ELİF ESER
Fransızca kökenli festival sözcüğü tarihsel süreç içerisinde başkalaşmış içerikleri ifade etti. ‘Dini ayin/bayram’dan sanatsal/kültürel ağırlığa doğru bir evrim oldu bu. Günümüzde, belirli bir zaman diliminde, sürekliliği olan etkinlikler zincirine işaret ediyor festival. Şenlik, eğlence, bayram/yortu gibi unsurları da barındırıyor, dönemsel olarak kimi politik, kültürel ve yerel taleplerin dillendirilmesini, kamuoyuna yansıtılmasını da… Özellikle de son yirmi beş yılın öne çıkan etkinlik biçimlerinin önde geleni festivaller oluyor. Ancak şunu da belirtmek gerekiyor ki, genel olarak ekonomi ve pazarlama önceliklerinin öne çıkıyor oluşu festivallerin sanatsal ve kültürel boyutunun irtifa kaybetmesine, önem ve işlevini yitirmesine yol açıyor. Bu genel çerçeve kapsamında, Dersim Belediyesi tarafından 21-24 Temmuz arasında yapılacağı kamuoyuna duyurulan Munzur Festivali’ne dair bir tartışma yapmak da gereklidir herhalde.
Malum, epeyce bir ilgi ve merak konusudur Dersim’deki Munzur Kültür ve Doğa Festivali. Festivaller içerisinde en bilinenlerinden biridir. OHAL, köy boşaltmaları, gıda ambargosu, yoğun baskılar, asimilasyon, vb. koşullara karşı, daha özgür ve demokratik bir yaşam talebi ekseninde doğmuş bir festival. Doksanlı yılların sonuna doğru bizzat devlet eliyle kriminalize edilen Dersim’de, OHAL koşullarının ortadan kaldırılıp hayatın normalleşmesine yönelik tartışma ve çalışmaların sonuçlarından biri de bu festival oldu. Süreç içerisinde; koşullar ile varlık nedeni arasındaki mesafenin giderek açılması ve buna eklenen düzenleyicilerinin kısırlaşmış, daralmış öznel yaklaşım ve amaçları, Munzur festivalini de işlevini yitirme gerçeğiyle başbaşa bıraktı. Bir süredir şu ya da bu gerekçeyle ertelenmesinin asıl sebebini de bu gerçekte aramak gerekiyor aslında.
Değişmeyen algı: Festival eşittir konser!
Festivali ortaya çıkaran Dersimdeki OHAL baskısı, inanç ve kimlik meseleleri demokratik kitle örgütlerini, sendikaları, siyasi parti ve oluşumları bir araya getiren taleplerken, sonrasında gelişen ayrışmalar, dar siyasi rekabetler, festivali birçok bakımdan bir tür anlam yitimine uğratan bir etken oldu. Sadece konserleri ve ses sanatçılarını çağrıştırmaya başladı. Yoğun katılımcı sayısının yarattığı yorgunluk, bezginlik, keşmekeş de bir başka nedendi. Geldiğimiz noktada, dışardan gelen katılımcılarla kent ekonomisini canlandırma hevesinin ve kimi siyasi çevrelerin ‘sahada boy gösterip adam devşirmesinin’ piyasasına dönüşmüş durumda. Kısır bir döngü yaşanmakta. Kültüre, sanata, akademik alana dair bütün organizasyonların (paneller, söyleşiler, tiyatro oyunları, şiir dinletileri, sanat atölyeleri vs.) önemini yitirdiği, işin daha çok gündüz vakitleri ‘su kenarlarında’ vakit geçirip akşam konser için stadyuma gidilen bir kısır döngü. Öyle ki, çoğu insan için festival demek stadyumdaki konser demek! Bu algı yıllar içinde tersine çevrilemedi maalesef, bilakis pekişti.
‘Turizme hizmet’ gölgesi!
İşbaşındaki rejimin yasaklar ülkesinde, sanata ve sanatçıya yönelik baskıcı tutumu ortada. Birçok sanatçının konserleri iptal ediliyor, tiyatrolar yasaklanıyor, gazeteciler tutuklanıyor… Festival Tertip Komitesi adına DEDEF ve Belediye Başkanı’nın kamuoyuna yaptıkları açıklamada, konserleri yasaklanan sanatçılar festivale çağrıldı. Bu çağrı anlamlı olmakla beraber, komitenin festivale ilişkin tahayyüllerinin başta konserlerle ilintili olduğunu da gösteriyor. Madem yasaklara ilişkin bir duyarlılık var; yazarlara, gazetecilere, tiyatroculara da çağrı yapılamaz mıydı? Festivali ortaya çıkaran kültüre ve doğaya sahip çıkma argümanı, konserlerin gölgesinde dolgu malzemesi olmaktan çıkarmak gerekmiyor mu?
Festivalin son yıllarda daha çok suyun, havanın, “kutsal mekânların” turizme açılma politikalarına hizmet ettiğini söylemek abartı olmaz herhalde. Zaten, uzun bir süredir kimi haberler, ilçe belediyeleri ve kent ekonomisini coğrafyanın, nehirlerin, dağların, inanç merkezlerinin satışında/pazarlanmasında gören yaklaşıma işaret ediyor. “Zaten insanlar geliyor, ne yapalım?” kolaycılığı ile durumu kendileri açısından meşru kılmaya çalışan çıkar grupları ve kimi çevreci(!) zevat, Dersim’i “Bodrum değil Tunceli’ye’ çevirmiş durumda. Festivalin de bu yaklaşımı tersine çevirecek bir perspektif taşımadığını, bilakis onu besleyici (‘turizme hizmet’ edecek) işaretler barındırdığını söylemek abartı olmasa gerek.
Tüm bu tartışmalar elbette ki yeni değil ve aslında tüketilmiş durumda. Ancak buna rağmen festivali yine aynı içeriklerle yapma ısrarı, ‘nasıl bir festival?’ sorusunu bundan sonrası için de geçerli kılacak sanki. Bahsettiğimiz gibi, birbirini tekrar eden, kısır bir döngüye dönüşmüş festival programlarının bir benzeri mi olacak, yoksa mevcut kısır döngüyü aşacak bir arayış üzerinden yeniden mi örgütlenecek? Turizm pazarlamasıyla doğa ve kültürün korunmasının aynı düzlemde mümkün olamayacağı gerçeği karşısında festivalin net tercihi olacak mı? Söylemde değil de bizzat işin içinde, fiili olarak da görebilecek miyiz bu tercihi?
Festival, başlangıcındaki gibi ağır koşullara karşı ortak mücadeleyi mi esas alacak, kültür, sanat, siyaset ve çevre alanına dair yeni tartışmaları mı bina edecek? Hangi toplumsal ihtiyaca cevap olacak; “esnafa katkı”yla sınırlı mı kalacak? İşlevini yitirmiş ritüellerle mi yetinilecek hep?…
Dört gün değil, bütün bir yıl
Sorular çok. Ve bütün sorular, belirttiğimiz ‘nasıl bir festival?’ sorusunun çengeline takılı aslında. Bu tartışmadan kaçınmamak gerekiyor. Mevcut içerik, olması gereken bir kültür sanat festivalinden çok, dar politik ve popülist kurguların izini taşıyor.
Derdimiz sanata, kültüre ve çevreye dair bir festival gerçekleştirmekse, kent insanının bu noktadaki tercih, istek ve ihtiyaçlarını da dikkate almak gerekir. Ve yine, dört güne değil de yıl içerisinde farklı zaman ve bölümlere yayılan, yoğunlaşmış insan kalabalıklarının baskısını da azaltacak formlar değerlendirilebilir. Kültür sanat etkinlileri, atölye çalışmaları, panel ve söyleşiler, tiyatro, sinema etkinlikleri, her alandan sanatçıların kent insanıyla buluşup üretimlerin sergilenmesi… dört güne neden sığdırılsın? Farklı başlıkların farklı zamanlara yayıldığı etkinlikler zinciri, kentteki yorgunluğu ve ilgisizliği de azaltacaktır. Festivalden sonra kentte sanata, kültüre ve çevreye dair ‘bir iz’ bırakmış olmak esas olmalıdır.
Fraksiyonist platform ihtiyaç mı?
Panel, forum, söyleşi gibi etkinlikleri, sadece örgütlü çevrelerin kadro ve tabanlarının katıldığı, ‘herkesin kendisine konuştuğu’ bir darlıktan kurtarmak da gerekiyor. Doksanlı yılların sonunda yapılan ilk festivallerle insanların gösterdiği duyarlılık biraz da örgütlü yapılara olan güvenle de alakalıydı. Dersim insanın hemen hepsinin şu ya da bu siyasi çevre, kurum ve parti ile bir ilişkisi vardı. Geleceğe dair tasavvurunu, devlet baskısından kurtulmanın umudunu bu yapılarla da ilişkilendiriyordu. Ancak bunun artık ‘o yıllardaki gibi’ olmadığı apaçık ortada. Dolayısıyla, festivali dar grup çıkarlarının, popülist ajitasyonların arenası olarak değerlendirmeye çalışmanın kimseye bir getirisi de yok artık. Halkın temel sorunlarında ortaklaşmak, gençleri gerçek manada kültürle, sanatla, edebiyatla buluşturup bir üretici ve taşıyıcı perspektifi kazandırmak dönemin en önemli sorumluluğudur. Ve bu sorumluluk üç dört güne sığdırılamayacak kadar anlamlıdır. Bu da zamana ve kent insanının hayatına yayılacak bir süreklilik gerektirmektedir.
Son olarak, yazının girizgâhında festivalin anlamına dair söylediklerimizin dışında, bu sözcüğün günlük dilde bazen ‘curcuna’ manasında da kullanıldığını görürüz. Bütün kaygımız, onurlu bir geçmişten süzülüp gelmiş, büyük misyonlar yüklenmiş festivalimizin adına layık bir doğa/kültür buluşması olması ve sonuçta ‘curcunaya’ dönüşmemesidir.