Türklüğün Söylemsel Kuruluşu ve Kürtlüğün Tanımlanması*

SEBATULLAH TEKİN

Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren, Türk kimliği ulusun baskın unsuru olarak oluşturulurken, Kürt kimliği coğrafi, ekonomik ve kültürel olarak çeperde konumlandırılmıştır. Kürt kimliği, merkez ve çevre arasındaki hakimiyet ilişkisi üzerinden hem milli teritoryanın homojenleştirilmesi, hem de Türk ulusunun medenileştirilmesi misyonunu engelleyen bir unsur olarak algılanmış, böyle temsil edilmiş ve yalnızca Cumhuriyet’in ilk yıllarında değil, tüm Cumhuriyet Dönemi boyunca söylemsel ve kurumsal düzeyde bir yandan geri kalmışlığın göstergesi, diğer yandan ülkenin toprak bütünlüğüne yönelik bir tehdit olarak yeniden üretilmiştir (Fırat, 2014: 381-2). Bu nedenle de sömürgeciliğin temelinde yatan temel mantık olan olağanüstü hal politikalarının hedefi olmaktan kurtulamamıştır. Örneğin “kurulan beş umum müfettişliğin üçü, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde açılmıştır. Bölgedeki olağanüstü uygulamalar bununla da sı­nırlı kalmamış, her darbe sonrası bölgede askeri seferberlik ilan edilmiştir. 1978 yılında ilan edilen sıkıyönetim, 1987 yılına kadar sürmüş; daha sonra yerini OHAL’e bırakmıştır. OHAL en son 2002 yılında tamamen kaldırıl­mıştır” (Yayman, 2011: 20). Olağanüstü hal politikaları resmiyette 1990’lara tekabül etse de Kürdistan’da olağanüstü hal uygulamaları Cumhuriyetin kurulması süreciyle beraber gayri resmi olarak uygulanmaktaydı. Merkezi tahakkümün şiddet araçlarıyla sürekli sağlanmaya çalışılması ve bölgenin ıslah edilmesi gereken bir yer olarak görülmesi resmi yasalara gerek olmaksızın olağanüstü halin olması anlamına gelmektedir. Diğer bir ifadeyle Agamben’in belirttiği üzere olağanüstü hal yasasının sınırlı bir zaman-mekanda askıya alınması istisna olmaktan çıkıp sürekli bir yönetim paradigmasına dönüşmesi, yani istisnanın kural haline gelmesi, öldürülebilir “çıplak hayatların” üretimiyle birlikte gerçekleşti (akt. Fırat, 2014: 389). İstisna halinin temel niteliklerinden biri -yasama, yürütme ve yargı gücü arasındaki ayırımın geçici olarak kaldırılması- burada kalıcı yönetim uygulamasına dönüşme eğilimini göstermektedir (Agamben, 2018: 17). Yerinden etme, faili meçhuller, asimilasyon, politik şiddet gibi yapılan bütün hak ihlalleri “terör”, “dış mihrak” ve “düşman” kavramsallaştırmaları üzerinden “istisna”i bir durum olarak meşrulaştırıldı. Ancak bu durum bölge özelinde hala uygulanmakta olan bir yönetim uygulamasına dönüştü.

İstisna halinin kurallaşması

Giorgio Agamben’e göre istisna hali kural haline geldiğinde, o zaman hukuki-siyasal sistem ölümcül bir makineye dönüşür (Agamben, 2018: 19). Bahar Şahin Fırat’a göre ise “yasasız bir yasa gücünün söz konusu olduğu kuralsız bir alan” devletin “hasım” olarak tanımladığı grupların bulunduğu pek çok yerde “yürürlüğe konulmuştur”. Bu uygulamalarla beraber devletin siyasi hasımlarına ve şu ya da bu nedenle siyasi sistemle bütünleşmeyecekleri belli olan yurttaşlarına uyguladığı şiddetin biçimleri, koruculuğa zorlama, köy boşaltma-yakma, zorla göç ettirme, faili meçhul cinayetler[1], yargısız infazlar, gözaltında kaybetme, toplu mezarlara ve/veya kimsesizler mezarlarına gömme, gözaltında tecavüz ve işkence etme biçiminde gerçekleştirilmiştir (Fırat, 2014: 387). Bölgede egemen yönetim paradigmasına dönüşen bu yasal olmayanın yasal bir biçime bürünmesi durumu Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana devam eden bir uygulamadır. Dolayısıyla daha çok Kürtlerin yaşadığı bölgeye özgü uygulanan bu durum bir şiddet rejimi olarak cisimleşmiş ve kalıcı hale gelmiştir. Bu uygulama siyasal, ekonomik, kültürel ve özellikle de askeri zor aygıtları üzerinden icra edilmiştir. 1996 yılında Refah Partisi tarafından hazırlanan raporda bölgenin nasıl bir askeri yönetim altında tutulduğuna değinilmektedir. Buna göre:

“Bölgeye ayak basar basmaz, sivil değil bir askeri yönetimin olduğu izlenimi ediniyorsunuz. Yollarda sürekli askeri barikatlarla kontrol yapılması insanları canından bezdirmiş. Bölgede seyahat özgürlüğü yok. Güvenlik güçlerinin büyük bölümü, halka, potansiyel suçlu muamelesi yapmaktadır. Mezra ve köyler hiçbir sosyal ve ekonomik önlem alınmadan göçe zorlanmakta, il ve ilçe nüfuslarında büyük bir artış yaşanmaktadır. … Bir yandan göç, bir yandan işsizlik bölge insanının ruhsal anlamda patlama noktasına getirmiştir.” (Akçura, 2009: 311).

Sömürgesel yönelim: Şiddet, ‘uygarlığın’ hizmetinde!

1990’larda devlet eliyle icra edilen bu uygulamalar günümüze kadar devam etmektedir. Kürt coğrafyasının önemli bir bölümü askeri güvenlik bölgesi olarak ilan edilmiş, Cizre, Silopi, Varto, Nusaybin, Diyarbakır’da Bismil, Sur ve Şırnak gibi birçok il ve ilçede sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir. OHAL resmi olarak kaldırılmış olsa da bölgede fiili olarak bir OHAL uygulaması mevcudiyetini korumaktadır. İstisna olan bir uygulama bu coğrafyada kural haline gelmiştir.[2] Devletin bu şiddet pratiği bölgede karşılıklı bir şiddet diyalektiğinin yolunu açmıştır. “Kontrol altında tutulması gereken” bölge böylece askeri kapasitenin en çok icra edildiği, şiddet ve zor aygıtının devreye sokulduğu bir bölge konumundadır. Devletin fiziksel ve sembolik şiddetinin icra alanı haline gelen Kürt coğrafyası bu yönüyle Hechter, Mbembe, Watkins ve Chancer’ın dikkat çektikleri “iç sömürge” uygulamalarına yeteri kadar maruz kaldığı görülmektedir. Kürtlere yönelik sömürge yaklaşımı Cumhuriyetin ilk dönemlerinde hazırlanan raporla da somut olarak ifade edilmiştir. Şeyh Said İsyanının bastırılmasından sonra genç cumhuriyet Kürt bölgelerinin ıslahı için Şark Islahat Planı’nı devreye sokar. Kürtleri ve yaşadıkları coğrafyayı ıslah etmeyi hedefleyen bu plan, bölgenin genel idari yapının dışında askeri yönetimin merkezde olduğu özel idari yapılarla yönetilmesini öngörmüştür (Çiçek, 2015a: 317). Plana temel teşkil eden iki rapordan biri olan dönemin İçişleri Bakanı Cemil Uybadin’nin Diyarbakır, Siirt, Mardin, Siverek, Urfa, Elaziz, Ergani ve Dersim valileri; 3.Ordu Müfettişi İzzettin Paşa ve Şark İstiklal Mahkemesi Heyeti ile yaptığı görüşmeden sonra hazırladığı raporda, bölge için öngörülen idari yapı açık bir dille ifade edilmekte; bölgenin umumi valilikle ve “müstemleke tarz-ı idaresinin” (sömürge yönetimi) her yönden faydalı olacağı belirtilmektedir (Çiçek, 2015a: 319, Bayrak, 2013: 70). Bayrak’a göre Şark Islahat Planının gizli ve gerçek yüzü Kürdistan’ın sömürgeleştirilmesi ve Kürt kimliğinin çeşitli yöntemlerle yok edilmesiydi (Bayrak, 2013: 70). Bölgenin askeri yönetimle idaresi ve “sömürgesel” yaklaşımın cumhuriyetin ilk döneminden günümüze kadar varlığını sürdürdüğünü görmekteyiz. Aslında tertiplenen, Kürtler gibi diğer farklı etnik unsurların tasfiye edilmesi ve böylece bölgenin saf bir ırka (Türk ırkına) dönüştürülmesi veya tahakküm altına alınmasıydı. Bu muratla devlet elitleri geniş bir şiddet repertuvarına ve politik müdahaleye yönelmiş oldular. Güçlü olanın ayakta kalıp tahakkümünü sürdüreceği ve zayıf olanın ise eleneceği veya güçlü olanın tahakkümüne rıza göstereceği bir siyasi coğrafya inşa edildi. Dolayısıyla hukukun askıya alındığı, yaşam ve ölüm üzerinde söz sahibi olmaya çalışan devletin siyasal, kültürel, ekonomik ve askeri gibi her türlü şiddet pratiğiyle tahakküm altında tutmaya çalıştığı bir “sömürge” durumuna işaret ediliyordu. Aschille Mbembe’nin de ifade ettiği gibi sömürgeler, savaşın ve düzensizliğin, siyasalın içsel ve dışsal figürlerinin yan yana durduğu ya da birbirinin yerini aldığı yerlerdir. Sömürgeler, hukuksal düzenin denetimlerinin ve garantilerinin askıya alınabilirliğinin mükemmel örneği durumundaki yerlerdir; istisna halinin şiddetinin ‘uygarlığın’ hizmetinde işlediğinin varsayıldığı yerler.[3]

* Merkez-Çevre İlişkisinde Bir ‘İç Sömürge’ Olarak Kürdistan başlıklı makalenin bir bölümüdür. Ara başlıklar dilop’a ait…

KAYNAKÇA

Agamben, Giorgio (2018), İstisna Hali, (Çev., Kemal Atakay), Ayrıntı Yayınları, 1.Basım, İstanbul.

Akçura, Belma (2009), Devletin Kürt Filmi 1925-2009 Kürt Raporları, New Age Yayınları, 1.Basım, İstanbul.

Bayrak, Mehmet (1993), Kürtler ve Ulusal-Demokratik Mücadeleleri, 2.Basım, Özge Yayınları, Ankara.

Bayrak, Mehmet (2013), Kürtlere Vurulan Kelepçe Şark Islahat Planı, 2.Basım, Özge Yayınları, Ankara.

Çiçek, Cuma (2015) “Devlet, Egemenlik, Kolektif Kimlikler ve Şiddet Rejimleri: Türkiye’nin Kürt Coğrafyasında Şiddet Rejiminin İnşası”, (Haz. Ümit Kurt ve Güney Çeğin), Kıyam ve Kıtâl Osmanlı’dan Cumhuriyete Devletin İnşası ve Kolektif Şiddet, İçinde, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1.Basım, 2015, İstanbul.

Fırat, Bahar Şahin, “Türkiye’de “Doksanlar: Devlet Şiddetinin Özgünlüğü ve Sürekliliği Üzerine Bir Deneme”, (Der., Güney Çeğin, İbrahim Şirin), Türkiye’de Siyasal Şiddetin Boyutları, İçinde, İletişim Yay., 1.Basım, İstanbul, 2014.

Watkins, B. Xaviera, Chancer, Lynn S. (2013), Cinsiyet, Irk ve Sınıf, (Çev. Berke Uraz), Babil Yayınları, 1.Basım, İstanbul.


[1] Faili meçhul cinayetlere kurban giden eşlerini, çocuklarını, babalarını ve akrabalarını soran ve cumartesi anneleri olarak bilinen insanlar her cumartesi günü devletten bu kayıplarını sormaktadırlar.

[2] İlan edilen askeri güvenlik bölgeleri ve sokağa çıkma yasağı gibi uygulama ve sonuçları hakkında detaylı bilgi ve İnsan Hakları Derneğinin hazırladığı raporlar için bkz. Cizre (Sokağa Çıkma Yasağı) Olayları İnceleme Raporu, http://www.ihd.org.tr/category/c86-raporlar/c34-el-raporlar/, ayrıca bkz. http://www.ihd.org.tr/hakkari-ve-yuksekova-inceleme-raporu-26-27-agustos-2015/, Erişim tarihi: 19.09.2015.

[3] Aschille MBEMBE, Nekro-Siyaset, http://ayrintidergi.com.tr/nekro-siyaset/,  (Çev. Abdurrahman Aydın), (erişim tarihi: 15.12.2015).