KEMAL İNAL
Evet, nasıl konuşmalı? Aksanlı, şivesini koruyarak, kendi kimlik ve kültüründen tını, zenginlik ve bahisler katarak mı konuşmalı yoksa “İstanbul Türkçesi” adıyla standardize edilen gramatik bakımdan doğru, kelime dağarcığı açısından zengin ve ifade gücü bağlamında kuvvetli bir biçimde mi? Dicle’nin bir köyünde doğan babam, okuryazar değildi ve fakat askerlik yaparken “Ali Okulu”nda öğrendiği çat-pat okuma-yazmayla kâğıt üzerinde derdini bir parça anlatabiliyordu. Onca İstanbul’da askerlik, büyük şehirlerde inşaat işçiliği, İzmir’de Büyük Efes Oteli’nde bekçilik ve Balkan muhacirleri arasındaki komşuluk hayatına karşın Türkçesi hep şiveli, aksanlı ve “Kürdi” kaldı. Annem ise belki semtteki Balkan Türkü kadınlar arası sosyalleşmeden, mahalledeki yakın ve samimi komşuluk ilişkilerinden dolayı daha “düzgün” bir Türkçeyle konuşabiliyordu. Annemin okuma-yazması hiç yoktu; bu yüzden Türkçeyi aslında bir tür “Kürt kafası”yla konuşurdu.
Bu noktaya kadar iki kavram kullandım: “Kürdi Türkçe” ve “Kürt Kafası”. Bu iki kavram aslında, insanın ikinci öğrendiği bir “yabancı” dili, ilk diline içkin kültür, kimlik ve değerleriyle yoğurarak içselleştirdiğini veya edindiğini, hadi olmadı öğrendiğini gösterir. Fakat egemen, standart ve resmî dili bu tarz edinme, içselleştirme veya öğrenme çok ciddi sonuçlara yol açar.
‘Kıro’ ve üstünlükçü oryantalizmi
İlk sonucun ne olduğunu tahmin etmek zor değil. Uzun süre Türkiye’nin resmî sineması olan Yeşilçam’da Kürt karakter, tip veya figürlerin Türkçesi, doğallık ve otantikliği yakalamak adına hep şiveli, aksanlı ve “eksikli” olarak temsil edildi. Ancak burada sorun, bu dili konuşan Kürd’ün genellikle olumsuz bir tipi temsil etmesinin istenmesidir: Eşkıya, kaçakçı, ağa, maraba, eğitimsiz, terörist, şiddete düşkün baba, sofu vb. Bu, bölgeye sosyolojik bir bakışın sonucu olabileceği gibi Kürdi karakter ve tipler üzerinden bir tür oryantalizm idi. Edward Said, Batı’nın “Şark”ı kendi kafasında, genelleyerek ve görmeden/incelemeden hatta bilmeden egzotik, ilkel veya gelişmemiş olarak tipleştirmesini ele aldığı çalışmalarında aslında bir tür “aşağı görme” psikolojisinin kültürel açılımlarını hem sosyal bilim çalışmalarında hem de edebî eserlerde tespit etmişti. Benzer biçimde, İstanbul’un film endüstrisi tarafından yazılan senaryolarda Kürdi Şark’ı aynı kavramsal set, genelleyici bakış ve tümden aşağılama içinde ele alan oryantalizm, Kürd’ün Türkçeyi düzgün konuşamayacağı ya da konuşmaması gerektiğine hükmetti. Şener Şen, Kemal Sunal veya İlyas Salman’ın kırık Türkçeyle (Kürdi Türkçe) konuştukları veya konuşturuldukları (seslendirme) köy(lü) filmlerinde, Kürt karakter/tip, olması gereken yere mıhlanır: Komik, sarkastik, anlayışı kıt, dalaverici, hırsız, hırbo vb. “Kıro”, bir arketip olarak bu tiplerin bir ortalaması gibidir. Yeşilçam’ın çizdiği bu sinematik şablonda Kürt, standartlara (İstanbul Türkçesi, Öztürkçe, eğitimli/resmî dil vb.) göre ikincilleştirilir, eksiltilir, aşağılanır. Bu etnik aşağılama aslında Türkiye’de eğitimli, rasyonel ve aydınlanmacı Türk(iye) bakış açısının alaya aldığı başka Anadolu halkları için de yapılır: Laz fıkralarındakafası çalışmayan Temel, hain Ermeni, para düşkünü Yahudi, ilkel Arap vb. Türkiye’nin egemen, resmî ve yaygın kültür/sanat endüstrisi bu tipikleştirmeyi masa başında üretti hep. Kürd’ün İstanbul kültürüne tercümesi olan “kıro”, neredeyse bir arketip olarak aydın/rasyonel üstünlükçü bakış açısının hem bilincinde hem de bilinçaltında farklı, değişik ve “çeşitli” konuşan her halkı, standarttan sapma anlamında cezalandırdı (en bilineni, okulda Kürtçe konuşan çocukların cezalandırılması ki bunun ilk bilinen örneği Fransa’nın uluslaşmasında yaşandı ve fakat yakın tarihte Almanya’daki göçmen Türk çocuklarında da deneyimlendi).
Anadilden uzaklaşmanın travması
İkinci sonuç, hem kendi diline çekinik/uzak olma hem de Türkçeye mesafe alma anlamında gündelik hayatta yaşandı. Bunu bir dil kuramıyla açıklamaya çalışayım. Basil Bernstein, toplumsal, sınıfsal konuma göre belirlenen veya koşullanan iki egemen dil kodu olduğunu ileri sürdü. “Ayrıntılı dil kodu” (elaborated code of speech), gramatik bakımdan doğru, kelime dağarcığı açısından zengin ve ifade/anlatım gücü bağlamında kuvvetli bir kod olup daha ziyade kültürel, ekonomik, sosyal ve simgesel sermayeleri zengin üst ve orta sınıflar tarafından konuşulur. Bu kodu ailede, semtinde, akraba çevresinde ve akranları arasında öğrenen bir çocuk, zaten okulda kullanılan bu koda yabancı değildir-bunu Bourdieu’nün “edinilmiş yatkınlıklar” anlamında kullandığı “habitus”ta görmek mümkün. Bu yüzden kolayca akademik başarı elde eder bu kodu kullanan öğrenci. “Sınırlı dil kodu” (restricted speech code) ise kırık-dökük bir dildir, meramını anlatmakta zorluk çeker ve argo, popüler kültür veya sokak dili içinde kendini ifade eder. Şehirlere göç eden yoksul ve de kendi bölgelerindeki Kürtlerin okuldaki düşük akademik başarılarında dilin yeri belirleyicidir. Anadili olan Kürtçeyi kullanamamak zaten öğrencide kendi diline karşı zamanla bir ketlemeye neden olur: Pragmatik bakış açısı reel gerçekliğe teslim olur ve her işin Türkçeye (giderek İngilizceye) bağlı olduğunu anladığı için kendi anadilinden uzaklaşır, zamanla bir başka dile yerleşirken o dilin kültürüyle şizofrenik bir ilişki yaşamaya başlar. Türkçeyi reel gerçeklik gereği, pragmatist felsefeden dolayı öğrenmeli (rasyonellik) ama o dilin temsil ettiği kültüre de yerleşmemeli (sakınımlı tutum). Bu şizofreni birçok Kürt’te uzun vadede travmalara sebep olur. Bu travmaları aşabilmek için aşırı politik bilinç edinmekten yaşadığı ülkeye yabancılaşmaya değin çeşitli çözümler devreye sokulur. Egemen toplumda “ayrıntılı dil kodu” (Türkçe) ve “sınırlı dil kodu” (Kürtçe) olduğuna dair yanlış bakış açısı; yasaklama, aşağılama ve bastırma gibi çeşitli mekanizmalarla devreye sokulur. Yeşilçam hâlâ Kürd’e Türkçeyi konuştururken bu “Kürdi Türkçe”nin “sınırlı dil kodu” olduğu mesajını vermeye devam eder. Dolayısıyla Yeşilçam hâlâ, inadına oryantalisttir. Türk TV dizileri ise Kürd’ü habire “problematik” (ağalık sistemi, çocukları erken yaşta evlendirme, kadına şiddet, çok çocukluluk, teröristlik, kaçakçılık vb.) olarak görürken, İstanbullu porselen dişli manken kızlar veya yakışıklı erkekler nezdinde canlandırdığı Kürt karakterin/tipin, bedenen cazibeli ama ruhen, düşünsel açıdan ve formasyon bakımından “eksik” olduğu mesajını verir. Oryantalizm: Sinemada/dizilerde Kürd’ü ancak bir Türk oynayabilir çünkü oryantal temsil ancak bu şekilde başarılabilir. Yılmaz Erdoğan gibi Kürt tipler ise bu oryantalizmin gönüllü kullarıdır.
Her dil masumdur, insanidir
Kürd’ün elbette okulda resmî, standart ve egemen Türkçeyi öğrenmesi istenir. Bunun için de her şey yapılır. Devlet ve piyasalar da bunu ister. Ancak şiveli, aksanlı ve yöresel bir Türkçenin konuşulması da istenmez. Nerede? Devlet dairelerinde, şirket toplantılarında, akademik etkinliklerde vb. Ama oryantalist Yeşilçam, bildiğini okumaya devam eder: Yeterince entegre/asimile olamamış Kürt, kendisini eksik, yetersiz ve hatalı gösteren Türkçe kullanımında temsil edilmeye devam edilir. Kürd’ün oryantalist Yeşilçam ve modernist eğitimde bir biçimiyle arketipleştirilmesi, aslında onu “problematik” olan her türlü sorunun köküne yerleştirmek bakımından tipiktir. “Yerli ve millî”nin dışlayarak ürettiği veya inşa ettiği bu arketip, ülkenin kadim halkı/insanı olan Kürd’ü, kendi ülkesinde bir bakıma “yersiz-yurtsuzlaştırır”. Kürt, Anadolu’nun/Türkiye’nin yerli halkıdır ama “yerli ve millî” değildir. Kürtçe de öyle: Ülkede konuşulan bir dildir ancak “bilinmeyen dil”dir. Eğer bu “bilinmeyen dil”de konuşacak olursanız da, eh işte oryantalist Yeşilçam formu içinde bir tür “Kürdi Türkçe”yle konuşabilirsiniz!
Tüm bu yazdıklarımdan sakın şu anlam çıkmasın: Her Kürt, Türkçeden uzak durmalı! Hayır, şu küreselleşme koşullarında her türlü farklılık birbiriyle ilişki kurarken birden fazla dil öğrenilmelidir. Ama dili ya bir başkasına karşı, mesela ötekileştirmek için ideolojik aygıt olarak öğrenir ve kullanırsınız ya da barışçıl amaçlarla o dile yerleşip insanlığa hizmet edersiniz. Kendi adıma, öğrendiğim, çok sevdiğim ve derdimi en iyi biçimde anlattığım Türkçe, benim “ikinci anadilim”dir. Her dil masumdur, barışçıldır ve insanidir. “Fakir yaşam”dan kaçabilmek için “zengin dil”e sığınmak lazım. Bir Kürt, Türkçeyi elbette iyi, doğru ve güzel biçimde konuşmalıdır. Ama bu, dayatılmamalıdır. Bir Kürd’ün Türkçedeki sınavını geçebilmesi için Türk’ün de Kürtçedeki imtihanını başarıyla vermesi lazım.