiyel olarak bu iki büyük partinin tabanlarından oralara akmış görünüyorlar. Bu durum, iki ana güç siyasetten beklentilerin farklılaşması anlamına gelebileceği gibi, bu iki siyasete kızgınlık, tepki, ders verme, bir şekilde alternatifler kurarak iki büyük siyasetin kendilerini dönüştürmelerine dair arzulara da işaret ediyor.
Farklı siyasal eğilimlerin ortaya çıkma arzusunu tetikleyen bir diğer faktör de muhalefetin politikasızlığı ya da “başarısızlık” sürecini güçlü karşılayamaması. “Mevcutlar bu işi kaldıramıyor, yeni bir siyasal temsil, siyasal aktör, siyasal parti mümkün mü?” deyip bekleyen geniş bir kesim var. Bizim yaptığımız çalışmalar siyasetten umudunu kesmiş, siyasetle ilgilenmek istemeyen, oy kullanmak istemeyen, sandığa öylesine giden kesimin arttığını gösteriyor. Bu kesimin yeniden siyasette konsolide olabilmesi için yeni temsil alanlarına, yeni siyasal figürlere ihtiyaç var. Mesela TİP’in bir dönem gördüğü ilginin bununla ilgisi var. İnsanlar değişim arıyor, değişimi denenmemiş siyasetler üzerinden algılamaya çalışıyor, alternatifler açığa çıktıkça güç vermeye kalkıyor, verdiği gücün nasıl kullanıldığını sınıyor, ya geri çekiliyor, ya orada kalıyor. Yoksa örneğin, bölgede altı ay önceki tabloya göre çeşitlenme azaldı.
-Neden?
Şöyle, genel seçim öncesi yaptığımız çalışmada, “kimi yerlerde CHP tabela partisi olmaktan çıkabilir, buna yönelik bir potansiyel var” diyorduk ama bugün bunu çok iddialı söyleyemiyoruz örneğin. Çünkü genel seçimler sıradan bir seçim olarak algılanmamıştı, Türkiye’deki mevcut güvenlikçi otoriter rejimin değiştirilmesine dair beklenti vardı, talepler buradan kuruluyordu ve Kürtler de iktidar karşısındaki siyasetleri destekleme eğilimindeydi. Nitekim, CHP ile ilgili tarihsel çelişkilerine rağmen özellikle cumhurbaşkanlığı seçiminde Kürtler oldukça yüksek oranlarda destek sundular. Seçim sonrası muhalefetin yaşadığı çözülme ve muhalefetsizlik, muhalefetin iktidara göre yeniden dizayn edilen bir alt kol gibi şekillenmeye başladığına dair kaygı, bölgedeki çeşitlenme trafiğini zayıflattı.
-Atıfta bulunduğunuz 27 Ekim-1 Kasım tarihleri arasında bölgedeki 15 Kürt kentinde yaptığınız araştırmada görüşmecilerin yüzde 6.1’i Mayıs ayındaki milletvekili seçimlerinde CHP’ye oy verdiğini söylemiş. Aynı araştırmada 2024 Mart seçimlerinde CHP’yi tercih edeceğini söyleyenlerin oranı yüzde 7.1’e çıkıyor. Yani çok az da olsa bir yükseliş var. Araştırmanın CHP’deki genel başkanlık değişiminin hemen öncesinde yapıldığını göz önüne alırsak, bu yüzde 7.1’lik oran, CHP’nin “siyasi eğilimlerin çeşitlenmesi” bulgularında artık bir yer tutacağını göstermez mi?
Henüz değil. Evet bölge geneli araştırmasında total bir yönelim olarak o oran çıktı ama bu oran adaylara göre değişkenlik gösterecek. Mesela CHP’nin bölgedeki en güçlü olduğu kent olan Dersim’de çok ciddi eridiğini görüyoruz. Çünkü genel seçimden sonraki süreç kötü yönetildi. Yine CHP’nin ağırlıklı olduğu yerlere bakıyoruz, buralar MHP’nin de güçlü olduğu yerler, ulusalcı ya da Kemalizm üzerinden kurulmuş bağlamlar var. CHP genel seçim sürecini ve sonrasını kötü yönetince buralardaki olası potansiyelini büyük oranda darbelemiş görünüyor.
-Araştırmanız kongre öncesi yapıldığı için, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in “Kürtler daha az eşittir” sözleri veya Pervin Chakar’la ilgili yaşadığı linci göğüsleme gibi tutumlarını ölçemediniz ama bir gözlem olarak Özel’in söylemleri Diyarbakır’da nasıl değerlendiriliyor?
Kürtler Tabii ki Özgür Özel’i takip ediyorlar ama Kemal Kılıçdaroğlu’nun Zafer Partisi lideri Ümit Özdağ’la yaptığı protokol, Kemalist ya da ulusalcı damardan gelmiş siyasetlerin kolay kolay değişmeyeceğine dair yargıyı perçinlemekten başka işe yaramadı. Yani Özgür Özel’in işi zor. Pervin Chakar’ı dinlemek yetmez! Burada şu notu da düşmek önemli, bunlar tamamen yerelin seçim sürecindeki konjonktürüne göre, kurulan ittifak biçimlerine göre kurulacak. Kendini ulusalcı olarak tarifleyen ama CHP’den haz etmeyen, daha popüler yönelimlerden etkilenen daha apolitik, kısmen politik olan gençlerin oy verdiği bazı siyasetlere yeniden oy verip vermeyeceği tartışma konusu.
Çözülme riski ve dönüşüm ihtiyacı
-Kürtçenin kullanımına geçelim. Kentleşmeyle birlikte Kürtçenin kullanımındaki dramatik düşüş Kürt merkezli araştırma şirketlerinin ortak bulgularından biri. Barometre’nin araştırmasına göre Kürtlerin yaklaşık yüzde 40’ı Kürtçeyi ya az konuşuyor ya da hiç konuşamıyor. Sosyo Politik de kendisini Kürt olarak tanımlayanlarda hane aylık geliri yükseldikçe Kürtçe kullanımının azaldığını tespit ediyor. Araştırmalarda ortaya çıkan bir diğer bulgu, Kürt kimliğini sahiplenmenin güçlenmesi. Bu oranı yüzde 67.4 olarak bulan Barometre, bunu şöyle tanımlıyor: Kürtler, Kürtçeden uzaklaşmalarına rağmen Kürtlükten vazgeçmiyor! Çelişkili gibi de görünen bu duruma sizin okumanız nasıl?
Yaptığımız araştırmalara göre toplumun şekillenişinde etkili olabilecek gençler, orta ve üst sınıflar, eğitimliler ve şehirliler Kürtçeyi daha az kullanıyor. Bu Kürtçe için tehlike çanlarının çalıyor olması demek. Ama öte yandan dediğiniz çelişki de var tabii. Bu, Kürt ulusal kimliğinden kaynaklı talepkârlığın şehirlerde daha yaygın tarifleniyor olması meselesi. Çünkü kırdaki insan ile şehirdeki insan arasında kültürel bir fark var. Şehirde ulusal kimlik talepkârlığı siyaseten bunun politikasını gütme olanakları daha farklı, kimlik taleplerini daha bilinçli ifade etme olayı var. Köylerde yaptığımız çalışmalarda da örneğin “sizin için ne önemli?” diye soruyoruz. “Ben çocuğumla ana dilimle, kimliğimle, korkmadan yaşamak istiyorum” gibi yanıtlarla çok fazla karşılaşıyoruz ama şehirde olmanın getirdiği bilinçlilik, eğitimli olma ve siyasal bazı argüman ve araçlara dahil olma olanaklarının yoğunluğu, o talepleri daha görünür ve örgütlü kılıyor. Kaldı ki ana dilini konuşan insanların azalmasına karşılık ulusal kimlik taleplerinin artıyor olması, bu problemin varlığının toplumsal karşılığının zayıfladığı anlamına gelmiyor.
-Mesut Yeğen konuyla ilgili şu yorumu yapıyor: “Kürtlüğün ve Kürt meselesinin taşıyıcıları daha şehirli, daha eğitimli ve daha yerleşik Kürtler, Kürt meselesinin cereyan edip evrildiği mekânlar da giderek daha fazla şehirler, Kürt şehirleri olacak. Bu durumda Kürtçe olarak Kürtlüğün giderek zayıflayacağını ya da Kürtçeyle bağı zayıflamış bir Kürtlük durumunun genişleyeceğini tahmin etmek zor değil. Kürt şehirlerinde hayat giderek daha fazla Türkçeleştiğinden, Kürt demografisindeki bu dönüşümün Kürtçe olarak Kürtlüğü zayıflatacağını ya da Kürtçeyle bağı zayıflamış bir Kürtlük halini genişleteceğini kestirebiliriz.” Siz ne dersiniz?
Kentleşmiş bir Kürdistan’da kırla bağlar büyük oranda kopmaya başladı, insanlar önemli oranda şehirleşmenin getirdiği gündelik hayat gailesinin parçası haline geldi. Uzun yıllar geleneksel olarak kendisini ayakta tutan dayanışma ağları zayıflamaya, kopmaya başladı. Örgütlü dayanışma ağlarının azalması, toplumun da giderek örgütsüzleştirmeye dönük egemen yönlendirmeye maruz kalınmış olması, anadilini daha az kullanma zemini ya da kimlik göstergelerine daha az sarılma meselesiyle buluştuğunda problemler açığa çıkıyor. Değişen sosyoloji de buna göre biçim almaya başlıyor. Toplum nasıl çözülmeye başlıyorsa, toplumun birlikteyken talep ettikleri de, güç birlikleri de azalıyor ve siyaseten de çözülüyor. Hem toplumsal hem siyaseten çözülüyor olmanın getirdiği bazı riskler ve handikaplar var. Bu da Kürt meselesinin, Kürt meselesi üzerinden kurulan söylemin geçireceği dönüşüme ve Kürt meselesiyle ilgili mücadele araçlarının farklılaşmasının gerekliliğine de işaret ediyor.
Sermaye kuralları ile siyasal formların çelişkisi
-‘Kürt zemininde neler dönüşüyor’ başlığı içinde önemli bir unsur da Kürt kentlerinin son yıllarda giderek ucuz emek cenneti haline gelmesi. Tekstil başta, çeşitli sektörlerde teşvikler, vergi muafiyetleri ve yoğunlaşan ucuz emek… Ancak bu durum yapılan araştırmalara girmiyor ya da görünür olmuyor. Neden?
Evet, bölgede son 10 yıldır artan biçimde ama özellikle 2016-17 sonrasında çok daha belirgin biçimde sanayi, tekstil, otomotiv, enerji açısından bir sektörelleşme süreci işliyor. Bir sürü organize sanayi bölgesi (OSB) var ve OSB’ler etrafında yeni irili ufaklı fabrikalarda insanlar iş gücü haline geliyor. Bu iş gücü haline gelme biçimleri ne yazık ki insanların gündelik sosyal hayatlarını ve kişisel ihtiyaçlarını daha güçlü yürütmelerine yol açmıyor. Çünkü bu yeni sektörel alanlarda çalışmak zorunda kalan insanların bir kere önemli bir kısmı sosyal güvencelere sahip değil. İkincisi, emeğinin karşılığı ile yaşam ihtiyaçları arasındaki çelişkiyi çözebilmiş değil. Üçüncüsü, bu alan bölgede o kadar yeni ki… Bizim yeni yoksullaşma dediğimiz kentlilik krizine, bir de güvencesizleşme, yoksullaşma, yoksunlaşma bir arada girmeye başladı. İnsanlar bunlarla başa çıkmada, bunlara adapte olmada büyük zorluklar yaşıyorlar ve bunlarla baş edebilme araçlarını henüz kuramadılar.
Öte yandan bu tip yatırımları bölgenin zenginleşmesi, güçlendirilmesi gibi sunanların doğru söylüyor olup olmayacağı konusunda da insanlar emin değil. Sokak açısından söylüyorum. Örneğin “fabrika açılmış ne güzel, bölgemiz kalkınacak!” Ya da “bölgede şu şu üretimler yapılacak, bölgemiz güçlenecek!” Aslında kırsal ve daha Asyatik üretim biçimine alışık olan toplum, o alanlar tüketilince çalışabileceği yeni alanların olmasını bölgesel kalkınmanın bir parçası sayıyor. Öte yandan siyaseten ortaya çıkan kimi umutsuzluklar, ekonomik olarak ortaya çıkmış olan bu yeni sömürü sistemini, bu yeni ekonomik forumu, siyasal umutsuzluğun yerine ikame etmeye çabalayan bir toplumsal davranış biçimiyle de karşılaşmamıza neden oluyor. Siyaseten umut zayıflayınca şöyle oluyor ya, “madem öyle, biz de zenginleşelim, zenginleşerek hakkımızı koruyalım!” Oysa toplumca zenginleşmek işin tabiatına aykırı! Öte yandan bu bahsettiğimiz sektörel gelişim o kadar şekilsiz yürüyor ki, bu konu henüz buralarda tam oturmadı. Bu sektörler amorf ilerlediği için toplum da buralarla nasıl ilişkileneceği meselesini tam kuramadı. Yani bir nevi modern sermaye araçları ve ilişkilerine uyum ve geçiş krizi var.
-Ama bu ilişkilenmeye, şekillenmeye yön verme, emek sömürüsüyle ya da güvencesizliğin önüne geçebilme veya baş edebilme mekanizmalarını ve buna dair talepleri siyaset kurumunun, ağırlıklı olduğu için de başta Kürt siyasal hareketinin üretmesi, karşılaması gerekmiyor mu?
Tabii, güvencesizleşme durumundan, maddi edinimlerin insanların yaşam ihtiyaçlarını karşılayabilecek pozisyonda olmamasına kadar bir dizi sürecin kendisi siyasetin konusu. Siyaset bu konularla ilgili de mücadele edebilmeli. Burada şöyle de ilginç bir durum var, bir yandan geçmişten bu yana gelmiş neoliberal, aslında muhafazakâr ekonomik forumun parçası olmaya çalışan ve oradan biraz da palazlanan bazı kesimler var. Bunlar çok belirgin. Ama öte yandan siyasal geçmişi olan ya da Kürt ulusal mücadelesiyle bağ kurmuş, dolayısıyla eşitlik, özgürlük davası derdi olmuş insanların aynı zamanda belli orta ölçeklerde işletme sahiplikleri başlayınca, geldikleri siyasal dokuları uygulamaya çalışırken işletmeleri işletememe (çünkü piyasanın kurallarına tabi olma durumları var) ve tutunamama sıkıntıları var. Bu sektörlerde kim gider kim kalır, bu sektörler yeni kural üretir mi, yoksa klasik kurallara dahil mi olur, göreceğiz. Nihayetinde sermayenin belli kuralları var. Öte yandan unutmayalım ki kapitalist sistem geleneksel ve güncel krizleriyle bölgeye giriş yapmaya çalışıyor
Sermaye ile ‘mağduriyet ortaklığı’ kurulabiliyor
-Daha açık sormak gerekirse, Kürt siyasetinin bölgedeki güvencesizliğe, emek sömürüsüne söz söyleyemiyor ya da hadi diyelim ki bu sözü kuvvetli kuramıyor olmasında, bu işletme ve fabrika sahipleriyle karşı karşıya gelmek istememesinin, bunu göze alamamasının payı olabilir mi?
Bunu siyasete sormak gerekiyor ama dediğim gibi buradaki sektörel durum çok iyi işlemiyor. Pazar olanakları sınırlı, olanaklara erişim açısından eşit değiller. Böyle olunca batıdakilerle de, Urfa, Antep gibi güneydekilerle de rekabet edecek pozisyonda olamıyorlar. Kendileri Türkiye genelinde var olan desteklenme biçimlerinin dışında kalınca belli tolerasyon alanları oluşturmaya çalışıyorlar. Bu, işçileşen toplumun yaşam güvenceleri oluşturma konusunda daha zayıf kalmasına, toplumsal yapının da kısmen bu konuda tolerasyonunun güçlü tutmasına yol açıyor. Mağduriyet ortaklığı kuruluyor. Sermaye ile mağduriyet ortaklığı kurmak kötü ve sınıfsal açıdan çelişkili görünse de amorf sektörel yayılımcılığa ulusal kimliğin eşlik ettiği eşitsizlikler eklenince, insanlar yer yer mağduriyet ortaklıkları kurarken buluyor kendini.
Siyaset toplumdan kopmuş durumda
-Mayıs seçimlerinin kaybedilmesinin ardından girilen muhasebe süreçlerinde Kürt siyasal hareketinin izlediği siyasete daha çok orta ve üst sınıfın yön verdiği ya da tayin ediciliğinin arttığı yönündeki değerlendirmeler kamuoyuna da yansımıştı. Kürt işçi ve emekçilerin yaşadığı sorunlar karşısındaki pozisyon bu saptamaları destekleyici olmuyor mu, ne dersiniz?
DEM Partinin devraldığı HDP son 7-8 yılda siyasal yaratıcılık, tabanın ihtiyaçlarına uygun siyasal söylem, araçlar, projeler oluşturmada, efektif olmada bir tutukluk yaşadı. Bu tutukluk bir tür orta sınıflaşma biçiminde yansıyor. Ama öte yandan bizim araştırmalar DEM’in tabanının hâlâ çok yoksullardan oluştuğunu söylüyor. Yoksulların DEM’i destekliyor olmasının ana nedeni Kürt meselesi. Bu taban DEM’i en çok ulusal kimlik taleplerinin taşıyıcısı olarak işaretliyor. Öte yandan, gündelik hayatını eski dayanışma ağları olmadığı için yürütmekte zorlandığı, krizleri daha fazla hissettiği için aynı zamanda ekonomik beklentileri, istihdam beklentileri, yoksullukla mücadele beklentileri gibi beklentileri de oraya yüklüyor. Ama orası henüz tutuk. Yani bu çoğulculaşan ihtiyaç alanlarını yaratıcı biçimde buluşturabilen bir siyasal söylem, dil henüz kurulabilmiş değil. O tutukluk bir mesafe de yaratıyor. Ancak sadece DEM değil, siyaset aslında genel olarak toplumdan kopmuş durumda. Yukarıda değindik, yaptığımız araştırmalarda toplumda siyasete dönük inanç, güven büyük oranda kırılmış ve siyasete dönük beklentisizlik dediğimiz bir süreç başlamış durumda. Bu beklentisizlik şimdilik sandığa yansımıyor olsa bile, sandıkta yine büyük oranda geleneksel partilerine oy veriyor olmalarının nedeni alternatifsizlik yanında, siyasetin bu tutukluluk halini aşabilmesine, dönüşebilmesine yönelik toplumsal talebin dışavurumu gibi.
Siyasal alan, siyasi partiler toplumdan kopuk biçimde kendi dünyalarında siyasal söylem kurmaya devam eder ve toplumla efektif hale gelmiş projeler kuramazlarsa, zamanla Türkiye’de siyaset etme biçiminin, siyaset aktörlerinin sivil başka aktörlerle yer değiştirmesini gündeme getirebilir.
Bağra taş değil kaya basıldı!
-Bu değerlendirmeyle aslında yakın döneme ilişkin de bir projeksiyon yapmış oldunuz ama yerel seçim ve DEM stratejisiyle ilgili bir soru daha yöneltelim. DEM Parti, seçim sonrası tabanıyla da girdiği istişare süreçleri sonunda, artık kaybettiren aktör olmaktan çıkarak, seçimlere her yerde kendi adaylarıyla gireceklerini açıkladı. Ancak günün sonunda İstanbul gibi büyük kentlerde görüşmelere açık kapı bıraktı. Bu durum bölgede nasıl takip ediliyor?
Tabanın ittifak politikalarıyla ilgili bazı sıkıntıları var ama en büyük sıkıntı Mayıs genel seçimlerine giderken kurulan ittifak ilişkileriydi. Biliyorsunuz, son cumhurbaşkanlığı seçiminde değişime en güçlü destek bölgeden çıktı. Bu değişim talebiyle ilgiliydi. Ama ne yazık ki muhalefet bunu böyle okumadı ve okumuyor. Kürt halkı desteği verirken muhalefete şunu söylemek istedi: “Biz değişim için yanında olacağız ama değişimin beni görmen ve benim taleplerimi karşılamanla doğrudan ilgisi var. Bunu yapmazsan seni de terk ederim!” Yani kredi sonsuz değil. Ancak bunun çok da karşılığının olmadığını 2023 seçim sürecinde zaten deneyimledi, Özdağ protokolüyle de bu işi bitirdi. İnsanlar salt AKP karşıtlığı üzerinden kurulmuş bir muhalefet ortaklığını yetersiz buluyor. 2019’daki desteğin ardından da yaşadığı kentlerde eşitlenme ve yerelde desteklenme, güçlenme açısından beklentilerini bulamadı. Sadece oy vermiş oldu, bir oy deposu gibi. Bu büyük öfke yaratıyor. Dolayısıyla o bağra taş basma hikayesinde bağra taş değil, kaya basıldı bu açıdan. Bugün çok daha güçlü biçimde, “ben kazandırırken kazanmak da istiyorum” diyor.
-Kürt halkı “ben de kazanmak istiyorum” derken, DEM Partisi, “aday çıkararak AKP’ye mi kazandıracaksın, AKP’ye kazandıran parti mi olacaksın” ya da “AKP ile görüşüyor, bölgedeki belediyelere dokunmama güvencesi karşılığında İstanbul gibi kentlerde aday çıkaracak” iddialarıyla yine baskılanmaya başlandı. Kürt toplumu, bu tür pazarlık iddialarına nasıl bakıyor?
Kürtler artık ne muhalefete, ne iktidara kendini ispatlama ihtiyacı içinde değil. Kürtlerin desteği iktidara kayıyor ya da onları dışlıyor üzerinden baskılanmasını çok önemsemiyor artık. Bunun bir karşılığı yok. AKP’nin kazanması halinde sorumluluğun kendinde değil mevcut ana akım muhalefette olduğunu, çünkü kendisinin açık destek verdiği iki seçimde sorumluluğunun gereğini yeterince yerine getirdiğini düşünüyor, “bu benim suçum değil, sorumlusu ben değilim” diyor. Kürt toplumunda çok güçlü bir duygu bu. Sadece bölgedeki DEM seçmeni için değil, farklı siyasal yelpazelere sahip daha milliyetçi, ulusalcı Kürtler açısından da söylüyorum. Kürtler, kazandırırken kazanmak, güçlendirirken güçlenmek istiyorum diyor. Örneğin yerel seçimde İstanbul’da ana muhalefetin adayını destekleyeceksem, ana muhalefet beni nerede nasıl güçlendireceğini anlatmalı. İstanbul’da çoğunlukta olduğum yerler var, geçmişte oralarda ana muhalefet lehine çekilmiştim ama artık çekilmeyeceğim. Örneğin Esenyurt’ta AKP’nin asıl rakibi benim. AKP karşısında beni Esenyurt’ta destekle. Ya da İzmir’de, Adana’da, Mersin’de kimi ilçelerde de hakeza durum bu… Samimi isen AKP karşısında beni de destekle diyor. Yani çok pragmatist gelebilir ama toplum bu noktaya gelmiş durumda.