ZEYNEL AŞKIN OĞUZ

Ne yazarsak yazalım; biyografi, makale, öykü, tüm yazma halleri için bir başlangıç bulmak zordur. Dersim’de özellikle merkez, Pertek, Mazgirt, Qereçor bölgesinde uzun yıllardır düğün derneklerde davul çalan ve 21 Mart’ta yaşamını yitiren Husî Pîlto’ya (Hüseyin Ekrem) dair dilop’a yazı yazmam istendiğinde, bu zorluğu yaşadım önce. Zira namı diğer Davulcu Pilto’yu yazmak onun hayatını yazmaktan ibaret değildir. Onun biyografisinde kültür olur, kült olur, ben olurum, biz oluruz, herkes olur… 60 yıllık bu davul hunermendi yani Pilto, Dersim’in nerdeyse yarısı sayılacak bir coğrafyanın kıymetli bir parçası, gerçek bir varlığı. Onu ve sanatını bir ötekine anlatmak, yazmak gerçekten zordur. Bizim gibi toplumlarda sanat, edebiyat, akıl, bilim, yeterince anlamlı bulunmaz, karşılık görmez. İnanç, inanma isteği, propaganda, uçlara taşınmış keskin anlamlandırmalar vb. daha önceliklidir. En güzel köy, en güzel çocuk, en iyi insan, aşk, cinsellik, anne, baba, kardeş, aşiret, ezbet, ağaç, köpek, kedi, bitki türü, hava, su, en güzel siyasal tutum, parti, dernek, en güzel tepe, dağ, din, dil, müzik vs. bizdedir! Neden? Sanat, edebiyat, bilim güdük çünkü. Eee elimizdeki tek malzeme (siyasal anlamından ibaret olmayıp günlük yaşamlarımıza sinmiş bir iletişim tarzı olarak) propaganda ve fetiş şeyler. Neden bunları demek zorunda kaldım? Çünkü böylesi bir iklimin içinden biri olan benden Pilto’yu yazmam istendi. Sade, basit ve en süzülmüş olan gerçek Pilto’yu nasıl yazacağım? Gerçek hayat sade, yalın ve basittedir çünkü. Ben bir hayat yazacaksam, bir ömrü en sade güzelliğiyle bir yazıda tamama erdireceksem, süsten uzak kalmalı ve ajtasyonvari anlamlandırmalara düşmemeliyim.
Davulun tarihi ve Pilto
Hadi o zaman, başlayalım.
Pilto öldü! Bu haberi ilk duyduğumda olağanüstü bir burukluk hissetmedim. “Pilto ölmedi, içimizde, ruhumuzun göklerinde yaşıyor…” gibisinden bir his de olmadı. İnsanlar ölüyor işte. Bu da sıradan, basit bir ölüm haberi… Çocukluğumda, gençlik çağlarımda, ilk evliliğimde, orta yaşta ve ben ellisine geldiğim güne kadar defalarca Pilto’yu davul çalarken gördüm, onun eşliğinde defalarca Qereçor oynadım. Demem o ki uzun bir ömür yaşadığını düşünüyorum Pilto’nun. Umarım ki Pilto da öyle hissederek ömrünü tamamlamış olsun. Keşkeleri olmamış olsun. “Ah yeniden yirmisinde olsaydım” dememiş olsun… Toplamda gördüğü seksene yakın bahar kadar olan ömrü için, “İyi yaşadım yahu” diyerek ölmüş olsun. Onun adına böylesine güzel şeyler düşündüm.
Köyüne, Aşağı Qacar’a gidip cenazeyi bekledik. Büyük bir kalabalık uğurlamıştı Dersim’den. Yağmura çamura rağmen büyük bir kalabalık onu yadetmek için bekliyordu. Hak ettiği bir kalabalık… Yakın köylümdü. Ortak, tanıdık çevreye sahiptik. Elli yıllık yaşamımda tek kötü söz duymadım hakkında. Neşeli, nüktedan ve sanki hep gülmeye hazır bir yüzü vardı. Bizim gibi itibara, varlığa, zenginliğe önem veren bir toplumda; garip, yoksul fanilere yaklaşımında asla horgörü olmazdı. Büyüklük ya da kibir hastalığı hiç bulaşmamıştı.
Peki ya davul yani hünermend yanı? İşte zor olan bura. Googleye girip davulun insalık tarihine girişi yazıp oradan Davulcu Pilto için bi şeyler aşırabilirdim. Hiç düşünmedim, davulun tarihi benim için Pilto çünkü. Bundan güzel tarih anlatımı mı olur? Davulun kaderi Pilto ile başlıyordu sanki. Elbette böyle değil ama böylesi bana daha sıcak geliyor. Biraz akıl dışına çıkıp ajitasyon yapabilirim ben de.
Ruhumuzda Pilto’nun ritimleri
Her toplumun kendine mahsus sesleri, kendine has melodileri gibi kendine özgü tınıları da olsa gerektir. Küçük büyük, her topluluğun kendine mahsus tınısı, tınıları… Pilto davul çalarken; ruhumuzda, bedenimizde tetiklenen adeta kontrol dışı bir hareketlilik oluyordu. Bedenimiz ve ruhumuz Pilto’nun davulundan çıkan ritimleri tanıyordu adeta. Ya da Pilto, sanatıyla ruhumuza bir milim öteye kadar gelebiliyordu, isterse iki köy ötede çalsın. Çokça tanık olmuşumdur, uzaktaki bir düğünde davul sesi gelsin, çoğu kişi Pilto’dur ya da değildir diye kolayca tahmin edebiliyordu. Ve gerçekten davul çalmayı çok seviyordu Pilto, bu onda bir ‘iş’ olmaktan çıkıp bir hünere dönüşmüştü. Öğrenilmiş bir meslek değil, hünerine rast gelmiş en güzel şeydi davul, onun için. Davul çalarken, abartısız, binlerce kişiye halayda doğru duruş ve doğru oyunu göstermiştir. İyi bir halay öğreticisiydi.
2001 ya da 2002 yılında İzmir’de Dersim dernekleri bir piknik düzenlemişti. Onlarca araç konvoy halinde yol alıyorduk. İstinasız tüm araçlarda Dersim halayları ve türküleri kaseti çalıyordu, yeni çıkmıştı piyasaya. Çoğumuz davul zurna Qereçor halayını başa alıp alıp dinliyorduk. Kimi Hozat bölgesi, kimi Demenan, kimi Xırran, kimi Batı, Doğu, Kuzeybatı Dersim, vs… Qereçoru çalan davul ve zurnacıyı tahmin etmeye çalışıyorduk. Ben daha ilk on saniyede “Bu Pilto, Pertek Qacarlarda” diyecektim. O zamanlar Pertek, Dersim kimliğinin uzağında tutuluyordu. Kaset kapağını aldım, nasılsa orada yazar diye. Ve Qereçor Halay çalanlar; davul Hüseyin Ekrem (Pilto), zurna Fırat Karaduman.
Fırat Abê’nin kimsesizliği
Doğruydu; Dersim’in tüm ahengini, rengahengini, ritmini, tınısını davulda Pilto, zurnada Tanzlı Fırat Abê (Karaduman) çalıyordu. İlginçtir; Pilto’nun toprağa defninden sonra aile üyelerine başsağlığı dilerken mezarlıkta, sıralanmış aile üyelerinin en sonunda Fırat Abê vardı, gözleri yaşlı tek kişi. “Fırat Abê, esas senin başın sağolsun” dedim. Belki hepimiz Pilto’yu yitirdik de gerçek manada yetimlik, yitiklik, yalnız kalma duygusunu yaşayan oydu büyük ihtimal. O soğuk havada, içerden, başka türlü üşüyordu sanki.

Yaşamımızın içinden değerler…
Aydın, çağdaş, demokrat, akla, fenne, bilgiye, bilime önem veren bir toplum etiketiyle bilinir Dersim. Okuyanı yazanı da bol. Ancak yapabildiklerimiz, kasabaya, her köye cem evi kurmak. Sey Huşen’in yani Dersim’li bir divanenin heykeliyle gururlanırız. Siyasal popülizmimiz arşa çıkar da 1990’larda yani katledilişinden altmış yıl sonra ancak hatırlayabildik ‘38’i, Seyit Rıza’yı, heykelini yaptık. Etrafına ağaçlar diktik, ta Bursa’dan, Japonya’dan getirtip… Seyit Rıza adına yapılmış parkta, tek bir ağacı bile tanımıyor kimse. Cansız Seyit Rıza heykelinin etrafında yaşattığımız ağaçlar, buradan değil. Neyse işte. Ne bir aydınının, ne bir kültürel varlığının (Örneğin Şavak, Qereçor Caddesi gibi) ne de Pilto ve onun gibi toplumun büyük kesiminde iz bırakmış isimlerden birinin anıt mezar ya da heykelini yapmadık. Pertek’te kasabanın önemli iki caddesinin adı CHP belediyesince Yaşar Kemal ve Uğur Mumcu konuldu, anıt gibi şeyler yapıldı. Tıpkı Seyit Rıza anıtının etrafına dikilen ağaçlar gibi bir durum. Tamam da Pertek’te sokaklara, caddelere isim olacak o kadar çok değerimiz var ki. Ünsüz, sıradan, yaşamımızın içinden… Sadece sözkonusu belediyeye değil, hepsine, köy muhtarlıkları ve derneklerimiz de dahil hepimize özgü bir tuhaflık işte…
Sonsöz yerine…
Yazıya başlamak gibi sona getirmek de zordur. Pilto’yu yitirdik mi? Hayır tabi ki. Yaşatmak artık bu çağda kolay sanırım. Yapay zeka var artık. Sayesinde Pilto’nun hüneri ve davulu kolaylıkla benim elimde hayat bulabilir mesela! Öyle bir çağ ki herşeyi yaratabiliriz, köy kurar, sanal para basar, sanal Pilto, sanal ülke yaparız!
Ama yine de iyi ki Pilto davulunu yapay zekânın elinde görmedi hiç.
Öyle bildi ki o, davulu kendisi gibi hünerli ellerde çalacak hep.