‘Kürd-dağlıların mutalebâtı’ndan Afrin meselesine…

MEHMET BAYRAK

17-18 Eylül 2011 tarihlerinde Diyarbakır’da düzenlenen “Türkiye’de Kürdistan Konferansı”nda yaptığım sunumun başlığı şöyleydi: “100 yıl öncesi Kürt aydınlarının sunduğu mesaj bugüne de ışık tutuyor…” Sunumda şu Giriş’i yapmıştım: “1923’e kadarki vaadlerin tam tersi bir yaklaşımla 1924’ten itibaren dile getirilen Kürt sorununu süngüyle çözme politikası, Kürt aydınlanma hareketi içinde tam bir düşkırıklığına ve infiale yol açmıştı. 1919-20’lerde imzalanan Kongre Protokolleri, 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu (Anayasa), Meclis konuşmaları; 1922’de Meclis’te görüşülen (Kürt özerkliğine ilişkin) kanun tasarısı, buna bağlı olarak bizzat (Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal) imzasıyla Cephe komutanlıklarına gönderilen genelgeler; 1923’te yeni devletin eşitlikçi yapılanması konusunda gazetelerin başyazarlarına İzmit’te yapılan açıklamalar ve nihayet (Türk ve Kürt delegasyonu) adına Lozan’a katılan İsmet Paşa’nın, iki halkın eşitliğine ilişkin söylemi unutulmuş görünüyordu.”

Bu girişin ardından, uygulamaya konan “kan ve demir siyaseti”nin yol açtığı tahribat ve 1925’te gizlice hazırlanıp uygulamaya konan Şark Islahat Planı’nın yol açacağı onulmaz yaralar; Cumhuriyet’ten sonra sürgüne çıkan Kürt aydınlarının 20 Mayıs 1926’da dönemin Başbakanı İsmet Paşa’ya gönderdikleri tarihi “Muhtıra-Mektup”tan yola çıkarak sergilemeye çalışıyordum.

“Muhtıra- Mektup”un son bölümünde şu tarihi uyarı yapılıyordu: “Eğer genç Türkiye Cumhuriyeti ve muhterem yöneticileri, Türk ve Kürtlerin bir arada yaşamasını gerçekten istiyor ve Kürtlükten çok Türklüğün varlığını sağlamlaştırmak ve en azından Kürt milletini kazanmayı hedefliyorsa, tek çözüm yolu ve ilaç; 20. yüzyıl uygarlığının ulus ve özgürlük prensiplerine saygı ve uyma ile Kürtlerin yaşam hakkını kabullenmek ve bu suretle Avrupalılara, dost ve düşmana karşı olgunluğunu ve siyasi yeterliğini göstermektir.

Aksi takdirde, mevcut politikanın (red ve inkâr politikası MB) ve durumun (kan ve demir siyaseti MB) devam ettirilmesinde ısrar edilirse, Kürdistan veya Şarkî Anadolu kıtası büyük bir kin ve kırgınlık yuvasına dönecektir…” (Bkz. M. Bayrak: Kürtler ve Ulusal- Demokratik Mücadeleleri, Özge yay. Ank. 1993, s. 498) Bundan yaklaşık 20 yıl önce Hêvi gazetesinde yazdığım “Sürgündeki Kürt Aydınlarının Diplomatik Girişimleri” konulu bir yazı dizisini, Kürt aydını Yaşar Kaya aracılığıyla o tarihlerde Roma’da bulunan Öcalan’a da göndermiştim.

Hacı Hannan Ağa

Madam Gaulis’i tanır mısınız?..

Osmanlı İttihad ve Terakki yönetiminin Alman militarizmiyle birlikte girdiği I. Dünya Harbi’ni kaybetmesi karşısında, galip devlet konumundaki İngiliz ve Fransızların boş durmayarak, geleceğe dönük planlar yapacağını tahmin etmek zor değildir. Nitekim bunun en önemli örneklerinden biri, daha 1916’da gizlice hazırlanan ve Lozan’a temel teşkil eden Sykes-Picot Anlaşması’dır.

1918’de Osmanlı’nın yenilgisi kesinleşince, galip devlet konumundaki İngilizler, Kürdistan Teali Cemiyeti ile ilişkiye girmeye çalışırken, bir yandan da Ankara’daki yeni Kemalist yönetimle ilişki kuruyor ve Fransa ile birlikte 1921 ve 1922’de Ankara hükümeti ile gizli anlaşmalar yapıyordu.

Bu noktada, görüyoruz ki Fransız gazeteci-casusu Madam Gaulis, aynı zamanda bir Mustafa Kemal ajanıdır da. Kocası, Fransız gazetecisi ve ajan Georges Gaulis, 1895’te Le Temps muhabiri olarak İstanbul’a gelmiş, 1912’de burada ölmüştü. Madam Gaulis, 1914’te Cihan Harbi dolayısıyla Türkiye’yi terke mecbur oluncaya kadar, burada kalmaya devam ediyor. (Bkz. M. Ertuğrul Düzdağ: Yakın Tarihimizde Gizli Çehreler, ZVİ Geyik yay. İst. 2004, s. 112)

Harp bittikten ve Anadolu’da “Milli Mücadele” başladıktan sonra, yine görevli olarak ve gazeteci kimliğinde Türkiye’ye dönüyor Madam Gaulis ve Eylül-1919’daki Sivas Kongresi’nden itibaren doğrudan M. Kemal’le ilişkilenerek, Cezayir’deki Fransız Mareşali Mösyö Lyautey aracalığıyla Fransa ile gizli görüşmeler yapılmasını sağlıyor. Yani bir yandan Rojava’da Kürt toprakları Fransa tarafından işgal edilirken, bir yandan da Kemalistlerle gizli görüşmeler sürdürülüyor ve 1922’de, bugünkü bölünmeyi sağlayan gizli anlaşma yapılıyor.

Prof. Paul Dumond’un çizimiyle Kürt ve Türkmen aşiretlerinin iç içe
yaşadıkları Çukurova Bölgesi haritası

Madam Gaulis, Türkiye’den aldığı para karşılığı birçok kitap da yazıyor. La Nouvelle Turquie (Yeni Türkiye) isimli (Paris, 1924) ilk kitabının 222. sayfasında; Türkiye ile Fransa arasında 1922’de yapılan Ankara Anlaşması’nın, Rojava halkı ve özellikle Kürd-dağı Kürtleri arasında nasıl kızgınlık yarattığına dikkat çekiyor: “Türkiye-Suriye bölgesinin halkı, Ankara Antlaşması ile Ankara’nın kendilerini bir bakıma Fransa’ya sattığı kanaati ile kızgınlar.”

Kürd-dağlılar’ın uyarısının meali

Görünen o ki, Madam Gaulis bir yandan Rojava topraklarını ve Suriye’yi Fransız sömürgesi yapma adına, M. Kemal’le Fransız Dışişleri Bakanlığı arasında gizi diplomasi yürütürken; bir yandan da gerçekçi bir yaklaşımla, Rojava halkının yapılan gizli anlaşmadan büyük rahatsızlık duyduğunu dile getiriyor.

Evet, üstte Fransız gazeteci- ajan Madam Gaulis’in dile getirdiği gerçek, yakın dönem Kürt tarihine ilişkin bir tarihi broşürde tüm çıplaklığıyla sergileniyor ve günümüze ışık tutuyordu. Bundan yaklaşık 20 yıl önce İstanbul’daki Atatürk Kitaplığı’nda bularak, çevrim yazısını yapıp bir incelemeye konu ettiğim bu broşür boyutundaki muhtıra- mektup; günümüzde Rojava’da yaşananları ve özellikle Afrin saldırısını anlamak açısından son derece önemlidir.

Bilindiği gibi; yaygın görüş ve bilgi, Kürt halkının (moda deyimle) “ülkesi ve milletiyle” Lozan’da dörde bölünmüş olduğu şeklindedir. Oysa, üstte de vurguladığımız gibi Kemalist yönetim daha 1921-22 yıllarında gerek Fransızlar gerekse İngilizler’le gizli ve açık görüşme ve anlaşmalar yaparak, Rojava ve Başur topraklarını bu devletlere peşkeş çekmişti. Sözgelimi, bugün büyük gerilimlere ve işgallere sahne olan Rojava bölgesi, daha Lozan’a gitmeden önce 1922 Antlaşmasıyla Fransızlara bırakılmıştı. Hatay bölgesi bir bakıma Türklere peşkeş çekilirken; Kürtlerin yaşadığı topraklar Fransızlara terkedilmişti.

Oysa, daha Mustafa Kemal Anadolu’ya çıkmadan önce, 1918’de, anti-emperyalist bir yönelişle İngilizlere ve Fransızlara karşı direnme hareketleri bu bölgelerde başlamıştı. (Gazi) Antep, (Şanlı) Urfa ve (Kahraman) Maraş isimleri buradan gelmekteydi. Bugün önemli olaylara ve trajedilere sahne olan Antep-Halep mihverinde yeralan 16 çeteden 12’si Kürt çeteleriydi. Destanlara konu olan Karayılan, bu çetebaşlarından sadece biriydi.

‘Kürd-dağlıların Mutalebâtı’ konulu muhtıra-dilekçenin kapağı

Dahası, Kemalist yönetim 1922 Antlaşmasıyla Fransızlarla birlikte bölge Kürtlerini şehir-şehir, belde-belde, köyköy, aşiret-aşiret, aile-aile hatta ev-ev ikiye bölerken, buna en sert tepki sınırın kuzeyinde ve güneyinde kalan ‘Kürd-dağı Kürtleri’nden geliyordu.

Kürd-dağı Kürtlerini temsilen Okçu İzzeddinli aşiretinin reisi Hacı Hannan Ağa tarafından 1922’de Ankara’da Hakimiyet-i Milliye matbasında basılarak Büyük Millet Meclisi’ne verilen “Kürd-dağlıların Mutalebâtı” konulu muhtıra-dilekçe; adeta sonraki gelişmeleri ve bugünü görürcesine, Antlaşmanın Kürt blokunu parçalayacağı ve Suriye sınırları içinde kalan Kürt aşiretlerinin, o güne kadar kendileriyle mücadele ettikleri Fransızlarla karşı karşıya gelecekleri, güney cephesinin bir istikrarsızlık yuvası haline dönüşeceği vurgulanıyor ve sınırın bölge Kürtlerini kapsayacak biçimde yeniden belirlenmesi talep ediliyordu.

Yakın dönem Kürt tarihi açısından son derece öğretici olan bu broşür, aynı zamanda kimlerin “bölücü”, kimlerin “bütünlükten yana” olduklarını da gösterecek önemli bir kanıt niteliğindedir. Yine, “Milli Mücadele”nin nasıl yürütüldüğü ve Ankara, Londra ve Lozan antlaşmalarının bedelinin kime ödetildiği de bir kez daha ortaya çıkıyordu, bu tarihsel belge ve yaşanan gelişmelerle…

Söz konusu broşürde; çeşitli tarihi çözümlemeler yapıldığı gibi, adeta bir savaş güncesi biçiminde, Rojava’da Fransızlara karşı anti-emperyalist bir yönelişle sürdürülen mücadele, tarihleri ve mekânlarıyla sıralanarak M. Kemal’e şöyle seslenilir: “Sen daha Samsun’a çıkmadan nice zaman önce işgalcilere karşı antiemperyalist mücadeleyi biz başlattık. Sen bu mücadeleye sonradan eklenen bir halkasın!..” (Bkz. M. Bayrak: Kürdoloji Belgeleri- II, Özge yay. Ank. 2004, S. 231- 262).

Burada bir kez daha vurgulayalım ki; resmi tarih ve ideoloji gerçekleri ne kadar karartmaya ve çarpıtmaya çalışırsa çalışsın, tarihsel ve toplumsal gerçeklik belgelerle konuşmaya devam edecek…

Dediğimiz gibi, yaygın görüş ve bilgi, Kürt halkının Lozan’da dörde bölünmüş olduğu şeklindedir. Oysa, yukarda da vurgulandığı gibi, Kemalist yönetim daha 1921-22 yıllarında gerek İngilizler gerekse Fransızlarla açık-gizli anlaşmalar yaparak Başûr ve Rojava Kürdistan topraklarını bu devletlere peşkeş çekmişti. Halbuki, daha M. Kemal Anadolu’ya çıkmadan önce, 1918’de, Fransız ve İngilizlere karşı direnme hareketleri bu bölgelerde başlamıştı.

Sonuç olarak yeniden vurgulayalım ki; barışın simgesi zeytin dalıyla örtülmeye çalışılan bu kirli savaş, mimarlarını sorumluluktan kurtaramayacak ve tarih önünde mahkum edecektir.