HAYDAR SANCAR
İtalyan faşisti Benito Mussolini, Retoroman dilini Lombardi lehçesi sayarak İsviçre’nin, Graubünden Kantonu da dahil, güneyinin İtalya’ya ait olduğunu iddia ettiğinde, şair Peider Lansel “Ni Italians, ni Tudaischs! Rumantschs vulains restar!” (Ne İtalyanız ne de Alman, kalacağız Retoroman) diyordu dizelerinde.
Mussolini’nin İtalya topraklarına dahil etmek istediği Orta Alplerin güneyden kuzeye doğru uzanan bu kesiminde, derin vadilerin yalçın kayalıklarına gömülü sessizlik, ana damara koşarcasına çağlayan su sesine dönüşüyor. Suyun kaya gözeneklerinden yürek yararcasına boşluğa düşüşüne -Dersim’deki gibi- ‘Ağlayan Kayalar’ denilmemiş belki ama derin dehlizleri, uçurumları birleştiren köprüleriyle köklü bir tarihi dokunun içinde olduğunuzu hemen anlayabiliyorsunuz. Gözün gökyüzüyle temas ettiği her an, bir yolculuk gibi…
Rengârenk çiçekleri, kollarını güneşe açmış ağaçları ve düşmemek için direnen kaya bloklarını aşmalısınız önce. Yaşama güvencesi peşinde aşıp gelmiş insanlar, en ulaşılmaz denilen bu coğrafyaya… Ulaşılmaz olanın korunaklı olacağı tecrübesi yol gösterici olmuş belki de! Ne kadar Romalılaştıkları tam bilinmese de Retoromanların günümüze uzanan hikâyesi de böyle başlamış.
Kimi tarihi kaynaklar Orta Alplerin güney ve kuzeydoğu eteklerini, bugünkü İtalya’nın Verona şehri civarlarından başlayıp, Como, Lago Maggiore, Aşağı İn Vadisi, Bodensee Gölü arsında kalan bölgeyi Antik dönemde yurt edinen Retlerin, Keltlerin Po Ovası’nı işgal ettiği M.Ö 400’lü yıllarda, işgalden kaçarak bu dağlık alana sığındıklarını ve Etrüsklülerle akraba olduklarını kabul ediyor.[1] Döneme dair kaleme alınan araştırmalar ve eski tarihi belgelerden bugüne kalan bilgiler Retlerin isim olarak geçtiği ilk cümleler için, Romalı tarihçi yazar Marcus Porcius Cato der Ältere (M.Ö.234-149 ) libri ad M. filium adlı eserinde Rät şarabından, Yunan tarihçi Polybios (M.Ö 200-120) Retlerin yaşadığı dağlık bölgelere ait geçitlerden bahsetmesine atıfta bulunuyor.[2] Ama genel kabul gören yaklaşım, arkeolojik bulgular ve bölgede konuşulan diller arası akrabalık bağlarına dayanarak ‘Retler’ kimliğinin tek bir halk grubu ya da topluluğundan ziyade, Alplerin bu bölgesinde yaşayan küçük kabilelerin tamamını kapsayan bir tanımlamayı içerdiği yönünde. Bu genel kabul bölgede elde edilen arkeolojik bulgulara ve konuşulan diller üzerindeki incelemelere dayandırılıyor.[3] Romalıların Latince Raeti olarak adlandırdıkları bu bölge, burada yaşayan kabile ve halk topluluklarının da ortak adı. M.Ö 15’ten itibaren Alplerden yukarı Tuna havzasına kadar olan coğrafyayı kapsayan kısmın Romalılarca fethedilmesi, Romalılaşmayı da beraberinde getirmiş. Askeri ve ticari hâkimiyetin günlük yaşama işlemesi ve nihayetinde Romalılar öncesi döneme ait dil ile halk dili Latincenin birbiriyle kaynaşmasıyla Retoroman dili oluşmuş.
Coğrafya ve dilin kaderi
Bugün İsviçre’nin sınırları içerisinde yer alan Chur kentinin başkent olduğu ve sınırının diğer tarafının da Avusturya toprakları içerisinde kalan Tirol ve Vorarlberg bölgesine kadar olan kısmı kapsayan Raetia Prima[4], Retoromanların yaşadığı ana coğrafyadır. Sayıları yaklaşık 36 bin civarında olan Retoromanlar ve konuştukları dil Retoromanca, İsviçre yasalarınca koruma ve güvence altında. Retoromanca’nın ülkenin dördüncü resmi yazı ve konuşma dili olarak kabul edilmesi, tarihsel arka planı pek az bilinen ilgi çekici bir hikâyedir. Aslında Romanların yaşadığı bu bölgenin hikâyesi ilginçtir. M.Ö aynı coğrafi bütünlüğün sağladığı bu ortaklık, 20. yy. başlarında ulus devletlerin oluşmaya başladığı dönemde farklı ülke sınırları içerisinde de olsa, tarihi ve siyasal koşulları gözeten bir yöneliminin özelliklerini sergiliyor. İtalya ve Avusturya arasında kalan Südtirol özerk bir bölgedir örneğin. Avusturya’nın Vorarlberg eyaleti ise 1919 yılında bir süre bağımsızlığını ilan etmiştir, vb…
Raetia, oldukça geniş bir alanı kapsıyor. Romalıların etkisiyle oluşan yeni dili konuşan halk topluluklarının yaşadığı alanın coğrafi durumu dilin gelişimi ve korunması üzerinde iki farklı yönden etkili oluyor. İlki, coğrafi koşulların zorluklarının dilin korunmasına dair kısıtlarıdır. İkincisi ise aynı coğrafi zorlukların ketlediği günlük toplumsal ilişkilerin cılızlığı, hatta imkansızlığıdır. Aynı dilin 5 farklı lehçesi bu koşulların ürünüdür. 150 vadi ve 1000 civarında dağ zirvesidir söz konusu olan. Romancanın ortak bir yazı diline sahip olması ise ancak 1982 yılında mümkün olmuştur.
Coğrafi etkinin bu ikili karakteri daha erken dönemden başlayarak iz bırakıyor. Yani M.S 849’dan 1549 yılları arasında bölgeye hâkim olan Alman ve Habsburg derebeyleri ve soylularının yazı dili olarak Alman dilini kullanmaları, Retoroman dilinin Orta Çağ ve derebeylik dönemlerinde resmi dil olarak kullanılmadığını gösteriyor. 16. ve 17. yüzyılda başlamak üzere dönem dönem yazında ve basında kendine kısmi yer buluyor. Ama 1464 yılında dönemin başkenti Chur’da yaşanan büyük yangından sonra geçmiş dönem arşivinin ve belgelerin yanmasıyla birlikte, Retoromanların merkezi olan kentin artık Almanlaştığı, güneyden gelen İtalyan baskısıyla beraber de Retoromancanın köylüler arası sınırlı bir diyalog diline dönüştüğü görülüyor.
Ticaretin de genişleyip Alman etkisiyle iç kısımlara kadar yayılması, dilin en dağlık alana hapsolmasının bir diğer nedenidir. Halk dilinde bazen de literatürde kendilerinden artık dağlılar ya da dağlı köylüler diye söz edilmesi bundandır. Bu ‘dağlılardan’ çıkan yazarlar da 150 vadinin derinliklerinde 150 ayrı yerde konuşulan diğer iki dilin[5] yazarları gibi üretmişlerdir. Ortak payda Alpler olmak üzere topluma, kültüre, sevgiye, acıya, aşka, göç ve göçmenliğe dair ürünler…
Bir dil akımı…
1900’lü yılların başlarından itibaren kapitalist gelişmenin iç kısımlara doğru ilerlemesi, Avrupa ve dünya genelinde yaşanan sosyal ve siyasal gelişmeler, ‘dağlı köylülerin’ yaşam ve yönelimlerinde de değişikliklere zorladı. Bulundukları yerlerde giderek azınlığa düşen Retoromanların yaşam alanları da artık eskisinden çok daha dardır. Gidenin yerine gelen başkadır ve sayı olarak fazladır. Bu dönem, siyasal ve sosyal hareketliliğin yarattığı olanaklarla Retoromanlar, kendi geleceklerini belirleme arayışına girer. Modernist akımların bazı temsilcileri dağlı dedikleri köylülerin dilini, gelişip ilerlemekte olan dünyaya bağlanmanın engeli olarak görebildiler. Romanların dilinin unutulup yok olmasını savunanlar oldu. Ancak bu yaklaşımlar uzun vadede başarı sağlayamadı. Buna karşın, Roman dilinin varlığına tehdit olarak görülen sanayileşme karşısında tutucu merkez-çevre yazarları ve Roman dili savunucularının önemli bir kısmı, kapitalist üretim ilişkilerinin ülkenin en ücra köşesine kadar sirayet etme gücüne karşı, dağ ve köylü yaşamını, inancını, kültürünü ve geleneğini öne çıkaran estetik, anlatı ve figürlerle karşı kamp oluşturmaya çabalamışlardı[6]. Bunlarda analık imgelemi ana fetiştir. Dil savunusuna dayalı bir postulat etrafında biriken yazar, şair ve yayıncılar reel dünya gerçekliği karşısında yok olma tehdidi altındaki dili korumak için gelenekçiliği ve kahramanlık hikâyelerini birleştirici unsurlar olarak görmüşlerdi. Bu savunma refleksi, 1847 yılında İsviçre burjuvazisinin konfederatif yapıyı anayasal güvenceye kavuşturduğu burjuva devriminde yaşananlarla da uyumluluk arzediyor. Konfederasyoncu cumhuriyetçi kantonlarla, gerici muhafazakârlığın kamplaşmasından -ki bu kantolar dağlık alan yerleşkeli kantonlardı- kalan bazı tutucu eğilimlerin 19. yy. başlarında kapitalizmin henüz tam anlamıyla hâkim olmadığı Alplerin iç kısımlarındaki dağlık bölgelerde hâlâ var olduğunun işaretleri olarak okunabilir. 1848’de ilan edilen İsviçre Konfederasyonu, dilsel ve kültürel çeşitliliği anayasal güvenceye kavuşturduğunda Alman, Fransız ve İtalyan dilleri de resmi diller olarak güvence altına alınmış oldu. Bu çeşitlilik, birinci dünya savaşı sonrasında yıkılan imparatorlukların ardından kurulan ulus devletlerin durumu gözetildiğinde İsviçre konfederasyonu açısından da sorun olabilecek yanlar taşıyordu…
Komşu bölgelerde birinci dünya savaşı sonrasında yayılan self-determinasyon eğilimi Retoromanlar arasında çok da kabul görmedi. Daha ziyade Retoromanlar arasında dillerini koruma ve kurtarma eğilimi gelişip güç kazandı. Bölünme ve kopma gibi bir hareket dinamiği taşımadan bir dil akımı olarak Retoromanların lobi yaratmadan yazın kültürünün yaygınlaştırılmasına kadar uzayan girişimleri, merkezi siyasi erkin de işine geliyordu. 1919 yılında kurulan Lia Rumantscha adlı çatı örgütü, dil bilincini geliştirmenin aracı olarak işlevsel olmuş, diplomasi ve lobi faaliyeti bu dernek tarafından yürütülmüştü.
1938 referandumu
1922 yılında Mussolini’nin iktidarı almasıyla başlayan, Südtirol bölgesinin zorunlu göçe dayalı İtalyanlaştırılması ve İsviçre topraklarının İtalyanca konuşulan kısmına dair işgalci emeller daha açık dile getirilir oldu.[7] Kuzeyden gelen Alman baskısı da İsviçre’nin kuruluş mayası olarak kabul edilen, çeşitlilik, çok kültürlülük ve tarafsızlık kültürünün dış basınçla sınanmasını beraberinde getirdi. Faşizmin Almanya ve İtalya’da iktidarını perçinlemesi ve ekonomik kriz, İsviçre burjuvazisini İsviçrelilik üst kimliği altında ulusal duyguların hâkim kılındığı, vatanseverliğin tahkim edildiği bir siyasal yönelime soktu. Bu dönem, iç politikadaki anlaşmazlık ve gerginliklerin bırakılarak burjuva partilerin ulusal duygu ve çıkarlarla yan yana hizalandığı bir sürecin başlangıcına işaret eder.[8]
Bu süreç, tam da Retoromanların dillerinin 4. ulusal dil olarak anayasaca tanınmasına yönelik girişim ve propagandalarını yoğunlaştırdıkları dönemdir.[9] 20 Şubat 1938 yılında Roman dilinin resmi 4. dil olarak kabul edilmesine dair yapılacak olan halk oylamasına kadar geçen süre boyunca, merkezi yönetim başat olarak, Almanca ve Fransızca konuşulan kantonlar arası bölünmeyi önleme ve faşizm tehlikesine karşı ulusal birliği sağlama adına davrandı. Hem merkezi yönetim hem de Lia Rumantuscha bu sürede propagandasını hak eşitliği ve demokrasi yerine, dağ köylülerinin mağduriyetini giderme üzerine kurdu.[10]. Siyasal taleplerden uzak, hayli yumuşak bir metaforik kurgulama üzerinden seçmeni yedeklemek işe yaradı, hak yoksunluğu muhtaçlığa indirgendi, mazlumluk ve acıma duygusu kamçılandı.
1936 ve 1938 yılları arasında Roman dili üzerine yayınlanan 1500 gazete makalesinde farklı yönlerden bu propaganda yaygınlaştırıldı. Nihayetinde 20 Şubat 1938 tarihinde yapılan halk oylamasında Roman dilinin 4. resmi dil olarak tanınması yüzde 92’lik evet oyuyla onaylandı.[11]
Ya yok sayılan anadiller?
Bugün İsviçre, anayasal olarak dört dillidir. En az konuşulan Retoromanca, Retoromanların yaşadığı bölgede okullarda iki dilli yapılan temel eğitimin parçasıdır. Dilin korunması ve gelişimi için yasal güvence sağlanmıştır. Dilin korunup güvence altına alınması, anayasal hakkın tanınması, ülkenin parçalanması ve bölünmesi ihtimaline karşı birleştiriciliğin öğesi olarak değerlendirilmişti.
İtalyan irredantizmine ve kuzeyden gelen Alman baskısına karşı Helvetikler kullanışlı pragmatizmleriyle direnmiş, ulusal birlik adına başarı sağlamışlardı. Ancak bu pragmatizm şair Paider Lansel’in aforizmasını, İtalyan faşizmine karşı baş aşağı dikmişti. Artık onlar Mussolini’ye karşı mücadele eden İtalyan antifaşistlerini sınır dışı ederlerken ne faşist, ne de antifaşisttirler çünkü onlar en hasından İsviçrelidir![12].
Eşsiz dağ manzaralarıyla afişlere, kartpostallara geçmiş, dönemin mağduriyetinin öznesi olan dağlı köylü çocukları, bugün artık geçmişten devraldıkları kendi özgünlükleriyle yaşıyorlarken, kapitalizm tarafından bir metaya dönüştürülmekten de kurtulamadılar. Her yıl binlerce turistin dünyanın en uzun trenine binerek gezebildikleri bir coğrafyanın adıdır artık Raetei. Ama yine de küçük bir kasaba nüfusu kadar insanın dilinin öyle ya da böyle sahip olduğu hak ve güvencelere bakınca, milyonların konuştuğu ama yok sayılan ana dillerin hikâyelerini anmamak ne mümkün!
[1] Die Räter, Ingrid Metzger, Paul Gleischer, 1992
[2] Richard Heuberger, Zeitschrift des Deutschen Alpenvereins, https://docplayer.org/74582543-Von-richard-heuberger-innsbruck.html
[3] Die geschichtlichen Nachrichten über die Räter und ihre Wohnsitze, Prof. Dr. Ernst Meyer, Jahrbuch der Schweizerischen Gesellschaft für Ur- und Frühgeschichte, 1970, s.120
[4] Raetia Secunda ise Almanya sınırları içerisinde kalan Augsburg bölgesi
[5] İsviçre’nin Graubünden Kantonunda resmi olarak Almanca, İtalyanca ve Retoromanca konuşulur.
[6] Sprachwandel und Kulturbewegungen in Graubünden, Jon Mathieu, Bündner Monatsblatt, 1988, 1. Sayı
[7] Bündner Monatsblatt, Rico Väler, 2008
[8] Mythos Schweiz, Ulrih Imhof, 1991
[9] Retoroman dili 1880 yılından itibaren Graubünden Kantaonunda Almanca ve İtalyancanın yanı sıra resmi 3. Dildir.
[10] İdeologie und Politik in der Schweiz 1918-1939, Aram Mattioli, 1995
[11] Oylamaya katılım oranı yüzde 52 dir ve kadınların oy kullanma hakkı olmadığı için sadece erkekler oy kullanmıştır.
[12] Federal Konsey Üyesi Heinrich Häberlin‘in antifaşistlerin sınır dışı edilmelerini savunurken mecliste yaptığı konuşmadan