Bizi koruyanlar kadınlardı!

BARIŞ AVŞAR

Aslanları dahi zapt etme gücüne sahip kadınlar koruyor bin yıllardır medeniyetleri. ‘Son sözü’ onlar söylüyor. Bir araya geldiklerinde hepsi birer ‘tanrıça’: Didinip, çalışıp, gayret edip büyütenler insanlığı… Ve çileleri ne çok; barış dahi onlar ağlayınca oluyor…

Urkis Aslanı

Bu şehri biz kurduk… Bu taşları üst üste biz koyduk… Bu mabedi biz diktik… Bu mabedin temeline bu aslanı biz koyduk… Ve sonra onun pençeleri altına yazdık; o kıvırcık yeleli aslanımızın pençeleri altına: Bu şehre saldırmayın, bu mabede yan gözle bakmayın, bu taşları yıkmaya kalkmayın… Yoksa onlar, tanrılarımız; Nergal, Nagar, Shimiga sizi yok eder… Korur bizi onlar… İstilacıdan, saldırgandan… Şehrimiz Urkis ve tapınağımız böylece yaşar… Aslanımızın pençesinin altına yazdık… Bu böyle biline…

Anadolu’da en eski -ve hâlâ pek çok gizemi saklı- yerleşim olan Göbeklitepe’deki (bugün Urfa sınırları içinde) hayvan figürleri arasındadır aslan. Tilkiler, kuşlar, örümcekler, yaban domuzları ve yılanların arasında onlar da vardır. İnsanın imrendiği, korktuğu, taklit ettiği hayvanlar arasında hep olmuştur aslan. 10 bin yıldan uzun zaman önce Göbeklitepe’de diğerleri ile daha ‘eşit’ bir konumda iken, aradan geçen bin yıllar içinde çoğu kez ‘baş koruyuculuğa’ terfi ettiğini görürüz…

Günümüzden 8 bin yıl öncesinde ise Çatalhöyük’te (bugün Konya sınırları içinde) bu kez o çok bilinen, epeyce ‘etine dolgun’, doğurgan, ünlü ‘tanrıça’ figürünün iki yanında karşımıza çıkarlar. ‘Hayat veren’ kadının gücünün, vahşi hayvanlar üzerinde de hakimiyet kurduğunu anlatırlar bize… İnsanların Göbeklitepe’de elde etmeye uğraştıkları güç, Çatalhöyük’te 2 bin yıl sonra kazanılmış gibi görünmektedir. Yerleşip ürün yetiştirmiş, hayvan evcilleştirmiş, düzenini kurmuş, ‘yaşayıp giden’ insanların tüm bunları başarabilmesindeki temel faktör, kadının oynadığı roldür.

‘Doğayı zapt ederek’ ürün yetiştirmeyi, dolayısıyla yiyecek arayarak yaşamak zorunda kalmamayı başaran kadın, ‘tanrıça’ olup aslanların da hakimine dönüşmüştür. Bugünden bakılınca belki kadına ‘eril güç’ bahşeder gibi görünen bu kompozisyondaki aslanlar aslında kadın tarafından kapsanmıştır… Kadının rolü hep aynıdır çünkü. O devreye girince insanlar arasında vahşeti bitirir, ehlileştirir, güçlendirir, sağlıklı kılar, en baş edilmez görünen güçlükleri aşar!

Tanrılar tanrıçalara karşı…

Aslanlara dönüp daha da yakına gelecek olursak eğer, 5 bin yıl öncesinde, bu kez Hattuşa’da (bugün Çorum sınırları içinde) çıkarlar karşımıza. Yine iki tanedirler ve orada bir sur kapısının koruyucusudurlar. Kadının emeğiyle ‘yerleşilen’ toprakta, Çatalhöyük’ün sırt sırta yaslanacak şekilde yapılmış, güvenliği sağlamak için çatıdan girişli olarak planlanmış evlerinden, surlarla korunan bir başkente evrilmiştir ‘şehir’… Bu kez, ‘Gök Tanrı’, tanrıça ‘Arinna’ ve tanrı ‘Şarruma’ adına ‘korumaktadırlar’ iki aslan… Ağızları açık, adaleleri gergin, öne doğru atılmaya hazır… ‘Tanrıça’lar vardır hâlâ, ancak yanlarına eskisinden farklı olarak güçlü tanrılar eklenmiştir. Şehir surlarla korunduğuna göre, bunu gerektiren ‘tehditler’ var demektir: Başka kentlerde yerleşen başka imparatorluklar… Halen yerleşmemiş göçebe kavimler… Kadınların doğurup büyüttüğü uygarlığı, erkekler ‘askere almış’, ordular kurarak fethe girişmiştir. Tapınak ve kraliyet kurumsallaşmış, ipleri eline almış, tanrılarını yaratmış, ‘mutlak hakimiyet’ artık sadece tanrıçaya ‘bırakılmaz’ olmuştur…

Çatalhöyük – Aslanlı Tanrıça

Sonra Urkis kurulur… Bugünkü Mardin’in güneyinde, bir Hurri şehri… Önce Hattilerin, sonra Hititlerin komşularıdır Hurriler… Komşuları ve rakipleri! İşte o kıvırcık aslan da Hattuşa kapısındakiler gibi saldırganlara karşı koruma sağlasın diye koyulmuştur Urkis mabedinin temeline. Kim bilir, Hurriler şehir kurmaktan çok fethetmekle tanınmıştır belki de: Hititler şehir kapılarına saldırı için kullanılan ve ‘koçbaşı’ denilen silahları inşa ederken hep ‘Hurrilerin yaptığı gibi’ yapmaya çalışırlar. Ama birbirleriyle de savaşırlar: Hurriler ve Hattiler, Hurriler ve Hititler, sonra –Hurrilerin de içinde yer aldığı– Mitanni İmparatorluğu ve Hititler…

Hattuşa – Aslanlı Kapı

Aslanlar değildi o şehirleri koruyan!

Gel gör ki savaşlarda karşı karşıya ama bayramlarda beraberdirler! Sürekli birbirlerini ‘feth etmeye’, birbirlerine karşı üstünlük kurmaya çalışanlardan Hititler, bayram kutlamayı çok sever. Harman bayramı… Orak bayramı… Bağbozumu bayramı… Yaşlı adamlar bayramı… Dağa götürme bayramı… Yapı yapma bayramı… Yıkanma bayramı… Yakarma bayramı… Tanrı anaları bayramı… Ejder öldürme bayramı… Ve bunların bazıları Hurrilerin de bayramıdır! Savaşın rakipleri, aynı bayramların ortak kutlayıcılarıdır… Bayram kutlamalarında ise yine tanrıçalar öne çıkar. Bayram berekettir çünkü, bereket için hazırlanmaktadır. Bereketi veren topraksa kavimlerin hepsi için aynıdır.

Hurrilerin Urkis şehrindeki mabedinin ‘koruyucusu’ küçük aslan anlatır bize bunları. Onun bıraktığı yerden Göbeklitepe’nin, Çatalhöyük’ün, Hattuşa’nın aslanları alır sözü:

Hiçbirimiz değildik o şehirleri koruyan, kadınlardı!

İnsanlar on binlerce yıldır Mezopotamya’da yaşıyor. Yaşıyor, savaşıyor ve gün geliyor barışıyor. Ölümleri ve bayramları birbirine karışıyor. Dün de öyleydi, bugün de… Aslanlar korumuyor kimseyi, onların pençelerinin altına yazılan ‘düşmana uyarılar’ da… Aslanları dahi zapt etme gücüne sahip kadınlar koruyor bin yıllardır medeniyetleri. ‘Son sözü’ onlar söylüyor. Bir araya geldiklerinde hepsi birer ‘tanrıça’: Didinip, çalışıp, gayret edip büyütenler insanlığı…

Ve çileleri ne çok; barış dahi onlar ağlayınca oluyor…