Röportaj: ŞERİF KARATAŞ
Türkiye’nin artık seçim sürecine girdiğini iktidarın hareket tarzından da anlayabiliyoruz. Sorunlu alanlar hatırlanmaya başlanıyor her seçim öncesi. Bu defa önce bazı Alevi kurumlarına ve yöneticilerine yönelik saldırılarla gündeme geldi Aleviler. Ankara’nın Çankaya ve Mamak ilçelerinde bulunan üç ayrı cemevine 30 Temmuz’da peş peşe saldırılar yapıldı. Alevi Vakıflar Federasyonu İkinci Başkanı ve Kartal Cemevi Başkanı Selami Sarıtaş da 5 Ağustos’ta saldırıya maruz kaldı. Saldırıların yankısı sürerken AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, Muharrem orucunun son gününde Hüseyin Gazi Cemevi’ni ziyaret etti. Bu bir ilkti. 13 Ağustos’ta da Hacı Bektaş Veli’yi anma programına katıldı. Ziyaret edilen cemevindeki dizayn çalışmaları, ev sahipliği yapacakların seçilmesi vb. uygulamalar tepki toplarken bütün bu ziyaretlerin seçim yatırımından ibaret olduğu, Alevilerin araçsallaştırılmaya çalışıldığı belirtildi. Bu son yaşananlardan hareketle, Alevilerin devlet ve iktidar nezdindeki son durumunu araştırmalarıyla bilinen Yazar Mehmet Bayrak’la konuştuk.
Muharrem orucunda bazı Alevi kurumlarına ve kurum yetkililerine saldırılar oldu. Akabinde Cumhurbaşkanı Erdoğan önce Ankara Hüseyin Gazi Cemevi’ne bir ziyarette bulundu. Tartışmalara yol açan bu ziyaretin ardından Hacı Bektaş Veli’yi anma etkinliklerine ilk kez katıldı. Söz konusu saldırılarla birlikte Erdoğan’ın peş peşe yaptığı bu ziyaretleri nasıl yorumluyorsunuz?
Öncelikle şunu söyleyeyim, zorunlu olarak yurt dışına çıktığım 1994 yılı sonunda, 1995 yılında Berlin’de yayın yapan Offener Kanal diye bir televizyon kanalı vardı ve paralı program yapıyordu. Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı iken burada Karacaahmet Dergâhı’nı kapatmakla hatta neredeyse yıkmakla tehdit ederek üzerine gidiyordu. Aleviler haklı olarak büyük tepki gösterdiler ki ta Osmanlı döneminden beri devam eden bir Bektaşî dergâhı. Bunun üzerine başta Erbakan olmak üzere belirli çevreler Erdoğan’ı ağır biçimde eleştirerek, uyararak bu karardan vazgeçirdiler. Sonraki süreçte, Tayyip Erdoğan Büyükşehir Belediye Başkanı olarak Berlin’e gelmiş, sözünü ettiğimiz kanalda bir programa katılmıştı. Avrupa kamuoyuna karşı kendini kurtarma çabasıydı. Programda Erdoğan’a “Sayın başkan, siz Karacaahmet Dergâhı’nı kapatmak istiyorsunuz diye Aleviler sizi ağır biçimde suçluyor ve Alevi düşmanı ilan ediyorlar” şeklinde bir soru gelince Erdoğan, “Haşa” diyor (cevabı aynen bugünkü gibi aklımda): “Eğer Alevilik Ali’yi sevmekse, gerçek Alevi biziz. Mesela bir örnek vereyim, bir tarihte Ali Hayber Kalesi’ne cenge giderken Düldül’e atlamış elinde çatal dilli Zülfikarı ile. Hayber Kalesi’nin fethine giderken çölde bir de bakıyor ki namaz vakti geçiyor. ‘Allah’ım benim namaz vaktim geçiyor, zamanı durdur, ben namazımı eda edeyim ve görevime devam edeyim’ demiş. Allah da zamanı durdurmuş, Ali Düldül’den inmiş, sonra çöl üstünde namazını kılmış, tekrar Düldül’e atlamış ve kâfirleri kırmaya devam etmiş…”
Şimdi böyle bir Alevilik tasavvuru da Ali tasavvuru da Alevilikte asla ve kat’a yoktur. Alevilerin inanıp bağlandığı Ali kültü tamamen farklıdır. Âdeta kendilerinin yarattıkları bir Ali kültü ve sembolüdür, bambaşka bir kutsal kişilik sembolüdür. Çünkü İmam Ali, bilinmeyen bir şahsiyet değildir. Hem de “Nehcü’l- Belağa” diye mektuplarından, hutbelerinden oluşan bir mensur kitabı, aynı zamanda şiirlerinden oluşan divanı var… Bu divan da İslamcı bir yayınevi tarafından basılmıştı. Divanı da inceleseniz, oradan Aleviliği bulamazsınız, anlatabiliyor muyum? Yani İmam Ali, o yönüyle Aleviliğe bütünüyle yabancı bir semboldür. Yandaşlarının inanıp bağlandığı Ali, kendilerinin yarattığı bir Ali’dir.
Evet, şimdi aradan şu kadar zaman geçmiş, 20 yıldır da iktidardalar. Bugüne kadar Alevilerin demokratik hakları için, Aleviliğin resmen tanınması konusunda, kimlik haklarının verilmesi ve demokratik hakları konusunda hiçbir çaba yokken ve eski anlayış, eski zihniyet devam ederken birden hidayete mi erildi?!
Bir bakıyorsun ki çeşitli Alevi cemevleri eşzamanlı saldırıya uğruyor… Belli bir yerden başlatıldığı, tetiklendiği son derece açık. Bir yandan Alevilere gözdağı verme, bir yandan da bunun üzerinden Aleviler nezdinde yatırım yapma çabasıyla böyle bir atraksiyona geçiliyor diye düşünüyorum. Cemevini ziyarete gidiyor ama oranın dizaynı değiştiriliyor. Bu yılki Hacı Bektaş etkinliğine gidip doğrudan katılması da dâhil, bunların tamamen planlı bir anlayışın ürünü olduğu açıktır. Bu Aleviler arasında olsa olsa belli bir tepki toplar, belli bir tartışma yaratır. Ama iktidar ve benzeri zihniyetlere hiçbir katkısı ve yararı da olmaz.
Erdoğan, sıkça “Müslümanların ibadethanesi camidir, cemevleri kültür evidir” ifadesini kullanıyor. Peki Erdoğan bu ziyaretlerle neyi amaçlamış olabilir?
Dediğim gibi, 20 yıldır Alevilerin bir talepleri karşılanmadı. Aynı zamanda bir de cemevlerinin, cemxanelerin, dergâhların Alevilerin ibadet yerleri olduğu kabul edilmedi. Oysa, bunun en eski örneği, âdeta tarihi değiştiren bir örnektir. Göbeklitepe’deki ibadetgâh, birçok yönüyle âdeta Alevi dergâhlarını, cemxanelerini çağrıştıran bir ibadetgâhtır. Cemal- cemale dönüp ibadet yürüten 12 insan figürü, silüeti. Her biri kaç ton ağırlığında. Keza orada kutsal hayvan motifleri ve ilahili-müzikli ibadet yapıldığını gösteren kalıntılar, bulgular var. Yani 12.500 yıl önce de bu ritüellerin var olduğunu gösteren önemli bulgular ve semboller. Demek ki bu ibadet ritüellerinin geçmişi çok eskilere dayanıyor. Bu yönüyle, en azından bugün insanlık tarihini değiştiren Xırabreşk yani Göbeklitepe bulguları son derece önemli… Bütün bunlar, âdeta Alevi inancının ta nerelere kadar uzandığını gösteren birer kanıttır.
Durum böyleyken, düne kadar cemevini ibadet yeri olarak kabul etmeyen bir zihniyet, birden Aleviliği hatırlamaya başladı. Evet, bu Alevi toplumunu kullanma çabasıdır.
Şimdi yeri geldi, hatırlatalım; 1924’te Hilafetin kaldırılmasıyla çıkarılan Tekke ve Zaviyeler Kanunu var. Aynı zamanda ona bağlı olarak 1927’de Atatürk’ün emriyle yaptırılan bir Kur’an tefsiri var. Bu Tekke ve Zaviyeler Kanunu’yla Hanefi mezhebine ait cami ve mescitlere izin çıkıyor, bunun dışında Şafii mezhebi gibi Sünni mezhepler ve Alevilik başta olmak üzere diğer Batınî din ve inançlar yasaklanıyor. Yasaklandığı gibi, bunların dinî önderlerinin sıfatları da yasaklanıyor ve takibata uğruyor. Alevi cemleri cemevlerinde yapılamayınca evlerde gizli yapılıyor ve baskına uğruyordu. Şimdi bunlar bilinmeyen şeyler değil. Fakat kendi işlerine geldiği zaman Kemalizm’in bu uygulamalarına karşı çıkanlar, fırsatı yakalayınca Sünni tarikatlara sonuna kadar kapıyı açıyorlar. İşte her gün yeni bir örnek görüyoruz; Sünni tarikatların ne kadar palazlandığına ne kadar söz ve karar sahibi olduklarına tanıklık ediyoruz. Alevilere gelince, söz konusu kanunun arkasına saklanıp yasak olduğu gerekçesiyle hakları verilmiyor. Bütün mesele bundan ibarettir. Yani burada yapılan bir tasfiyedir, planlı bir propagandadır, planlı bir siyasettir.
20 yıllık AKP iktidarı dönemi çeşitli zamanlarda “Alevi açılımı” söylemleri oldu. Bugün de öyle bir imaj çalışması var sanki.
Şimdi üstüne oturdukları toprağın kaydığını görüyorlar. Hiçbir konuda tutarlı bir politika yok. Kürt açılımı savıyla ortaya çıktılar, başka konularda yenilikler ve sivil bir anayasa yapacaklardı, bilmem ne yapacaklardı, sonucu gördük. Hiçbirini gerçekleştirmediler. Zaten Türkiye’deki güdük demokrasi çok daha kötü noktalara savruluyor. Şimdi de Aleviler üzerinden kendilerini sınamaya çalışıyorlar: Acaba hem Alevileri ürküterek hem de sahiplenir görünerek Alevileri yanımıza çekebilir miyiz?..
KPSS sınav sorularındaki skandal da bahsettiğiniz önü açılan cemaat gerçeğine işaret ediyor ki bu yönüyle de tartışılıyor.
Geçmişten bu yana gerek üniversite giriş sınavlarında, gerek bu KPSS’lerde, gerek harp okulları, askerî lise, polis akademileri ve enstitülerinde bu hilelerin yapıldığına dair ciddi şaibeler vardı. Evet, bunlar vardı. Fakat kendileri de işin içinde oldukları için bunu çok fazla kurcalamadılar. Şimdi FETÖ’cülerle araları açıldı. Kendilerini aklamaya dönük yani geçmişe dair kendini temize çıkarmaya, aklamaya çalışıyorlar. Bu son örnek de yine iktidardan nemalanan tarikat/cemaat gerçeğinden ayrı düşünülemez. Yani kendilerini kurtarmaya ve aklamaya dönük her atraksiyonları da defolu.
Cemaat tartışmalarıyla laiklik de gündeme geldi. Alevilerin önemli taleplerinden biri de eşitlik ve cemevlerinin statüsünün kabul edilmesiyle birlikte laiklik. Bu bağlamda neler söylersiniz?
Diyanet İşleri Başkanlığı kurulurken, dediğim gibi, ona eşlik eden bir Tekke ve Zaviyeler Kanunu çıkarıldı. Bu Tekke ve Zaviyeler Kanunu’nda aynen İslam hilafeti, Selçuklular, Osmanlılarda olduğu gibi Hanifi İslamı esas alan bir “Devlet Müslümanlığı” yaratılmaya çalışıldı. Yani etno-dinsel temizlik, tek-tipleştirme ve Türk-İslamlaştırma politikasının bir ayağı da buydu. Ondan dolayı ülkede hiçbir zaman gerçek anlamda laiklik olmadı. Çünkü Tekke ve Zaviyeler Kanunu sonrasında 1927’de bu doğrultuda hazırlanan bir Kur’an tefsiri var. 1925’ten sonra Mustafa Kemal Atatürk, Diyanet İşleri Riyaseti’ne yedi maddelik bir direktif veriyor. Kur’an tefsirinde kesinlikle Hanifi mezhebi dışındaki diğer Sünni mezheplere ve Alevilik gibi batınî inançlara yer verilmemesi direktifi veriliyor. Bundan dolayı hiçbir zaman gerçek anlamda laiklik gerçekleşmedi Türkiye’de. Laiklik gerçekleşse böyle mi olurdu, böyle şeyler olur muydu hâlâ? Alevilik, doğal ve felsefi ikinci büyük dindir. Devlet zoruyla yaratılan Müslümanlığın ötesinde, ikinci büyük din Aleviliktir. Gel gör ki Alevilik resmen tanınmadığı gibi Alevilerin ibadetgâhına da izin verilmiyor, hâlâ ticarethane gibi kabul edilmeye çalışılıyor. Hâlbuki Aleviler, Avrupa’da bu hakkı aldılar. Avrupa’nın birçok ülkesinde ve birçok eyalette, Alevilik aynen Müslümanlık gibi kabul ediliyor, tanınıyor. Ama kendi ülkemizde, ne yazık ki bundan çok uzaktayız. Bu anlamda gerçek bir laiklikten söz etmek kesinlikle söz konusu değildir…