‘Çözüm süreci söylemi araç olarak kullanılıyor’

RÖPORTAJ: BÜLENT ULUS

Türkiye’de klasik düzen siyasetinin işleyişinde bazı ‘rutin’ler vardır. Bunlardan biri de her seçim arefesinde Kürt oylara olan ihtiyaca binaen yapılan ve her defasında söylemin ötesine geçmeyen hamlelerdir. ‘Yeni bir çözüm sürecinin eli kulağında’ söylemi de şu son aylarda sık sık gündeme geliyor ve tartışmalar yaratıyor. Kürt sorununa dair sahadaki durum ortadayken, kurumsal Kürt siyaseti neredeyse ‘düşman hukuku’nun konusu yapılmışken ‘yeni çözüm’ün olanak ve imkânları var mı sorusunu sormak gerekiyor. Son süreç neden ve nasıl bitirilmişti de ‘yeni’si vaat ediliyor şimdi? Çözüm süreci söylemi gerçekten çözüm odaklı mıdır? İktidara aday muhalefet partilerinin yaklaşımları farklı mıdır?.. Bu ve benzeri soruların yanıtları için yazar Faik Bulut’la konuştuk…

Öncesi de olmakla birlikte Erdoğan-Biden görüşmesinden sonra yeni bir çözüm süreci mi başlayacak gibi bir tartışma gündeme geldi. Bu tartışmalar neden yapılıyor ve bir gerçekliği var mı?

Sanıyorum en son HDP Milletvekili Erol Katırcıoğlu’ndan neşet etti bir ölçüde. Öncesinde ise Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Mehmet Kaya’nın ifadesiyle, AKP’liler oralarda nabız yokluyorlarmış. Diyarbakır’ın sivil toplum kuruluşları; barosu, ticaret odası, derneklerle de temas edip görüş falan almışlar ya da birtakım şahsiyetleri toplamışlar, onlarla da konuşmuşlar. Olay, buradan çıktı esas olarak. Çok sonradan da Murat Karayılan, sanırım bir TV konuşmasında, “Bize bir heyet gönderildi” gibi bir şey söylemiş. Olayın gerçekliği bir yana, bu noktadaki siyasi bakış yanlış, yani siyasi analiz yok orada. Katırcıoğlu bireysel olarak da söylemiş olabilir. Zaten partiyi de bağlamaz dediler ama orasını bilmiyorum.

Böyle bir eğilim olduğunu düşünüyor musunuz?

Birilerinin sözcüsü olarak konuşmadı Katırcıoğlu ama parti camiasında konuşuluyor olabilir, oralardan duyuyor olmalı. “Hendek Olayları” sonrasındaki o kırılmadan sonra millette, Kürt kitlesinde şapkasını önüne koyup düşünme durumu oldu. Bence karamsarların bir beklentisiydi bu tür konuşma ve eğilimler. Daha doğrusu gerçekçilerin değil, karamsar ve biraz da yanlış beklenti içinde olanların eğilimini yansıtıyor galiba.

Burada prensip olarak ya da reel politik açıdan doğru olan şudur: Kuşkusuz bir çözüm gerekiyor. Kürt sorununa bir çözüm şart yani. Şüphesiz ki bu çözüm için de iktidarda kim varsa, hangi siyasi güç varsa onunla oturursun. Dostunla barışa oturmazsın. Çatıştığın, hasım bellediğin ya da karşı taraf diye bildiğinle oturursun. Bu genel bir prensiptir. Dünyanın her yerinde böyledir. Ama beklentinin yersiz olduğunu düşünüyorum. Bir nedeni şu olabilir: AKP’liler sıkıştıkları için “Acaba Kürtleri yanıma çekebilir miyim veya onları bölebilir miyim” mantığıyla bir görüntü vermiş veya söylentiyi yaymış da olabilirler. AKP’lilerin Diyarbakır’daki nabız yoklamasının da buna yönelik olması mümkündür. Zaten çok sonradan ortaya da çıktı cumhurbaşkanının ağzından. HDP’yi, Selahattin Demirtaş’ı kötüleyerek “Onlar savaş istiyor hâlbuki Kürt halkı barış istiyor” mealinde bir şey söyledi. Ben bundan şunu anladım: Cumhurbaşkanı dahil, AKP’nin çözüm diye bir niyeti yok ama çözüm yolunu arıyormuş ya da çözüm arayışındaymış da diğerleri engellemiş izlenimi vermek istiyor. Nitekim Diyarbakır’daki son konuşmasında, “Biz hâlâ çözümdeyiz fakat çözüm istemeyenler belli” dedi. O halde burada ciddi bir niyet yok!

AKP’nin ya da cumhurbaşkanının söylemesi de acaba Biden bu meseleyi bize dayatır mı? Bildiğim kadarıyla Biden kabataslak şunu demiş: Kürt meselesini çöz ama şöyle ya da böyle çöz dememiş. İkincisi, Rojava’ya dokunma… Bu da muhtemelen dostlar alışverişte görsün hesabı, çözüyormuş gibi yaparak hem Diyarbakır’a gidiyor hem küstürdüğü Kürt kitlesini hatta HDP kitlesini kazanmak istiyor güya. İleride cumhurbaşkanlığı seçiminde falan lazım olacak ya. Hem de deyim yerindeyse dostlar alışverişte görsün niyetine bunu yapıyor. Daha fazlası yok bana göre.

Beklenti içinde olanların dikkate alması gereken en yaşamsal nokta şudur: Bu tür şeylerde muhatabın kimse, onun fikri haritasını çıkarman lazım. İktidar partisinin geçmişi çözümü gerçekleştirme hususunda umut ve güven verici mi? İdeolojisi gereği bunu yapabilir mi, dayatabilir mi? Ya da buna yol gösterici olabilir mi? Yaptıkları güven veriyor mu vermiyor mu? Deyim yerindeyse karşınızdaki muhatabın, iktidarın ve güç sahibinin siyasi/ideolojik gen haritasını çıkaracaksınız yani. Ben bu verilerin cevabını olumlu alamıyorum.

Beklenti içinde olanların dikkate alması gereken en yaşamsal nokta şudur: Bu tür şeylerde muhatabın kimse, onun fikri haritasını çıkarman lazım. Bu partinin (şu anda AKP’nin) geçmişi çözümü gerçekleştirme hususunda umut ve güven verici mi? İdeolojisi gereği bunu yapabilir mi, dayatabilir mi? Ya da buna yol gösterici olabilir mi? Keza şimdiye kadar yaptıkları güven veriyor mu vermiyor mu? Deyim yerindeyse karşınızdaki muhatabın, iktidarın ve güç sahibinin siyasi/ideolojik gen haritasını çıkaracaksınız yani. Ben bu verilerin cevabını olumlu alamıyorum. AKP’nin genetik yapısı ya da fikirsel genetiği, geldiği yer Türk-İslam sentezi. Türkçü-İslamcı-milliyetçi-mukaddesatçı, hele hele MHP ile iş birliği yapan bir partinin bunu gerçekleştirmesi mümkün değil. Görünüşteki siyasi manevraları, çözüme ucundan kıyısından ve yarım ağızla değinmesi, tamamen iktidar oyunu için. Çünkü bir önceki çözümü de yani başarısız olan çözümü de sırf cumhurbaşkanı olmak ve Kürt hareketini oyalamak için yaptı. Ne zaman ki Kürt hareketi onun niyetlerini öğrendi ve iktidarın şartlarını yerine getirmedi, Erdoğan o zaman “Dolmabahçe açıklamasını tanımıyorum,” dedi. Masayı devirdi.

Çözüm süreci yılları, Erdoğan Diyarbakır’da…

Önceki sürecin başarısızlığından Demirtaş’ı sorumlu tutanlar bulunuyor…

Burada Selahattin Demirtaş’a yanlış yükleniliyor. Bildiğim kadarıyla, HDP dışı bazı Kürt çevreleri niçin “Seni başkan yaptırmayacağız” dedi diyerek kendisini eleştiriyorlar. Bence olay öyle gelişmedi. Perde arkasında şu vardı: İmralı’ya gidiliyor. İmralı’da diyorlar ki sen silahı bırakma çağrısı, açıklaması yap! İmralı da diyor ki; peki, siz sözleşmeyi imzaladınız mı? Tam mutabakat oldu, her şey tamam mı? Yok. Her şey tamam olmayınca haber geliyor ve Selahattin de onun üzerine o meşhur “Seni başkan yaptırmayacağız” sözünü dillendiriyor. Başarısızlık orada başlıyor. Dolayısıyla orada devletin, iktidarın gerçek niyeti anlaşılıyor.

Şimdiki nabız yoklamasının sebebi?

1923’te yine cumhurbaşkanlığı seçimi var, yerel seçimler var, yeniden kazanmak için yapıyor. Geçen yerel seçimlerde Osman Öcalan’ı konuşturdular, Apo’nun mektubunu getirip okuttular. Demek ki burada çözme niyeti yok. Hepsi siyasi manevra ve kandırmaca…

Biden bir beklenti yarattı mı?

Biden o kadar şişirildi ki; Biden gelecek işte insan haklarını dayatacak, Kürt meselesinin çözümünü sonuna kadar dayatacak, Rojava’yı tümüyle sahiplenecek falan. Demokrasi yelpazesindeki birtakım çevreler, bu beklentiye kendilerini fazlaca kaptırdılar. Bunun şöyle bir yanlışlığı var. Eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger çok net söyler, der ki: “Amerika’nın düşmanları son derece tehlikelidir ve bunları bir şekilde halletmek lazım. Ama Amerika’yla dostluk kuranların gelecekleri de ölümcüldür.” Yani ölümle eşittir demeye getirir. Bu büyük devletler istediği zaman, çıkarına elverdiği yere kadar sizinle beraber yürür, elvermediği yerden sonra da devam eder gider. Bu bakımdan Biden’dan beklentilerin de yanlış bir beklenti olduğunu düşünüyorum. Hiçbir devlet, ortada dramatik/sürpriz veya yaşamsal bir olay yokken gelip “Kürtlerin hakkını muhakkak vereceksiniz” demez. Yapmaz bu işleri. Zamana oynar, çıkarları elverirse bunu yapar.

Independent Türkçe de yayımlanan makalenizde “150 yıllık bir sorunun aktif katılımcı Kürt öznesi olmadan çözülemeyeceğini” söylüyorsunuz. Şimdi yine ABD ve Türkiye Kürtler olmadan görüşüyor ve bunun üzerinden bir tartışma yürüyor. Değişen bir şey var mı?

Devletler yakın akraba gibidirler. Eğer bir devletin bir örgütle ilişkisi varsa, daha doğrusu ilgileniyorsa; diyelim ki Türkiye de Kürt hareketi var bir de karşı tarafta Türkiye Cumhuriyeti devleti var. Son tahlilde yabancı bir devlet (ABD, AB, Rusya, Çin vs) Kürtlerin yaşadıkları söz konusu devletten (Irak, Türkiye, Suriye veya İran gibi) yana tavrını koyar. Kürt örgütünden yana yaşamsal bir tutum almaz. Stratejik menfaati varsa bunu yapar. Fakat ortada böyle bir durum yok henüz.

Şöyle söyleyeyim: Bir örgüt, bir devlet, bir de Amerika var ya da Rusya var. HDP’yi mi tutacak Türkiye Cumhuriyeti’ni mi? Devletler daha çok devletlerle iş yapmayı tercih ederler son tahlilde. Bu konuda da Kürt hareketinin dikkatli olması lazım. Çünkü 2017’de hatırlıyorum bir Alman vakfı adına Rojava’da bir yıla yakın alan çalışması yapılıyor. Demokratik Birlik Partisi (PYD) ya da Suriye Demokratik Güçleri (SDG ) çevresine, yani sorumlularına soruyor: “Amerika sizi bir günde terk etse ne yaparsınız?” En az beş altı sorumlu cevap veriyor –zaten tersini söyleyen yok ya da tersini söyleyeni almamış–: “Biz o kadar büyüdük ki ne Amerika ne de Rusya bizi bırakmaz.” Aynı soruyu bu sefer Rusya için soruyor. “Rusya bırakırsa ne yaparsınız?” diye. Aynı cevap geliyor. Bu da örgütte bir ego şişkinliğinin sonucudur. Bu gerçekçi olmayan bir analizdir. Büyük devletlerle oynadığınız andan itibaren her ihtimali düşünmek zorundasınız.

Bir tarafta HDP’nin tutuklanan yöneticileri, üyeleri… Kapatılması gündemde ve bu süreç devam ediyor… Eş başkanları, milletvekilleri cezaevinde… Seçimle kazanılan belediyeler kayyumla elinden alınmış… Diğer tarafta bunlar sanki yaşanmadı, yaşanmıyor gibi gündeme gelen bir çözüm süreci tartışması var. Bir de tartışmaya müdahil olan taraflar açısından da baktığımızda bazı çevrelerde hatta bazı sol çevrelerde acaba “HDP, AKP’yle iş birliği mi yapacak?” yargısı var. Çözüm sürecine olumsuz bakanlarsa tabiri caizse “yine satacak mı?” yönlü bir algıyla meseleye yaklaşıyor. Bir iş birliği mümkün mü? Bu güvensizliğin sebebi nedir?

Bu algı çok yanlış. Bilhassa CHP ve ulusalcı solda klişe haline gelmiş. CHP’nin tabanı buna çok teşne. İkide bir hemen bunu çıkarırlar. Bu “satacaklar” fobisinden bir kere kurtulmak lazım. Doğru hareket ettiği sürece, işine gelirse ittifak da yapabilir. Ama bunu peşinen zihniyet okuma şeklinde görmemek lazım. Taksim’deki Gezi sırasında HPD’nin ikilemini, tereddüdünü saymıyorum. Gezi olaylarında tereddütlüydü ama buna rağmen kitlesini engellemedi, kattı. Çadırları kuruluydu HDP’lilerin. Hatta HDP’yi aralarına almak istemeyen kesimler vardı ulusal sol kesimde. Bu ön yargılar, klişeler doğru değil.

HDP, herhalde bu şartlar içinde Erdoğan’ın yeniden cumhurbaşkanı olması için, iktidarın istediği şartlar içinde anlaşmaz. Anlaşacaksa çerçeve bellidir. Bunu şundan söylüyorum. Zaten eylül sonunda HDP en azından ortak bir beyan, bildirge, plan sunacak kamuoyuna. Sadece Kürt meselesi için değil Türkiye’nin bütün meseleleri için bir bildirge, bir çıkış yolu sunacak. Bunu doğru buluruz, yanlış buluruz bilemem. Henüz içeriğini bilmiyorum, sadece Mithat Sancar’ın bir röportajından okudum, çerçevesini de anladım. Oradaki beyan şunu gösteriyor: Türkiye’nin bütün demokratik güçleri hatta demokrasi isteyen güçleri halkla birlikte hareket etmeli. Meselenin iktidarı devirip devirmemek olmadığına, düzeni değiştirmek olduğuna dair şeyler var. AKP’nin politikalarının yol açtığı bütün o sistemin yeniden restore edilmesini, yeniden düzeltilmesini isteyen bir çerçeve. Böyle bir talep, girişim; satmak ve iktidarla anlaşmak manasına gelmez.

Bu tartışmalar yapılırken HDP kongre kararlarını hatırlatmıştı. Saray rejiminden kurtulmak önümüzdeki dönemde öncelikli görevlerimiz arasındadır şeklinde bir açıklamaydı…

Bunu bir cümleyle değiştirdiler. Mesele bir iktidar değişikliği değil; sistem değişikliğini de içeren bir değişiklik. Çünkü muhalefeti şöyle eleştiriyor: Siz iktidar değişikliği istiyorsunuz, AKP gitsin diyelim ki İYİ parti ile CHP gelsin. Bu çözüm değil. AKP’nin şimdiye kadar ikame ettiği bir sistem var. Sen bu sistemi değiştirmediğin sürece (çünkü çark eğri) bu eğri çarkla devlet çarkını demokrasi ve özgürlüklere doğru yürütemezsin demeye getiriyor. Bunun temeli de katılımcı demokrasi.

İktidar değişikliğinin olduğunu varsayarsak, dediğiniz gibi AKP gitti yerine CHP-İYİ Parti geldi. Başta Kürt meselesi olmak üzere bu sorunlar nasıl çözülür ya da böyle bir değişiklikte bir çözüm bekliyor musunuz?

Mesela Nuray Mert’ten bir tespit okudum. Diyor ki iktidar laiksizlik özlemi içinde. Yani laikliğe dair ne varsa tümüyle yok etmek istiyor. Adını belki İslam Devleti koymuyor ama laikliği (tabii özgürlükçü laiklikten bahsediyor) tümüyle yok etmek istiyor. Ama diyor muhalefet partileri de (CHP’yi de kastediyor) ne yazık ki iktidarın bu laiksizlik özlemini devam ettiriyorlar. Onun söylemek istediği laiklik özgürlük demektir, demokrasi demektir, kitleye dayanmak demektir vs.

Şunu anlatmaya çalışıyorum: İYİ Parti veya CHP; AKP’yi taklit ederek ya da adı konulmamış bir AKP’lilik yaparak iktidara gelmek istiyor. Bu da sistem değişikliğini öngörmüyor. Bu makyaj; yani iktidara gelecek, yeni kadro atayacak, sosyal sigortalarda bir düzenleme yapacak ama bunlar bir sistem değişikliğini getirmiyor. Başından sonuna kadar bozulmuş bir sistem, yapı var. Burada yapısal bir bozukluk söz konusu. Hangi parti gelirse gelsin başarılı olamaz. Yasal Kürt hareketi de eğer buna teşneyse ondan da bir şey çıkmaz.

AKP, iktidarını sürdürmek için Kürtlerle ilişki kuruyor ya da kurmaya çalışıyor. Aynı şey CHP, İYİ Parti için de mi geçerli? CHP’nin son dönemlerde Doğu’ya Güneydoğu’ya ziyaretleri oluyor…

Evet, Güney’e Barzani’ye de bir heyet gitti. Tabii CHP tarihinde radikal bir değişiklik değilse bile bir dönüm noktası, anlayışında bir dönemeçtir bu ziyaret. Fakat dikkat edin, mevcut iktidar Barzani üzerinden ele alıyor Kürt meselesini. CHP de Barzani üzerinden alıyor meseleyi. Barzani kötü adamdır, görüşülmez de demiyorum. Görüşme, diplomasi önemli bir şey ama bu noktada da dikkat ederseniz CHP, AKP’yi taklit ediyor. AKP’nin Barzani’yle ilişkileri iyi, CHP heyeti de gidip Barzani üzerinden ilişki kuruyor. Kendine laf ettirmeyecek, eleştirilmeyecek yerden siftah yapıp işe koyuluyor.

Oysa Ankara’da, yanı başınızda Kürt yetkililer var ya da Diyarbakır’da temsilcileri var. Siz onlarla herhangi ciddi bir görüşme yapmıyorsunuz, davet etmiyorsunuz, ciddi meseleleri onlarla konuşmuyorsunuz ama gidiyorsunuz daha uzağınızdaki bir yere… Simgesel bir tavır gibi; yani bak ben buradayım. Bu bana çok anlamlı gelmiyor. İşte AKP’yi taklit etmek budur. Barzani’yle konuşmasının içeriğini de tahmin ediyorum. CHP’nin bir yöneticisi-milletvekili diyor ki, “Bu terör falan bitmeden biz ziyarete çok olumlu bakmıyoruz.” Buna karşın Hikmet Çetin olumlamış. O adını koymadan diyor ki, “Sınırın iki tarafında akrabalar var. Bu akrabalar arasında adı konulmamış bir ziyaret var.”Kısacası CHP’nin bu zikzaklardan vazgeçmesi lazım.

Sadece Kürt meselesinde değil Türkiye’nin bütün meselelerinde, sokağa bakışında da zikzak var. Yani sokak beni aşar, yerinizde oturun sandığı bekleyin. O kadar işçi grevi oluyor, insanlar sokağa dökülmek istiyor… Korkuyor, adını koyamıyor çünkü. Yani göğüsleyemiyor. Göğüsleyemediğin bir şeyi hak etmiş olmuyorsun.

Bu durumda çözüm süreci tartışmalarını bu meseleyi çözmekten ziyade iktidarda kalmanın ya da iktidara gelmenin bir aracı olarak kullanıldığını mı düşünmek gerekiyor?

Aynen. Kürt sorunu ya da çözüm süreci söylemi araç olarak değerlendirilmek isteniyor. AKP için de öyle, muhalefet için de. Diyelim ki aralarında bir parmak fark vardır ama o kadar.

Peki, böyle bir tabloda bu tartışmaların HDP için yararı ne?

CHP ve müttefiki partiler, iktidara gelirlerse belki bu baskılar azalır, kayyumlar kalkabilir ama bu meseleyi çözmüyor. Bu bir sistem değişikliği değil ki. Bu devletin yapmış olduğu yanlışların tashihidir. Doğru siyasi bir çizgi olmalı: Demokrasiye götüren, geniş anlamda hak ve özgürlüklere yol veren, halkın katılımıyla yapılacak bir anayasadır. Kürt meselesinin çözümü için, kitlelerin de onayını almak üzere gidip hangi bölgede konuşuldu? Yapılmadı. Demek halkı katmak istemiyorsunuz ama kendiniz de engel oluyorsunuz. Hem kendiniz engel oluyorsunuz hem de sokağı engelliyorsunuz.
Gözlemim o ki, Diyarbakır’a daha önce birkaç kez gitmiş CHP heyetlerinin aklından şu geçiyor olmalı: Nasıl olsa HDP kapanacak, onların oylarına konalım! Batan geminin malları hesabı kötüdür, siyasi bezirgânlıktır.

Buradan şunu çıkarıyoruz. Çözüme dair bir devlet politikası yok. Spekülasyon var.

Spekülasyon var, manevra ve taktikler var. Günübirlik taktikler. Biraz eyyamcı, fırsatçı taktikler. Onu ona karşı, bunu buna karşı kullanayım.

Katırcıoğlu benzerlerinin –beyefendi ile bir derdim yok ama– fikriyatıyla bir problemim var. Zira aynı problemi daha önce de yaşadık. Leyla Zana ne dedi: “Bunu çözerse AKP yani Erdoğan çözer.” Hatta “Çözmezse Meclis önünde açlık grevine gideceğim” gibi şeyler de söyledi. Başkaları da benzer sözler sarf etti. Sanatçı Şivan geldi söyledi. Gerçi sonra, “Barzani davet etti onu kıramadım geldim” falan dedi. Burkay Bey’i getirdiler; karşı taraftaki Kürtleri eleştirme özgürlüğünü alabildiğine kullandı. Yani birilerine karşı kullanma durumu. Nitekim de yolunu açtılar, televizyonlarda her gün değilse de konuşuyordu. Ne oldu?

Halbuki Sayın Burkay gibi tecrübeli ve Kürt davasına kendini adadığı iddiasıyla yola çıkan birinden, hasmı ve düşmanı bellediği Kürtleri suçlayıp eleştirmek yerine, Kürt halkının hatırına, bu rûspî (Akil Adam) misyonunu yüklenmesi beklenirdi.

Bir örnek vermeliyim: ‘Çözüm Süreci’nin son demleriydi. AKP’liler Diyarbakır’da Kürtlerin ileri gelenlerini, aydın kesimini çağırıyorlar; baş düşman saydığı Kürt hareketini kastederek falanca kötü, filanca kötü diyorlarmış. Tabii, devlet kendisi için yakın tehlike ve baş hedefin hangi taraf olduğunu iyi tespit etmiş. Kendince “kötü Kürtlere” karşı “iyi Kürtleri” safına çağırıyor veya onlarla işbirliği yapmaya niyetli. Onları bir şekilde seferber etmek istiyor. O toplantılardan birinde katılımcılardan biri kalkıp mealen şöyle demiş: “Siz bunları çağırıp toplantı yapıyorsunuz. Ajitasyon da çekiyorsunuz. İyi güzel de yanınıza almak istediğiniz bu şahıslar, aslında bağımsız bir Kürt devleti istiyorlar. Bunu da açıkça söylüyorlar. Gelgelelim yeterli güçleri, kitleleri olmadığından, bunları ılımlı ve bölücü saymıyorsunuz! Halbuki sizin baş düşman belleyip karşı olduğunuz yapı devlet istemiyor. Bu ne çelişkidir? Demek ki siz, Kürtleri birbirine karşı kışkırtarak kullanmak mantığıyla hareket ediyorsunuz…”

Peki bugün için çözümün şartları var mı?

Çözümün şu anda şartları yok. En azından girişimler açısından baktığımızda yok. Bu çözüm diye ortaya atılan şey, AKP iktidarının kendi konumunu sağlamlaştırması, Erdoğan’ın yeniden cumhurbaşkanı olması meselesidir. O, kendi etrafından dağılan Kürtleri yeniden toparlama ya da mevcut yapının dışındaki Kürtleri alternatif gösterme gayretindedir. Ancak bu noktada henüz öyle bir yapı ortaya çıkmadı. Çıkarsa onu destekleyecektir. Nitekim iktidar HÜDA-PAR’la görüştü. HÜDA-PAR başkanı birkaç kez Erdoğan’ı ziyaret etti. Orada niyet sadece ikisinin dindar olması değildi. AKP ben ne kadar Kürtleri bölerim, birbirlerinin karşısına getiririm, bütün dertleri bu.

Anlaşılan o ki kısa sürede bir çözüm görünmüyor…

Doğru, ilkeli ya da sağlam bir niyet görünmüyor. Dediğim gibi zemini de şu anda yok. Sürpriz olur mu? Olabilir. Bu sürprizler de çok dramatik ve trajik olayların geliştiği bir dönemde olur. Durup dururken olmaz. Cumhurbaşkanının istihareye yatıp bu işi çözeceğini zannetmiyorum.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Kürt meselesinin çözümüne ilişkin açıklamaları medyada tartışılıyor. Bu tartışmaları nasıl yorumluyorsunuz?

M. Barzani’yi ziyaret eden CHP milletvekili ve örgütlerden (veya örgütlenmeden) sorumlu Başkan Yardımcısı Oğuz Kaan Salıcı, Gazete Duvar’da yayımlanan 18 Eylül 2021 tarihli röportajında, “Çözüm sürecindeki önerilerimizin arkasındayız” dedi. Ancak söyleşinin akışı içinde tam bir açıklık ve kararlılık göremedim. Belki de henüz billurlaşmış bir şey yok ortada. Deyim yerindeyse bir “niyet beyanı var” şimdilik.

Bay Kemal ve İttifakları belgeselinin ilk bölümünde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Kürt meselesi çerçevesinde kamuoyuna bir mesaj verdi: “HDP’nin parlamentoda olması çok önemli. Siyaset kurumunun 35-40 yıldır çözemediği bir Kürt sorunu var. Kürt sorununu çözmek için meşru bir organa ihtiyacımız var. Devlet dediğiniz kurum gayrimeşru organla muhatap olmaz. Erdoğan bunu yaptı. Devleti, İmralı ile muhatap kıldı. Mesela İmralı meşru bir organ değil. Meşru organ kimdir? HDP’yi meşru organ olarak görebiliriz. Halkın desteği var. Parlamentoya gelmiş, dolayısıyla parlamentonun içinde bulunuyor, görevini yapıyor. Bu sorun çözülecekse meşru bir organla biz bu sorunu çözebiliriz. Her konuşmamda HDP’nin parlamentoda olması gerektiğini ifade ettim, bugün de aynı düşüncedeyim.”

Bu mesaj, medyada geniş yer aldı ve hâlâ tartışılıyor. Mesela sistem içi muhalefet partilerinin önemli bir kısmı, “HDP gibi yasal bir partinin muhatap alınması” noktasında, ayrıntılar dışında, hemfikir gibi görünüyor.

Öcalan’ı savunan avukatların faaliyet gösterdikleri Asrın Hukuk Bürosu ise “Öcalan’ın muhatap alınmasına” işaret etti.

 HDP milletvekili Sezai Temelli de, Twitter hesabından Kılıçdaroğlu’na yanıt verirken, bir anlamda “muhatap alınacak tarafın hem HDP (ama kolaylaştırıcı sıfatıyla) hem de İmralı olması gerektiğine” işaret etti. Yani asıl aktörün İmralı olmasını şart koştu.

Kanımca S. Temelli’nin bu görüşü, HDP tabanında çok az kabul gördü. Muhtemelen partisinin yönetimi tarafından uyarılınca da ertesi günü “bu görüşün kişisel olup HDP’yi değil, kendisini bağladığını” vurguladı. Aslında diplomasinin inceliklerini yeterince idrak edememiş sol çocukluk hastalığının izlerini taşıyor bu anlayış. Zira henüz muhalefette olan ve iktidarı kazanıp kazanamayacağı dahi belli olmayan CHP’den, iktidarda olan bir partiymiş gibi talepte bulunmak, mevcut acı gerçeklerle bağdaşmıyor. CHP İmralı’yı muhatap alıp oraya gitmeye kalksa bile AKP hem onu engeller hem de “bakınız, ben demedim mi CeHaPe bölücü terörle kol kola girmiş, oradan emir alıyor” yolunda demagoji yapıp kendi lehine algı yaratır. Dahası var: Temelli’nin ilk demecinin, medyada ve kamuoyunda Kürt meselesi ve çözümü eksenindeki tartışmalara olumsuz katkısı oldu. Bu olumsuz örnekten yola çıkılarak şöyle bir iddiada bulunuldu: “Bakınız, HDP yine çözümün önüne engel çıkarıyor türünden demagojik ifadelerle CHP parlatıldı, HDP eleştirildi.”

Bu tartışmaların ertesinde Selahattin Demirtaş’ın da “… HDP, Kürt sorunu dahil olmak üzere, Türkiye’nin tüm sorunlarının çözümüne taliptir, irade sahibi siyasi bir aktördür ve elbette muhataptır. Çözümün adresi de doğal olarak TBMM’dir” şeklinde bir açıklaması oldu. Keza Ahmet Türk de konuya dair açıklamalarda bulundu…

Temelli’ye göre daha serinkanlı davranıp olabilirliği savunan Demirtaş’ın fikir ve önerileri daha gerçekçi, diplomatik ve makuldür. Zira siyaset, kof ve inatçı bir reddiyeciliği kaldıramaz. Politika, mümkünat sanatıdır: neyin mümkün neyin imkânsız olduğunu bilmek de hünerli siyaset erbabının işidir. Ehli, bu işten anlar.

Tecrübeli siyasetçi ve eski HDP milletvekili Ahmet Türk’ün röportajının özeti şuydu: “Ana muhalefet partisi gelecekle ilgili projelerini daha açık ve net ortaya koymalı, Kürtlerin beklentisi de budur, ‘yarın için ne yapacak’ yan cebime koy mantığı hiçbir sorunu çözmez.

Bugün ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi, ben zaman zaman eleştiriyorum ve birilerinin hoşuna gitmiyor. İkide bir güçlendirilmiş parlamenter sistemden söz ediliyor. Peki, insan hakları, demokrasi, Kürt sorunu konusunda bugüne kadar verdiğiniz bir açık mesaj var mıdır, yok! Demokratik bir gelecek için mücadele ettiğini söyleyenler, insan hakları, demokrasi, Kürt sorunu konusunda açık şekilde fikirlerini ortaya koymalı ve bir deklarasyonla ortaya çıkmalı neler yapacağını belirtmeli.

Çözüm, yan cebime koy mantığıyla olamaz… Kürt halkının AKP ile bir geleceği yoktur.”

Kılıçdaroğlu ile partisi CHP’ye gelince, şu tespitle başlayayım: “AKP iktidarının, özellikle R. Tayyip Erdoğan’ın şahsi siyasi makamı ve kariyeri için araçsallaştırdığı Kürt çözümü” sürecinde MHP ile yan yana, omuz omuza “engelleyici, yol açıcı değil, ön tıkayıcı hatta barikat kurucu” bir rol oynadığına tanık olduk… Fakat esas fiyaskonun sebebi CHP değil, bizzat AKP idi.

Öte yandan şimdiye kadar Kürt kelimesini bile ağzına almayan tövbekâr bir siyasetçi izlenimi veren Kılıçdaroğlu açısından bu bir çıkış, ciddi bir hamle ve hatta AKP tarafından kuşatılmışlıktan kurtulmak için “bir huruç harekâtı” sayılabilir. Şimdilik korku duvarını atlamış görünüyor. Dolayısıyla olumlu bir adımdır.