RECEP MARAŞLI
2022 yılına da tüm dünyanın pençesinden kurtulamadığı Coronavirüs dalgalarının kuşatmasında giriyoruz. Yeni varyantlarla birlikte, kimi ülkeler yeniden “karantina” günlerine hazırlanıyor.
Aşı karşıtlığının popülaritesini yitirmesi iyi haber; aşıların en azından hastalığın daha hafif atlatılmasında ne kadar etkili olduğu insanların kendi deneyimleriyle kanıtlanıyor. Önümüzdeki yıl da bu pandemiden tümüyle kurtulmasak bile, yıkıcı etkilerini biraz daha sınırlayarak birlikte yaşamaya devam edeceğimiz anlaşılıyor.
İktidar politikalarının yol açtığı ekonomik çöküntü, Türkiye toplumu açısından en az pandeminin etkisi kadar yıkıcı. Bu çöküntünün emekçilerin, yoksulların hayat standartlarını daha da çekilmez hale getireceği; pahalılıkla beraber büyüyen işsizlik ve yoklukların daha çok canlar yakacağı açık. Birçok analist ekonomide yapılanların “hata” olduğunu söylese de, herşeyin bilinçlice yapıldığı anlaşılıyor. İktidar kadrolarının mali gücü olağanüstü artıyorken, olası bir iktidar değişikliğinde de sonrakilere altından kalkamayacakları bir enkaz bırakılmak isteniyor.
Para konusu olunca helal-haram bilmeyenler, gerektiğinde dini doğmalara sarılıp işi “Allaha havale” etmeyi ihmal etmiyorlar.
Kışın zor geçeceği belli de, bahar nasıl gelecek? Baharı kimler nasıl inşa edecek, işte asıl mesele burada?
Anket mi değişim programı mı?
Sistem içi “muhalefet”, anketlerde iktidarın gittikçe azalan kitle desteğine bakarak, yönetme sırasının “otomatikman” kendilerine gelmekte olduğuna inanıyor. Bu durum biraz daha özgüven kazanmalarına neden olmuş gözüküyor. Hâlbuki Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu değişim ve dönüşüm programına sahip olmaktan çok uzaklar. Bunun için anketlere değil, doğru dürüst bir demokratikleşme ve değişim programına ihtiyaç var.
Birçok siyasal gözlemci Türkiye’nin baharda bir “erken seçim” ya da “ iç savaş” seçeneğiyle karşılaşacağı kanısında. AKP-MHP ortaklığının eğer olursa erken seçimi bir iç savaş mantığıyla yürütecekleri söyleyebilir. Fakat bir iç savaş öngörüsü çok gerçekçi görünmüyor. Bunun nedeni iktidar güçlerinin insancıllığı veya kitleleri düşünmesi falan değil elbette. Türkiye’deki mülk sahibi sınıflar gibi, küresel sermaye de Ortadoğu’da sosyal ve siyasal dengeleri alt üst edip nerede duracağı belli olmayacak bir siyasal deprem çıkmasını hiç istemezler şu anda. Emekçilerin, halkların bundan büyük bir zararlar göreceğini bilen demokratik özgürlükçü yapılanmaların sorumlu, bilinçli tutumları da engelleyici bir başka faktör. Üzerlerinde sayısız kışkırtma denenen Kürt ulusal hareketi ve Alevi toplumu da bu tür yıkıcı mecralara geçit verecek zeminlere özellikle dikkat edip karşı durdu şimdiye kadar.
Türkiye artık şu veya bu şekilde zorunlu bir değişimin sancılarını yaşıyor. Ya bütün demokratik araç ve imkânların da tüketildiği koyu-karanlık bir gericileşme sürecine girilecek ya da ağır aksak da olsa demokratikleşme eğilimi ve onarımının güçleneceği bir düzleme geçecek…
Sistem içi muhalefet ellerini ovuşturarak sadece iktidar kadrolarının yer değiştireceği bir değişim bekliyor; oysa siyasal gereklilik sistemin değişmesi, halklar ve ezilen sınıflar lehine, barışçıl bir ‘toplumsal sözleşmeyle’ tüm yapının yenilenmesidir.
Siyasetin anahtarı: Demokrasi güçleri
Seçimler söz konusu olduğunda ise Kürt ulusal demokratik hareketinin ve özgürlükçü, demokrat, devrimci, sosyalist, emek ve barıştan yana bir çok kesimin içinde yer aldığı/alabileceği “demokratik eksen”, Türkiye’nin iç siyasetinde hem kilit hem de anahtar rolünü sürdürüyor.
Neredeyse tüm belediye başkanları görevden alınmış, tutuklanmış; başta milletveki ve yöneticileri olmak üzere binlerce kadrosu cezaevlerinde tutulan, binlercesi ceza tehdidi altında bulundurulan HDP’nin yüzde 10 barajının üzerindeki kitle desteğini sürdürüyor olması da önemli bir demokrasi dinamiğinin varlığına işaret ediyor.
Birisi “Cumhur” diğeri “Millet” adını alan iki seçim bloku temel olarak sistem tahteravallisinin kanatlarını oluşturuyorlar. Ne ki ancak bu demokratik muhalefetin desteğini alabilirlerse galip gelebilecekleri bir açmazın içindeler.
“Parlamentonun ve seçimlerin sistemi meşrulaştıracağı” soruları (‘son tahlilde’) önemini sürdürüyorsa da her türlü olanağın iktidar dengelerini, statükoyu sarsmak için kullanılması gerektiği; bunun demokrasi güçlerine alan açacağı, zaman kazandıracağı, nefes aldıracağı yadsınamaz.
Toplumun sosyolojisinden gelen değişim dinamiklerini hızlandırmak, olgunlaştırmak demokrasi mücadelesinin gündemi olmalıdır. Önümüzdeki yıl büyük ihtimalle bu olasılık ve olanakların kullanımı açısından kritik bir yıl olacak.
2021’den kareler…
2021 yılına baktığımda hafızama kazınan görüntülerin başında, Polonya-Belarus sınırında mahsur bırakılan binlerce Kürt mültecinin dondurucu soğuklarda açık arazide yaşamak zorunda kaldıkları feci koşullar vardı. Son on yıldır Ortadoğu’da bitmek bilmeyen savaş ve şiddetten kaçan mültecilerin Avrupa sınırlarına varmadan Akdeniz’de yaşadıkları facialar, mülteci dalgalarının durdurulması adına Avrupa’nın çeper devletlerinin sınırlarda aldıkları sert önlemler; mültecileri barajlama karşılığı berikilere verilen ekonomik ve siyasi rüşvetler insanlığın yüz karası olmaya devam ediyor.
Mültecileri Avrupa’ya karşı bir şantaj aracı olarak kullanma sırası, bu kez, otoriterlik ve popülizm konularında Türkiye’den aşina olduğumuz birilerine çok benzeyen Belarus diktatörü Lukaşenko’da idi. Ayrıca, Şam-Ankara ve Minsk arasındaki kirli göçmen trafiğine bu kez Erbil’in de dahil olduğu görülüyor.
Son ABD askerinin de çekileceğinin duyurulmasının ardından Afganistan’da -Kabil’den ayrılmak için hava alanında Amerikan uçaklarına tutunan sivillerin ve cumhurbaşkanlığı ofisine yerleşen Taliban askerlerinin görüntüleri, yönetilemez bir savaşın sembolleri olarak hafızalara kazındı. ABD yıllardır bu ülkede ne arıyordu; neyi inşa etti, ne kazandı ve neden çekildi?..
Emperyalist müdahalelerin sonuçta yenilgiye mahkum kalması ile buna karşı kazananların demokratik, sosyalist, özgürlükçü güçlerin değil de İslami-faşizan grupların olması günümüzün en önemli paradokslarından birinin de fotoğrafını veriyor.
Taliban’ın bu hesaplanmadık zaferi, Ortadoğu’daki köktendinci örgütlere can suyu verdi bile. Nitekim Irak merkezi devleti ile Kürdistan Bölgesel Hükümeti arasında tartışmalı bölgelerdeki güvenlik boşluğundan; büyük ölçüde bozulmuş bir sosyo-ekonomik durumdan ve Şii milislerin her şeye kadir gücünün kışkırttığı kızgınlıktan yararlanan IŞİD yeniden yükseliyor ve gerilla savaşı orta Irak’ta yayılmaya başladı.
Trump döneminde karizması iyice çizilen ABD, Biden yönetiminde de beceriksiz, güvenilemez ve öngörüsüz bir profil vermeye devam etti. Herhalde bundan sonra ABD’ye güvenerek politika çizen tüm güçler pozisyonlarını bir kez daha gözden geçirmek durumunda kalacaklar.
Rojava’da durum… Barzani’nin sınavı…
Doğumundan yedi yıl sonra Suriye’nin kuzeyinde Rojava’da PYD’nin istediği çoğulcu ve demokratik projeden geriye ne kaldı, diye baktığımızda; bu bölgenin kaderinin artık büyük ölçüde Ankara, Şam ve Moskova arasındaki pazarlıklara terk edilmiş durumda olduğu söylenebilir. Şam yönetimi ile SDF güçleri arasında demokratik konfederalizm konusunda uzlaşmak en akılcı çözüm olarak görülse de bundan memnun olmayacak çok sayıda aktör var.
Türkiye, IKBY üzerindeki her türlü nüfuzunu kullanarak, Qandil’i tamamen tafsiye etmek gibi uzun erimli bir rüyayı hayata geçirmek üzere enerjik şekilde uğraştı 2021’de. Sonuçta, öncekilere ek olarak pek çok yeni askeri üs ve kontrol noktaları edindi. KDP ve YNK’nin hem birbirlerine karşı kurmaya çalıştıkları rekabetçi güç dengeleri, hem de yönetimin PKK’nin etkisini kırmak için Türkiye ile yakın işbirliğine oldukça hevesli olması bu manevraları kolaylaştırıyor.
Kadim strateji değişmiyor; bölgedeki sömürgecilerin ana hedefi Kürt güçleri arasında bir savaş çıkartmak ve birbirlerini kıran peşmerge ve gerillanın yarattığı çöküntüden yararlanmak… Mesud Barzani’nin uzun yıllar önce sözünü verdiği ve bugüne kadar da olumlu bir işlev görmüş olan “kardeşkanı dökülmesine asla izin verilmeyeceği” ilkesi büyük bir sınavdan geçiyor.
Yıl biterken Şili’den güzel hareket!
Belli ki bu tür yaşamsal prensiplerin yanı sıra ulusal demokratik ve özgürlükçü güçler arasında, örgütlü dayanışma, ortak ilkeler üzerinde yükselen kurumlaşmaların inşa edilmesi daha da önemli. Birbirlerine karşı küçük tavizler vermekte bile zorlananların, sömürgecilere karşı daha büyük tavizler vermeleri kaçınılmaz olabilir.
Ve 2021 sayfası kapanırken, pek çok karamsar tablonun yanı sıra oldukça umut verici bir haber Şili’den geldi. Allende’nin faşist bir darbe ile devrilmesinin ardından, Şili’de 50 yıl sonra başkanlık seçimini yeniden “sol-sosyalist” aday Gabriel Boliç, yüzde 56 oyla kazandı. Onun “sosyalistlik” tanımı bir hayli farklı da olsa ve değişim programının Şili’yi nereye-nasıl taşıyacağı henüz tartışmalı olsa da bu, dünya halkları için umut dolu bir mesaj içeriyor. İnsanlığın sosyal adalete, eşitliğe, özgürlüğe, çevre dostluğuna doğru değişim isteğinin gücünü ve olanaklarını gösteriyor.
2022’nin umutlu değişimlerin, başlangıçların gerçekleşeceği bir yıl olması dileğiyle…