Nurettin Orhan’ın heykelleri nerede?

Özkan Zülfikar

Nurettin Orhan… Elazığ’da heykel, resim denince akla ilk gelen isimlerden… 18 Eylül 2011’de kaybettiğimiz bir sanat dâhisi, çamur ve taş emekçisi… 7 Nisan 2007’de Evrensel gazetesinin “Elazığ/Harput Kent Eki”ni hazırlarken evine konuk olmuştuk. “Elimi çamurdan çıkaramıyorum” demişti bizi karşılarken. Üç yaşındayken bir taş görmüştü ve heykel sevdası öyle üflenmişti yüreğine. Şöyle anlatmıştı üstad: “Üç yaşındayım henüz, yolda bir beyaz taş görüyorum. ‘Bu taşı alacağım’ demişim. Etrafını kazmışlar kazmışlar çıkmamış taş. Ben ağlamışım. O günden beri o taşı unutmuyorum. İşim gücüm hep taşla, çamurla…”

Biz sorduğumuz için anlatmıştı bunları. Zira, “Kendimden bahsetmek âdetim değildir. Siz sorarsanız ben cevaplarım” demişti. Bahçesinden evine geçerken atölye ile bağlanmış bir yaşam yolunun şifrelerine tanık olmuştuk: Işık, gölge, çamur, taş, tahta, tel, demir ve emek… İç içe yontulmuş, işlenmiş emek…

Heykel sanatıyla uğraşmaya Elazığ Halkevi’nde başlamış, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde eğitim almıştı. Galatasaray Lisesi’ndeki müdür yardımcılığının ardından Adapazarı ve Trabzon’da çalışmıştı. Sonra Elazığ’da öğretmenlik yılları…

Bin liraya yaptır, iki bin liraya kırdır!

Şöyle anlatmıştı, dünya ile bağlandığı zamanı: “1924’te Harput’ta, leylaklar açarken doğmuşum. Bağımız vardı dağların ardında. Gider gelirdik. Çeşitli yerlerde öğretmenlik yaptım. Tayinimi Elazığ’a istedim. 1959’da Çayda Çıra heykelini yapmıştım. Meydan Larousse’nin Elazığ bölümünde fotoğrafı var. Heykel birisinin kızına benziyormuş. Söz olmasın diye yüzünü değiştirmişler! Ben heykeli bin liraya yapmıştım, iki bin liraya adam tutup kırdırıyorlar. Eserleri koruma kanuna göre suç ama takip eden yok. Sonra bir daha yaptık. Onu da kaldırdı belediye başkanı. Evrensel’den iki çocuk geldi söyledi. Haberini yapmışlar. (‘Heykel çöpe atıldı’ diye haberini yapıyor o dönem Evrensel gazetesi.) Gittik ki çöplükte bir abide dikiliyor. Sonra oradan da kaldırmışlar. Hangi kuyuya atmışlar bilmiyoruz.” Sonraki süreçte oluşan kamuoyu sonucu Elazığ’ın simgelerinden sayılan heykel çürümeye terk edildiği yerden çıkarılıp yeniden dikilebiliyor. 

Nurettin Orhan eserlerine estetik birikimi ve emeğini hasretmiş, yeri gelmiş maddi külfeti de üstlenebilmiştir: “Harput’ta Balak Gazi heykeli yaptırdı turizm derneği. İki bin lira dediler kabul ettim. Ama elli lira, elli lira verdiler, eksik kaldı heykel. Evden halı götürüp sattım o heykeli yapmak için. Arabalara para vermemek için (yaklaşık 14 km) yaya gidip geldim.”

Kentin ikonlarını yapan Bilge Taşçı

Elazığ’da düğünler Çayda Çıra’yla başlar. Gakkoşlar ellerinde taşıdıkları mum çıralarla, çayda çıra türküsü eşliğinde düğün alanına girer, söyler, oynarlar. Gelin ve damat öyle yerini alır. Düğün bitince de konvoy hâlinde çayda çıra heykelinin etrafında dönülür ve düğün tamamlanmış olur. Heykel, Nurettin Orhan’a aittir. ‘59’da yaptığı Çayda Çıra heykeli ise kayıptır. Tıpkı hâlâ nerede olduğu bilinmeyen el değirmeni çeken kadınlar heykeli gibi. ‘Bilge taşçı’ olarak anılan Nurettin Orhan, hayatının son anına kadar kayıp heykellerinin akıbetini merak etti. Biz de merak ediyoruz, soruyoruz: Nurettin Orhan’ın kayıp heykellerinin başına ne geldi? O eserleri çöpe atmak için mi yaptırdılar üstada? Kaybedilenler sadece yaratıcısının değil, insanlığın ve sanat birikiminin çünkü.

Ölüm yıldönümü vesilesiyle kayıp heykellerini ve Nurettin Orhan’ın sanatını/sanatçılığını analım istiyoruz. Cem Bayındır, Uygur Orhan, Nusret Gürgöz ve Özgün Enver Bulut görüş ve düşüncelerini paylaştılar.

Kayıp Çayda Çıra heykeli

Bir sanat okulu kurup adını versek…

AV. CEM BAYINDIR

Memleketimizin değeri bilinmeyen sanatçılarından heykeltıraş Nurettin Orhan’ı 18 Eylül 2011 günü yitirmiştik. Söylenenlere göre, ortaokul öğretmeni Kenan Bey onun yeteneğinin ayırdına varmış. Okulun duvarlarına, tanınmış sanatçıların en önemli resim çalışmalarının kopyalarını yaptırırmış Orhan’a. 1943 yılında lise öğrencisiyken okuldaki bir piyes için yaptığı dekor, dönemin Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in övgüsünü kazanmış.

Güzel Sanatlar Akademisi’nin (Bugünkü Mimar Sinan Üniversitesi) birinci sınıfında okurken yaptığı heykeli, Alman hocası Rudolf Belling çok beğenmiş. 1952’de üçüncü sınıftayken katıldığı yarışmada “Meçhul Asker” çalışmasıyla birinci olmuş. Rudolf Belling’in asistanı Kenan Yontunç da ona, artık kent meydanlarında heykel yapabilecek bir sanatsal güce ulaştığını söylemiş. Zühtü Müridoğlu, Kenan Yontunç, Ahmet Hamdi Tanpınar, Cemal Sait Tollu, İlhan Koman gibi hocalardan dersler alan Nurettin Orhan, 1953 yılında akademiden mezun olmuş ve öğretmen olarak göreve başlamış. Yaşamının büyük bölümünü Elazığ’da geçiren ve burada uzun yıllar öğretmenlik yapıp emekli olan Nurettin Orhan, oğlu Uygur Orhan’ın anlatımıyla “Elâzığ halkına heykeller kazandırmayı amaç edinmiş, üretici köylülüğü simgeleştirmiş ve bunu Elâzığ halkına armağan etmiş bir heykeltıraştır.”

Nurettin Orhan, doğduğu günden ölümüne değin çalışan, üreten, halkın içinden gelen, yaşadığı yerde hemşerileriyle, insanlarla, öğrencileriyle, köylülerle, demiryolu işçileriyle birlikte zaman geçiren bir aydındır. Kerpiçten çalışma evini kendi elleriyle yapan ve çalışmalarını burada sürdürmüş Orhan’ın yapıtlarının değeri bilinmemiştir. Bunları yarattığı ortamın sanatsal anlamda çölden farkının olmadığı gerçeğidir bu değer bilmezliği yaratan. Aynı çöl iklimidir ki Orhan’ın sanatsal üretiminin önemini daha da büyütmektedir.

Ben, onun –içinde bulunduğu kısıtlı olanaklara karşın–, heykellerindeki sanatsal çizgilerin, Zühtü Müridoğlu, Mehmet Aksoy, İlhan Koman, Kuzgun Acar, Ali Hadi Bara’nın ürettiklerinden bir eksiği olmadığını düşünüyorum.

Oğlu Uygur Orhan’ın belirttiği gibi, “Yapıtları yok edilmeye çalışılan ve kasıtlı bozulan, yerlerinden edilen ama yine de sanatsal ışığı sürekli yanmayı sürdüren bir sanatçıdır” Nurettin Orhan. 1959 yılında yaptığı ve Elazığ Öğretmenevi karşısındaki parkın içinde bulunan “Çayda Çıra Heykeli” dönemin belediye başkanı tarafından “çevre düzenlemesi gerekçesiyle sökülüp Yıldızbağları Mahallesi’nde çöpe atılmış. Yakın tarihlerde de kentin en önemli simgelerinden Çayda Çıra kavşağına adını veren ve UNESCO’nun bile önemli bulduğu Çayda Çıra Anıtı ise alt geçit gerekçesiyle bozulup, sökülüp sonradan bozuk biçimiyle yeniden yerleştirilmişti.

Son 50 yılın yöneticilerinin çoğunun heykel karşıtlığı, heykelin muhafazakâr toplumda put ile eşdeğer görülmesi gibi koşullanmışlıklar, Orta Doğu toplumlarının dinsel kaygıları, heykel sanatının ve dolayısıyla bu derece önemli bir sanatçının değerinin bilinmemesinin asıl nedenidir.

Oysa ilkel çağlardan beri ve günümüz çağdaş toplumlarında heykel; kentlerin, toplumların, insanın, insanlık tarihinin tanığı sayılır. Bu sanat dalı, insan ve toplum yaşamının en önemli estetik değerlerindendir.

Elazığ gibi bir Doğu kentini birbirinden güzel heykellerle donatan Orhan’ın, bunu 1950’lerde başardığını düşündükçe Türkiye’nin sanatsal anlamda korkunç geriye gidişini anlamak da mümkün.

Fransız sanatçı Jean Cocteau’nun dediği gibi, “bu büyük adamların heykelleri, yaşarlarken üzerlerine atılan taşlardan yapılır.” Anadolu’nun bu özel yontucusunu her fırsatta anmak, yapıtlarını, ürettiklerini yani Anadolu’ya ait olanı ileriye taşımak görev bellenmeli. Dünyanın neresinde yaşasa el üstünde tutulacak birinin, Anadolu’nun kıyıda köşede kalmış bir taşra kentinde kültüre verdiği büyük katkıyı anmamak, anımsamamak bize hiç yakışmıyor.

Adına Elazığ’da, Harput’ta bir sanat okulu kursak, üniversitede onun adına bir salon açsak, onu bu toprakların çocuklarıyla tanıştırsak, çok sevdiği memleketinde hak ettiği değeri versek ne güzel olurdu…

…………………..

‘Yapıtları nerede diye sorduk, soracağız’

UYGUR ORHAN

Ülke gerçeklerinden hiç kopmayan belge niteliğindeki yapıtlarıyla, yerel halkın kültürünü evrensel heykel formlarıyla Elazığ halkına armağan eden bir yürekli heykeltıraş Nurettin Orhan. İstasyon altı mahallesinde kendi yaptığı kerpiç atölye evinde üreten, paylaşan, mahallenin öğretmen amcası bir sanat bilgesi. Yoksul emekçilerin, sabahın köründe iplik fabrikasına giden işçilerin, demiryolcuların, sepetçilerin yaşadığı bir mahallede kapısı her zaman açıktı çocuklara. Yaşamı[a1]  varsıllaştıran anıtlarıyla. Halk efsanelerinden onun biliminden hiç uzaklaşmamış kabını zorlayan bir özneydi.

1924 doğumlu Bilge Taşçı babamın, halk sanatının sınıfsal özgünlüğüne, toplumların kardeşliğine, dayanışmaya örnek olacak yapıtları nerede? diye sorduk ve soracağız. Halkın böylesine büyülü, böylesine etkili formlarını, türküsünü, çırasını yakan, taş yontan bir bilek. Yapıtlarının altında adı olmasa bile yaşıyor birkaç heykeliyle. Ama egemen bakış açısı çeşitli bahanelerle iki heykelini yok etti. ‘Restore’ adı altında içeriği değiştirilip sonradan yok edilen çayda çıra ve değirmen çekenler anıtı. Bir Vandalizm örneği işler bunlar.

Adını yaşatacak bir sempozyum, bir kültür evi, bir park, bir sanat sokağının yapılmasını öngörüp etkinliğe dönüştürebiliriz. Ben de bir ressam heykelci olarak hazırım tüm özverimle. Toplumun tümünün sanatsal olanaklardan yararlanması umudunu büyütelim böylelikle. Bir kentin belleği, yapıtlarıyla tazelenir; halkın sevdiği, halkla bütünleşmiş, düğün konvoylarının çevresini dolaşmadan geçmediği, bir semt adı gibi minibüslerde, taksilerde adres olarak gösterilen ve böyle tarihe geçen halk yaşantımızın figürleri artık yok. Tek yapacağımız yetkilileri göreve çağırmak. Kolektif bir bilinçle, yeniden bu eserleri ayağa kaldırmak. Geleneğin küllerini saklamak gibi bir amacımız olmamalı bence, sanat ateşini canlı tutmak tek amacımız.

…………………

Balak Gazi Heykeli

‘Ayıptır, zulümdür, cinayettir!’

NUSRET GÜRGÖZ

Doksanlı yılların başında konuk olmuştum Nurettin Hocamın evine. Öyle şaşırdım öyle şaşırdım ki anlatamam. Evlerinin bahçe duvarı Elazığ Genelevi’nin (hâlâ var mı bilmiyorum) bahçe duvarıyla bitişikti. Yan taraftan uğultular yükseliyor, ben şaşkınlıkla Nurettin Hocamı, sevgili eşini, sevgili oğlu Uygur’u ve bahçelerini izliyordum. Bu ziyareti 1994’te ‘Heykel ve Genelev’ yazımda anlattım. Yazıyı 2004’te Berfin Yayınları’nca yayımlanan En Hakiki Hayat Hikâyeleri deneme/anlatı kitabıma aldım. Bu yazıdan kısa bir bölümü aktarıyorum: “…genelev avlusunun duvarıyla bitişik bir ev vardır. Eski, toprak bir ev. Bakımlıdır ama. Önünde bahçesi, bahçesinde kavaklar, dut ağaçları, dut ağacına bağlı bir keçi ve (sıkı durun) heykeller vardır. Evet, şaşırmayın, heykeller vardır. Heykel taslakları, çamur öbekleri, kireç artıkları vardır kıyıda köşede. Ha bir de soyut metal heykeller vardır. Atık metaller birleştirilmiş, bu uzak kentin tekdüzeliğine, mistik havasına, sığlığına inat, derinlikli heykeller üretilmiştir Nurettin Hoca tarafından.’’

Taşrada sanatçı olmak zordur. Bu yüzden İlhan Koman’ın sanatdaşı Nurettin Hocama ‘Deli Nuro’ demişler. Desinler. Aynı yazının devamında şunları yazmışım: “… Evet delidir Nurettin Hoca. Müslüman mahallesinde heykel yaptığı için delidir. Koca ihtiyarı, 1980’lere gelirken, bıyıkları aşağıya sarkık komandolar feci bir biçimde döverek heykel yapmanın, aydın olmanın bedelini ödetmek istememişler midir? Evet delidir Nurettin Hoca. Bunca para kazanacak iş varken, o sizi Elazığ’a girdiğinizde karşılayan ‘Çayda Çıra heykelini yapmamış mıdır?…’’

Şimdi öğrendim ki Nurettin Hocamın yaptığı Çayda Çıra ve el değirmeni çeken kadınlar heykelleri kayıpmış. Ne diyeyim: “Ayıptır, zulümdür, cinayettir!”

………………..

Kayıp heykellerden, Değirmen Çekenler

O eserler kentin hafızasına dâhildir

ÖZGÜN ENVER BULUT

Nurettin Orhan’ın heykellerini farklı kılan o kültürün bir parçası olması, onu yaşaması, özümsemesi ve sanatsal açıdan yaklaşmasıdır. Kentleri farklılaştıran, oraları önemli kılan en önemli şey estetiği ve tarihî dokusudur. Sembolleridir. Bir kentin geçmişi nasıl ki tarihi ve kültürel izleriyle konuşuluyorsa aynı biçimde kentin sanatsal zenginliği de bu dokunun olmazsa olmazıdır.

Geçmişte kentlerin sembolü olan kapılar vardı. O kapılardan kentin görkemi anlaşılırdı. Yine kente ait bir mimari ve kentin mekânları olurdu. Tüm bunlara oradaki yaşam biçimi de eklenince kentin hafızası anlaşılır olacaktır. Elazığ denince aklıma folkloru gelir. Harput türküleri, Harput Kalesi, Harput’taki kutsal mekânlar gelir. Mezire denilen ve kentin merkezinin kurulduğu yerlerde betondan başka bir şey yok bugünlerde. Gerçi bütün kentlerin son yirmi yıllık süreci hep böyle. AVM’lerin etrafında yükselen beton yığınları görüyoruz. Hangi kente gidersek gidelim, göreceğimiz tüm “güzellik” bundan ibaret.

Elazığ’a dönersem, kentin içinde Elazığ’ın sembolü heykeller vardı. Bu heykelleri yapan da heykeltıraş Nurettin Orhan’dı. Kartpostal dönemleri vardı. Her kentin sembolü olan görseller yer alırdı bu kartpostallarda. Elazığ ise Balak Gazi heykeli, Çayda Çıra heykeli, Harput Kalesi ve Sivrice Gölü ile yer alırdı. İşte Balak Gazi ve Çayda Çıra heykellerini yapandır Nurettin Orhan. Bunların dışında iki heykeli daha vardır Elazığ’da. Biri İstasyon Meydanı’na yakın dört yolda olan Destar (Değirmenci Kızlar), diğeri de Elazığ’ın Malatya ve Keban girişinde olan Üzüm Güzeli heykeli. Ben bu ikisinin de yapılışına tanıklık ettim. İstasyon’a yakın olan heykeli Nurettin Orhan ve oğlu Uygur Orhan o yaz sıcağında kazma, kürek, çekiç, yontma aletleriyle yaptılar. Kenti anlatan, kentle bütünleşen nadide sanat örnekleridir. Emek ve elin estetiğini kattılar baba oğul. Kent estetiği dediğimiz tam da budur.

Sosyal medyada paylaşılan, kentlerin simgesi ne çok heykel var. Fabrikasyon çıkışı. Estetikten uzaktır tümü de. Çaydanlık, karpuz, horoz… Artık ne, hangi kentin simgesiyse. Nurettin Orhan’ın heykellerini farklı kılan o kültürün bir parçası olması, onu yaşaması, özümsemesi ve sanatsal açıdan yaklaşmasıdır. Nevzat Ülger’in Elazığ’a Değer Katanlar isimli iki ciltlik kitabını okumuştum. Orada Elazığ’a değer katan isimlerin içerisinde Nurettin Orhan ismine rastlamamıştım. Hafızamı tazelemek için yeniden baktığımda bir kez daha olmadığını gördüm. Elazığ’ın simgesi olmuş, Elazığ’a dört heykel yapmış bir sanatçı, sadece kitabın 1. cildinde bir öğretmenin anısı olarak yer almakta. O da heykeltıraş Nurettin Orhan değil, “Resim öğretmeni Deli Nuro” ile ilgili bir anıdır bu. Kitapta Balak Gazi heykeli görseli olmasına rağmen onu yapan Nurettin Orhan nedense kitaba girememiştir. Hatta kitabın 1. cildinin kapağında da Malatya yolundaki Üzüm Güzeli heykeli bulunmaktadır!

Nurettin Orhan Elazığ Atatürk Ortaokulu’nda resim öğretmenimdi. Hem de yan mahallemizde komşumuzdu. Ailecek görüştüğümüz insanlardı. Uygur Orhan benim arkadaşımdır. Şiiri öğrendik birlikte, resim konuştuk. Dergi ve kitap alışverişlerinde bulunduk. Evet, lakabı “Deli Nuro”ydu. Balak Gazi heykelini yaptıktan sonra kendisine verilen söz tutulmayınca heykelin elindeki kılıcı kırmıştır ve ismi oradan gelmiştir. Okulun alt katında bir atölyesi vardı. Çok muhteşem şeyler öğretirdi. Sadece resim değildi işi. Bize dergi ciltlemeyi, çamurdan minik heykeller yapmayı, ağaç oyma işleri öğretmişti. Alçak gönüllü, ak saçlı bir bilgeydi. Doğada olan her şeyden heykel yapabilirdi. İyi bir okurdu da. Kentlerin meydanları, sokakları, parkları aynı zamanda açık hava müzeleridir. Buralarda bulunan her obje, bina, ağaç, canlı o kentin sıcaklığıdır, sesidir. Nurettin Orhan’ın ürettiği, kente bir ışıltı olarak sunduğu heykelleri Elazığ’dan çıkarır, onları imha edersiniz kentin estetiğini zaten yok etmiş olursunuz. Tarih sadece onarmak değildir. Onardığınız yerlerin o günün atmosferini taşıması gerekmektedir. 2021 yazında Harput’a gittiğimde tarihten ziyade âdeta kebap kokularına, kebap dumanlarına boğulmuş bir yer gördüm. Balak Gazi heykelinin fotoğrafını bile çekemedim. Çünkü dibine kadar masayla dolu bir yerdi. Tekrarlıyorum. Elazığ’ın simgesi olmuş bazı şeyler vardır. Harput türkülerini başa aldıktan sonra, Çayda Çıra efsanesi gelir. Sonrasında da Nurettin Orhan’ın yaptığı heykeller… Meraklısı Elazığ’ı anlatan kitaplardaki görsellere, içindeki fotoğraflara bakabilir. Bir şeyleri yok etmek, ortadan kaldırmak, ben yaptım oldu demek aynı zamanda kültür kıyıcılığıdır. Kültürel mirası tuzla buz etmektir. Tez zamanda yanlıştan dönülmesi, ortadan kaldırılan heykellerin eski yerlerine konması ve Elazığ’ın bu simge isminin yaşatılması gerekmektedir. Nurettin Orhan büyük bir değerdir. Heykelinin yer aldığı meydana, Harput’ta bir sokağa isminin verilmesi kentin hafızasının oluşturulması için bir kıymeti ifade eder aynı zamanda. Çayda Çıra efsanesinde, Üzüm Bağları’nda. Destar ve Balak Gazi’nin ruhunda yerini alan bir değerden söz ediyoruz.