‘Yaslı Bir Halkın İkonu’: Gomidas Vartabed

SEVGİ YILMAZ

Yağmurlu, soğuk bir akşam… İstanbul’un farklı noktalarından yola çıkan üç arkadaş, akşamın karanlığında adeta çok uluslu işporta tezgâhına dönmüş Samatya’nın ara sokaklarında Surp Vortvots Vorodman Kilisesine doğru koşturuyoruz. Yolcu Tiyatro’nun birazdan başlayacak Gomidas Vartabed oyununa son anda yetişiyoruz. Kilisenin girişindeki salonun ortasına konmuş bir sahne. Tek kişilik bir oyun izlediğimizi düşünürken sahnenin arkasından koronun sesi yükseliyor bir anda. Seksen beş dakikalık oyun yüz kırk yedi yıl önceye taşıyor bizi. Oyun tek perde ama Gomidas’ın hayatı bir büyük coğrafyaya yayılmış; çok perdeli, çok sahneli… Kucağımızda bu coğrafyanın günahları, acıları; kulağımızda koronun ezgileri, buruk, mahcup ayrılıyoruz kiliseden. Gölgesi üzerimize düşen bu papaz, Gomidas kimdi peki?

‘Kem gözlerden’ kurtulamayan bir dahi

Yıl 1913. Osmanlı Balkan Savaşı’nda yenilmiş, Bulgar ordusu Edirne sınırına dayanmış. Sarayın bahçesinde, Sultan Reşad’ın kapısında, Talat ve Halaçyan Efendi yan yana, ellerinde bayraklar: “Filibe’ye, Sofya’ya hücum, harp isteriz harp!”  gösterileri yapıyor. Cepheden dönmüş yenik askerler de bu gösterileri -başta Ermeniler olmak üzere- Hristiyanların sokaklarına taşıyorlar. Balkan yenilgisi imparatorlukta öncekilerden farklı bir “psikoloji” yaratmış; çünkü bu defa ordu, örneğin Rusya gibi büyük bir devlete değil, düne kadar tebaası olan halklara yenilmiş.

1914 Ekim’inde Berlin’den henüz dönmüş Gomidas. Pera’daki evinin penceresinden, “Nereye gittiğimi sorma/Savaşa gidiyorum/Ezan duyulmuyor artık/Haçlar var çatılarda/Kâfir Ruslar camilere bile dikmiş bayraklarını…” marşıyla geçen bu yenik askerleri izliyordu. O günlerde içinde bulunduğu durumu: “Bu dönemin gaddarlıklarından mümkün olduğu kadar aklımı ve duygularımı korumak için aralıksız çalışıyorum.”  diye de yazıyordu bir mektubunda.

“Toplu delilik ve şiddet tehdidiyle yüklü bu ortamda” Gomidas, askerlikten muaf tutulan öğrencileri ve Galata kilisesi korosuyla Paskalya kutlamaları için hazırlık yaparken, 1915 Mart sonunda, Türklerin Avrupa’daki imajını düzeltmek için düzenlenen geceye tek Ermeni müzisyen olarak davet ediliyordu. Bu “garip” davete  “dehşet içinde” ve mecburen katılmıştı.  O gecenin izleyicileri arasında bulunan Ermeni Doktor Hovannes Manugyan, sunucu Hamdullah Suphi’nin Gomidas için söylediklerini şöyle aktarıyordu anılarında: “Bu Anadolu çocuğu Ermeni din adamı, adanmışlığıyla ve çalışkanlığıyla Ermeni müziğini kanatlandırdı. Rahatı ve lüksü önemsemeyip zamanını köylerde halk şarkıları toplayarak geçirdi ve bu şarkıları Ermeni ulusal mirasının bir parçası olarak sundu. Bizim din adamlarımız da aynı şeyi yapsaydı, Türk milletinin duyarlı kalbinin ve düşünen zihninin değerini yükseltebilecek ne hazineler bulacaklarını merak ediyorum. Gerçek şu ki Ermeni milleti, kültürel hayatımızın sınırında durmaktadır. Türkiye’de nereye giderseniz gidin, Anadolu’nun her köşesinde Ermeni zekâsı ve eli, sizi selamlayıp  ‘ben buradayım.’ diyecektir. Sultanların saraylarına gidin mimarlar Ermeni’dir… Sevdiklerinizin incelikle oyulmuş mezar taşları Ermeni ustalarının eserleridir… Tıp okulunun kurucuları ve bilimsel kitapların yazarları da Ermenilerdir. Bunlar yüzyıllardır birlikte yaşadığımız insanlardır. Gomidas,  piyanosunun başından kalktığında salon Tanrı onu kem gözlerden korusun, tezahürat ve alkışlarıyla yankılandı.”

Ne var ki Tanrı onu kem gözlerden koruyamayacaktı! Bu geceden üç hafta sonra Gomidas, 2543 Ermeni aydını gibi tutuklanarak Çankırı’ya sürülecekti.

Gomidas, evet,  Hamdullah Suphi’nin özetlediğini yapmıştı. O geceye katıldığında -daha 46 yaşındayken- Berlin, Paris, Viyana, Londra, İskenderiye, Kahire, Tiflis gibi çok geniş bir coğrafyada konserleri ve korolarıyla, çeşitli bilimsel toplantılarda Ermeni müziği üzerine sunduğu ve tartışmaya açtığı kuramsal çalışmalarıyla tanınmış, dünyanın dört bir yanına dağılmış Ermeniler arasında da ulusal bir köprü kurmuş Ermeni papazdı. Gomidas Vartabed… Derlemeci, etnomüzikolog, notasyon ustası, Ermeni müziğinin kurtarıcısı, aşk şarkıları söyleyen bir papaz ve nihayetinde “yaslı bir halkın ikonu.”

‘Affedilmez dünyevi meşgaleler’

16 Eylül 1869’da, Kütahya’da, 16 yaşındaki Bursalı Takuhi Hovhanessian ile ayakkabıcı Kevork Soğomonyan’ın çocukları olarak dünyaya gelmişti Gomidas. Soğon Soğomonyan adıyla vaftiz edilmiş,  altı aylıkken annesini, ilkokulu bitirdiği yıl da babasını kaybetmişti. Bakımını amcası Harutyun üstlenmiş ama eğitimini karşılayamamıştı. Gomidas Kütahya sokaklarının kimsesiz, çoğu zaman aç, güzel sesli Soğomonyan’ıydı.

Öğretmenlerinin ve kilise konseyinin yazdığı tavsiye mektupları ve elbette sesi ve yeteneği sayesinde 1881’de Doğu Ermenistan’daki Eçmiyadzin’de Kevorkyan Ruhban Okuluna kabul edilmişti. Kısa sürede hem anadilini öğrenmiş hem de okulun disiplinli eğitimine uyum sağlamıştı. Müzik, Gomidas için bu yıllarda bir tutkuya dönüşmüştü artık.

1895’te 7. yy’da yaşamış Gatoğigos Gomidas Ağayetsi’nin anısına   Gomidas adıyla vaftiz edildiğinde 26 yaşındaydı. Ruhban sınıfına “vartabed”inin (bekâr rahip) olarak kabul edilmişti. Böylece hayatında  yeni bir perde açılmıştı ve fakat bu, hem arkadaşları hem de kilise ile hayatının sonuna kadar sürecek çatışmaların da başlangıcıydı.

Gomidas, kilisenin belirlediği sınırlara sığmıyordu. Köylerde, düğünlerde, hac ziyaretlerinde düğün ve aşk şarkıları, dans müzikleri derliyor; bunları, manastırın matbaasında bastırıyordu. İlk halk müziği derlemesini Ağın Ezgileri adıyla bastırdığında, kilisedeki dedikoduların da odağı oldu. “Alışılmışın dışındaki bu çalışmaları affedilmez dünyevi meşgalelerdir” çünkü!

Bir yandan dedikodular, öte yandan öğrenme isteği ve arayışı içindeki rahip Gomidas’ın, sanatçı Gomidas ile çatışması bitmiyordu. Dedikodulardan bunalan Gomidas’ın hayatında yeni bir perde açılıyordu ve bu kez sahne, Berlin’di.

Kevork Ruhban Okulunda başlayan müzik eğitimini, Berlin’de bir yandan felsefe okurken, Profesör Richard Schmidt’ten özel ders alarak sürdürecek, Wagner’in övgüyle bahsettiği bir isim olacaktı. Berlin onun için özgürlüktü; ruhban sınıfına yasaklanan opera salonlarında, tiyatrolarda, konserlerde -üstelik cübbesini de çıkararak- rahatça dolaşıyordu.

Berlin’deki eğitimini tamamlayıp Eçmiyadzin’e döndüğünde Ruhban Okulu’nda korolar kurmuş, kilise dışındaki salonlarda özel izinle konserler vermeye başlamıştı Gomidas. Geleneğe aykırı çıkışlardı bunlar; o bir papazdı; ama ufkunun sınırları, kilisenin ötesindeydi.

Tiyatro Yolcu, Gomidas

Gerek sahada bir derlemeci olarak çalışırken, gerek korolarını kurarken derdi, Ermeni müziği etrafında ulusal bir kimlik inşa etmekti. Aşk temalı halk ezgileri, dünyevi arzuları, sıkıntıları, zevkleri dile getiren köylü şarkıları, onu muhafazakâr din adamları ile karşı karşıya getirmiş; Ermeni entelektüelleri arasında da bir tartışma yaratmıştı. Avrupalı müzikologlar ve Ermeni cemaati içindeki entelektüeller onu Ermenilerin gurur kaynağı olarak överken kilise ve din adamları kınıyordu.

İstanbul ve ulusal kültür faaliyetleri

1906’da bir yıllık maaşlı izinle Paris’e giden Gomidas, hayalini kurduğu koroyu kurmak ve konservatuarı açmak için cemaatin desteğini alamamış, 1907’de Eçmiyadzin’e geri dönmüştü. Kilise onun için “nefes alınmaz bir yer” olmuştu artık. En büyük hayali Ermenistan’da bir konservatuar açmaktı; fakat yeni seçilen papa, destek vermediği gibi, maaşını da yarıya düşürmüştü.

Kilise hiyerarşisindeki çatışmaları, hizipleri, kavgaları yakından izlerken, 5 Eylül 1909’da Ermeni kilise hiyerarşisindeki en büyük makam Gatoğigos’a bir mektup yazmıştı: “Yirmi yıldır bu manastırın bir keşişiyim. Buraya hizmet etmek maksadıyla girdim. Bu yirmi yıl boyunca sadece tuzaklar ve adaletsizlikler gördüm. Sinirlerim yıprandı, daha fazla dayanamıyorum. Huzur arıyorum, dürüst çalışmak istiyorum fakat huzursuzum. Duymamak için uzaklara kaçmak istiyorum. Görmemek için gözlerimi kapatmak istiyorum. Aklımın karışmaması için duygularımı dizginlemek istiyorum fakat nihayetinde ben de bir insanım. Eğer beni kurtarıp kaybetmemek Gatoğigos cenaplarını memnun edecekse, size gözyaşları içinde yalvarıyorum ki beni Eçmiyadzin görevinden azat ederek uzaktaki Sevan manastırına bir münzevi keşiş olarak görevlendiriniz. Böylece, Ermeni Kilisesi ve bilim için önemli bir çalışma olan araştırmamı orada bitirebilirim.” Ancak isteği reddedilince Gomidas Eçmiyadzin’den ayrılmaya karar vermiş, yönünü Türkiye’ye çevirmişti.

İstanbul, Surp Krikor Lusaroviç Kilisesi’nden koro şefi olması için aldığı daveti -Türkiye’deki Ermenilerin yaşadıklarını bile bile, tehlikeyi göze alarak- kabul etmişti. Eylül 1910’da İstanbul’daydı. İlk ziyaretçisi olan Galata Surp Lusavoriç Kilisesinin başrahibinden, Ermeni özgün müziğini İstanbul Ermenilerine tanıtmak, bir koro ve konservatuar kurmak için yardım istemiş, istediği desteği almıştı. Pera’da Pangaltı’da bir ev kiralayarak ressam Terlemezyan ve Muşlu bir aşçı ile birlikte yaşamaya başlamıştı. Evi kısa sürede Ermeni aydınların, Avrupalı büyük müzisyenlerin, Halide Edip, Mehmet Emin Yurdakul gibi Türk şair ve yazarların uğrak yeri olmuştu.

Gomidas, üç yüz kişilik Kusan korosunu kurmuş,  konser hazırlıklarına başlamış, ne var ki çalışmaları İstanbul Patrikinde rahatsızlık yaratmıştı. Patrik, konserden önce kutsal kantiklerin kilise dışında söylenmesinin Ermeni Kilisesi kural ve yönetmeliklerine aykırı olduğu gerekçesiyle, konserin birinci bölümünü sahnelemekten men ettiğini bir yazıyla Gomidas’a ulaştırmıştı. Ruhban sınıfı içindeki karşıtları daha da ileri giderek Türk gizli polisine, konser programında politik bakımdan yıkıcı şarkılar var, diye ihbar etmişlerdi.

Gomidas, kilisenin aktif bir üyesi olmadığını bildirerek yasağı tanımamıştı. Gazetecilere “Surp Badarak’ı  (büyük ayin) kilisenin dışında, varlıklı insanların evinde toplanan meclislerde, üstelik zenginlerin kulağına hoş gelecek biçimde, Türkçe şarkıların ezgileriyle icra ederek kantiklerin özgünlüğünü Ermeni papazlar bozmaktadır.” diye açıklama yapmıştı.

Çalışmalarına kesintisiz devam eden Gomidas’ın bir ayağı Avrupa’daydı; Ermeni müziğinin özgün kuramsal açılımlarını ve çalışmalarını anlatmaya devam ediyordu. Etrafında toplanan Ermeni aydınlarıyla Ermeni vilayetlerinde ihmal edilmiş kültürel anıt ve eserleri araştırma komisyonu kurmuştu…

‘Kalbim o viran evlere benzer’

Ve 24 Nisan 1915… “Milliyetçi duygular” beslediğinden şüphelenilen 2345 Ermeni aydınından biri olarak Gomidas da gece yarısı karakola davet edilmişti.  Sonun başlangıcı bu davete arkadaşları gibi anlam verememiş, bir papaz sakinliği ile ekipteki yerini almıştı. Sarayburnu’ndan vapurla başlayan yolculuk, Haydarpaşa’dan trenle Ankara’ya devam etmişti. Gomidas, düzeltilecek bir yanlışlık olarak yorumlamıştı, ta ki aç susuz yolculuğun Ayaş durağında, arkadaşlarının su içmesi için uzattığı kovanın bir asker tarafından kafasından aşağı boşaltılmasına kadar. O güne kadar kişisel olarak hiç karşı karşıya gelmediği Türklerden gördüğü bu davranış, yıkımın da başlangıcı olmuştu.

Gomidas ve yedi arkadaşı Çankırı’daki kampta bir hafta kaldı. Kampa gelen bir telgrafla “kurtarıldı”, İstanbul’a döndü ama iş bulamadı, kirasını ödeyemedi, savaşın yıkımını yaşayan İstanbul sokaklarında polisin kendisini izlediğini düşünerek “bir güvercin tedirginliğiyle” yaşadı. Bir “arta kalan” olarak yolculuk boyunca gördüğü manzarayı “O halk asla ölmez.” diye her fırsatta ağlayarak anlattı. “Kalbim o viran evlere benzer/ direkleri kırılmış, sütunları yerinden oynamış” sözleriyle notaya döktü. Psikolojik durumu gittikçe kötüleşince 1916’da arkadaşları tarafından Hospital de Paix’e yatırıldı. Mazhar Osman’ın hastasıydı fakat tedaviye cevap vermedi. Arkadaşları onu Paris’te bir hastaneye naklettiler. 47 yaşında, çalışmalarıyla ün kazanmış, hayatı boyunca en çok papaz- sanatçı ikilemi yaşamış, inatçı, sebatkâr, azimli, disiplinli, tutkulu Gomidas, son 20 yılını hastanelerde, hayata ama en çok da arkadaşlarına küskün ve suskun yaşadı. 22 Ekim 1935’te, daha 66 yaşındayken hayatını kaybetti.

Gomidas, Ermeni müziği üzerine önemli çalışmalar yaptı. Derlemelerle biriktirdiği halk şarkılarını bir halk bilimci titizliği ile gruplandırdı, Ermeni nota sistemi ile düzenledi. Onlarca öğrenci yetiştirdi. Ermeni müziğini çok sesli, kadın erkek koroları ile kilise dışında da kitlelere sundu. Ermenilerin bir ulusal müziği olmadığı tezini, akademik alandaki makaleleri ve konferansları ile çürüttü. Ermeni gençlerin ulusal kimliklerine sahip çıkmaları için yol gösterdi, aşk şarkıları yazdı.

Avrupa gezilerinde rahip cübbesini çıkardı, büyük bir titizlikle döşediği çalışma odasında bir rahip olarak kuru tahtada yattı ömrü boyunca. İçine kuru gül yaprağı koyarak en kaliteli çayı içmeyi çok sevdi.

Ölüm kamplarının artakalanı Gomidas Vartabed, ölümünden sonra dikilen heykelleri, çoğaltılan eserleri, tartışmalı papaz kimliği, ama ille de Ermeni ulusal kimliğine kattıklarıyla yaslı bir halkın ikonu, bu toprakların da günahıdır.

Ahparig Gomidas, gölgen üzerimizde…

Kaynakça

Bilal, MY, Yıldız, B, Kalbim O viran Evlere Benzer, Birzamanlar Yayıncılık, 2019, İstanbul

Kuyumjian, RS, Deliliğin Arkeolojisi Gomidas Bir Ermeni İkonun Portresi, Birzamanlar Yayıncılık,2010, İstanbul

Andonyan, A, Gomidas Vartabed ile Çankırı Yollarında Ek: Naim Bey’in Anıları, Belge Yayınları,2012, İstanbul

Çalışlar, İ, Halide Edip Biyografisine Sığmayan Kadın, Everest, 2010, İstanbul (s. 128-136)

Belge, M, Militarist Modernleşme Almanya, Japonya Türkiye, İletişim yayınları, 2012, İstanbul (s.586)