50. EMEK YILINDA MEHMET BAYRAK’A SAYGIYLA

AYDIN ÇUBUKÇU

Halkların tarihini kültür yapıları üzerinden okuma çalışmaları, belli bir coğrafyada farklı zamanlarda yaşamış farklı halklar arasında beklenmedik bağlantılar, benzerlikler, süreklilikler, derin etkileşimler bulunduğunu açığa çıkarmıştır. Özellikle belli bir bölgenin, diyelim Mezopotamya ve Ortadoğu’nun şimdilik bilindiği kadarıyla on bin yıldan daha eskilere giden toplumsal tarihine bu açıdan bakmak, tarih bilimi bakımından son derece verimli sonuçlar doğurmuştur.

Ne var ki Sibirya steplerinden Afrika çöllerine, Mezopotamya’nın nehir boylarından Orta Amerika’nın ormanlarına, oradan İndüs Vadisi’ne kadar, birbirinden zaman ve mekân bakımından çok uzak halklar arasında da yalnızca üretim aletleri, dokuma teknikleri vb. bakımından değil; inançlar, töreler, bazılarında diller bakımından da şaşırtıcı benzerlikler bulunmuştur. Eşzamanlılık ve mekân ortaklığı olmayan, birinin diğerinden doğmuş olduğuna dair kanıtlar bulunmayan büyük insanlık serüveninin bu parçalarını, tek merkezden doğmuş olmak bakımından birleştirmeye çalışmak inandırıcı bir sonuç vermemiştir. “Çok merkezli uygarlık teorileri” bu yüzden daha ikna edici görünüyor.

Bayrak’ın sahası, Mezopotamya

Mehmet Bayrak, son derece önemli bir merkezi kendisine araştırma alanı olarak seçmiştir. Bütün verimiyle bu merkez, tarih boyunca bölgedeki bütün dilleri, kültürleri, dinleri ve politik gelişmeleri etkilemiş, pek çoğuna kaynaklık etmiştir.

Kuşkusuz, eş zamanlı olmasa da birbirinden habersiz başka merkezlerde de insanlar benzer icatlar geliştiriyor, kendi yollarında ilerliyorlardı. Tarihin, eşitsiz ve sıçramalı gelişme yasası farklı zamanlarda farklı gelişme biçimlerine yol açsa da Mehmet Bayrak’ın merceğini tuttuğu merkez hızlı ve zengin bir gelişmeyi yaşadı. Hemen hemen aynı tarihlerde, bugünkü Çin coğrafyasında da yeni arkeolojik buluşların gösterdiği gibi çok eski bir uygarlık gelişmiş bulunuyordu ve büyük olasılıkla bunların birbirlerinden haberi yoktu. Eğer ilişkileri olsaydı, birbirlerinden etkilenebilselerdi, kuşkusuz insanlık için çok farklı bir gelişme yolu açılabilirdi. Coğrafi ve tarihsel engeller her uygarlık merkezinin görece kapalı havzalarda gelişmesine olanak verdi. Fakat Mezopotamya uygarlık merkezi, birbirine eklemlenebilen, zincirleme ve ağ modellerini birlikte içeren özelliğiyle bölge tarihinde belirleyici bir rol üstlendi. Ne var ki egemen tarih yazımında bu özellik çok geç değerlendirilebildi. Aslında bu havzanın devamı olan Ege uygarlığının “Batı kültür ve medeniyetinin” temeli olarak kabul edilmesiyle, Mezopotamya uygarlık havzasının keşfi, uzun zaman sömürgeci ilginin kendisine yönelmesini bekledi. XIX. yüzyılda, parça parça, burada derin kökler bulunduğu görülmeye başlandı.

Bölge halklarının belleği

Fakat bölge halklarının ölümsüz belleği, en eski kökleri kendi hayatında saklamaya, kullanmaya ve değişik biçimler altında geliştirmeye devam etti.

Mehmet Bayrak’ın çalışmaları, “halkların belleğine” yönelerek tarih yazma örneği olarak olağanüstü bir değere sahiptir.

Tümünü okuma imkânı bulamamış biri olarak, yalnızca kitaplarının adlarına bakarak onun verimli ilgisinin boyutları hakkında bir şeyler söylenebileceğini düşünüyorum. Öncelikle, “halkların bellek arkeolojisi” diye adlandırabileceğimiz bu çalışmalar bütünü, resmî politik kirletmeleri ve çarpıtmaları aşma çabası olarak karşımıza çıkıyor. Bu büyük hazinenin en “dokunulamaz” halleri; inançlar, türküler, efsaneler, halk müzik ve dansları ve kısmen de yazılı edebiyatı içinde saklanmaktadır; bunlarla yalan söylenemez. Mehmet Bayrak, bir insan ömrüne sığdırılması zor görünen bir doğurganlıkla bu deryaya dalmıştır. Altından ancak bir enstitü çalışmasıyla kalkılabilecek belgeler ve bilgiler yığını içinde mikroskobunu Kürt halkının derin köklerindeki hücrelere yöneltmiştir. Bize bildirilen ve doğruluğundan kuşku duymamız bile yasaklanmış “şaşmaz doğrular”, Kürt halkının siyasal ve kültürel tarihinde mihenk taşına vurulmuş, foyaları açığa çıkarılmıştır.

Mehmet Bayrak’ın Kürt halk tarihini eksen olarak alması, kimi zaman eleştirilmiştir. Oysa tarih yazımında yöntem olarak, belli bir kesit üzerinden bütünü anlamaya çalışmak ve yukarıda da değindiğim gibi, ağı anlamak için düğüm noktalarına yoğunlaşmak, bilgi yığınını dağınıklıktan ve kopukluklara yol açmaktan kurtarır. Önemli olan, bunun bir başka “resmî tarih”e yol açıp açmadığıdır. Mehmet Bayrak, bu açmaza düşmemiştir. Büyük tarihsel birikimin oluşmasında payı olan her halkın; Ermenilerin, Türklerin, Arapların, Farsların, Alevi-Kızılbaşların hakkını teslim etmiş, gerçeğin ışığına ulaşmak için büyük çaba göstermiş, küller arasındaki kıvılcımlardan bir ateş çıkarmıştır.

Karartılmış tarihin karşısına halkların aydınlığıyla çıkışının 50. yılında emeğini, bilgisini ve bilgeliğini saygıyla selamlıyorum.