1915’ten bugüne… ZORLA GÖÇ!

NEVZAT ONARAN

Üç bölüm halinde yayınlanacak olan bu çalışmada, Osmanlı’da ve mirasçısı Türkiye’de devletin doğrudan ve dolaylı desteğiyle kırı zorla kitlesel insansızlaştırma politikasını bir yönüyle ele alacağım. Ermeni ve Kürtlerin kırdan, Alevi-Kızılbaşların kentten zorla göçü üzerinde duracağım. Devamlılıksalt şiddet içeren politikanın icrası olmayıp, devletin merkezi programının, esasında can ve mal güvenliğini yok etmek temelinde belirlendiğini ve kırın da bu stratejiyle boşaltıldığını ortaya koymaya çalışacağım. Devletin ‘öteki düşman’ icraatı sonucunda, inkâr, nefret ve ırkçılık sokağın pratiğidir. Hatun Tuğluk böylesine ırkçı pratikle mezarından çıkartıldı… Asırlık icraat ortadadır; Ermeni soykırımından Dersim’e, 6-7 Eylül’e, İmroz’a, Maraş’a, Roboski’ye, 10 Ekim-Ankara’ya…

Türk milliyetçiliğinin ekonomi politiği, nefret söylemini de ırkçılığı da içselleştirmiştir. İttihat ve Terakki’den AKP’ye, resmi zevatın değişmez düsturu, kendisi dışında herkes ‘vatan haini’dir. Söyleme bakılırsa memleketin en azından yarısı hain!.. Devletle organik bağı bilinen Kemalistten Sünni İslâmcısına, herkesin bugünlerde “Afrin, Afrin…” diye ağız birliği etmesinin temelinde böylesine bir ırkçı pratik vardır. Yüzlerce insanın canını yitirmesi, yerinden-yurdundan edilmesine ‘Zeytin Dalı’ denmesi de bir Türkçü klasiktir. 1938’de Dersim’deki kırımı gerçekleştiren askeri harekâtın adı da ‘Hayat’tı![i]

Bugünlere, Türk Nüfus Mühendisliği[ii] icraatıyla milleten Türk ve dinen Sünni İslâm olmayanın demografik ve ekonomik yapıdan tasfiyesiyle gelindi… Anadolu, Hıristiyan milletler Ermeni ve

Rumlardan “temizlenirken”, İslâm milletlerinden Kürtler ile Türk-Kürt Alevi-Kızılbaşların asimilasyonla Türkleştirilerek ve Sünnileştirilerek tasfiyesine hız verildi. Böylesine sosyal pratiği görmezden gelen sosyal bilimciler, Kemalizmin kimi modernite girişimi ile çeyrek laikliğinden Sünni İslâm mağduriyeti çıkartmakla, sistem hizmetkârlığını da resmileştirdi…

Türkleştirme: Devrimi boğma politikası                                                                                                                 

Bitlis Mebusu Yusuf Ziya (1920)

Türkiye Büyük Millet Meclisi, “Afrin, Afrin…” nidaları öncesinde, kendi kayıtlarını inkâr eden bir karara imza attı; HDP Urfa Mebusu Osman Baydemir’e Kürdistan cezası kesti. Bütçe görüşmelerinde, “Kürdistan’dan gelen bir temsilci olarak benim şu isteğim, bu çatı Türk’ün ve Kürt’ün ortak çatısı olmalıdır” diyen Osman Baydemir’e, AKP’li mebusların “Kürdistan neresi?” diye bağırışları ardından, iki gün Genel Kurul’dan çıkartma cezası verildi.[iii] İnkâr böyledir; dünü yok sayar, bugünü ona göre dizayn eder. Peki AKP’nin her faaliyetini tasdik ettirdiği Meclis, Siverek Mebusu Lütfi ve Bitlis Mebusu Yusuf Ziya’nın “Kürdistan mebusuyuz”[iv] demesine ne yapacak? Kürtçe resmen var-yok diyenlere hatırlatırım, TBMM zabıtlarında Kürtçe tutanak[v] da vardır. Mebus Baydemir, millettaşı Lütfi ve Yusuf Ziya gibi tarihi ve coğrafi gerçekliği ifade etmiştir! AKP’nin her faaliyetini resmileştiren Meclis, mebuslar Lütfi ve Yusuf Ziya hakkında ne işlem yapacaktır? Sosyal varlığı, hayatı resmi düstura göre törpülemenin ve yok saymanın aracı olarak inkârın, bir adım sonrası nefret ve onun vardığı yer de ırkçılıktır. Türk milliyetçiliğinin asırlık tarihine bakmak yeterlidir.

Urfa Mebusu Osman Baydemir (2017)

Sünni İslâmcıların parlattığı Abdülhamid’in, genelinde Hıristiyan ve özelinde Ermeni milletinin tasfiyesini temellendirdiği politika,1910’larda yeniden yapılandırıldı. 1908 Devrimi sonrasında Abdülhamid tahttan indirilse de politikası yürürlükteydi; çünkü Ermenileri temsilen Taşnakların, Ermeni meselesini çözmek amacıyla Osmanlı hükümetiyle ve İttihatçılarla yaptığı tüm görüşmeler oyalamadan öteye geçmedi.

1908 Devriminden itibaren her müzakerede İttihatçıların/ Osmanlı hükümetinin olumlu beyanı hep sonuçsuz kaldı. 1908-1912 dönemi oyalamayla geçtikten sonra İttihatçılar, Balkan Harbinin ardından Türkleştirme ve merkezileşme programında netleşti. Aslında bu, 1908 Devrimini boğma politikasıydı. Çünkü devrimin iki temel gündemi vardı; birisi Saray oligarşisine son vermek, diğeri de milli meseleyi ve toprak sorununu çözmekti. İttihatçılar bu iki gündemden uzaklaştığı oranda devrimi boğdu. Böylece Osmanlı’nın 1850’lerden itibaren debelendiği mali-idari-toplumsal yani millet-i hâkime krizinden çıkış fırsatı da kaçtı!

Abdülhamid ve Hamidiye Alayları

Artık İttihatçıların hedefinde Anadolu’nun Hıristiyan milletlerden temizlenmesi vardı. Rumlarla başlandı ve 1914 sonundan itibaren Ermeniler hedeflendi. 1923’e gelindiğinde, Anadolu fiilen Hıristiyan milletler Ermenilerden, Rumlardan ve önemli oranda da Süryanilerden temizlenmişti. Rumların Anadolu’dan tasfiyesinde ‘mübadeleden’ bahsedecek olanlara, aslında mübadelenin fiilen Rumları Anadolu’dan atmanın bir örtüsünden öte işlevi olmadığını hatırlatırım. Çünkü Nüfus Umum Müdürlüğünün 1933’teki raporuna göre, 30 Ocak 1923 tarihli Türkiye-Yunanistan Mübadele Antlaşması gereği, Anadolu’dan 112 bin Rum[vi] gönderildi. Oysa Rum mübadil toplamı 1,2 milyondur. Fazla detayına girmeden şunu ifade edeyim ki, 1919 sonrası Türk Kurtuluş Savaşı dönemi, aynı zamanda Anadolu’yu Rumlardan temizleme yıllarıydı.

Osmanlı’nın resmi nüfus verisine göre, 1914-1923 döneminde bugünkü TC sınırları içinde yaklaşık 3 milyon Ermeni ve Rum Anadolu’dan temizlendi. Devamı politikalar sonucundadır ki, Osmanlı verilerine göre bugünkü TC sınırları içinde yüzde 20’ye yaklaşan Hıristiyan nüfusu oranı, 1927’de yüzde 2,8’e geriledi ve bugünse iyimser tahminle binde 1’dir. Salt bu orana bakmak bile yeterlidir. Ardından “hoşgörü” laf salatasıyla “yüzde 99’u İslâm” söylemi, aslında imhanın güzellemesidir! Hıristiyanların demografik ve ekonomik yapıdan tasfiyesini görmezden gelip, her aşamada Türkçülerle kol kola olan Sünni İslâmcıların merkez- çevre analiziyle mağduriyetinden bahsetmek, aslında Hıristiyanların tasfiyesini onaylamak ve Alevi-Kızılbaşı yok saymaktır. Mağduriyet öyle bir noktaya vardırıldı ki, camilere neler yapıldığı hikâyesi tefrika ediliyor. Resmen cemevleri yokken, binlerce kilisenin imhasını görmezden gelip, bazı camilerin depo olarak kullanılmasından bahsetmek, aslında din ve vicdan özgürlüğü maskesiyle yapılan bir sahtekârlıktır!

Türk milliyetçiliğinin öznesi, milleten Türk ve dinen Sünni İslâmdır! Madalyonun bir yüzü Türk, diğeri de Sünni İslâmdır! Onun için Hıristiyanı ve Alevi-Kızılbaşı yok sayıp, Sünni-İslâm mağduriyetinden bahisle Kemalizmi eleştirmek, 12 Eylül mahsulü AKP’nin pratiğiyle ne denli köksüz olduğunu göstermektedir. Zaten Türk-Sünni İslâm Sentezi denmesi dahi her şeyi yeterince açıklamaktadır. Türkçü şoveni biraz kazıdığında Sünni İslâmın ‘yeşili’ çıkmaktadır. Böylesine iç içe geçmişlikten dolayı, 1914- 1923’te Anadolu’dan Hıristiyanların temizlenmesinden 6-7 Eylül talanına, 1969’deki Kanlı Pazar’a, 1978’teki Maraş katliamına ve 1993’teki Sivas yangınına uzayan bir süreklilik vardır.

Ermeniler; 1870’ten 1915’e…

1908 Devriminin önder iki gücü Taşnaklar ile İttihatçılar, 1870’li yıllardan beri gündemde olan Ermeni meselesini çözmek amacıyla bir dizi görüşme yaptı. Ermenilerin güçlü partisi olarak Taşnakların, Osmanlı hükümetini temsilen İttihatçılarla görüşmelerinde yıllar geçtikçe hiçbir sorunda çözüm sağlanamadı. Anlaşma sağlanan konularda dahi yeterli bir gelişme olmadı. Taşnakların, Osmanlı’nın toprak bütünlüğünde Osmanlı Ermenistanı özelinde temel iki talebi vardı; can ve mal güvenliği! Hukuki, siyasi meseleler ve memurların değiştirilmesi de diğer gündem maddeleriydi, ama esas olan can ve mal güvenliği talebiydi.[vii]

Ermenilerin çoğunluğu köylerde yaşadığından Taşnakların ve Ermeni milletinin en önemli talebi, toprak reformu ve el konulan toprakların iadesiydi. İttihatçılar, baştan topraksız köylüyü topraklandırmayı gündemine almamakla devrimi boğmaya başladığı gibi, işgal edilen toprakların Ermenilere iadesiyle ilgili de bir şey yapmadı. 1908 Devrimi öncesinde, toprakların işgaliyle kitlesel olarak mülksüzleştirilen Ermenilerin toprak talebi, Abdülhamid’in imzaladığı 1878 Berlin Antlaşması ve 1895 Islahat Planı’nda yer alsa da, gereği yapılmadı. Bazı Kürt aşiretlerin işgal ettiği topraklar Ermenilere iade edilmedi. Hatta 64 Sünni Kürt aşiretinden oluşturulan Hamidiye Alayları saldırısıyla ve 1895-1896 katliamıyla kırda kitlesel mülksüzleştirmenin alanı daha da genişletildi ve kalıcı hale getirildi. Bunu bilen Taşnaklar, İttihatçılarla ve dolayısıyla Osmanlı hükümetiyle yaptıkları müzakerede can ve mal güvenliğinin sağlanması temelinde, Ermenilerin köylerine dönmesini ve işgal edilen topraklarının iade edilmesini hep talep etti ve bazen olumlu cevap alsa da, gereği yapılmadı!

Abdülhamid’in bazı Kürt aşiretleri Ermenilerin üzerine sürmesiyle hem demografik hem de ekonomik yapının değiştirildiğini anlamış olan İttihatçılar da, Abdülhamid’i takip etti. İttihatçı hükümet, 1908-1913 döneminde can ve mal güvenliğinin sağlanmasında herhangi bir adım atmasa da, müzakerelerin sonucunda 8 Şubat 1914’te Ermeni sorununu çözmek amacıyla bir Islahat Planını yani bugünkü ifadeyle reform paketini imzaladı ama Abdülhamid gibi, imzasına sahip çıkmadı. İttihatçılar sadece planı uygulamamakla kalmadı, Ermenilerin soyunu kurutacak bir programı devreye soktu. Artık Ermenilerin, sadece kırda değil, kentlerde de yaşatılmaması planın hedefiydi.

Taşnakların Osmanlı’dan talebi: Can ve mal güvenliği!

Dahiliye Nazırı Talât, 24 Nisan 1915 telgrafıyla valileri ve mutasarrıfları uyardı, Ermenilere yönelik sürek avı başlatıldı, kitleler halinde toprağından/yurdundan kopartıldı ve bilinmeze sürüldü. Yüz binlercesi yolda ölürken, ölmeyenler de bir daha malına/ mülküne sahip olamadı. Devletin icrasıyla gasp edilen mülkler, İslâm ahalisine, muhacirlere, Türk burjuvazisine ve devletin kimi kurumlarına transfer edildi; aslında Ermenilerin mülkleri yağmalandı.  Gasp edilen mülkün yeni sahiplerine tapulandırılması, 1920’lerde Kemalist iktidar döneminde çıkartılan kanunlarla gerçekleştirildi. Böylece demografik yapının İslâm ahalisi lehine değiştirilmesi ve mülkiyetin/ekonominin Türkleştirilmesi amacında, Abdülhamid’den İttihatçılara ve Kemalistlere bir devamlılık vardır. Bugün de, hiç kuşkusuz, milleten Türk ve dinen Sünni İslâm olmayanın demografik ve ekonomik yapıdan tasfiyesinin programı aynen yürürlüktedir!

1990’larda Kürtler

Ermenilerin kırdan zorla göç ettirilmesinin benzerini Kürtler bir asır sonra 1990’larda yaşadı. Ermenilerin toprağının gaspında ve can güvenliğinin imhasında devletin ajanı fonksiyonu gören bazı Kürt aşiretlerin, önce Osmanlı ve devamı Türk devletine sadakatinin sonucudur ki, Kürtler bugünkü sorunları yaşamaktadır! Dersim’den Sur’a temel talep, can ve mal güvenliğidir! Kürtlerin kırdan zorla boşaltılması, Ermenilerin yaşadığından farklı gerçekleşti.

Anadolu’dan Hıristiyanların temizlenmesinde yedeklenen Kürtler, resmen 1920’lerde hedefti!.. Kürtlerin toprağın dan kopartılması, sürgünle veya kaçırtmayla 1920’lerden itibaren 1940’lara kadar belli yörelerde yoğunlaştı. 1938’de Dersim’de kitlesel imha ve sürgün birlikte icra edildi. Milyonların kırdan kente zorla göçü ise 1990’lardaki ‘düşük yoğunluklu savaş’ta yaşandı ve devam ede geldi. Köy ve mezraların zorla boşaltılması, resmen PKK’ye karşı mücadelenin bir parçası olarak uygulandı. Zorla göçü araştıran TBMM Komisyonu raporunda, mevcut durum nazik bir şekilde ‘abartılı güvenlik konsepti’ kapsamında izah edilirken, ‘zorla göç’ yerine kibarı ‘zorunlu göç’ demek tercih edildi. Hamidiye Alaylarının yerini korucular almıştı. Kürtlerin yanı sıra Ezidi ve Süryaniler de toprağından kopartıldı. Zorla göç, hem demografik hem de ekolojik ve sosyo-ekonomik yapıda kapsamlı tahribatlara yol açtı. Bu, resmi bir tercihti. Kırdan yakın kente göç, kentten batıya göç dalgasını da yaratmasıyla, büyük bir alt-üst oluş yaşandı ve yaşanmaya devam ediliyor!

14 Ocak 1998 tarihli Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Boşaltılan Yerleşim Birimleri Nedeniyle Göç Eden Yurttaşlarımızın Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken Tedbirlerin Tespit Edilmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu Raporu’nda köyden zorunlu [zorla] göçe yönelik tespitle birlikte çözüm önerilerine de yer verildi. 172 sayfalık raporu hazırlayan komisyon RP, CHP, DSP, ANAP, DTP mebuslarından oluşuyordu.[viii] 1997’de komisyona göre kırdan zorla göç ettirilenlerin 400 bin olan toplamı, İHD’nin 2008’deki araştırmasında 2,3 milyondur. Komisyon, zorla göç ettirilen köy ve mezra toplamını 3428 (905’i köy) ve İHD ise 3688 olarak belirledi. Resmi verilerin eksikliğini Tunçeli Mebusu Orhan Veli Yıldırım komisyona yaptığı açıklamada, “Şimdi, mesela merkezde bu Baylık köyü benim kendi köyümdür, şu anda boştur, dolu görünüyor, oysa boştur. Yeşilkaya-Çemçeli yine merkeze bağlı dolu geçiyor, o da boş. Yine Çemişgezek- Ulukale köyü dolu geçiyor, tamamen boş. Yine Mazgirt-İbimahmut köyü dolu görünüyor, hali hazırda boş. Emin olduğum köyleri ben burada söylüyorum” diye ifade etti. Tunçeli Belediye Başkanı Mazlum Aslan da benzer anlatımda bulundu. 374 köyden yüzde 70-80’in boşaltıldığını ve dolu olan köylerde de 3-5 yaşlının kaldığını belirten Aslan, “1994 yılı Eylül ayından itibaren Tunceli’de meydana gelen şiddetli çatışma ve operasyonlar sonucu bütün köyler, özellikle Hozat, Nazimiye, Pülümür başta olmak üzere boşaltıldı. Bu köylerin hemen hemen hepsinde, bir saat içinde insanlara kendi ziynet eşyaları dâhi alma fırsatı verilmedi, arkasından yakıldı ve terör örgütü gerekçe gösterildi. Bu herkes tarafından biliniyor. İnsanlar ilçe ve il merkezlerine, kaçak yeri olmayanlar da Tunceli dışına itildi” dedi. Nitekim resmi istatistiklere yönelik bu eleştirinin haklı olduğu, komisyondan 10 yıl sonra İHD’nin 2008’deki raporuyla ortaya kondu.[ix]

İHD’nin araştırmasında abartı var dense dahi en azından milyonun üzerinde insanın yerinden-yurdundan edildiğini anlıyoruz. Dile kolay, milyon insan toprağından kopartıldı. Sosyo-ekonomik gelişmeye bağlı olarak sosyal bir realite olan kırdan kente göç, devletin askeri, polisi ve korucuların ortak faaliyeti olarak zorunlu hale getirildi; kır önemli oranda insansızlaştırıldı; Kürtsüzleştirildi… 1990’lardan bugüne oranın daha da ciddi bir düzeye vardığından kuşku duymuyoruz!

Jitem ve Hizbullahlı rejim!

1993 Haziran’da Tansu Çiller Başbakan oldu ve Kürt sorunu özelindeki askeri politikaların şiddetini artırmasıyla mevcut durum “düşük yoğunluklu savaş” olarak tanımlandı ve kırın insansızlaştırılması böylesi bir konseptte gerçekleştirildi. Kentlerdeyse önde gelen Kürt aydın ve işadamları hedef alındı. Devletin aktif iki silahlı gücü vardı: JİTEM ve Hizbullah… 1990’larda neler yaşandığının kısa özetini Sezgin Tanrıkulu’nun ve politik hayatı Adnan Menderes’e kadar geriye giden İsmet Sezgin’in değerlendirmesiyle aktarıyorum. O yılları Diyarbakır’da bir avukat ve insan hakları savunucusu olarak yaşayan CHP İstanbul Mebusu Sezgin Tanrıkulu, 3 Eylül 2015’te insan hakları ihlalleri ve faili meçhulleri tek kelimeyle özetledi: JİTEM! “Yok etme ve sindirme. Yok ettiler. Devlet büyük küçük demeden herkesle uğraştı. Herkesi öldürmek konusunda bir sınırlama yoktu. O konuda eşit davrandılar” diyen Tanrıkulu, o yıllarda çok kez tehdit edildiğini hatta Diyarbakır Başsavcısının kendisini uyardığını söyledi.

Evinin önünde bekleyen bir arabayı gece vakti Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcısı’na sorduğunu ifade eden Tanrıkulu, başsavcının yarım saat sonra arayıp kendisine “Kim gelirse gelsin kapıyı açma” dediğini anlattı. Tanrıkulu, “Savcının duyumuna göre, o gün beni götüreceklermiş” diye anlattı.[x]

1961 yılında girdiği parlamentoda 38 yıl mebus alarak bulunan, Maliye ve İçişleri (Kasım 1991-Haziran 1993) bakanlıkları yapan İsmet Sezgin, 4 Eylül 2015’te 1990’ları şöyle özetledi: “1994 senesinden itibaren birtakım olaylar meydana geldi. 1994 senesinden evvel de olaylar meydana geldi. Birtakım ölümler, öldürmeler oldu. Ve hapis etmeler oldu. Bugün adlandırıldığı şekilde, bazı vatandaşlarımız öldürüldü. Ve bir mücadele veriyorduk. Bu mücadelede değişik yöntemler de kullanıldı. Benim inancıma göre Türkiye o dönemde, o söylediğim dönemde Çiller hükümetinin kurulduğu zamanda işi daha önemle ele almak istedi. Polisi, jandarmayı daha ziyade dâhil etmek istedi. Dışarıdan birtakım kimseleri de görevlendirdi. Yani devlet, kendi görevlerini, devlet görevlisi olmayan birtakım kişilere yaptırmak istedi. Şu mesela; Ahmet bey var, o işleri iyi organize ediyor, ondan istifade edelim! Tıpkı 12 Eylül askeri idaresinin Ermenilere karşı mücadelede yurtdışında yaptırdığı mücadele gibi. Ben şahsen devlet görevlisi olmayan kişilerin devlet görevini bu şekilde yapmasının doğru olduğuna inanmıyorum.”

İsmet Sezgin, Diyarbakır’da devletin PKK karşısında Hizbullah’a göz yumduğunu belirttikten sonra, derin devleti, “Ama öyle olaylar oluyor ki, bunu devlet yapmaz bunu devlet dışı yapmıştır deniyor. Buna derin devlet deniyor” diye tanımladı. 19 Temmuz 1992’de Şırnak kent merkezindeki çatışmayı “karşılıklı hata” olarak değerlendiren Sezgin’in, 2015’lerde PKK ile İmralı özelinde sürdürülen müzakere hakkındaki değerlendirmesi de şöyledir: “4-5 defa çözüm süreçleri oldu. Çözüm süreçlerinin bir anlamı yok. Çünkü ne yaptığı [yaptı] hükümet, o çözüm süreçlerinde söylediği hiçbir şeyi meydana getiremedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan da yürekli adamdı, cesur adamdı. İstese yapabilirdi. Ama bir yerde bunlar bir gösterişten ibaret kaldı. Bir tiyatrolar oynandı. Mahkemeler kuruldu. Ve bu arada da şehitler olmasın, anneler ölüm beklemesin, bilmem ne yapmasın diye başladı. Şimdi daha çok ölüyor. Benim siyasette bulunduğum andaki zamanda ölenler, yaralananlar ile şimdikiler arasında büyük fark yok şimdi. […] 90’ları değerlendirelim diyenler şimdi daha ziyade demokrasi olduğunu söyleyebilirler mi? 1993’ün çok kötü olduğunu söyleyenler bugünkü ortamın 90’dan daha iyi olduğunu söyleyebilirler mi?”[xi]

İsmet Sezgin’in “çözüm istenmedi” analizi ile PKK ile Oslo görüşmesini başlatan eski MİT Müsteşarı Emre Taner’in “Bir yol haritası koyamadık” söylemi çakışıyor!

Korucular: Savaşın JİTEM ve Hizbullah yanında bir diğer silahlı gücü de koruculardı. Ermenilere karşı 64 Sünni Kürt aşiretten oluşturulan Hamidiye Alaylarının benzeri korucular, Kürtlere karşı Kürtlerden teşkilatlandırıldı. İHD’nin hazırladığı raporda (Ocak 1990-Mart 2009) Geçici Köy Korucularının insan hakları ihlali bilançosu özetle şöyle: Köy yakma 38, köy boşaltma 14, taciz ve tecavüz 12, kaçırma 22, silahlı saldırı 294, öldürme 183 kişi, yaralama

259 kişi, kayıp 2 kişi, infaz 50, gasp 70, işkence ve kötü muamele 562, gözaltına alınan 59, intihara sebebiyet verme 9 ve ormanlık alan yakma 17. [xii]

Yargılama konusu olan vakalarda sanık korucular hakkında ne gibi kararlar verildiğini bilmiyoruz, ama rapor, devletin eline silah verdiği korucuların ne tür bir faaliyet içinde olduklarının anlaşılması açısından çok önemlidir.

Faili meçhuller: 1990’larda Kürtleri zorla göç ettirmenin yanı sıra, bir diğer vaka da binlerce insanın öldürülmesi ve faillerinin ‘meçhul’ kalmasıydı. Bunu araştırmak için Meclis’te bir komisyon kuruldu ve çalıştı. Komisyon, Sezgin Tanrıkulu’nun işaret ettiği JİTEM üzerinde önemle durdu. Meclis Faili Meçhul Siyasal Cinayetleri Araştırma Komisyonu Raporu’nda, PKK’nin faaliyetine yönelik değerlendirmenin yanı sıra, Hizbullah, korucular ve JİTEM hakkında dikkat çeken anlatım ve tespitlere yer verildi. Korucu-itirafçı-JİTEM unsurlarının yasadışı olaylara karıştığı belirlendiğinden Adalet Bakanlığına suç duyurusunda bulunulması kararlaştırıldı. JİTEM’in bölgede ne yaptığını tam anlayamadığını ve polis bölgesinde polisten habersiz operasyon yapmasının JİTEM hakkında soru işaretlerine neden olduğunu vurgulayan komisyon, “Ayrıca buna benzer bir takım olaylardan dolayı, vatandaşlar arasında JİTEM’in itirafçıları kullandığı ve bunlardan dolayı da yasa dışı bir takım işlere karıştığı yönünde iddialar bulunmaktadır. Bunların silah ve uyuşturucu kaçakçılığına karıştıkları iddia edilmektedir. Yasal dayanağı olmayan ve yasadışı olaylarla anılan bu kuruluşun faaliyetine son verilmelidir” önerisinde bulundu.[xiii]

Raporda bilgi gizlemesi yapılıp yapılmadığını bilmiyoruz. CHP Mersin Mebusu Fikri Sağlar’ın Ankara JİTEM Davası’nda tanık olarak anlatımından öğreniyoruz ki, Kutlu Savaş’ın Susurluk ve faili meçhullerle ilgili raporlarında önemli bilgiler dönemin koalisyon hükümetindeki partilerin [ANAP, DSP, DTP] genel başkanlarının ortak kararıyla ‘devlet sırrı’ denilerek çıkartılmıştır.[xiv] Faili devlet olan icraatın ‘devlet sırrı’ haline getirilip kapatıldığını anlatan Fikri

Sağlar’ın ifadesine göre, devlet bizzat TC vatandaşının can ve mal güvenliğini imha etmiş ve buna da ‘sır’ denilmiştir!

nevzatonaran@gmail.com

Dipnotlar


[i] Nevzat Onaran, Ankara’nın Dersim şifresi ‘Hayat’tı, TİROJ dergisi Eylül- Ekim 2013, sf. 20-24.

[ii] Türk Nüfus Mühendisliğinin kapsamını şöyle netleştirdim: 1- Hıristiyan (ve Musevi) milletleri canıyla ve malıyla tasfiye etmek. 2- İslâm milletler ile Alevi-Kızılbaşları imha ve asimilasyonla, Türkleştirmek ve Sünnileştirmek. 3- Tarihi ve coğrafi varlığı Türkleştirmek. (Nevzat Onaran, Türk Nüfus Mühendisliği (1914-1940), Kor Kitap, İstanbul- 2017.)

[iii] 13.12.2017, https://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/haber_portal.aciklama?p1=143131 ve https://www.evrensel.net/haber/340466/mecliste-osman-baydemire-kurdistan-cezasi

[iv] TBMM Gizli Celse Zaptı, cilt: 3, 22.7.1922, sf. 564; TBMM Zabıt Ceridesi, devre: I, cilt: 26, 25.1.1923, sf. 506. ‘TBMM Kürdistan dosyası’ için bakınız, Nevzat Onaran, Türk Nüfus Mühendisliği (1914-1940), Kor Kitap, İstanbul-2017, sf. 225- 255.

[v] 5 TBMM Zabıt Ceridesi, devre: I, cilt: 6, 30.11.1920, sf. 157.

[vi] Nevzat Onaran, Türk Nüfus Mühendisliği (1914-1940), Kor Kitap, İstanbul-2017, sf. 122-129.

[vii] Dikran Mesrob Kaligian, Taşnaklar ve İttihatçılar, çeviren: Deniz Mutlu Taşyürek, Aras Yayıncılık, İstanbul- 2017, sf. 35-36, 80-101, 108- 116, 142-166, 206-207, 248-260, 276, 292-293; bakınız, Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Belge Yayınları, İstanbul-1976, sf. 178, 191, 196, 200, 249, 281, 349-350 ve Ronald Grigor Suny, Ancak Çölde Yaşayabilirler, çeviren: Ebru Kılıç, Aras Yayıncılık, İstanbul- 2016, sf. 83-84.

[viii] Rapor, TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 20, Cilt: 53, 2.6.1998, sf. 217- 388, sitesi: https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d20/c053/tbmm20053096.pdf

[ix] Rapor, sf. 11-14, 30; Mihdi Perinçek, Köy Koruculuğu Uygulamasının Zorunlu Göç Mağdurlarının Güvenliği Açısından Yarattığı Sorunlar, 8 Ağustos 2008, sitesi: http://www.ihd.org.tr/koy-koruculugu-uygulamasinin-zorunlu-goc-magdurlarinin-guvenligi-acisindan-yarattigi-sorunlar/

[x] 3 Eylül 2015, http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/09/150903_90lar_2_insan_haklari

[xi] 4 Eylül 2015, http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/09/150903_90lar_3_ismet_sezgin_roportaj

[xii] https://www.ihd.org.tr/images/pdf/ocak_1990_mart_2009_koy_koruculari_ozel_raporu.pdf

[xiii] Faili Meçhul Siyasal Cinayetler Konusunda Meclis Araştırma Komisyonun 12.10.1995 tarihli raporu, sf. 32-34, 57, 104, 156, 158, 159, https://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem19/yil01/ss897.pdf

[xiv] 2.2.2018, https://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2018/02/02/fikri-saglar-jitem-davasinda-konustu-bilgiler-devlet-sirri-oldu/