GÜLTEKİN UÇAR (Koçgiri Kültür Derneği-Kurucu YK Üyesi)
Genelkurmay, resmî devlet raporları ve siyasi literatüre ‘Koçgiri İsyanı’ olarak geçen siyasal-toplumsal hareketlenmenin üzerinden 99 yıl geçti. Bu hareketin “isyan” mı, katliam mı olduğu konuşuldu belki ama Cumhuriyet’in kuruluş stratejisi içindeki yeri yeterince tartışılmadı.
Oysa ‘Koçgiri’yi siyasal-tarihsel bağlamına oturtabilmek; kurucu kadroların ideolojik-politik kabulleri ile Cumhuriyet’in ilk çeyreğindeki politikalarını birlikte değerlendirmeyi gerektiriyor. Koçgiri hareketi, ülkenin yeniden kurulduğu dönemde ulusal bilinç de edinmiş Koçgirililerin kendi kimlik ve inançlarıyla siyasal bir statü elde etmek iradesi üzerinde şekillenmişti. Verilen yanıt ise, ‘Anadolu’nun etnik ve dinsel bakımdan temizlenmesi’ stratejisinin devamı biçimindedir.
Koçgiri’nin üzerinden 99 yıl geçti. Hareketin içerdiği Kürtlerin ve Alevilerin talepleri üzerinden şekillenen ‘sorun’ hâlâ ortada. ‘Etnik ve dinsel temizlik’ stratejisi çözümsüzlük dışında bir sonuca ulaşamamıştır. Çözüm ise belli aslında; Koçgirililer 99 yıl önce işaret etmişlerdi.
TBMM tutanaklarına “Koçgiri Hadisesi”, Genelkurmay, resmî devlet raporları ve siyasi literatüre “Koçgiri İsyanı” olarak geçen siyasal-toplumsal hareketlenmenin üzerinden 99 yıl geçti.[i] 1920 Haziran-1921 Aralık arasında Sivas’ın İmranlı, Zara, Hafik, Divriği, Kangal, Refahiye ve Kuruçay kazalarını kapsayan bu hareketin “isyan” mı, katliam mı olduğu üzerine çok tartışılmasına rağmen, Cumhuriyet’in kurucu kadrolarının etno-dinsel tercihleri ve kuruluş stratejisi içindeki yeri üzerinde ise yeterince durulmadı.
Oysa Koçgiri hareketini siyasal-tarihsel bağlamına oturtabilmek; İttihat Terakki ve onun içinde şekillenmiş Mustafa Kemal, Kazım Karabekir, Sakallı Nurettin gibi kurucu kadroların ideolojik-politik kabulleri ile Cumhuriyet’in ilk çeyreğindeki politikalarını birlikte değerlendirmeyi gerektirir. 1915’teki Ermeni soykırımıyla başlayan bu sürecin; Koçgiri harekâtı, aynı zaman dilimindeki Pontus kırımı, Çerkez Ethem’in tasfiyesi, TKP kurucuları Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katledilmesi, Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası’nın kapatılmasıyla birlikte düşünülmesi, hem kurucu kadronun ana stratejisi hem de kurulacak olan rejimin nitelikleri bakımından önemli ipuçlarını görünür kılacaktır.
İmparatorluğun kurtarılması ve ‘Anadolu kalesi’ stratejisi[ii]
Bilindiği gibi, Osmanlı’nın çözülme-dağılma süreci ve bunu engelleyecek çözüm yolları 20. yüzyılın başından beri aydınlar, siyasi fırkalar ve askerler içinde tartışılmaktadır. Bu tartışma ve arayışın ana hatları Yusuf Akçura’nın “Üç Tarz-ı Siyaset” adlı makalesinde yer alır.[iii] İmparatorluğu yıkılmaktan kurtaracak politik hattın Osmanlıcılık mı, İslamcılık mı, Türkçülük mü olacağına dair tartışmalar sonucu Türkçülük öne çıkarken, İslamcılık da Türk olmayan unsurları Türk merkez etrafında tutacak harç olarak değerlendirilmektedir.
Bu tartışmalar yürütülürken II. Meşrutiyet ilan edilmiş, Balkanlar kaybedilmiş, Bulgaristan ve Makedonya bağımsızlıklarına kavuşmuştur. I. Dünya Savaşı’yla emperyalistler arası güç dağılımı değişmiş, 1917 Bolşevik Ekim Devrimi gerçekleşmiş, imparatorluk halkları için fırsatlar sunacağı varsayılan ABD Başkanı Wilson Prensipleri açıklanmış, Mondros Mütarekesi ve Sevr Antlaşması kabul edilmiş, etkili merkezi bir yönetimden yoksun olan Osmanlı dağılma sürecine girmiştir.
Talat, Enver ve Cemal Paşa yönetimindeki İttihat Terakki hükümetinin çözülme süreciyle bağlı olarak geliştirdiği strateji de “Anadolu coğrafyasını tarihî düşmanlara karşı sığınılacak bir kale olarak görme, temizleme ve Türkleştirme stratejisidir.”[iv] Bu stratejinin birinci adımı 1915 Ermeni soykırımı ile gerçekleştirilmiş, ancak I. Dünya Savaşı’nın kaybedilmesi ve İttihat Terakki hükümetinin sona ermesiyle kesintiye uğramıştır. “Anadolu coğrafyasının temizlenmesi ve tarihi düşmanlara karşı bir kale haline getirilebilmesi” ancak Mustafa Kemal ve Büyük Millet Meclisi (BMM) yönetimi döneminde mümkün olabilmiştir. Bu nedenle “Koçgiri hadisesi”nin tarihsel ve siyasal bakımdan yerine oturtulabilmesi, 1915’te gerçekleştirilen Ermeni Soykırımı, Pontus katliamı, 1937-38 Dersim katliamında yaşananların birlikte değerlendirilmesiyle mümkündür.
1921 Koçgiri öncesi iç ve dış koşullar
Koçgiri ve Pontus katliamlarının gerçekleştirildiği 1920-22 yıllarındaki kaotik sürecin anlaşılması, M. Kemal, BMM ve Koçgiri hareketini yönetenlerin tutum ve eylemlerini anlayabilmek bakımından da önemlidir. Bu zaman aralığında bir yandan Mondros, Sevr antlaşmaları yapılmış ve Yunan işgali başlamıştır. Diğer yandan Kürtler de dahil olmak üzere tüm siyasal aktörlerin İngilizlerle ve Fransızlarla yürüttükleri ilişkiler söz konusudur. Sovyetlerle yürütülen ilişkiler hem İttihatçı kadrolar ve halk kitlelerini hem de uluslararası güçler dengesini etkilemektedir. M. Kemal’in Saltanat ve Meclis-i Mebusan’la kaygan zeminde yürüttüğü ilişkiler, Erzurum-Sivas Kongreleri ve bu süreci örgütleyen İttihatçı kadroların iç çelişkilerinin her biri kendi başına sürecin yönünü değiştirebilecek etmenlerdir.
Bu dönemde Anadolu’da yaşayan halkların kaderini belirleyen iki antlaşma vardı: Mondros Mütarekesi (30 Ekim 1918) ve Sevr Antlaşması (10 Ağustos 1920). Siyasi bakımdan Anadolu’yu etkileyen diğer gelişmeler ise 1917 Ekim Devrimi ve 8 Ocak 1918 tarihinde açıklanmış Wilson Prensipleri’ydi…
Mondros Mütarekesi, Osmanlı ordularının dağıtılmasına, sadece iç güvenliği sağlayacak bir güç bırakılmasına karar vermiş; Erzurum, Van, Bitlis, Diyarbakır, Elazığ, Sivas illerinde (Vilayat-ı Sitte) düzenleme yapma hakkını İtilaf Devletleri’ne tanımıştır. Sevr Antlaşması’nın 62., 63., ve 64.1[v] maddeleri de yaşadıkları bölgelerde halk oylamasında çoğunluğu sağlayan milletlerin özerklik, hatta bağımsızlık hakkını açıkça tanımakta ve güvenceye almaktadır. Wilson Prensipleri ise bölgelerinde çoğunluk olan, kendi kendini yönetmek, hatta bağımsız devlet kurmak isteyen halklar için bir olanak olarak değerlendirilirken, Sovyet lideri Lenin de baştan beri ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını savunmaktadır. Mondros’la Osmanlı ordusunun dağıtılacak olması, yerel halklarda kendilerini Osmanlı’dan koruyabilecekleri ve gelecekleri konusunda karar verebilecekleri duygusunu yaratmıştır.
Mustafa Kemal-Alişan Bey görüşmesi
M. Kemal ekibi, siyasi inisiyatiflerini güçlendirmek için Halife, Meclis-i Mebusan, Kürtler, Çerkez Ethem, Halk İştirakiyun Fırkası, İngilizler, Fransızlar ve Sovyetlerle çok yönlü ilişkiler geliştirmekte ve bu ilişkilere uygun pragmatik politikalarla süreci kontrolüne almaya çalışmaktadır. M. Kemal bir yandan Meclis-i Mebusan’a Erzurum mebusu olarak seçilip orada kurduğu Felah-ı Vatan grubuyla meclis başkanlığına oynarken[vi], diğer yandan Amasya protokolleriyle İstanbul Hükümeti’ne el uzatmakta ve Kürtleri elde tutmaya çalışmakta; Moskova’ya ve Azerbaycan’a gönderilen İttihatçılar ise “Komünist” fırkalar kurarak[vii] Bolşeviklerin gözüne girmeye çalışmakta ve anlaşmalar imzalayabilmektedir…
Siyasal belirsizlik koşulları Kürt hareketinin farklı grupları gibi Koçgiri’de siyasi inisiyatifi elinde bulunduran lider kadro tarafından da değerlendirilmişti. Paris Konferansı[viii], Mondros ve Sevr antlaşmalarının gündemindeki Büyük Ermenistan kurulması fikri, Kürtler ve Ermeniler arasındaki anlaşmazlıklar Kürtlerin tutumunu etkilemiş, Koçgirilileri de topraklarına sahip çıkmaya yönlendirmişti. Uygulanması tartışılan Sevr Antlaşması’yla, Koçgiri bölgesi, kurulacak olan Ermenistan sınırları içinde kalacaktı. Bu nedenle imparatorluk içindeki tüm halk ve inançlar gibi Koçgirili Alevi Kürtler de geleceklerini güvenceye almaya, ulusal ve inanç kimlikleriyle siyasal bir statü elde etmeye çalışacaktır. Dönemin siyasal güçleriyle bir dizi görüşmeler yaparak ittifaklar kurmaya, bölgeyi kontrol edebildiklerini gösterecek eylemlerle bu görüşmelerden sonuç elde etmeye çaba harcanacaktır.
Bu arada görüşülen M. Kemal de bu talepleri “makul, tartışılabilir, ancak bağımsızlık sonrasında gerçekleştirilebilir” olarak görmekte, Koçgirililere işbirliği teklif etmektedir. Koçgirili liderlerin tutumlarını Sivas Kongresi öncesinde gerçekleşen Alişan Bey-Mustafa Kemal görüşmesinden anlamak mümkündür. M. Kemal, Alişan Bey’e kendisini desteklemeleri karşılığında mebusluk önerirken, Alişan Bey ise Mustafa Kemal’e: “Wilson Prensipleri çerçevesinde Kürdistan’ın büyük bir kısmını içine alan bir Ermenistan kurulması tasarlandığını, bu nedenle Kürdistan’ı savunacaklarını, bu savunmanın gereği birtakım ihzari (hazırlayıcı) çalışmalar yaptıklarını söyler.”[ix]
Alişan Bey’in konuşması, uluslararası görüşme ve antlaşmalardan haberdar olduğunu, Sevr Antlaşması’na karşı eleştirel bir tutum takındığını göstermektedir. Bu tutum, Erzincan’daki Rus işgali sırasında Ermeni güçleriyle ilişkileri sürdüren ve sonra ilişkileri sonlandıran Koçgirili lider Alişer’in tutumuyla paraleldir.[x] Ayrıca, 1918’de Ermenilerin Paris Barış Konferansı’na sundukları raporu ve talepleri eleştiren Kürt Teali Cemiyeti lideri Seyit Abdülkadir’in yaklaşımı da bu doğrultudadır.[xi]
Bu süreçte Koçgirilileri etkileyen gelişmeler
Kürtlerin bağımsızlık ve özerklik talepleri, Erzurum Kongresi’nde (23 Temmuz-7 Ağustos 1919) imparatorluğun dağılması durumunda Kürt topraklarının İngiliz destekli bir Ermenistan’a verileceği propagandasıyla bertaraf edildi. Kürtlerle Türklerin “saltanatın korunması ve İslam birliği” temelinde birlikte davranmaları kararlaştırıldı ve Kürtler de İngilizlere karşı sert tutum almaya başladı.[xii]
Sivas Kongresi’nde ise (4-11 Eylül 1919) Misak-ı Milli sınırları Musul’u da içerecek biçimde belirlenmiş, kongrenin bitiminde padişaha telgraf çekilerek “Hilafete bağlılık” bildirilmiş, Damat Ferit hükümetinin de istifası istenmişti.[xiii] 2 Ekim 1919’da Damat Ferit istifa etti, Ali Rıza Paşa hükümeti kuruldu. Anlaşma zemini arayan M. Kemal başkanlığındaki Heyet-i Temsiliye, 20-22 Ekim 1919’da Amasya’da İstanbul hükümeti heyetiyle bir araya geldi. Böylece saltanatla ilişkiler dengelenirken, Kürtleri elde tutmak için de bir protokol imzalandı. Kürtlere “ırkî, hukuki, toplumsal gelişmelerini sağlayabilecekleri” hakların vaat edildiği madde Amasya protokollerinde aşağıdaki gibi yer aldı:
“Ma’a-haza Kürdlerin serbesti-i inkişaflarını te’min edecek vech ve suretde hukuk-ı ırkiye ve ictimaiyece mazhar-ı müsa’adat olmaları dahi terviç ve ecanib tarafından Kürtlerin istiklali maksad-ı zahirisi altında yapılmakta olan tevziratın önüne geçmek için de bu hususun şimdiden Kürdlerce malum olması hususu tensib edildi.”[xiv]
Bu gelişmeler sonrası, Koçgirililer ve Seyit Rıza’nın etkilediği bazı Dersim aşiretleri dışında kalan Kürtler, özerklik ve siyasal statü konusundaki taleplerini sürdürmez oldular. Seyit Abdülkadir liderliğindeki Kürt Teali Cemiyeti ve İttihat Terakki kontrolündeki aşiret liderleri Ermeni mal ve topraklarının kendilerinde kalması, özerklik taleplerinin kurtuluş sonrasına bırakılması şartıyla, İslam birliği temelinde M. Kemal’le anlaştılar.[xv] Aynı dönemde Musul ve Kerkük’ü de alan İngilizlerin kuzeydeki Bolşevizm tehlikesine karşı Ermeni, Yunan ve Rum tezlerine mesafeli yaklaşmaya, M. Kemal’le uzlaşma aramaya başlaması, bağımsızlık yanlısı Kürtlerin de etkisizleşmesini sağlayan bir diğer faktör oldu.
Koçgirililere gelince…
Mustafa Balcıoğlu’na göre: “Mustafa Kemal Paşa Anadolu’da başlattığı hareketi düşmanın elinde tutsak halifenin kurtarılması ve ‘anasır-ı İslamiye’nin ortak mücadelesi biçiminde formülleştirmiştir. Mücadele her ne kadar milli planda cereyan edecekse de çelişkinin ağır basan yönü Mustafa Kemal Paşa tarafından Hristiyan-Müslüman çatışması şeklinde başarılı biçimde takdim edilmiştir ve bu durum Koçgiri ve Dersim dışındaki Doğu halkı arasında büyük ölçüde kabul görmüştür.”[xvi]
Balcıoğlu’nun, M. Kemal’in stratejik dehasının yansıması diye tanımladığı “Hristiyan-Müslüman çatışması ve halifenin kurtarılması formülü”, inançları nedeniyle Koçgiri hareketini yöneten lider kadro tarafından pek itibar görmedi. El koydukları ve de kaybedecekleri Ermeni malları da yoktu zaten. Üstelik yakın geçmişteki Ermeni soykırımını bilmekte, boyun eğmediklerinde ve taleplerinde ısrarlı olduklarında Ermenilere benzetileceklerine dair tehditlerle karşı karşıyadırlar.[xvii] KTC (Kürt Teali Cemiyeti) ile ilişkiler sürecinde edindikleri ulusal bilinçleri, Dersim’le tarihsel-inançsal ilişkileri ve taleplerini kabul ettirebileceklerine dair öz güvenleri, M. Kemal’e mesafeli duruşlarının temelini oluşturmaktadır. Bu nedenlerle Koçgirililer, “Kongre” (BMM) ve M. Kemal’le ilişkilerini somut kazanımlarla bağlamaya, kimlik ve inançlarını kabul ettirebilecekleri siyasal bir statü elde etmeye çalıştılar.
Ancak M. Kemal ve çevresi de Sovyetlerle ilişkilerini netleştirmiş, Gümrü Antlaşması’nı imzalamış, İngilizlerle gayriresmî görüşmelere başlamıştı. Bu arada düzenli orduya geçilmiş, Yunan saldırıları durdurulmuş, Çerkez Ethem tasfiye edilerek siyasi rakip olmaktan çıkarılmış, Kürtlerin büyük bölümü de İslam birliği zemininde ortak davranmaya ikna edilmişti.
Koçgiri’nin seçeneği v e M. Kemal’in taktiği
Anlaşılabileceği gibi Koçgiri liderlerinin fazla bir seçeneği de yoktu. Tarihin yeniden yazıldığı bu dönemde ya kişisel konumlarını koruyarak işbirliğine girecek ve mebus olmayı kabul edecekler ya güçlü olanlara boyun eğip seyirci kalacaklar ya da riskli olanı tercih edip, halkları için siyasal inisiyatif alıp harekete geçecek, siyasal statü talebini kabul ettirmeye çalışacaklardı. Koçgirili liderler, bu riskli seçeneği tercih ettiler.
Ankara Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na, Zara hariç olmak üzere önemli çoğunluğu Kürtlerle yerleşik olan Koçgiri kazasıyla Divriği, Refahiye, Kuruçay, ve Kemah kazalarının seçkin bir vilayet halinde şekillendirilmesinin oluşturulmasıyla yerli Kürtlerden bir valinin tayinini, adliye memurlarının ve mülkiyenin yine vazifeleri başında bulunmasını dileriz.
11 Mart 1921
Koçgiri Aşireti Reisi Muhammed ve Taki, Dersim Aşiretleri Reislerinden: Mustafa, Seyithan, Muhammed, Munzur, Alişir[xviii]
Siyasal statü ve muhtar il taleplerinin BMM’ne iletildiği 11 Mart 1921’de bunların karşılanması için şartlar uygundu aslında. Çünkü 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgaliyle Meclis-i Mebusan kapatılmış, İstanbul siyasi bir seçenek olmaktan çıkarılmış, işgale karşı direnenler Ankara’ya yönelmiş ve siyasal inisiyatif tamamen Mustafa Kemal’e geçmişti. Bu arada yeni anayasa da hazırlanmış ve Şubat 1921’de kabul edilmişti. Bu anayasanın 11. maddesinden 22. maddesi ne kadar[xix], iç işlerinde bağımsız, eğitim, sağlık, güvenlik gibi hizmetleri yürüten manevi şahsiyete haiz nahiye ve muhtar il tanımlamalarıyla, Amasya protokollerindeki Kürt hak ve taleplerini karşılayabilecek maddeler de kabul edilmişti. Bu nedenlerle Koçgirililerin dilekçelerinde yer alan taleplerin karşılanması da mümkündü.
Ancak aktardığımız gibi, Amasya protokolleri ve 1921 Anayasası’na yansıyan Kürt haklarının ifade edilmek zorunda olunduğu güçler dengesi artık değişmişti. M. Kemal’in Havza’da Topal Osman’la görüştüğü günden beri ezilmesini arzuladığı Rum ve Ermeni örgütlenmeleri ve Kürtler konusundaki esnek ifadeleri, gizli ortağı olan İttihatçıların lideri Talat Paşa tarafından da hoş karşılanmamakta ve eleştirilmekteydi. Mustafa Kemal ise Talat Paşa’ya yazdığı 29.02.1920 tarihli mektubunda onun endişelerini giderecek şu cevabı vermektedir:
“Ben, harekât safhasını ikiye ayırıyorum. Birincisi, barışa kadar takip olunacak hareket tarzı: İkincisi, barıştan sonra tavır ve hareket. Bunlar birbirinden farklı olmak lazım gelir. Çünkü bugün yalnız dâhili düşmanlarımıza karşı değil, onlarla beraber doğrudan doğruya İtilaf devletlerine, bilhassa İngilizlere karşı vaziyet ve tedbir almak mecburiyetindeyiz.
Hâlbuki bağımsızlığımız saklı kalmak şartıyla bir barış imzalandıktan sonra, yalnız dâhili hasımlarımızla karşı karşıya bulunacağız ki, bugünkü genel ve yaygın kuvvet ve nüfuzumuzu iyi muhafaza ettiğimiz takdirde, bu zavallılara layık oldukları muameleyi tatbikte hiçbir müşkülat tasavvur etmiyorum.”[xx]
Talat Paşa’ya yazılan bu mektupta ifade edildiği gibi dâhili düşmanlara hak ettikleri muamelenin uygulanması, “merkez”in temizlenmesi ve Türkleştirilmesi için uygun şartlar oluşmaya başlamıştır. Bu nedenle, karşılayacak maddeler anayasada olmasına rağmen Koçgirililerin talepleri kabul görmedi ve Pontuslu Rumlarla birlikte onların da temizlenmesine karar verildi. Artık “Merkezin temizlenmesi”[xxi] stratejisinin ikinci adımına geçilmişti. Yukarıda belirttiğimiz gibi, bu stratejinin birinci adımı 1915 Ermeni soykırımı ile gerçekleştirilmiş, ancak İttihat Terakki hükümetinin sona ermesiyle devam edilememişti. Şartlar oluştuğunda, stratejik hedefler doğrultusunda harekete devam edildi. Merkez Ordusu kurulup başına Nurettin Paşa geçirildi ve yanına da Topal Osman’ın çeteleri katılarak Koçgiri ve Pontus’a harekât başlatıldı.
Sakallı Nurettin dedikleri…
Anadolu merkezinin Türklüğün ve İslam’ın sağlam bir kalesi olarak inşası için Hristiyan Pontusluların ve Kürt-Alevi kimliğiyle “sorun” olan, üstüne Kürt ulusal bilincini de katarak siyasal statü talep eden Koçgirililerin “bir daha başkaldıramayacak şekilde temizlenmesi” gerekiyordu. Bu ise sıradan bir askerî harekâtla gerçekleştirilemezdi; hem askeri örgütlenmesi hem yönetim kadrosuyla özel bir örgütlenme gerektiriyordu. Oluşturulan Merkez Ordusu’nun başına Sakallı Nurettin Paşa getirildi. Nurettin Paşa görevi, “Seferde Ordu” yetkileri verilmesi şartıyla kabul etmişti. Bu olağanüstü yetkilerin içinde, bölgede idam kararları verip infaz edebilecek mahkemeler kurmak, bölgedeki tüm mülki amirleri kendine bağlamak ve sıkıyönetim ilan etmek de vardı.[xxii] Balcıoğlu, Ankara’nın Merkez Ordusu komutanlığına Nurettin Paşa’yı seçmesini aşağıdaki gibi değerlendirmektedir:
“Ayrılıkçılara karşı mücadele edecek ordunun komutası Nurettin Paşa’ya teslim edilmiştir. Söz konusu komutan Birinci Dünya Savaşı’nın seçkin askerlerindendir. … Merkez Ordusu Komutanı’nın babası İbrahim Paşa da 2. Meşrutiyet sonrası Dersim ve civarında meydana gelen ayrılıkçı hareketleri bastıran ordunun komutasını yürütmüştür. Babasından tevarüs ettiği tecrübeler, Nurettin Paşa’ya ışık tutmuştur.”[xxiii] (Görsel 10)
Suat Parlar’ın ırkçılık ve şeriatçılık konusunda yüklü bir geçmişi bulunan Nurettin Paşa hakkındaki değerlendirmesi ise şöyle:
“Nurettin Paşa, 1902’de iç Bulgar komitesine yönelik ’gayrinizami’ harbin başarılı subaylarındandır. İttihatçıların ve Kemalistlerin Ermeni, Rum, Kürt tehcir ve tenkil hareketlerinde önemli görevler üstlenen, cumhuriyetin iç savaş dinamiklerine dayalı kuruluş ilkelerini belirleyen ‘Özel Harpçi’ subaylar kuşağındandır. 1918’den itibaren Anadolu’da yayılan ve Balkan kurtuluş hareketlerini bastırmada görev yapmış bu subaylar kuşağı, devletin ‘ebed-i müddet’ şoven siyasetlerini belirlemede öncülük etmişlerdir. 1919’da Urla’da Rum halka uyguladığı korkunç şiddetle sivrilen Nurettin Paşa, Mustafa Kemal tarafından Koçgiri üzerine gönderilmiştir.”[xxiv]
Sakallı Nurettin’in Pontus ve Koçgiri mesaisi!
Nurettin Paşa, tıpkı babasının Dersim’de yaptığı gibi Koçgiri’de nasihat heyetleri oluşturur. Asıl amacı uzlaşma ya da anlaşma değil, Koçgiri’yi vuracak ordu birliklerini ve çeteleri düzenleyecek zaman kazanmaktır.[xxv] Onun gözünde Koçgirililere destek veren Dersimliler de “din düşmanları ve küfür içinde” olan insanlardır. “Bunun için: Dersim ve bilhassa Ovacık’ta neticeli ve kat’i tedibatı şedide ister.”[xxvi] Koçgiri için ise düşünceleri şöyledir: “Ümraniye[xxvii] isyan mıntıkasında Sünni köyler dışında tek bir cami ve mescid yoktur. Efradın adı İslamdır!” Nurettin Paşa, Rumlar hakkında da açık konuşur: “Fikrimizce memleketimizdeki Rumlar bir yılandır. Bu yılanların zehirleri kadınlardır. Bu yüzden erkeklerle aynı şeyi yaptık. Çocuklarından da ayırmadık.”1 [xxviii]
Türk ve Müslüman olmayanlara karşı düşmanca fikirlerle dolu, İttihat ve Terakki üyesi Nurettin Paşa, inançlı bir hilafet ve saltanat sevdalısıdır. Yanında da kendisi gibi düşünen ve daha sonra Abdullah Alpdoğan adını alan, Merkez Ordusu Kurmay Başkanı (aynı zamanda damadı) Hüseyin Hüsnü vardır.[xxix]
Bölgeyi Müslüman ve Türk olmayanlardan arındırmak için Pontus ve Koçgiri’de bütün Türk ve Sünni unsurların bir araya getirilmesi ve teşkilatlanması gerekiyordu. Bunun için Merkez Ordusu mıntıkası içinde Sünni Türk köylerindeki güvenilir unsurlardan oluşturulan ve silahlandırılan Oymak teşkilatlarından yararlanıldı. Koçgiri hareketinin yayıldığı tüm alanlarda Sünni Türk köyleri silahlandırıldı, silahlı olanlar desteklendi. İstihbarat için askeri polis teşkilatı kuruldu. Hristiyanlar ise ordunun yol, iaşe, nakliye işlerinde çalıştırılmak amacıyla Amele Taburları’nda toplandı. Bu taburlarda toplanan askerlere silah verilmiyor, Türk asker ve subayların denetiminde çalıştırılıyor ve kendi bölgelerinde görevlendirilmiyorlardı. Böylelikle Hristiyan erkekler kontrol altında tutulmuş oluyor, Hristiyan köyler Topal Osman çetelerine karşı savunmasız bırakılıyordu. Bölgede Rumca yayınlar yasaklanmıştı. Tüm posta idarelerinden gelen mektuplar kontrol ediliyor, seyahat edenler sıkı takip altında tutuluyordu.[xxx]
Nurettin Paşa orduyu yeniden yapılandırmak, Türk ve Sünni sivil özel harp grupları kurup silahlandırmakla yetinmiyordu. Kızılbaş Kürtlerin ve Hristiyan Rumların ezilmesini istiyordu. Hiçbir uzlaşma teklifini kabul etmiyordu. İsyan bastırıldığı halde çeteler ve askerler eliyle yağmalama ve öldürmelere devam ediliyordu. Buna itiraz eden Sivas Valisi Ebubekir Hazım Tepeyran’ı görevden aldırıyordu. Nurettin Paşa’nın bu kindar ve yok etmeyi temel alan politikası, Ebubekir Hazım Tepeyran tarafından şöyle anlatılıyordu:
“Askerlerle çemberlenen köyler ahalisi söylentilerin doğruluğuna, yani Kürtlerin tenkil edileceğine inanarak hayatlarını kurtarmak için köylerini, evlerini terk ederek dağlara sığınmaya mecbur olmuşlardır. Sırf can korkusuyla kaçan, isyan ve şekavetle suçlanarak boş kalan köyler yakılıp yıkılarak bütün mal ve eşyaları ve hayvanları müsadere edilmiştir. (…) Zara Kazasının merkezine bağlı köylerden 76 ve Divriki Kazasında 57 ki toplam 132 köy muharip bir düşman istihkâmları gibi yakılmış, tahrip olunmuş ve yüzlerce nüfus öldürülmüştür. Ayrıca bütün mal ve eşya, zahire ve hayvanları yağma olunmuştur. Binlerce nüfus dağlarda, kırlarda açlıktan ve sefaletten ölüme mahkûm edilmiştir.”[xxxi]
Nurettin Paşa’nın Kızılbaş düşmanı bu tavrı arşiv belgelerine ise şöyle yansımıştı:
“Koçgiri Aşireti’nin köylerini 14. Süvari Fırkası ve Giresun Alayı tedibe çalışırken, 27. Liva ile Erzincan Müfrezesi de isyan mıntıkasından Dersim’e doğru kaçan asileri takiple meşguldü. Bunların keleklerle Fırat’ı geçmelerine engel olundu. Nehre ulaşanlara ateş açılarak 5 kişi boğuldu. Bu sefer Acemoğlu köprüsünden Dersim’e geçmek isteyen asiler Erzincan Müfrezesi’nin ateşine maruz kaldılar. 200 kişilik gruptan 60 kişi öldürüldü. Beraberlerinde götürdükleri çok sayıdaki hayvanı, halıyı, kilimi terk eden asiler…”[xxxii]
Özel harp tekniklerini incelikle uygulayan Nurettin Paşa, orduya yardım eden Türk-Sünni köylülere yağmaladıkları mallara el koyma hakkı veriyor, kaçan köylülerin bıraktığı malları bunlara dağıtıyor ve böylece bölgede yaşayan halkların arasına yüz yüze bakamayacakları düşmanlık ekiyordu.[xxxiii]
Yapılan zulüm o denli büyüktü ki konu Karadenizli ve Doğulu milletvekilleri tarafından meclise taşındı ve gizli oturumlarda tartışıldı.[xxxiv] Koçgiri ve Pontus’ta gayrinizami kuvvetler kullanmak (Topal Osman vb.), Rumların sürgün edilmesi sırasında yağmalanıp öldürülmelerine göz yummak, Ümraniye isyanında halk merhamet dilemeye hazırken, Topal Osman’a milleti kırdırtmak, rüşvet almak, akrabalarını önemli görevlere getirmek, meclisin yetkilerini kullanmak, ast ve üstlerini dikkate almamak vb. suçlarla Nurettin Paşa’nın yargılanmasına karar verildi.[xxxv] M. Kemal’in girişimleriyle yargılanma talebi, soruşturmaya dönüştürülerek savunmasının alınmasıyla yetinildi. Nurettin Paşa görevden alındı, Merkez Ordusu da lağvedildi. Ama sürecin sonunda Nurettin Paşa terfi ettirilerek İzmir’e giren 1. Ordu komutanlığına atanırken, Topal Osman da ödüllendirilerek M. Kemal’in Özel Muhafız Birliği komutanlığına getirildi.
Ve Sakallı’nın sağ kolu T opal Osman
Nurettin Paşa ve Topal Osman bir tablonun iki yarısı gibidir. Birisinin anlatılmaması tablonun anlaşılamaması demektir. Nurettin Paşa, hakkında açılan Meclis soruşturmasına cevap verirken; Topal Osman’ı daha önce tanımadığını, Genel Kurmay’ın emriyle isyancılara karşı gönderildiğini, Giresun Alayı’nın fahri komutanı olduğunu, bu unvanı ona Merkez Ordusu, Genel Kurmay ve Milli Savunma Bakanlığı’nın verdiğini belirtir. Bu alayın kendisi tarafından askeri düzene uygun hale getirildiğini söyleyen Nurettin Paşa, gayrinizami özel harbin Genel Kurmay tarafından önerildiğini de ifade etmiş olmaktadır.[xxxvi] Nurettin Paşa, Topal Osman’ı tanımadığını ifade etse de M. Kemal ve devlet onu tanımaktadır:
“İstanbul Divan-ı Harbi tarafından Ermeni katliamlarına katıldığı için aranırken Rumların Giresun´daki Rum Mektebine astıkları Pontus bayrağını indirmesi üzerine hakkındaki tutuklama kararı kaldırılan Topal Osman, Mustafa Kemal’e ‘Siz hiç merak etmeyin Paşam. Bu Pontus Rumlarına öyle bir tütsü vereceğim ki, hepsi mağaralarda eşek arısı gibi boğulacak’ dedi ve bölgeden yayılan anılara göre tam da dediğini yaptı. Yüzlerce kişiyi mağaralara koyarak öldürdüğü söylentileri efsaneleşerek dilden dile yayılan Topal Osman’ın bir sonraki katliam görevi isyan eden Kürtlere yönelikti.”[xxxvii]
Atatürk’ün özel gazetecisi Falih Rıfkı Atay; o dönemde kullanılan Topal Osman gibiler için “…Çeteler sözde, fakat onlar gerçekten BMM Hükümeti’nin emrinde idiler” değerlendirmesini yapar. Atay, İzmir’de Rumlara yapılan eziyetleri dile getiren Halide Edip Adıvar için, Topal Osman’ın, “Ah Mustafa Kemal Paşa o kadını bana verse de karşı koymak nedir ona gösterirdim” dediğini, İstanbul Beyoğlu’nda gördüğü peçesi açık bir kadın için de, “Biz bu karıları böyle görmek için mi dövüştük” şeklinde tepki gösterdiğini aktarır. “Kızdığı kaymakamı kazdığı çukura gömen, içindekilerle beraber yaktırdığı bir evden annesinin dışarıya attığı çocuğu soğukkanlılıkla kucaklayıp tekrar ateşe atan” Topal Osman’a dair Atay’ın tarifi, “Karadeniz kıyılarının destan kahramanı”[xxxviii] biçimindedir.
Nurettin Paşa, Koçgiri ve Pontus’ta yaptıkları nedeniyle açılan Meclis soruşturmasına gönderdiği savunmasında; Pontus’ta 3342 Rum’un öldürüldüğünü, 50 bin kişinin de bölgeden sürüldüğünü belirtir. Bu konuda çalışma yapan Balcıoğlu, Taş ve Öztürk ise öldürülen Rumların sayısını 11.188, sürülen Rumların sayısını ise 63.844 olarak vermektedir.[xxxix] Sürgün ve tehcir edilen insanların saldırıya uğrayıp öldürülmeleri, mallarının yağmalanması suçlamasına ise “Bütün Rumlarda bir devlet mefkûresi vardır, onlar giderek zenginleşiyorlar, Wilson Prensipleri bunları azdırdı, Türklere karşı da örgütleniyorlar” diye cevap verirken sürgün, öldürme ve yağmalama işlerini meşru göstermeye çalışmaktadır.[xl] Topal Osman’ın da katıldığı harekât sonucunda Koçgiri’de ne olduğu ise TBMM tahkik heyetinin hazırladığı rapora şöyle yansımıştır:
“Bir hayli Kürt hanesi kıtaat ve gayr-i mesullerce ihrak edilmiştir. Zara’da 1403, Refahiye’de 125, Divriği’de 125, Hafik’te 46, Kuruçay’da 54, Toplam 1703 hanedir.
Asiler Kemah’ta 80, Zara’da 96, Refahiye’de 11 köyü yakmışlardır. Asilerden 1000’e yakın şahıs maktul, 100 kadar da yaralı vardır. Hükümet kuvvetlerinden 63 şehit, 200 mütecaviz olmayan yaralı vardır.
Kıtaat arasındaki fevkalade sessizlik, bazı masumların öldürüldüğünü tekzib ettirmiyor. Çok mevaşi alınmış; Giresun’a kadar götürülmüş. İstirdat komisyonu kurduk. Bu bedbaht ahaliye erzak gönderilmesi size arz edildi. İsmet ve namusa tecavüz olduğu, israrla kadınlarca iddia edilmiştir”.[xli]
Bu katliamı gerçekleştiren kadrolar cezasızlıkla korunmuş, terfilerle ödüllendirilmişlerdir. Ayşe Hür’ün aktardığı Topal Osman’ın heykelinin dikilmesi olayı da bu yaklaşımın günümüzdeki devamı açısından ibret vericidir.
“Trabzon milletvekili Ali Şükrü Bey’in cinayetinden sorumlu tutulması üzerine çıkan çatışmada öldürülen Topal Osman’a iade-i itibar ise 1925’te geldi. İlk Giresun Kalesi’nde gömülen naaşı, Mustafa Kemal’in emri ile kale içinde yaptırılan anıt mezara nakledildi… Kendisi için heykel yapılması ise emekli Ergenekoncu, Jitem’ci, ismi Susurluk olayına karışan, faili meçhul cinayetlerle anılan Tuğgeneral Veli Küçük ile 30 Ağustos 2000’de gerçekleşti.”[xlii]
Cumhuriyetin kurucu kadrosu, Koçgiri ve Pontus’ta görevlendirdiği kişilerin sicillerini, göreve uygunluklarını, ne iş yapacaklarını ve hangi yöntemleri uygulayacaklarını biliyordu. Bu insanlar, işledikleri suçlardan dolayı yargılanmadılar, mecliste savunuldular, terfi ettirilerek kendilerine yeni ve daha önemli görevler verildi. Ta ki bu çeteler kendilerini de tehdit edinceye kadar…
Sonuç yerine
Koçgiri hareketi, ülkenin yeniden kurulduğu dönemde Kürt ulusal bilinci de edinmiş Koçgirililerin kendi kimlik ve inançlarıyla siyasal bir statü elde etmek iradesi üzerinde şekillenmişti. M. Kemal ve BMM’nin tavrı ise İttihat Terakki tarafından oluşturulan “Anadolu’nun etnik ve dinsel bakımdan temizlenmesi” stratejisinin devamı biçimindedir. Bunun devletin ana stratejisi olduğu ise, M. Kemal’le anlaşıp BMM’ne katıldıkları halde “temizlenmekten” kurtulamayan, Türk ve Hanefi olmayan Kürtler ve Dersimlilerin uğradığı katliamlardır.
Koçgiri’nin üzerinden 99 yıl geçtiği halde Kürt ve Alevi “sorunu” çözülemedi. Sorunu çöz(e) meyen devlet ve bu stratejiyi destekleyen siyasal güçler, kimlik ve inançların anayasal güvenceye kavuşturulması ve statü taleplerine karşı birleşmekte, şiddet politikalarıyla çözümü engellemektedir. Çözüm, Koçgirililerin 99 yıl önceki taleplerinin içinde, halkların eşitlik ve öz yönetim temelindeki birliğindedir. Çözümsüzlük de yüz yıldan fazladır sürdürülen “etnik ve dinsel temizlik” stratejisindedir. Acı olan ise bu stratejilerin, mağdur ettiği halklar ve inanç grupları arasında halen küçümsenemeyecek oranda destek bulması ve bu desteğin ‘ana strateji’nin yürütülmesine olanak sağlıyor oluşudur.
[i] Halk arasında ve siyası yazında, Koçgiri hareketinin başlangıç tarihi olarak aşiret güçlerinin Ümraniye (İmranlı) nahiye merkezini ele geçirdikleri 6 Mart 1921 kabul edilir. ‘99. yıldönümü’ ifadesi bu kabulden dolayı kullanılmıştır.
[ii]Ayrıntılar için bkz. Gültekin Uçar, Koçgiri, Aşiret Kimlik Siyaset, 2019 Ayrıntı Yayınları, s. 95.
[iii] Yusuf Akçura, “Üç Tarz-ı Siyaset”, Türk Tarih Kurumu, 2014, Ankara. “Üç Tarz-ı Siyaset Mısır’da Abdülhamit istibdadına karşı savaşan Türk Gazetesi’nin 23-24’üncü sayılarında yayımlanmıştır. (…)Makalede üzerinde durulan konular şöyledir: 1. Bir Osmanlı ulusu meydana getirmek, 2. İslamcılığa dayanan bir devlet yapısı Kurmak, 3. Irka dayalı bir Türk siyasal ulusçuluğu meydana getirmek (agm. Enver Ziya Karal’ın Ön Söz’ünden).
[iv] Fuat Dündar, İttihat ve Terakki’nin Müslümanları İskân Politikası, İletişim Yayınları, İstanbul, 2015, s. 36-38.
[v] Nihat Erim, Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih Metinleri, Cilt1. Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1953 Ankara, Felat Özsoy, Tahsin Eriş, 1925 Kürt İsyanı, Peri Yayınları İstanbul, 2007, s. 42.
[vi] Mustafa Kemal Aralık 1919’da yapılan Meclis-i Mebusan seçimlerinde Erzurum mebusu seçilmiş ancak güvenli olmadığı ve siyasal inisiyatifin İstanbul’a (Meclis-i Mebusan’a) geçeceğini düşündüğü için İstanbul’a giderek çalışmalara katılmamıştır. Ancak Sivas Kongresi’ni birlikte örgütlediği İttihat Terakki’nin Talat Paşa kanadından Kara Vasıf ve Rauf Bey’i çalışmalara katılmaları için göndererek Meclis-i Mebusan’da Salah-ı Vatan grubunu kurduğunu Talat Paşa’ya gönderdiği 29.2.1920 tarihli mektubunda yazmaktadır. Bkz. Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt 6, Kaynak Yayınları, 2001, İstanbul, s. 407-412.
[vii] Emel Akal, Mustafa Kemal İttihat Terakki ve Bolşevizm, TÜSTAV Yay., Araştırma Dizisi 1, İstanbul, 2002, s. 282- 291.
[viii] Paris Konferansı: 18 Ocak 1919’da toplanan, I. Dünya Savaşı’nı sona erdiren antlaşmaların hazırlandığı, konferansa katılan Ermeni temsilcilerinin Doğu Anadolu’da bağımsız Ermenistan kurulması önerisini dile getirdikleri, Kürtler adına Şerif Paşa’nın katıldığı konferanstır.
[ix] Selahattin Ali Arik, Yakındoğu’da Koçgiri ve Dersim Kızılbaş Kürt Soykırımı, Peri Yayınları, İstanbul 2012, s. 287.
[x] Nuri Dersimi, Kürdistan Tarihinde Dersim, Dam Yayınları, İstanbul, 2014, s. 99-101.
[xi] Evin Çiçek, Kemalizm ve Kürd Ulusal Sorunu 1, Sitav Yayınları, Ankara, 2020, s. 53.
[xii] Sinan Hakan, Türkiye Kurulurken Kürtler (1916-1920), İletişim Yayınları, İstanbul, 2013, s. 128, 232, 312.
[xiii] http://www.sivas.gov.tr/kurumlar/sivas.gov.tr/%C4%B0limiz%20Bilgiler/4%20Eyl%C3%BCl%20 Sivas%20K kongresi/Belgeler.pdf.
[xiv] Mehmet Kılıç, Amasya Tamimi ve Protokolü, Okan Ünv. 2009, İstanbul, s. 109-110.
[xv] Erzurum Kongresi’ne aşiretler adına katılan delegelerin gerçek anlamda bir Kürt temsiliyeti sağlamadığı ve esas olarak İttihat Terakki’nin organize ettiği elemanlara dayandığı hakkındaki görüşler için bkz. Emel Akal, Mustafa Kemal İttihat Terakki ve Bolşevizm, TÜSTAV Yay., Araştırma Dizisi 1, İstanbul, 2002, s. 238-246.
[xvi] M. Balcıoğlu, Bir Paşa İki İsyan, Koçgiri Pontus, Babil Yay., Ankara 2003, s. 299.
[xvii] Dilek Kızıldağ Soileau, Koçgiri İsyanı Sosyo-Tarihsel Bir Analiz, İletişim Yay., İstanbul, 2017, s. 191-192, 198, 222; Mahmut Akyürekli, Koçkıri Kırımı, Tarih Kulübü Yay., İstanbul, 2016, s. 91.
[xviii] Nuri Dersimi, Kürdistan Tarihinde Dersim, Dam Yay., İstanbul 2014, s. 120.
[xix] Taha Parla, Türkiye’de Anayasalar; Tarih, İdeoloji, Rejim, Metis Yay., İstanbul, 2016, s. 21-26.
[xx] Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt 6, Kaynak Yay., 2001, İstanbul, s. 407-712.
[xxi] Fuat Dündar, İttihat ve Terakki’nin Müslümanları İskân Politikası, İletişim yay., İstanbul, 2015, s. 36-38.
[xxii] Age., s. 148.
[xxiii] Mustafa Balcıoğlu, Bir Paşa İki İsyan, Babil Yay., İstanbul 2003, s. 14.
[xxiv] Aktaran Selahattin Ali Arik. Suat Parlar, Ortadoğu’da Yeni Dünya Düzeni, Yar Yay., Aralık 1999, İstanbul, s. 226.
[xxv] Mustafa Balcıoğlu, Bir Paşa İki İsyan. Babil Yay., 2003 Ankara, s. 143; Mahmut Akyürekli, Koçkıri Kırımı, Tarih Kulübü Yay., İstanbul, 2016, s. 92.
[xxvi] Age., 170.
[xxvii] Bugün Sivas’ın İmranlı ilçesidir.
[xxviii] Mustafa Balcıoğlu, Bir Paşa İki İsyan, Babil Yay., 2003 Ankara, s. 275.
[xxix] Uğur Mumcu, Kürt Dosyası, um:ag Yay., 36. Baskı, 2010 Ankara, s. 26. “Korgeneral Hüseyin Abdullah Alpdoğan 1878 yılında Kastamonu’nun Taşköprü ilçesinde doğdu. (http://bilgi-bilgi.com/nureddin_ibrahim_konyar_asker) 1905 yılında piyade subayı olarak 2. Ordu’da göreve başladı. Trablusgarp, Balkan, I. Dünya ve Kurtuluş savaşlarına katıldı. Koçgiri ayaklanmasını bastıran Merkez Ordusu’nda kurmay başkanı olarak görev yaptı. 1936-1943 yılları arasında Tunceli Valiliği, Komutanlığı ve 4. Umumi Müfettişlik görevlerinde bulundu.”
[xxx] Merkez Ordusu’nun özel birimleri ve faaliyetleri için bkz. Mustafa Balcıoğlu, Bir Paşa İki İsyan, Babil Yay. 2003 Ankara, s. 21-54.
[xxxi] Ebubekir Hazım Tepeyran, Belgelerle Kurtuluş Savaşı Anıları, Çağdaş Yayınları, 1982, s. 75.
[xxxii] Mustafa Balcıoğlu, Bir Paşa İki İsyan, Babil Yay., 2003, Ankara, s. 161; Prof. Mustafa Balcıoğlu, ATASE arşivleri (Klasör 730, Dosya,16, Fhr. 60.2.)
[xxxiii] Mustafa Balcıoğlu, Bir Paşa İki İsyan, Babil Yay., 2003, Ankara, s. 161, 163, 166.
[xxxiv] http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/tutanak_dergisi_pdfler.birlesimler_ 12 Ocak 2015:03, 04, 05 Ekim1921 Koçgiri Ümraniye olayları üstünetartışmalar. 22 Kasım 1921, 19 Aralık 1921, 16 Ocak 1922, 17 Ocak 1922, 19 Ocak 1922, 19 Temmuz 1922, 02 Mart 1923 Meclis görüşmelerinin ortak noktası: Zulüm vardır. Zulmü itiraf edelim. Yetkiler suiistimal edilmiştir. Yapanlar cezalarını görmelidirler. Zabıtlarda sözü geçen 13 Eylül 1337 tarihli İrade-i Milliye gazetesi ve 30 Eylül 1337 (1921) tarihli Nurettin Paşa’nın yayınlattığı beyannameler.
[xxxv] Mustafa Balcıoğlu, Bir Paşa İki İsyan. Babil Yay., 2003, Ankara, s. 272.
[xxxvi] Mustafa Balcıoğlu, Bir Paşa İki İsyan, Babil Yay., 2003, Ankara, s. 273-274.
[xxxvii] Serdar Korucu “Üç Halkın Katliamcısı: Topal Osman” 21.08.2014 tarihli Agos gazetesi.
[xxxviii] Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Pozitif Yay., İstanbul, s. 308, 309.
[xxxix] Mustafa Balcıoğlu, Bir Paşa İki İsyan, Koçgiri Pontus, Babil Yay., Ankara, 2003, s. 120; Necati Fahri Taş, Nurettin Paşa, Atatürk Araştırma Merkezi Yay., Ankara, 2014, s. 135-137; Özhan Öztürk, Antikçağ’dan Günümüze Karadeniz’in Etnik ve Siyasi Tarihi, Genesis Kitap, Ankara, 2012, s. 399.
[xl] Mustafa Balcıoğlu, Bir Paşa İki İsyan, Koçgiri Pontus, Babil Yay., Ankara, 2003, s. 274-275.
[xli] Mustafa Balcıoğlu, Bir Paşa İki İsyan, Babil Yay., 2003 Ankara, s. 284-285.
[xlii] Ayrıntılı bilgi için bkz. arsiv.taraf.com.tr/yazilar/ayse-hur/ali-sukru-bey-ve-topal-osman/20678/