ANTEP/URFA TEKSTİL İŞÇİLERİ DENEYİMLERİ

MEHMET TÜRKMEN / PROF. ARİF NACAROĞLU

İşçilerin Birlik, Mücadele, Dayanışma Günü 1 Mayıs’a da denk düşen bu sayıda, dosya sayfalarımızı bölgedeki güncel sınıf mücadelesini anlamak açısından önemli veri ve deneyimler içeren bir söyleşiye ayırıyoruz. Prof. Arif Nacaroğlu, Antep ve Urfa’daki tekstil işçilerinin sendikalaşma mücadelesinde öne çıkan bir işçi önderi ve sendikacıyla, Mehmet Türkmen’le dilop için konuştu. 90’lı yıllarda genç bir dokuma işçisi olarak içinde yer aldığı Antep Ünaldı direnişinde emek hareketiyle başlayan ilişkisi şimdi başkanı olduğu bağımsız BİRTEK-SEN ile devam eden Türkmen’in anlattıkları, bölgede çoğu zaman görmezden gelinen işçi sınıfı ve yıllarca adı adeta literatürden silinmeye çalışılan sınıf mücadelesinin nasıl bir realite olduğunu göstermekte. Ayrıca Antep ve Urfa deneyimleri işçi hareketinin olanak ve imkânlarını gösterdiği kadar, sendikal bürokrasi, patron ve devlet bürokrasisi ilişkisiyle ortaya çıkan devasa engele de işaret ediyor. Barış talebiyle sınıf mücadelesi arasındaki diyalektik ilişki de söyleşiden çıkarılabilecek önemli bir veri olarak ayrıca not edilmeye değer.

(Söyleşi fotoğrafları ve Deşifrasyon: Deniz Kar)

ARİF NACAROĞLU: Seni uzunca bir süredir tanıyorum sevgili Mehmet Türkmen. Sendikacı olmazdan yıllar önce genç bir işçi olarak tanımıştım. Ama özellikle Urfa ve Gaziantep’te gelişen son işçi hareketlerindeki önder duruşun, yol gösterici rolün ayrıca konuşulmaya değerdi.

Özetleyebilir misin; 90lı yılların başına kadar yükselen emek hareketinden yola çıkarak bugüne nasıl gelindi, Türkiye’deki emek hareketinin bölgeye yansıması ne? Çünkü biz hep şöyle konuşuruz, bazı şeyleri Ankara’da, İstanbul’da yapmak daha kolaydır, bölgede yapmak daha zordur. Özellikle sendikalaşmak, öğrenci hareketi, herhangi bir protesto herhangi bir direnişi yapmak büyükşehirlerde daha kolay gibi sanki. Dolayısıyla zor olanı başarmış olduğunuzu düşünüyorum ki son örneğimiz, özellikle Urfa gibi feodal-aşiret yapılarının çok güçlü olduğu, emeğin hiç örgütlü olmadığı bir bölgede, hatta dini motiflerin her şeyin önüne çıktığı, her şeyin kader olarak kabul edildiği bir bölgede çok zor bir şeyi başardınız ve (sendika bürokrasisinin sabotajına uğramış olsa da sonradan) Uğur Tekstil’de örgütlenmeyi sağlayabildin. Gözlemlerin nedir? Antep’te, Urfa’da, Diyarbakır’da, bölge şehirlerinde çok az da olsa var olan işçi hareketlerine yoğunlaşarak tabi ki… Biz Gaziantep’teyiz mesela. Gaziantep’te organize sanayi bölgesi sayısı 6 oldu. Patronlara inanılmaz teşvikler olan bir şehir. Antep, bir emek şehri aslında. Gaziantep’te şu anda örgütlenme oranı nedir çalışan gruplar içinde. Emekçilerin sendikalı oranı nedir?

MEHMET TÜRKMEN: Tam olarak böyle bir sayısal veri yok ama çok düşük. Biraz saha çalışmamızdan, sahadaki ilişkilerimizden yaklaşık bir oran söyleyebiliriz. Sadece organize sanayi bölgelerinde 200 bin işçi çalışıyor. Büyük çoğunluğu iplik ve halı dokuma başta olmak üzere tekstil işkolu ağırlıklı. Petro-kimya, gıda işkolları da tekstilden sonra en yaygın olan işkolları. Bunların toplamında yani 200 bin işçinin içinde, Başpınar OSB’de sendikalı işçi sayısı en fazla 5 bin civarındadır. Üstelik bunların da büyük bir çoğunluğu gerçek anlamda sendikalı diyebileceğimiz düzeyde değil. Kastımız gerçek anlamda bir sendikal örgütlülükse, işçinin toplu sözleşme sürecinde asgari düzeyde de olsa söz ve karar sahibi olduğu bir örgütlülükse eğer, hiç yok diyebilirim. Mesela DİSK Tekstil’in 2 bine yakın üyesi var Antep’te. Ama bunların tamamı işyerinin örgütlü ve toplu iş sözleşmesi yapabildiği işyerleri değil. Yetki alınmış bir yer yok.

-Yüzde 2 gibi bir rakam diyorsun yani. Örgütlü işçi oranı yüzde iki ve bunların da gerçek anlamda bildiğimiz anlamda bir örgütlülüğü yok.

Ülke genelindeki sendikal yapı da böyle ama Antep için biraz farklı nedenlerin de olduğunu düşünüyorum. Birincisi, her yerde olup da bu bölgede daha fazla olan sendikal örgütlenme engelleri. Benim DİSK Tekstil’deki iki yıllık görev süremde,  biz, 10’a yakın fabrikada örgütlenme faaliyeti yürüttük iki yıl içinde 10 fabrikada.

– Bir parantez açıp söyler misin, pratikte hem not düşmek hem de bu faaliyetleri yürütmenin nasıl başladığına dair bir bilgi vermek için. Faaliyete nasıl başlıyorsunuz mesela hiç sendika girmemiş bir fabrikaya örgütlenme çalışmasına hangi noktadan başlıyorsunuz?

İki şekilde oluyor. Bir, sizin çalışma yürütmek için önemsediğiniz, hedef olarak önünüze koyduğunuz işyerinde kurduğunuz ilişkiler ve onun üzerinden küçük işçi grupları oluşturarak başlattığımız örgütlenmeler olabiliyor. 10 fabrikanın çoğu böyle başlattığımız örgütlenmelerdi. Ama bir kısmı da, bu da çok yaygındır mesela, bizim orada hiçbir faaliyetimiz yokken bir sorun, bir haksızlık, zam ve benzeri gibi, işten atma gibi çalışma koşulları ile ilgili artık işçileri isyan etme durumuna getiren bir gelişme olduğunda kendiliğinden patlayan örgütlenmeler olabiliyor…

Önceki soruya dönersek. Antep’te sendikal örgütlülüğün neden bu kadar zayıf olduğunun iki önemli sebebi var. Birisi, batıdan az çok sendikal hareketin, sanayileşmenin, bu tür demokratik örgütlenmelerin doğal olarak daha gelişkin olduğu yerlerden farklı olarak – ki oralarda kolay demiyorum- hem patronların tek tek sendikal örgütlenme karşısındaki pervasızlığı hem de yerel yetkililerin sendikal örgütlenme konusunda patronla birlikte hareket etme pervasızlığı batıya oranla çok daha ileride. Mesela Antep’te iki yılda on fabrikada örgütlenme çalışması yürüttük ama sadece birinde gerekli sayıya ulaşıp yetki başvurusunda bulunma noktasına gelebildik. Biz üye yapmaya başlıyoruz, örgütlenmeye başlıyoruz. Belli bir sayıya gelince ya işçilerden biri ağzından kaçırıyor, duyuluyor yani. Bazı işçiler, kendini işten attırmak istiyor. Sendikayı sadece kendini işten attırmanın aracı olarak kullanıyor tazminatını almak için. Bazen de başka işçilerin acemice davranışları yüzünden duyulabiliyor ve duyulduğunda da patronun ilk refleksi sendikalı olan işçileri işten atmak oluyor.

-Peki burada, bölgede özellikle, normalde kendi aralarında çelişki ve rekabet olması gereken patronlar arasında dayanışma yok mu?

Tabi ki var. Çarpıcı bir örnek vereyim size. 2010’da Çemen Tekstil grevi yaşanmıştı. Direnişin başından sonuna kadar işçilerle birlikteydim. Emek Partisi yöneticisi olarak. İşçiler içindeki örgütlenmemizin sonucunda başlayan bir direnişti. Mesela o grev olduğunda fabrikanın önünden servisleri geçen fabrikalar güzergâhlarını değiştirdiler. İşçiler, grevcileri görmesin diye. Yine grev sürerken Konukoğlu ve Gürteks’in müdürleri, ‘sen bu sendikaya karşı direnmeye devam et, bu sendikayı kesinlikle kabul etme, zararın neyse biz karşılayacağız’ gibi şeyler söylediler. En son bu yılın başında yaşanan direnişlerde de sendikalı olan işçilerin başka fabrikalarda da işe alınmamasına dönük bizzat direnişin olduğu fabrika patronlarının böyle bir çalışması oldu. Urfa’daki Uğur Tekstil’de de patron sendikadan kurtulmak için fabrikayı kapattı bir süre. Bu süre içinde üretimlerini fason olarak Urfa Organize’deki diğer fabrikalara yaptırdı. Patronlar bu konuda özellikle destek oldu; “İşçiler kazanırsa, diğerlerine de örnek olacak” kaygısıyla. Normalde hepsi birbirinin gölgesine kurşun sıkar ama bir işçi hareketi ortaya çıktığında müthiş bir sınıfsal refleksle hemen dayanışma içinde hareket ederler.

-Peki bir işçi direnişinde diğer işçi örgütlerinin, başka sendikaların o greve destekleri var mı? Mesela Uğur Tekstil örneği… Türk İş’ten ya da Hak İş’ten bir destek oldu mu? Sendikalar arasında böyle bir şey var mı?

Maalesef… Sadece buraya özgü de değil. Patronların sınıfsal refleksini emek örgütlerinde göremiyoruz. Sendikalara daha çok burjuva politik akımlar hakim olduğu için böyle bir dayanışma refleksi ne yazık ki yok. Mesela Antep’te iki buçuk ay süren direnişlerde KESK dışında böyle bir destek göremedik. Ama şöyle şeyler oldu. Hiç sendikalı olmayan, 13,14 ayrı fabrikadan işçiler direniş boyunca aralarında para toplayıp yemek yaptırdılar. Yine de çok değerli, işçilere moral veren desteklerdi.

Türkiye’deki sendikalara hakim olan sendikal bürokratik anlayış ve bu anlayışın özellikle Antep ve bölgedeki yansımalarıdır, işçilerin sendikal örgütlenme girişimlerini boşa çıkaran. Açıktan ihanet diyebileceğimiz bir tutuma dönüşmüştür. Kimileri, ‘İşçiler bilinçsiz, örgütlenmiyor, haklarına sahip çıkmıyor’ derler ya. Mesela Antep’te bunun hiçbir karşılığı yok. Çünkü Antep’in tarihi sendikalara rağmen hiçbir sendikal öncülük olmadan işçilerin kendi iradesi ve inisiyatifiyle örgütlediği onlarca direniş ve grevin tarihidir aynı zamanda. 93-96 Ünaldı grevleri, 20 bin işçinin bir ay boyunca sürdürdüğü bir grevdir. Türkiye’de hiçbir sendikanın bu kadar işçinin grevini bu kadar sürdürdüğü bir örnek yoktur. Bunu bir dernek çatısında yapmıştır. Yine 10 yıl önce Başpınar’da 5-6 bin işçi hiçbir sendika olmadan zam talebiyle kendiliğinden greve kalktı ve 10 gün boyunca sürdürdü.

– Tabi Ünaldı Direnişi tarihe geçti ve özellikle şimdi çok yoğun bir Kürt işçi grubu var. Ekonomik olarak sıkıntı içinde yaşayan. Daha alt gelir grubuna dahil olan işsiz insanlar var. Şimdi bunun üzerine 500-600 bin Antep’e bir o kadar Urfa’ya yerleşen Suriyeli işçiler, emekçiler var. Böyle bir ‘tarlanın’ oluşması sanayiciler için bulunmaz bir nimet. Sanayici büyük ihtimalle şöyle düşünüyor: ‘Sendikal harekete başlayan bir işçiyi çıkarırsam, yerine çok rahatlıkla birini koyabilirim.’ Burada tabi kalifiye işçilerin işçi hareketine önderlik etmesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum ama onlar da az oldukları için sermaye tarafından başka dolayımlarla sınıf mücadelesine önderlik etmeleri engelleniyor. Uğur Tekstil’de Suriyeli işçi var mıydı?

Yoktu. Orada durum şu. Bence önemli. Antep’in kent merkezindeki yerlileri Türk orjinlidir. Ama hem kırsalındaki kesim hem de Kürt illerinden aldığı yoğun göç daha çok ekonomik göçtür, siyasal göç daha azdır. Aldığı göçlerle birlikte Antep nüfusunun yarısından çoğunu Kürtler oluşturuyor ve bunu işçi sınıfı içinde de görüyoruz. Fabrikalarda da işçilerin demografik yapısında baktığımızda neredeyse yarı yarıya diyebileceğimiz bir durum var. Mesela benim Ünaldı’da doğrudan tanık olduğum çok önemli bir deneyimdir. Bugün mülteci meselesine yaklaşırken de göz önünde bulundurmamız gereken bir şey. Antep’te Ünaldı’da 90’ların başına kadar, biz Urfalı işçileri sevmezdik. İyi hatırlıyorum, bugün tıpkı işçilerin çoğunun Suriyeli mülteci işçilere dair duygularıyla aynı temellere sahipti. Urfalı işçiler özellikle kırsaldan yeni kopup gelmişlerdi. Siirtli işçiler de vardı, Adıyaman, Van vb… Doğal olarak kırdan, ağalık kültürü üzerinden marabalık düzeyinden gelmiş işçiler çok daha düşük ücrete çalışmayı kabul ediyor. Oraya gelmiş ayakta tutunmaya çalışıyor ve sen 10 liraya çalışırken onlar 5 liraya çalışmayı bile nimet olarak görüyor.Biz de onların yüzünden daha düşük ücretle çalışmak zorunda kalıyorduk. Çünkü o kabul edince bize de yansıyordu.

– Patronların işine yarıyordu yani. Yani burada bir emek piyasası oluşuyor.

Hem ücretleri düşürüyor hem çalışma koşullarını ağırlaştırıyordu. ‘Kardeşim Ünaldı Urfalıların yüzünden böyle oldu’, buydu duygumuz. Ama o zaman derneği kuran başta Mikail Abi, Mecit Abi bize hep şunu söylerlerdi: ‘Yanlış düşünüyorsunuz. Urfalılara düşmanlık ederek patronlara hizmet ediyorsunuz. Bugün bunu kabul ediyor olabilirler ama işçileştikçe onlar da sizinle beraber mücadele edecek’… Gerçekten de öyle oldu. 96 Ünaldı Direnişi başladığında o mücadelenin en önünde ve en militanca kavga edenler Urfalı ve Suruçlu işçiler oldu…

Bugün aynısını 8-10 yıllık süreçte Suriyeli işçiler için yaşıyoruz. Suriyelilerin büyük çoğunluğu son derece yoksul. En düşük ücretle ve en kötü koşullarda çalışıyorlar. Doğal olarak hem işsizliği artırıcı bir etkisi oluyor hem de ücretleri baskılayan bir rolü oluyor. Suriyeli mültecilere dönük ön yargıları koşullayan bu oluyor.

-Ama Gaziantep’te bunu pek gözlemiyorum ben. Yani mesela OSB’de çalışan Suriyeli işçilere karşı Türk, Kürt işçilerde bir karşı duruş var mı?

İşçilerin kendi içinde olmuyor bu ama mahallede, semtte, işsiz lümpen kesimlerde oluyor. Bu işi politik olarak kaşıyan Antep milletvekilleri de var. Türkiye genelinde tanınan siyasiler de bu meseleyi çok kaşıyor. Antep’te linç, cinayetle sonuçlanan ciddi olaylar oldu. Ama mesela şöyle örnekler de oldu. Örgütlenme çalışması yaptığımız Akınalbella terlik fabrikası vardı. Burada 550 işçi çalışıyordu. Bizimle ilişkiye geçen 10 işçinin altısı Suriyeliydi. Çalışma izni ve sigortası olan işçilerdi. Burada toplam Suriyeli işçi sayısı 25’ti. Sadece sendikaya üye olmakla kalmadılar, oradaki örgütlenmeye öncülük ettiler. Orada işten atılan çok sayıda işçi oldu ama Türk işçilerden işten atılanların çoğu tazminatını alıp gitti, örgütlenmede ısrar etmedi. Ama Suriyeli işçi tazminatı kabul etmedi ve oradaki Türk işçi arkadaşıyla beraber fabrika önünde bir ay boyunca direniş yaptı. Yani çok daha dezavantajlı olmasına rağmen orada 25 işçinin 23’ü sendikalı oldu.

Tam da bu örgütlenmeyi yaparken, Bolu Belediye Başkanı’nın gündem olan şoven açıklamalarının, Ankara’da ev yakmaların olduğu dönemde toplantılar yaptık. Suriyeli ve Türkiyeli işçiler vardı. Bir Türk işçi ‘ben açık söyleyeyim, bundan bir iki ay öncesine kadar Suriyelilerden nefret ediyordum. Serviste boş gördüğümde yanına bile oturmuyordum. Çünkü bu yoksulluğun, işsizliğin hepsinin bunların yüzünden olduğunu düşünüyordum. Ama şimdi öyle düşünmüyorum. Şimdi biliyorum ki yanımdaki Suriyeli işçi ile birlik olmazsam hakkımı alamayacağımı biliyorum. Ben bu adamla birlik olmazsan hakkımı alamayacağımı biliyorum’ demişti. Bence bu çok çarpıcıydı.

– Verdiğin örnek çarpıcı. Mesela Ünaldı Direnişinde Urfalı işçilere karşı göstermiş olduğunuz negatif duruş nasıl direnişle kırıldıysa yine bununla kırılması gerekiyor. Ama bu kırk senede yok olmamış, içselleşmiş bir algı. Ya yaratılıyor, ya geliştiriliyor. Her akşam televizyonlarda işçiler, ‘milyar dolar harcadık. Her şeyin sebebi Suriyeli deyince’…

Bir işçi hayatını sürekli, direnişte, örgütlenmede, grevde geçirmiyor. Devletin, sistemin daha ilkokulundan başlayarak, medyasıyla, televizyonuyla, diniyle, mahalle baskısıyla, resmî ideolojisiyle oluşturduğu sosyo-kültürel şekillenme bir aylık direnişle hepten ortadan kalkmıyor. Çünkü o grev, direniş sonrası her ne kadar önyargıları kırılsa da bu ilelebet sürmüyor. Örgütlülüğü, sınıf mücadelesinin içindeki sürekliliği kesintiye uğrayıp eski mahallesine, eski yaşamına dönünce tekrar eski değer yargıları, eski ilişkiler hakim olmaya başlıyor ve yine aynı kodlara dönüyor.

– Yani maçı 1-0 kazanıp ondan sonra tekrar geriye dönmüş gibi oluyor.

Çemen Tekstil grevinde şöyle bir örnek var mesela. 200 işçinin çoğu AKP ve MHP’li idi. Ama daha önce işçilerin ‘terörist’ diye andığı işçiler diğer işçilerle beraber bu direnişe öncülük ettiler. Ve bu fabrikada 150 işçi, Kürtçe pankartla en önde de düne kadar MHP’li olan işçiler Newroz’a katıldılar, iki aylık direnişin sonucunda.

– Gaziantep OSB’de çalışanların belki de yarısından çoğu Kürt işçiler. Suriyeliler de var ama bence Gaziantep’te Oğuz Boyu’ndan gelen Türkler biraz daha üst grubu oluşturuyor. Gaziantep Doğu ve Güneydoğu’dan başlayan göçün en fakirlerinin kaldığı bir sınır gibi düşünüyorum ben. İstanbul biraz daha dışında kalabilir ama batıya doğru biraz daha ekonomik düzey yükseliyor gibi. Terse gittiğimiz zaman Uğur Tekstil örneği var. Biraz anlatabilir misin? Neden Uğur Tekstil? Bölgede bir de süre gelen bir barışsızlık hali, bir çatışma hali söz konusu. Bunun emeğe yansıması ne? İnsanlara acaba şu mu söylenmeye çalışılıyor: Önce yaşam hakkınız önemli diğer haklarınızı erteleyebilirsiniz…

Urfa başta olmak üzere, Batman, Adıyaman, Mardin, Van’a kadar uzanan bölgede yatırım yapan patronlara bedava yer tahsisinden tutalım, sigorta primlerinin devlet tarafından ödenmesine kadar büyük destek ve teşvikler veriliyor. ‘Bu bölgeyi Türkiye’nin Çin’i yapmak’ diye ifade ediliyor. Meali şu; burada insanlar çok daha düşük ücretlere çalışmaya mecbur, muhtaç, bu çaresizlikten de istifade ederek burayı bir ucuz işgücü cennetine dönüştürmek…

– Mehmet bu eski bir slogan oldu. Çünkü Çinleşmek şimdi hayalimiz biliyorsun.

Evet şimdi o da ironik oldu. Şimdi Çin’deki asgari ücret bizimkinin iki katına çıkmış durumda. Asıl şu, Türkiye’nin dış ülkelerle rekabet edecek tek gücü ucuz işgücü. Batıda biraz iyi kötü sendikal örgütlenme, işçi hareketi gelişkin olduğu için asgari ücretin daha altına ücrete işçiyi ikna etmek biraz daha zor oluyor. O yüzden mesela Urfa’da organize sanayi bölgesindeki kurulu fabrikaların büyük çoğunluğu İstanbul’dan, Bursa’dan, Mersin’den, Trakya’dan fabrikaları söküp ya da orayı kapatıp yatırımı buraya yapmış fabrikalar. Çünkü işgücü daha ucuz. İşte bu teşvikler sonucunda sadece Urfa organizede şu anda otuz bini aşmış durumda işçi sayısı. Uğur Tekstil de bu fabrikalardan biri. Teşvik kapsamında kurulmuş  buradaki bütün fabrikalar gibi, bütün makinalarını bile teşvikten kaynaklı indirimlerle almış.

Urfa’daki örgütlenme çalışmamız ilk Özak Tekstil’de başladı. Biz burada örgütlenmeye başladığımızda, Hak İş’e bağlı Öz İplik İş örgütlüydü burada. Örgütlenirken işçilere çeşitli vaatlerde bulunulmuş.

– Hak İş’in örgütlenme macerası diğerlerine göre daha mı kolay oluyor. Daha mı az tepki görüyor?

Patronlar için daha kabul edilebilir. Eğer bir sendikalaşma başladığında bir tercih yapacaksa Öz İplik İş ya da Teksif’i destekliyor.

Özak’ta işçiler Öz İplik İş’i buluyorlar bir şekilde. Bir de işte biliyorsunuz bölgede din unsuru, muhafazakarlık çok baskın. Öz iplik İş, yöneticileri din istismarı yapan bir sendikal anlayışa sahipler. O yüzden muhatap oldukları sendikacının namaz kılıyor olması filan bile etkiliyor.

İşçiler diyor ki ‘Biz ne zaman toplantı yapsak bu adam gidiyor namaz kılıyor. Biz diyoruz ki, Allah korkusu var bu adamdan zarar gelmez.’ Böyle örgütleniyor işçiler. Örgütlenme aşamasında mesela işçiler atılıyor, sahip çıkılmıyor. Ama yetki alıp sözleşme yapılıyor buna rağmen. Sözleşme yaparken gidip asgari ücretle sözleşme yapıyorlar ve sözleşme yaparken de kesinlikle işçilere bilgi verilmiyor, işçilere sorulmuyor. Buna tepki olarak işçiler bizimle ilişkiye geçtiler. Önce on, on beş kişilik bir komite oluşturduk, işçilerle toplantılar yaptık ve bu komite ile birlikte örgütlenme kararı aldık. 2020’nin başlarında iki, iki buçuk ay gibi bir sürede 475 üyeye ulaştık. Örgütlenmemiz duyuldu. Öz İplik İş de patron ile birlikte hareket etti. İşçileri çağırıp tehdit ettiler. Pandemide fabrika kapandığında aslında 40 kişi kalmıştı yetki almamıza.

Ve fabrika tekrar açıldığında yarım açıldı ve ‘istifa edip Öz İplik İş’e geçmezseniz ücretsiz izine devam edeceksiniz, kısa çalışma ödeneğine devam edeceksiniz’ diye bu tehditle işçileri zorla istifa ettirdiler Disk Tekstil’den. İşçilerin çoğu da açlıkla terbiye edildi yani. İki sendika var işçiler bir sendikayı tercih ediyor ama patron ve diğer sendika tehdit ve baskıyla başka bir sendikaya üye yapıyor.

Paravan olarak kullanılan bir sendikadan söz ediyoruz. Teksif de aynısını yaptı bu fabrikalarda. Sekiz ay boyunca istifa etmeyen 50-60 üye işçimiz kaldı. Üyesi olduğumuz küresel sendikayı harekete geçirdik ve ücretsiz izindeki arkadaşlarımızı işe geri döndürdük. Üyelerimizi işten attırmadık. Bu Urfa’da yayıldı, çok etkili oldu. Mesela Uğur Tekstil’de örgütlenmemizi Özak’taki işçiler üzerinden kurduk. İşçi komitesi kurduk üyeliklere başladık. Bir ay gibi kısa bir süre içerisinde tabi özellikle son iki haftasında sınırı geçmek için gece yarılarına kadar işçi komitelerindeki işçilerle beraber ev ev gezerek, mesela bu örgütlenmeye Özak’tan işçiler de katıldı. Onların da tanıdıkları işçiler vardı.

– Bölgedeki işçilerin özellikle dünya görüşleri, dini yapıları verecekleri mücadeleye hiç engel oluşturmadı mı? Oluşturmadıysa orda bir sınıf bilinci olumlu örnekler ya da bir güven duygusu bir şey elde edebilme umudu… Açmak lazım.

– Hiç oluşturmadı. Bir kere işçiler orada çok kötü koşullarda çalışıyorlar. Asgari ücret alıyorlar ve asgari ücret dışında hiçbir sosyal hakları yok. Ve buna karşı bir örgütlenme, daha iyi ücret, daha iyi koşullarda çalışma talepleri var. İşçiler artık biliyor, bunun yolu sendikalı olmak. Şimdi burada önemli olan şu, ilk başlarda elbette sadece politik aidiyetleri, muhafazakar yapıları bakımından düşündüğünde sanılanın aksine işçiler içinde DİSK’in güvenilirliği çok fazla. Mesela adam dindar, adam muhafazakar AKP’ye oy veriyor ama diyor ki ‘kardeşim DİSK savunur işçilerin haklarını.’ İkincisi, bu yoksa bile, bundan kaynaklı bir mesafe varsa bile, içinde örgütlendiği sendika, sendikanın yetkilisi, sendikal anlayışı. Gerçekten mücadelesini sahiplendiğini onun için mücadele ettiğini hissettiğinde, sendika veya sendikacının politik aidiyeti, politik görüşü onun için engel teşkil etmiyor. Buna bakmıyor. Samimiyete bakıyor.

– Uğur Tekstil bölgedeki ilk DİSK üyesi fabrika mı?

DİSK Tekstil’in yetki aldığı Antep’i saymazsak, ilk işyeri olacaktı tekstil işkolunda. Yetkiyi aldık ama bu yetkiyi alana kadar içeride tek tek işçileri çağırıp odada tehdit ettiler. Müdürler, fabrikanın  avukatları, yöneticiler istifaya zorladılar işçileri. İşten atmakla tehdit ettiler. Bunların hepsine örgütlü bir şekilde karşı durduk. Bu yaptıklarının hiçbiri sonuç vermeyince en son fabrikayı kapatmaya gittiler. Baştan söylüyorlardı zaten bu fabrikaya DİSK’i getirirseniz bu fabrikayı kapatırız diye. Yalnızca fabrikanın patronu değil, bunu Urfa’nın valisi bile söylüyordu. Sonunda gerçekten de bu tehdidi hayata geçirdiler. Bunun hileli bir kapatma olduğunu biliyorduk. Bir ay, iki ay fabrikayı kapalı tutup gerçekten kapanmış gibi gösterip sendikalı işçilerden tamamen kurtulup yeniden fabrikayı açmaktı niyet.

Fabrika tekrar açılıp bütün işçiler işe alınana kadar fabrikanın önünden ayrılmayacağız diyerek direniş başlattık. Jandarmayı, çevik kuvveti yığdılar, müdahale ettiler engel olmaya çalıştılar. Ama biz kararlı bir şekilde fabrikanın önünden ayrılmadık. Hem şehir merkezinde eylemler yaptık hem fabrika önünde direniş başlattık. Bu fabrika İspanya merkezli dünyanın tekstil devlerinden İnditeks’e bağlı Zara markasına üretim yapıyor. Bu Zara’nın da tarafı olduğu bir küresel çerçeve sözleşmesi var bizim de üyesi olduğumuz Küresel Sanayi İşçileri Sendikası arasında yapılmış. Bu uluslararası sözleşmelere göre de burada sendikal haklar ihlal edildi. Küresel sendikanın da çabasıyla bizim direnişimiz kamuoyunda çok büyük bir etki yarattı. Bunun da etkisiyle marka da harekete geçmek zorunda kaldı ve markanın da baskısıyla direnişimizin dördüncü gününde patron geri adım attı. Küresel sendikanın Türkiye temsilcisi Kuvvet Lordoğlu, barış akademisyenlerinden. KHK ile atıldıktan sonra küresel sendikada göreve başlamıştı. Onun da emeği çok oldu.

Patron, sendikayı kabul ettiğini ve sendikayla görüşeceğini söyledi. Direnişi bitirdik. Bir ay içinde de fabrikanın açılacağını, o zamana kadar görüşmeler yapacaklarını söylediler. Bir ayın sonunda da fabrika açıldı, 300 işçi işe geri alındı. Yani bu Türkiye’de de bölgede de direnişle geri açılan ilk fabrika örneği.  Tabi ki uluslararası destek, tabi ki Urfa’daki siyasi partiler Emek Partisi, HDP, TİP. Hatta ilginçtir, normalde bu tür işçi mücadelesine hiç destek vermeyen Urfa’nın siyasi parti il örgütleri bile, Deva partisi, İyi parti, başından beri CHP’nin destekleri oldu. Bölgede 50’den fazla sendika ve meslek örgütü ortak bir açıklamayla Uğur Tekstil işçilerine dayanışma açıklamaları yaptılar. Uğur Tekstil işçilerinin direnişi bölgede emek güçlerini de seferber eden bir direniş oldu

– Bölgedeki savaş ortamının devam ettirilme ısrarı sendikal mücadeleye nasıl bir yansıma yapıyor? Yani bölgede barış ortamı olsa sendikal mücadele daha mı güçlü olur? Aradaki ilişkiyi açıklar mısın birebir gözlemlerinden? Orada en ufak bir mücadele noktasında sana ilk yapıştırılan şey ‘terörist, vatan haini’ vb. Bunlar geri adım atmasan bile işçiler arasında bir soru işaretine neden oluyordur.

Kesinlikle. Sadece bölgede değil, ben bunun Türkiye’yi bile etkileyen bir yanının olduğunu düşünüyorum. Çokça da örnek var. Kürt sorunu, Kürt sorununun demokratik bir şekilde çözülmeyişi, bunun sebep olduğu savaş ve çatışma hali, bunun da sebep olduğu Kürtlere karşı şoven, milliyetçi eğilimler, sorunun kriminalize edilmesi… Memleketteki pek çok toplumsal mücadele, pek çok hak talepli mücadele bu zemin üzerinden bastırılmaya çalışılıyor. Ve bu, aynı zamanda işçiler içinde de bir bölünmeye, kutuplaşmaya sebep oluyor.

Urfa sonuçta HDP’nin, ulusal hareketin tam olarak hakim olduğu bir durumda değil. İşçiler AKP’li de olsa CHP’li de olsa sonuçta HDP’ye karşı batıdaki gibi ırkçı önyargılarla bakmıyor tabi. Bu tür propagandaların işçiler içinde çok etkili olduğunu söyleyemem orada. Antep’te kısmen oluyor. Urfa’da işçiler içinde Kürt düşmanlığından, HDP düşmanlığından ekmek yok yani. Orada asıl devlet güçlerinin işi provoke etmek, kriminalize etmek için kullandığı bir şey. Burada da bölgede, mesela sınıf örgütlenmesinin yakın tarihte işçilerin kendi ekonomik talepleri için, sosyal talepleri için örgütlenme eğilimlerinin en güçlü olduğu dönem 2013-2015 arası. Bu süreçte bir çözüm süreci oldu. Ve bu iki, iki buçuk yıl içinde elbette sorunun demokratik ve gerçek çözümü için AKP hiçbir adım atmadı. Ama çatışma yoktu en azından, fiilen çatışmasızlık hali vardı. O görece barış ortamında bile Adıyaman’dan Hakkari’ye kadar her yerde işçi örgütlenmeleri oldu. Adıyaman’daki tekstil işçilerinden, Türkiye petrol işçilerinden tutalım, Diyarbakır’daki tekstil işçilerine, tuğla işçilerine kadar. Hakkari’deki fırın işçileri örgütlendi mesela eylem yaptılar. Şırnak’ta maden işçilerine kadar, Elazığ’daki maden işçilerinden diğer fabrikalara kadar pek çok yerde, Batman’da tekstil işçilerinin direnişi. Yani çok yaygınlık kazandı. Tüm bunlar çatışma, savaş  halinin biraz çekilip görece bir barış ortamı olduğunda insanların bugüne kadar savaşın, çözülmemiş ulusal sorunun gölgesinde kalmış olan, asıl yakıcı sorun savaş hali olduğu için bugüne kadar  gölgede kalmış olan ekonomik ve sınıfsal sorunları için ekonomik ve sosyal talepleri için örgütlenmenin önü açılmış oldu. Ama işte 2015’te bu demokratik barış ortamının ona iktidarı kaybettirme noktasına getirdiğini görünce AKP masayı devirdi. Ülkede savaş hali yeniden başladı.

– Siyasi bir kimliğinin olması, Ünaldı direnişinden başlayan bir sınıf bilincinin oluşmuş olması bunu politik olarak güçlendirmiş olmanın işçilere yansıması nasıl oldu?

Ben işçilerden hiçbir zaman politik duruşumu gizlemedim. Bunu öne çıkarmadım elbette ama asıl olarak orada hangi görüşten olursa olsun bir işçi hareketi, sınıf mücadelesi, sendikal örgütlenme için bulundum ama soran işçiye de takiyye yapmadım. Hatta böyle bir sendikacılığı Emek Partisi’nin bana öğrettiğini söyledim. Yapmaya çalıştığım şey, bütün mücadelelerde işçilerin inisiyatif almasını sağlamaktır aslında.

-Toplum içindeki genel kanı DİSK’in özellikle tam da bu tarif ettiğin sendikacı tipini  içinde barındırıyor olduğu yönünde. Sen bu mücadele içinde bir çay kaşığı ile toprak kazımış gibi mücadele vermişsin ama sonunda sendikal bürokrasi neden seni hazmedemedi? Genel merkezin bu olaydan haberi mi yoktu? Manipüle mi edildi?

Temel neden, DİSK’e bağlı birkaç sendikayı dışarıda tutarsak, sendikalarda hakim olan bürokratik anlayış. İşçilerin iradesini ve işçilerin inisiyatifini esas almak yerine daha çok yukarıdaki sendika yönetiminin, sendika merkezinin kendisini işçi sınıfı yerine koyarak karar süreçlerini işletmesi. En azından işçileri sürece ortak eden, işçilerin onayını, iradesini esas alan bir anlayış yerine işçiyi sürekli pasifize eden, “sen dur, senin için en iyisini yapacağız” diyen üsttenci yaklaşım. İşçi için en iyisini yapabilme niyetine de sahip olabilirsin. Ama burada önemli olan işçinin kendi mücadelesi, kendi hayatı, kendi örgütlülüğü için söz sahibi olması gerektiği. 

Toplu sözleşme yaparken işçiye sormuyorsunuz, işçinin onayını almadan imzalıyorsunuz. Şu en asgari ilkedir, hangi sendikal anlayışı savunuyor olursanız olun işçi adına işçinin hayatını etkileyecek bir konuda karar verirken, imza atarken işçinin onayını almak, işçinin fikrini sormak zorundasınız. Bu, en mücadeleci görünen DİSK içinde bile ne yazık ki yaygın bir şey.

– Konfederasyon geleneğinin hiçbir etkisi yok mu?

DİSK’in aslında herkesi bağlaması gereken ilkeleri var. DİSK’in mücadeleci bir geleneği var. Tekstil de DİSK’e bağlı bir sendika ama ne yazık ki tek tek sendikaların merkezleri bu ilkelere uygun hareket etmiyor. Tekstil hiç hareket etmiyor. DİSK Tekstil aslında bu sendikal anlayış itibariyle DİSK’e bağlı sendikalar içinde en çürümüş olanı. Bunu herkes bilir. İşçiler bu konuda çok hassas, daha önce kötü deneyimler yaşamışlar. Tek bir şeyi merak ediyorlar, bu sendika bizi satacak mı? O yüzden sendika bölge temsilcisi olarak verdiğim söz şu, bu sendikada bütün kararları sizinle birlikte alacağız. Sizden habersiz sizden gizli hiçbir şey olmayacak… Ben iki yıl görev yaptım. Yanımda işçi temsilcisi olmadan hiçbir patronla görüşmedim. Antep’te ve Urfa’da hiçbir patron ve işverenle yanımda işçi temsilcileri olmadan görüşmedim.

Şöyle bir yanı da var Uğur Tekstil direnişinin. Urfa’da aynı hafta 4 fabrikada  daha örgütlenmeye başladık. Ve bölgeden, Urfa’nın dışında onlarca fabrikadan işçiler arıyor. On binlerce işçinin örgütlenmesine cesaret veren bir örnekti aslında. Böyle bir şeyi baltalamanın tek bir açıklaması olabilir, sendika başkanının sendika üyesi işçilerin çıkarlarından başka çıkarları düşünmesi.

– Evet, bölgedeki sendikalaşma hareketine de büyük bir darbe oldu demek ki.

Savunduğumuz sendikal anlayışın örgütlenmesi ve sendika içinde güç kazanması tehdit olarak görüldü. Çünkü iki yıl boyunca yapığımız eylemleri genel başkana rağmen yaptık. Görevden alınmama sebep olan tartışma ilk değildi.

Ama bu işin bir parçası. Başta Urfa’daki sanayi patronları, hatta Urfa Valiliği, bölgede işçi hareketini ilerletecek bir potansiyele sahip olan bu sendikal hareketi tehdit olarak gördü diye düşünüyorum. Doğrudan onların müdahalesi var mıdır bilmiyorum. Ama sendikanın genel merkezi de bu kaygılarla, bu reflekslerle hareket etti.

– Urfa‘daki bu iki sendikal girişimin bölgede başka şehirlerde ne şekilde yansıması oldu?

Uğur Tekstil mücadelesinin bölgede işçiler içinde izlendiğini, en azından işçi hareketini takip edenler için önemli bir örnek olduğunu, etki yarattığını biliyoruz. Ama kısa sürede patronla işbirliğiyle tersine döndüğü için, ne yazık ki bölgede Uğur Tekstil’in örnek olduğu bir örgütlenme göremedik.

– Bu çığ gibi büyüyebilirdi.

100 işçinin işten atılarak örgütlülüğün dağıtılması ve sendikanın da bu işçilere sahip çıkmaması patronla bu kadar açıktan işbirliği yaptığının görünür olması ne yazık ki bunu sekteye uğrattı. Biz şimdi bölgede onlarca fabrikalardan yüzlerce işçiyle toplantılar yapıyoruz. Bu işçilerin içinde olduğu bir koordinasyon oluşturduk. Urfa’dan farklı fabrikalardan işçi görüşmelerimiz devam ediyor. İşçilerle tartışıyoruz. Yaptığımız toplantılarda bağımsız bir sendika eğilimi çıktı ortaya. Yüzde 1 barajı gibi, toplu sözleşme yapma yetkisine sahip olmak gibi, çok ciddi engelleri de göze alarak, bu bürokratik, sürekli patronlarla işbirliği yapıp işçiye ihanet eden sarı sendikal anlayışı artık sırtımızda taşımak istemiyoruz dedik. İşçilerin karar aldığı, işçilerin kurduğu, işçilerin yönettiği sendikal anlayışı bu bölgeden başlayarak tekstil işkolunda bütün ülkede yaratmak gibi bir iddiamız var. Muhtemelen kısa bir süre içinde başta Urfa ve Antep olmak üzere tekstil işçilerinin bağımsız sendikasını kurmayı tamamlamış olacağız.

– Az önce söylediğin gibi yani ben kendi geleceğimle ilgili söz sahibi olayım. Patronla bunu konuşabileyim.

– Elbette. Biz işçilerin hiç konfederasyon ayrımı olmadan tek bir çatı altında örgütlenmesinden yanayız. Ama bu işçi sınıfının mücadelesini onların çıkarları doğrultusunda ilerletiyorsa bir anlamı var. Yani tek bir çatı altında olmak adına işçinin mücadelesini engelleyemeyiz.

İki şeyde ısrar etmemiz lazım. Bir, sendikanın sermayeden gerçek anlamda bağımsız olması. İki, sendikal demokrasi. Yani sendikal faaliyet içinde işçilerin kaderini işçilerin hayatını belirleyecek durumlarda işçinin söz hakkının esas alınması, bu temel bir demokratik ilkedir. Sözleşme yapılırken bile işçiye fikrinin sorulmadığı bir yerde sendikalı olsa ne olur olmasa ne olur? Zaten bu memlekette işçilere hiçbir şey sorulmuyor. Mecliste yasa çıkarırken kimse işçiye sormuyor. Asgari ücret belirlenirken bile kimse işçiye sormuyor. Bu ülke yönetilirken işçiler dikkate alınmıyor. İşçinin en temel öz örgütü sendikadır. Kendi iş yerinde, aidatını kendi ödediği sendikasında bile söz hakkı olmayacaksa, kendi alacağı maaşın, çalışma koşullarının belirlendiği toplu sözleşmede bile işçinin fikri sorulmuyorsa burada bir sendikal örgütlülükten bahsedemeyiz.

Bölgede de halen çözülmemiş bir Kürt sorunu var. İktidarlar ekonomik olarak, siyaseten sıkıştıklarında en kolay sarıldıkları şey. Bu ülkede insanlar kendi anadilinde eğitim hakkına sahip değil. Ulusal, demokratik talepleri, kimlikleri yok sayılıyor. Şimdi bunlar ayrı sorunlar gibi görünebilir ama aslında değil. O yüzden biz bu bölgede işçi sınıfının kendi ekonomik talepleri için yaratacağı örgütlülüğün bağımsız sınıf örgütlenmesinin aynı zamanda Kürt sorununun demokratik çözümü için ciddi bir dinamik ve olanak yaratacağını düşünüyoruz.

– Az önce zaten denklemi tersten kurdun. Bir barış dönemi yaşadık ve bunun sendikal harekete ne kadar faydası olduğunu söyledin.

Aynen öyle. İşçi sınıfının kendi sınıfsal talepleri için birleştiği bir yerde diğer ırk, mezhep vb. ayrımların etkili olmadığını görüyoruz. Irkçılık, dincilik, mezhep ayrımı, bunun gibi şeyler işçi sınıfına ve onun mücadelesine tarih boyunca zarar vermiştir. Ve tarih boyunca hep bu tür ayrımlardan kaynaklı çatışmalar her zaman egemen sınıflara yaramıştır. Dolayısıyla Kürt Sorunu da sadece kimliği inkâr edilen, baskı gören Kürtlere zarar veren bir şey değil. Aynı zamanda ülkede her milliyetten işçiler zarar görüyor. Çünkü bu sorunun çözümsüz kalması, halklar arasında düşmanlık, her zaman işçi sınıfı ve emekçilere zarar veriyor. İki yönüyle, bir, savaşın olduğu yerde savaşın bedelini zenginin çocuğu ödemiyor. Savaşta ölenler de emekçi çocukları. Savaşın ortaya çıkardığı ekonomik ve sosyal yıkımın bedelini ödeyen de iki tarafın yoksul ve emekçileri. O yüzden emekçilerin tutumu, halkların eşit, gönüllü birliği, Kürt sorununun demokratik çözümü, halkların kardeşliği olmalıdır.

-Suriyeli işçilerin Antep’te dernek düzeyinde vb. örgütlenmesi var mı? Buraya göç eden Suriyeli mülteciler içinde dünyaya sosyalist pencereden bakan insanlar var mıdır?

İşçiler içinde açıkçası öyle bir aidiyetten gelen yok. Ünaldı eskiden halı dokuma ağırlıklıydı ama şimdi orası konfeksiyon atölyeleri. Suriyelilerin en yoğun çalıştığı bölge. Orada da bizim örgütlenme faaliyetimiz var ve bu çalışma sonucunda etrafımızda birikmiş çok sayıda Suriyeli de var  aslında. Çoğunluğu dindâr bir kültürden geliyor ama mücadele içinde onlar da diğer sınıf kardeşleriyle bir araya geldikçe onların da pek çok önyargısı kırılıyor. Ünaldı’da içinde olduğumuz bir grup işçi var, bir tartışmada ‘ilk geldiğimiz zaman yerli işverenler paranızı vermiyor, dövüyorlar, çok ayrımcılık yapıyorlar sonra Ünaldı’da kimi Suriyelilerin işyerleri açılmaya başlandı biz ısrarla oralarda çalıştık en azından bunlar bizden, aynısını yapmaz diye. Onlar daha beterini yaptı’ diyor. Hayatın gerçekliği çünkü.

– Aynı gemi dediğimiz şeydeki gemi, fabrika. Fabrikaya girdiğimiz anda aynı gemideyiz…

Suriyeli diye gidip çalıştığı yerde de aynı şeyi görünce aslında meselenin yerli, yabancı meselesi olmadığını, meselenin sınıf meselesi olduğunu o da görüyor.

Bir de bütün bu hikâyenin içinde gözden kaçmaması gereken şey şu: Mücadelenin içinde yer alan işçilerin durumunu da gözden kaçırmamak gerekiyor. Urfa’da bu işçiler bu mücadeleye öncülük eden isçiler aynı zamanda bedel de ödüyor. Harekete geçtiğinde düne kadar yapılamaz, aşılamaz olarak gördüğü engelleri nasıp aştığını görüyor. Yani patronla başa çıkılmaz, zenginle başa çıkılmaz, hatta bu işçiden bir şey olmaz önyargılarını aşıyor. Yapabileceğini görüyor. İşçiler birleştiğinde devletin, polisin, valiliğin bütün engellerini aştı, kapatılan fabrikayı açtı. Atılan 300 işçiyi işe geri aldırdı. Birleştiğinde neler yapabileceğini gördü.

Ama Uğur Tekstil’den çıkarmamız gereken bir şey de şu tabi ki: Önce patronlara, sermayeye onların bize dayattığı bu kölelik koşullarına karşı mücadele ederken, aynı zamanda bu egemen sendikal-bürokratik yapıya karşı da mücadele edilmesi gerekiyor.

Uğur Tekstil’de müthiş bir heyecan duydular ama o heyecanın yerini müthiş bir hayal kırıklığı aldı. Mesela işçi açıklamada, ‘siz sadece patrona bizi değil bizim hayallerimizi, umutlarımızı sattınız’ diyor. İşçinin bu duyguda kalmasına izin vermemek gerekiyor. Mücadele ettiğinde, birleştiğinde, örgütlendiğinde neleri değiştirebileceğini gördü ya işçi, bunu unutmaması gerekiyor.

– Sendikasız işçiler arasında konuşulan en önemli konudur, ‘sendikalı olacağız da ne olacak, götürecek beni patrona satacak’ diye. Bir de ‘boşu boşuna işimi kaybedeceğim’ korkusu… O yüzden Antep’teki yüzde 2 sendikalaşmanın sebebi de bu herhalde. Son kırk yılını biliyoruz, Gaziantep’teki sendika başkanlarının nerelerde, kimlerle neler konuştuğunu biliyoruz. İhtiyaç olan, yeni bir sendika, yeni bir sendikal hareket, güçlü bir siyasî destek, güçlü bir politik yapıdır… Bu güzel söyleşi için teşekkür ediyor, mücadelenizi ve yeni sendikamızı coşkuyla selamlıyorum.