BİR ARŞİV KURDU, BİR KEŞİFÇİ…

Faik Bulut

M. Bayrak

Hakikat arayışı sürecinde bir araştırmacıda aranan özellikler; belgeye dayanmak, nesnel olmak, takıntı ve ön yargılardan uzak durmak, meseleye tek pencereden değil çok yönlü bakmaya ilaveten bulabildiklerini birçok farklı kaynaktan doğrulatmak olmalıdır.

Gerçeğin peşinde olanlar, sadece kuru belgecilik ve arşivcilikle yetinemezler. Kuru belgecilik nihayetinde elinde tarihî bir fotoğraf karesi bulundurmak demektir. Oysa tek başına böyle bir kare donuktur; çok şey anlatmayabilir. Bazen de yanıltabilir. Bakıldığında sanki bütün bir tarihî olay, o biricik kareden ibaretmiş gibi görünebilir. Halbuki sorgulayıcı ve irdeleyici bir araştırmacı, bununla tatmin olmamalı; söz konusu tarihî olaya ilişkin canlı yahut cansız kaynaklardan elinden geldiğince yeni kareler temin etmeli, tecrübesine ve birikimine dayanarak bu kareleri yan yana getirmek suretiyle bir film şeridi haline getirmelidir. Kısacası o tarihî belgeyi yorumlayıp anlamlandırarak kamuoyuyla paylaşabilmelidir.

Mehmet Bayrak, bu vasıfların tümünü aydın kimliği ve kişiliğinde toplamıştır. Nasıl ve niçin? Aslında o Kürt halkının bir evladıdır. Bu halk ki tarihî trajedilerin hemen her türünü yaşamış, deyim yerindeyse feleğin çemberinden geçerek günümüze kadar varlık mücadelesi vermiştir. Bilhassa son birkaç yüzyıllık tarihî acılar, sevdalar ve umutlarla doludur. Bu yüzden halkın yaralı bilinci acılıdır, sevdalıdır, umutludur. Bir o kadar da yerine yurduna, ocağına erkânına, derdine davasına bağlıdır.

Halkının vicdanı…

Bir aydın ise halkının vicdanı sayılır. Halkın içinden çıkan evlatlarına düşen ise dar anlayışlardan, kısır çekişmelerden, dar örgüt rekabetleri ve husumetlerinden mümkün olduğunca uzak durmak; bütün o kırılmalara rağmen özgürlük düşleri gören halkını rehber, pusula, yönerge ve kıble edinmektir. Dahası var; halkının sevdasını, umudunu ve davasını geleceğe taşımaktır. Geçmişle gelecek arasındaki kurtuluş yolunda bir köprü kurmaktır. Geçmişteki olumlu ve olumsuz dersleri, geleceğin inşasında kullanabilmektir. Halkın kendi yaşamında aktif özne ve katılımcı olabilmesi yol yordam göstermektir.

Son 40 yılına baktığımda Mehmet Bayrak’ın, kendini bu tarihî misyon bilinciyle donattığını ve bu doğrultuda faaliyet gösterdiğini görebiliyorum. Araştırmaları sırasında fedakârca ve sabırla temin ettiği gizli saklı belgeleri gün yüzüne çıkarmakla, halkına yol rehberi olma işlevini hakkıyla yerine getirdiği dikkatlerden kaçmıyor. Her çalışması, ona daha geniş bir bakış açısı kazandırıyor, bir üst aşamaya yükseltebiliyor.

Elindekileri herkesle paylaşması da böylesine geniş düşünmesinin sonucudur. Halka hizmet edebilecekler için adı konulmamış bir “okul, dershane” açmış gibidir Bayrak. Halkı için gayret gösterenlerin elinden tutmak, bu meseleye teşvik edip ve belgelerle donatmayı da görev bilmiştir o. Bu yüzden herkesi kucaklayabiliyor, herkesle diyalogu iyidir, çok daha önemlisi yazılarıyla veya medyadaki söyleşileriyle, demir çarık giymiş sabırlı bir derviş gibi mücadelesinin uzun yürüyüşüne devam etmektedir.

‘Bir tanıdım, pir tanıdım’

Kuşkusuz eksiği, gediği olmayan araştırmacı bulmak imkânsızdır. Bu kapsamda M. Bayrak’ın da henüz baş edemeği irade dışı, mecburiyetten kaynaklanan eksiklikleri ve kusurları olmalıdır. Dolayısıyla bazı çalışmaları “tekrar imiş” görünebilir. Muhtemelen o, şimdiye kadar gizlenmiş, toprağın yedi kat yerin altına defnedilmiş, yasaklanmış arşiv belgelerini bin bir zahmetle ortaya çıkarırken; şimdiye kadar yok sayılmış, inkâr edilmiş Aleviler, Kürtler ve Kürt meselesi gibi konularda döne döne aynı gerçeği anlatmak zorunda kalmıştır: Kaybedilmiş, yitirilmiş gerçekleri tekrar bilince taşımak, beyni yıkanarak öz benliğine, kimliğine ve sınıfsal kökenine yasancılaşmış birey ve toplumlara sürekli hatırlatmada bulunmayı misyon edinmiş. Devlet nazarında on yıllardan beri “3K” (şu meşhur Kızılbaş, Kürt, Komünist) diye damgalanmış topluluklar adına tarihî belgelerle savunmasını yapmasını bilmiştir. Ol nedenle sürgün günlerinde “ah vah” etmek yerine, sürekli entelektüel, fikirsel ve siyasal uğraşı vermiştir.

Kendisini 1990’ların başında tanıdım. Belgeli kitapları, ufuk açıcı ve yol gösterici olmuştur.

Onunla bugünkü hukukumuz sadece sıradan bir dostluktan ibaret değildir; aynı halkın farklı yörelerden iki evladı olarak, aydın vicdanı ve bakış açısı çerçevesinde elbirliği içindeyiz.
Çok geç tanımıştım kendisini. Ancak “bir tanıdım, pir tanıdım” ibaresiyle sözümü tamamlamak gereğine inanıyorum.