Söyleşi: SERPİL İLGÜN
“14-28 Mayıs 2023 genel seçimlerinde beklenen sonuç, yerel seçimde gerçekleşti!” 31 Mart seçimlerinin, en iyimser beklentileri de aşarak, CHP’yi yüzde 37.77 ile birinci, devletin bütün olanaklarını kullanmasına rağmen AKP’yi 35.49’la ikinci parti konumuna yerleştirmesinin muhalefet cephesindeki ilk okuması bu oldu. 2023 yenilgisinin yol açtığı kurumsal iç tartışmalar, moralsizlik, ayrışmalar, dağınıklık görüntüsünün seçmende de karşılık bulacağı öngörülerinin aksine, CHP’nin yüzde 25’lik “cam tavanı” kırıldı.
31 Mart’ın bir diğer önemli sonucu da, Kürt seçmenin gerek bölge, gerekse İstanbul, Adana, Mersin, Antalya gibi Batı metropollerindeki tercihi oldu. Evet, DEM Parti 2019 seçimlerine kıyasla daha çok belediye kazandı belki ama seçmen sayısı artmasına rağmen hem seçime katılma oranı hem de partinin aldığı oy sayısı düştü.
31 Mart yerel seçimlerini DEM Parti’nin aldığı sonuçlar üzerinden değerlendirmek üzere, Kürt siyasetini yakından izleyen Sosyolog, Siyaset Bilimci, Prof. Dr. Mesut Yeğen’e başvurduk.
DEM’in oy kaybına yol açan faktörler neler? DEM Parti içinde seçim sürecinde yaşanan, “Erdoğan’ın kazanmasının yeni bir çözüm sürecini başlatabileceği” ile, “Erdoğan’dan çözüme dair bir beklentinin temelsiz olduğu” tartışmasının anlamı nedir? Bu tartışmanın seçim sonucuna yansıması oldu mu? DEM seçmeninin CHP adaylarına verdiği destek nasıl okunmalı? Van’daki mazbata engellemesiyle denenmek istenen neydi? Kayyum olasılığı zayıfladı mı? AKP’nin yenilgisinde hangi faktörler rol oynadı?..
Mesut Yeğen yanıtladı.
-31 Mart seçim sonuçlarına dair genel değerlendirmenizi alarak başlayalım. İstanbul dâhil, CHP’nin 2019 kazanımlarının ne kadarını koruyacağına ilişkin net yanıtlar üretilemiyorken, 22 Mart’ta Perspektif’te “Türkiye bir yol arıyor” başlıklı yazınızda, muhalefet seçmeninin epey bir kısmının genişçe bir ortaklık kurarak “bir kez daha denemeye” hazırlandığını ve sandıkta ittifak yapacağını yazdınız. Haklı çıktınız. AKP’yi tarihinde ilk kez ikinciliğe düşüren bu sonucu ekonomi dışında hangi koşullar sağladı? Ve farkın bu kadar büyük olacağı neden görülemedi?
Aslında sahayı takip edenler bunların farkındaydı. Türkiye’de seçmenlerin yarıdan daha fazlası uzun zamandır Erdoğan’dan, AK Parti’den kurtulmak istediğini gösteriyordu ama bu iradeye sahip çıkacak temsilciler son seçimlere kadar ortada yoktu. Buna benzer bir manzara 2023 seçimlerinin bir yıl öncesinde de mevcuttu. 2023 seçimleri öncesinde seçmenlerin yüzde 60’a yakını “Erdoğan’a oy vermem.” pozisyonundaydı. Ve lakin “Kime oy verirsiniz?” diye soruduğunuzda, bu yüzde 60’ın hepsi birden “Kim olursa olsun ona oy vereceğim.” demiyordu. Hâlbuki muhalefet, CHP Genel Başkanı ve etrafındaki kadrolar bu durumu yanlış anladılar ya da yanlış anlamayı tercih ettiler. Onlar bu yüzde 60’ın aday kim olursa onu destekleyeceğini düşündüler. 2023 seçimlerine giderken çok geç bir tarihte aday kararlaştırıldı ve muhalif kamuoyunun en az istediği isim aday çıkarıldı. Bu sebeple temsilciler, var olan iradeye doğru bir şekilde sahip çıkmadılar. Siyasiler “Erdoğan’a oy vermem.” diyen yüzde 60’tan, yüzde 51 çıkaracak bir adayda ortaklaşabilirdi ama bu olmadı. Dolayısıyla, bugün olan 2023 seçimlerinde de olabilirdi ama çıkan fırsat tepilmiş oldu.
31 Mart seçimleri öncesinde de benzer bir manzara ağır ağır oluşmaktaydı. Dediğim üzere sahayı izleyenler, özellikle güvenilir kamuoyu şirketlerinin verilerini takip edenler, seçim sonrasında ortaya çıkan manzaradan haberdardı. Lakin sadece veriler değildi benim gibi insanları böyle düşünmeye sevk eden. Türkiye siyasetinin dinamiklerini biraz doğru okuyanlar şunu fark etmişti; Mayıs 2023 seçimleri sonrasında muhalefetin atomize olması, esas olarak kurumlar, kadrolar, partiler seviyesinde olan bir şeydi. Seçmenler seviyesinde bu bire bir akis bulmamıştı. Seçmen bu türden bir ayrışmayı onaylamıyordu. Dolayısıyla sahadan gelen veriler kadar etrafta dolaşan başka işaretler de muhalefet seçmeninin CHP adayları etrafında bir ortaklaşmaya gideceğini, İYİ Parti seçmeninin, keza DEM Parti’nin metropollerdeki seçmeninin bir kısmının CHP adayları etrafında buluşabileceğine işaret ediyordu.
-AKP ve Erdoğan’dan bıkmış olmanın dışında, CHP adayları etrafında buluşmayı başka hangi faktörler sağladı?
Bence ikinci önemli faktör CHP’deki değişim oldu. CHP uzun zamandır esas olarak Kılıçdaroğlu’nun başlattığı bir yolda ilerliyor. Bildiğimiz yüzde 25’lik “cam tavana” sahip ya da bir sahiller partisi olarak bildiğimiz CHP, 2023 seçimlerinden önce ağır ağır da olsa değişmeye başlamıştı. Dolayısıyla, ağır ağır da olsa eskisine nazaran seçmene daha fazla güven veren bir CHP zaten mevcuttu. Üstelik, CHP’nin özellikle metropollerdeki belediye başkan adaylarının çoğu 2019’da seçilmiş adaylardı. Ve bunların hem belediye başkanlıkları dönemindeki icraatlarına yönelik onay, destek, kuvvetli bir orandaydı hem de bunların belki de hiçbiri tipik CHP’li aday değildi. İşte Mansur Yavaş CHP’li bile değil, Ekrem İmamoğlu CHP’liler tarafından bile CHP’liliği sorgulanan biri. Ya da Zeydan Karalar, aynı şekilde. Bütün bunlar, İYİ Partili, DEM Partili hatta AK Parti ve MHP’den uzaklaşan bir kısım seçmenin CHP adayları etrafında toplanmasının önünü açtı. Şunu da eklemeliyim, ben bahsettiğiniz yazıyı aslında yazabileceğimden “daha ürkek” bir tonda yazdım. Türkiye’nin yeni yol aradığına, muhalefetin seçimlerden başarıyla çıkacağına dönük hissiyatım daha kuvvetliydi. Ama bir taraftan bir “acaba” duygusuyla yazdığım için demek istediklerimi biraz düşük tonda söyledim. Yoksa dediğim gibi saha, veriler ve başka işaretler yazıda aktardığımdan daha kuvvetli bir tabloyu gösteriyordu. Kaldı ki söz konusu manzarayı başkaları da görüyordu. Mesela Özgür Özel de durumun farkındaydı.
Erdoğan/AKP hikâyesinin sonuna geliyoruz
-CHP’yi birinci parti yapan ana dinamiğin AKP seçmenin sandığa gitmemesi olduğu, sadece AKP-MHP blokunda değil, muhalefet cephesinde de dile getiriliyor. Erdoğan’ın da onayladığı bu tespit için sizin değerlendirmeniz nedir?
Bu tespit esas olarak doğru ama şu da var: AK Parti seçmeninin katılımı daha yüksek olsaydı da CHP metropol belediyelerinde büyük bir başarı kazanacaktı. Birinci parti olmayacaktı belki, oyu yüzde 37.7 olmayacaktı ama büyük ihtimal 33’lerde olacaktı ve metropol belediyelerinin önemli bir kısmını yine kazanmış olacaktı. Yani evet, CHP’yi birinci yapan AK Parti seçmeninin sandığa gitmemesi. Ancak bu analize iki ince ayar yapmak gerekiyor. Birincisi evet, AK Parti seçmeninin sandığa gitmeyen bir kesimi var ama CHP’nin de sandığa gitmeyen seçmeni var. Özellikle İzmir gibi yerlerde. CHP’nin en kuvvetli olduğu yerlerde CHP adaylarının düşen oylarını, CHP’nin buralardaki görece başarısızlığını fazla konuşamadık ama ortada hesaba katılması gereken bir başarısızlık tablosu söz konusu. İkincisi, bunu bir ilk gözlem olarak söyleyeyim: AK Parti’nin sandığa gitmeyen seçmeninin çok önemli bir kısmı hem bölgede hem de metropollerdeki Kürtlerden oluşuyor, ki bu da sürpriz değil. Bunu şunun için de söylüyorum, AK Partililerin zannettiği gibi 31 Mart’ta sandığa gitmeyen seçmen, sonraki seçimde otomatikman sandığa gidip AK Parti’ye oy verecek bir seçmene benzemiyor artık. Bence Erdoğan ve AK Parti’nin hikâyesinin sonuna geliyoruz.
-Seçim yenilgisi, AKP içinde “kılıçların çekilmesi” olarak da tariflenen bir çatışmaya yol açtı. Kibrin, gösterişin, halktan uzaklaşmanın yenilgiye yol açtığı, Erdoğan dışında herkesin hesap vermesi gerektiği yazılıp çizildi. Istakoz, Rolex, Maldivler vb. görüntüleriyle daha da harlanan iç çatışmalara dair ne diyeceği merak edilen Erdoğan, 15 Nisan’daki grup toplantısında seçim sonucunu küçümsemeye, önemsizleştirmeye çalıştı. Hatta Cumhur İttifakı’nın birinci olduğunu iddia etti. AKP elitleri arasındaki çatışmayı, Erdoğan’ın tutumunu ve “Erdoğan girdiği yoldan geri dönecek” beklentilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Erdoğan’ın yaptığı kendi adına anlaşılır. Ben “kılıçların çekilmesi” tabirini kullanmazdım yine de. Çünkü parti içinde o kadar sert bir tartışmanın yaşandığını düşünmüyorum. Ama dediğiniz gibi, sorgulamaların başladığı, “Başka türlü mü yapsaydık” türünden soru işaretlerinin olduğu açık. Erdoğan bir defa bunu yatıştırmak, sökük bir kere ilerlerse nereye varacağını kestiremediği için, bunun önünde durmak istiyor. “Seçimlerden o kadar da başarısız çıkmadık.” demesinin arkasında böyle bir kaygı var. İkincisi ve daha önemlisi, bence Erdoğan bu başarısızlık durumundan dolayı “Yeni bir yol arayalım” demeye hazırlanan AK Partilileri dinleyebilecek bir pozisyonda değil. Evet, Türkiye artık başka bir şey istiyor ama o artık Erdoğan eliyle olacak gibi görünmüyor. Çünkü Erdoğan, müttefiki MHP ile bu yeni rejime çok büyük yatırım yapmış biri. O yoldan kolaylıkla dönmesi mümkün değil. O itibarla, “Seçim sonuçları Erdoğan’ın takip ettiği yolda bir büyük dönüşüme yol açacak.” tespitlerini temelsiz buluyorum. Erdoğan, takip ettiği siyasette birtakım ince ayarlar yapacaktır ama esas yapacağı çok belli ki uluslararası düzeyde ABD’yle ve bölgede arasını bozduğu devletlerle ilişkileri hâl yoluna koymak ve ekonomiyi elden geldiğince toparlayıp yeni döneme hazırlanmak.
Reform ancak içeriden zorlamayla mümkün
-AKP içinde hemen her seçim döneminde Kürt sorununun çözümünü de içeren “Erdoğan kuruluş ayarlarına geri dönecek.” beklentileri, hatta telkinlerinin 31 Mart sonrasında daha da kuvvetlenmesi, Erdoğan’a yakın yazarlardan biri olarak Abdülkadir Selvi gibi isimlerin iyimser yazılarına devam etmesi, parti içindeki görüş ayrılıkları içinden mi, parti dağılacak kaygısı üzerinden mi okunmalı?
Erdoğan’ın yakınındaki merkez kadronun başka bir yol öngörmediğini tahmin edebiliyorum ama AK Parti içinde “Bir şeyler değişsin.” isteyenlerin olduğu da yanlış değil. Onların ne kadar güçlü olduğu, dedikleri yapılmazsa ne yapacakları belirsiz. Orada çok ümitli olacak bir manzara var gibi görünmüyor. Ama AK Parti’nin hâlâ oyu yüzde 35.57. Bu yüzde 35.57’nin hepsinin Erdoğan’ın şu anda takip ettiği çizgiyi onaylayacak durumda olduklarını zannetmiyorum. Ancak o onaylamayanların başka bir yola girebilmesi için orada da inandırıcı bir alternatifin oluşması gerekiyor ama çok oluşacak da görünmüyor. Malum DEVA’ydı, Gelecek’ti, bunlar ayrıldılar ama önemli bir akis yaratamadılar AK Parti tabanında. AK Parti memnuniyetsizleri hâlâ ya sandık başına gitmeyerek ya da YRP’ye vs. kayarak memnuniyetsizlerini ifade ediyor.
Ancak bu gerilimin çok hafife alınacak bir gerilim olduğunu da düşünmüyorum. Erdoğan’ın müdahalesi de tartışmanın derinleşebileceğini gösteriyor. Erdoğan ABD gezisinden sonra bu tartışmayı yönetebilecek bir hâle getirebilirse belki aşabilir ama orada da demin söylediğim üzere ince ayar siyaseti bekliyorum.
Bunun da arkasında şöyle temel bir faktör var, Türkiye ekonomik olarak çok zorlanıyor ama 2000’lerin başında AK Parti’nin iktidara geldiği dönemdeki gibi bir uluslararası tablo yok.
-Yani Erdoğan’ı ‘reforma’ zorlayacak bir dış dinamik yok?
Evet, Türkiye’yi reform yapmaya zorlayan, “Yapmazsan seninle ilişkilerimi gözden geçiririm.” diyen bir AB yok artık. “Mültecileri bana gönderme de ne yaparsan yap.” diyen bir AB var. ABD de keza “Benim genel jeopolitik perspektifimin sınırlarında kalırsan Türkiye’de reform olmuş olmamış, çok da dert etmem.” diyor. Dolayısıyla Türkiye’de reform olacaksa bu ancak içeriden bir zorlamayla olacak gibi görünüyor artık. Ya da iktisat siyaseti hakikaten bir hukuk reformunu falan gerektirir hâle gelecek ki Erdoğan bir iki küçük makyaj kabilinden hukuk reformu yapsın. Öbür türlü, dediğim gibi dış faktörler Erdoğan’ı çok zorlar kuvvette değil.
Kısmi ferahlama için iktidarla görüşme yoklandı
-31 Mart sonuçlarını Kürt seçmen tercihleri açısından değerlendirmeye geçmeden, seçim öncesinde DEM Parti’de ortaya çıkan bazı ayrışmaları hatırlamakta yarar var. Önce yerel seçime kendi adaylarıyla katılacaklarını açıklamış, sonra “kent uzlaşısı” formülüyle bundan vazgeçilmişti. İstanbul’da Başak Demirtaş’ın adaylığı üzerinden gelgitler yaşanmıştı. Yine, Leyla Zana, Ahmet Türk ve Selahattin Demirtaş gibi önemli isimlerin, “AKP’nin kazanması hâlinde Kürt sorunun çözümünde bir imkân doğabileceği, bu nedenle muhalefet adaylarının desteklenmemesi gerektiğine” dair, açık ya da dolaylı söylemleri… Buna karşılık, “Erdoğan’dan böyle bir adım beklenemez, DEM, AKP-MHP faşizmine kaybettirme stratejisinde ısrar etmeli” teziyle verilen yanıtlar… Sizin yaşanan bu tablo için değerlendirmeniz ne oldu? İhtilaflara hangi dinamikler yol açtı?
İhtilaf ya da yeni yol arayışı Zana, Demirtaş ve Ahmet Türk’ün söyledikleri, parti genel merkezine hâkim olan çizginin dışında bir yol arayışı olarak okunabilir. Bunun arkasında 2019’la 2024 arasında Kürt hareketinin takip ettiği siyasetin başarısızlık getirmesi var. Kürt siyaseti üçüncü yol diyerek aslında ikinci yolu takip etti, yani iktidarın karşısında muhalefetin yanında konumlandı. Üstelik muhalefetten de öyle aman aman destek, dostluk da görmeden. Bunu yapmış olmasına rağmen de hem büyük bir başarısızlıkla karşı karşıya kaldı hem de uzun bir aradan sonra oyları yüzde 10’un altına düştü ve katılım Kürt şehirlerinde beklenenin altında oldu. Ama bundan da önemlisi Kemal Kılıçdaroğlu’na Kürtler en yüksek desteği vermesine rağmen cumhurbaşkanı seçilemedi ve Kılıçdaroğlu ikinci tur öncesinde gidip Özdağ gibi bir siyasetçiyle, onu İçişleri Bakanı yapmayı öngören bir protokol yaptı.
İkinci dinamik de şu: HDP’nin ve muhalefetin başarısızlığı Erdoğan’ın beş yıl daha iktidarda kalma yolunu açmış oldu. Dolayısıyla Kürtlerin bazı temsilcileri, benim açımdan basbayağı anlaşılır bir mantıkla, önümüzdeki beş yıl esas karar alıcı olarak Erdoğan’a “Seni muhatap almıyorum!” demek istemedi. İstememeleri gayet normal çünkü Kürt meselesinde atılması gereken çok temel adımlar söz konusu. Temsilciler, önemli isimler cezaevinde, Kürt şehirlerinde ağır bir baskı siyaseti hüküm sürüyor vs. Buralarda kısmi bir ferahlamanın olabilmesi konusunda iktidarla görüşmek işe yarar mı, Kürt siyaseti bunu yokladı.
-31 Mart sonuçları bu alternatif siyasetin gelişmesinin önünü mü açar, yoksa önünde bir engel mi oluşturur?
Onu bugünden kestirmek zor çünkü malum, iktidar bu kez zayıflamış durumda. Bu zayıflamayı bir Anayasa değişikliği yoluyla tanzim edebilirse, mesela DEM’in vs.’nin parlamentoda desteğini almadan yüzde 40 alarak iktidarda kalmanın yolu bulunabilirse, o zaman yeniden Kürtlere dönme ihtiyacı kalmaz. O durumda da bir reform çizgisi takip edebileceğini düşünmüyorum. Ama Anayasa değişikliği olmaz da cumhurbaşkanı 50+1’le seçilmeye devam ederse, Erdoğan ve ortaklarının seçimde yüzde 50’yi bulması pek mümkün görünmüyor. Bunun en önemli sebeplerinden biri de muhafazakâr Kürtlerin Erdoğan’a sırtını dönmüş olması.
-Erdoğan, Kürt muhafazakârların desteğini geri almak için de olsa birtakım geri adımlar atar mı?
Açıkçası bunu büyük bir ihtimal olarak görmüyorum. Çünkü en azından yakın vadede Türkiye’de Anayasa değişikliğinin bugünden yarına olgunlaşıp Erdoğan’ı “Şunu ya da bunu yap.” türünden bir seçime sevk edeceğini, buna bağlı olarak da Erdoğan’ın mevcuttakinden başka bir yola gireceğini yakın dönem için düşünmüyorum.
CHP-Kürtler ilişkisinde tamamlanmış bir safha yok
-Kürt siyaseti, 2019 ve 2023 seçimlerinde verdiği koşulsuz destek için CHP’den bir teşekkür bile gelmemesini eleştirmişti. O teşekkür 31 Mart sonrasında “Kürt demokratlarına teşekkür ediyoruz.” şeklinde de olsa Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu’ndan geldi. Bu, “CHP, Kürt siyasetiyle ilişkiyi artık daha açık bir yerden kuracak.” anlamına gelir mi? İkincisi, Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul’u yüzde 52 gibi bir oyla kazanmasını “DEM seçmeni destek vermese de kazanıyormuş, artık DEM’in seçimdeki kritik önemi kalmadı.” şeklinde analiz edenler oldu. Öyle midir?
İyi ki de Kürtler, en azından bir kısmı, İstanbul’da İmamoğlu’na, başka illerde de CHP adaylarına destek verip bu seçim başarısının ortaklarından olmuş oldular. Dolayısıyla yaşanan dalga, tsunami dedikleri şey gerçekten son bir iki haftada o kadar etkili oldu ki Kürtlerin desteği bundan az olsaydı da bir sürü yerde CHP adayları seçimi kazanacaktı. Bu böyle olmakla beraber, CHP belediye başkanları da merkez yönetim de şu sonucu çıkarmayacaktır diye düşünüyorum: “Bizim Kürtlere ihtiyacımız artık yok, biz Kürtsüz de seçim kazanabiliyormuşuz!” Doğrusu öyle bir hava da görmüyorum. Çünkü sonuçta hem Kürtlerin bu seçimdeki desteği bir tür kredi, bir tür geçici destek gibi ama hem de CHP’yi Kürtler olmadan da başarılı kılabilecek gibi görünen tablo, kalıcı bir tablo olmayabilir.
Diğer yandan CHP için şöyle olumlu bir tablo var; DEM’in özellikle de metropollerdeki tabanıyla ilişkisi giderek zayıflıyor. Birbirini yönlendirme ilişkisi olmaktan çıkıyor gibi görünüyor. Bu, CHP açısından bir dahaki seçimlerde avantaja dönebilir, eğer uygun davranırsa. O açıdan Kürtler-CHP ilişkisinde henüz tamamlanmış bir safha yok. Kürt meselesinde CHP’nin kısmen girdiği kapsayıcı çizgiden geri adım atacağına dair bir eğilim de görmüyorum. Çünkü hem CHP’nin tabanı hem de yönetim, başarının nasıl geldiğini görmüş durumda. Başarı, daha kapsayıcı, daha icraatı öne alan bir CHP ile geliyor.
Van’da Kürtlerin direnci sınanmış olabilir
-Yerel seçim sonuçlarının bölge açısından değerlendirmesine gelirsek… Evet, DEM Parti tüm baskı ve taşımalı asker-polis oylarına rağmen 3 büyükşehir, 7 il, 65 ilçe ve 10 belde olmak üzere toplam 78 belediyeyi yeniden aldı ama hem katılım hem DEM Parti oylarında gözle görülür bir düşüş söz konusu. Seçmen sayısı artmasına rağmen seçime katılım 2019’da yüzde 85 iken 2024’te 78’e düşmüş. Bu düşüşe, belediyelere yeniden kayyum atanacağı beklentisinin yaygın olması, ön seçimlerde yaşanan rahatsızlıklar, çözüm umudunun zayıflaması ve konuştuğumuz parti içi çatışmaların yol açtığı ifade ediliyor. Katılır mısınız? Sizin ekleyeceğiniz ya da dışarıda bırakacağınız faktörler ne olur?
Bunların hepsinin bir faktör olarak çalıştığına eminim ben de. Kolay değil, Kürtler iki kezdir bölgede sandığa gidip adaylarını seçiyorlar ve iki defadır da devlet kayyum atıyor. Bu iki yönlü uzaklaşmaya yol açmış olabilir. Bir kısım seçmen “Kimi seçersek seçelim kayyum atanacak, dolayısıyla sandığa gitmenin bir manası kalmadı.” türünden bir değerlendirmeden ötürü sandığa gitmemiş olabilir. Bir kısım seçmen de “Gidip gidip kayyum atanacak isimlerle seçimlere giriyorsunuz!” şeklinde düşünerek sandıktan uzak durmuş olabilir.
-Duyulan endişe hemen 1 Nisan’da Van’da gerçekleşmiş oldu. Adalet Bakanlığı’nın 29 Mart Cuma günü mesai saatinin bitimine 10 dakika kala Van Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Abdullah Zeydan’ın memnu haklarının geri alınması için yaptığı başvurunun kabul edilmesiyle, mazbata 2 Nisan’da AKP adayına verilmiş, tepkiler sonucunda karardan geri dönülmüştü. Van’da ne denendi? Atılan geri adımda seçim yenilgisinin etkisi oldu mu?
İki şey olmuş olabilir. Birincisi, bürokrasiden siyasi iktidarın kontrolünde olmayan birileri bir şey denemiş olabilir. İkincisi, bizzat siyasi iktidarın kontrolünde, Kürtlerin direnci hangi seviyede, bu ölçülmek istenmiş olabilir. Bunlardan hangisinin olduğunu bilmiyorum ama olan bize şunu gösterdi; bir kısım Kürt seçmen sandığa gitmiyor ama başka bir grup Kürt seçmen de bu kez kayyuma çok razı olacak gibi görünmüyor. Kolay değil, neredeyse on senedir Kürtler seçilmemişleri tarafından yönetiliyor. Bir üçüncü kez daha aynı şeyi yapmak bir genel hamle olarak çok mümkün olmayabilir. Van biraz onu gösterdi.
Yani şöyle bir yerdeyiz: Sonuçta DEM Parti iyi kötü bir çözüm çizgisinde duruyor. 2015’te yaşanan o fecaatin üzerinden neredeyse on yıl geçti, ortada artık PKK yok, silahlı faaliyet yok. Dolayısıyla bölgedeki seçmen açısından bütün bunlara rağmen bir kez daha kayyum atanması artık eskisi kadar kolay kabul edilebilir olmayabilir. Van biraz bunu göstermiş oldu. Ama “Artık kayyum gelmez.” sonucunu da çıkarmıyorum. Biraz karşılıklı yoklamalarla anlaşılır olup olmayacağı.
İktidar, Kürtlerle muhalefetin buluşmasını istemiyor
-Nitekim Diyarbakır, Mardin ve Sur belediyelerine İstiklal Marşı okunmadığı, saygı duruşunda bulunulmadığı, Türk bayrağının kaldırıldığı iddialarıyla inceleme, soruşturma başlatıldığı açıklandı. DEM Parti iddiaları yalanlayarak bir algı operasyonu başlatıldığını söylese de Bahçeli’den Erdoğan’a, kayyum tehdidinin süreceği yolunda açıklamalar geldi. Bununla birlikte hem Van’daki geri adım hem de Kobani Davası’nın karar duruşmasının 16 Mayıs’a ertelenmesi, “AKP 31 Mart sonuçlarından sonra şartları ne kadar zorlayacağı, Kürt sorunuyla ilgili ne yapacağına dair bir karar oluşturamadı.” şeklinde yorumlandı. Siz nasıl görüyorsunuz?
Bir defa, iktidarın Kürtlerle muhalefet arasındaki buluşmanın kalıcılaşmasını önlemek gibi bir niyeti var. Birkaç farklı enstrüman üzerinden bunu yapmayı deneyebilir. Birincisi, söylediğiniz türden işler yapılmış şaiyası üreterek muhalefetin özellikle CHP’nin, İyi Parti’nin bir kısmının, Kürtlere yönelik bir şekilde alarm durumuna geçmesini sağlamaya çalışıyor olabilir ya da orada oluşacak alarm durumundan ötürü, bu defa Kürtlerin CHP’ye olan sempatisini, yakınlaşmasını durdurmak istiyor olabilir.
DEM Parti’nin genel merkezinden yapılan açıklama bu şaiyası çıkarılan şeylere sahip çıkılmadığı yönündeydi. Tuncer Bakırhan, “Belediyeler siyaset değil hizmet yapacak. Siyaseti genel merkez yapacak.” demişti. Bu önemli uyarı şunu gösteriyor; belli ki genel merkez, belediyelere kayyum atanmasını kolaylaştıracak işlerden kaçınmaya çalışıyor. Çünkü belediyeleri elde tutmaya çok ihtiyaçları var.
YRP, AK Partili Kürtler için adres olabilir
-AKP’nin bölge oyları da düştü. Diyarbakır’da 2023 seçiminde yüzde 22.45 alan AKP, 31 Mart’ta yüzde 17’ye geriledi. YRP ve HÜDA PAR etkisini de katarak AKP’nin bölgedeki kaybı ne anlatıyor?
Bu konuda yerli yerince bir analiz için seçim sonrası araştırmaya ihtiyaç var. AK Parti bu defa daha dramatik oranda oy kaybı yaşadığı için “Kürt sorunundaki mevcut çizgisini artık AK Parti seçmeninin bir kısmı da onaylamıyor.” diyemiyorum çünkü bu çizgi 2023’te de daha öncesinde de oradaydı. Ama bu da olmuş olabilir. Daha büyük ihtimal, Kürt seçmenden de iktisadi duruma tepki gelmiş olabilir.
Hesaba katılması gereken temel faktör, AK Parti’den uzaklaşma eğiliminde olan seçmenin bir kısmının bu kez YRP ve kısmen de olsa HÜDA PAR’ı bir adres olarak görmesi. YRP’yi yakından izlemedim, daha iyi adaylarla başka yerlerde de yarışsaydı bundan farklı bir sonuç çıkar mıydı, bilmiyorum ama 2023’te DEVA ve Gelecek üzerinden görmediğimiz bir tablo oluştu bölgede. HÜDA PAR değil ama YRP önümüzdeki dönemde memnuniyetsiz AK Partili Kürtler için adres olmaya devam edebilir. Eğer o da diğer taraflarda Kürtleri soğutan işlere girişmezse.
-Süleyman Soylu geçtiğimiz yıl, “Tayyip Erdoğan’ın attığı HÜDA PAR adımının nedenini 10 yıllık süreçte göreceksiniz, HÜDA PAR büyük bir devlet aklıdır.” demişti. 2018 genel seçimlerinde 157 bin oy alan HÜDA PAR, 31 Mart’ta 276 bin oy alabildi. Batman, Bingöl, Diyarbakır dışında kayda değer bir karşılık bulmadığı görülen HÜDA PAR’ın aldığı sonuçlar, bu uzun vadeli amaç için ne üretmiş oldu?
Devletin AK Parti’ye razı edemediği Kürtleri HÜDA PAR’a çekmek ya da AK Parti’den uzaklaşıp tarafsız sahaya çekilen Kürtleri HÜDA PAR’da toplamak hedefi olabilir. Ama bu, Kürtlerde çok karşılık bulan bir eğilim olmadı. Bundan sonra da olacağa benzemiyor. Dolayısıyla Soylu gibi düşünenler bu seçimden bir ders çıkarabilir. Yani YRP oluyor ama HÜDA PAR olmuyor. HÜDA PAR’ın küçük de olsa bir kitlesi var ama dediğiniz gibi büyüyebilecek bir partiye benzemiyor. Dolayısıyla 31 Mart, devletin attığı HÜDA PAR adımının doğruluğunu değil ancak yanlışlığını göstermiş olabilir.
DEM Parti, 31 Mart öncesinden daha kilit bir rolde değil
-DEM Parti Eşbaşkanı Tuncer Bakırhan 31 Mart’ı değerlendirirken, “DEM Parti Türkiye’de seçim sonuçlarını ve geleceğin rotasını belirlemiştir.” dedi. Kürt sorununun çözümündeki aktör/muhatap sorularına karşılık da, “Kürt meselesinde muhatap, kişilerden çok, sistem ve devlet aklıdır.” ifadesini kullandı. Ama seçim öncesinde Erdoğan muhataplık bahsinde Öcalan’la birlikte anılıyordu. Bakırhan’ın seçim ve muhataplık konularındaki açıklamalarına değerlendirmeniz ne olur?
DEM Parti açısından doğru bir tespit. Şu açıdan doğru. Birincisi, sonuçta Erdoğan çok merkezî bir figür. Bunun teslim edilmesi anlamına geliyor. İkincisi de, Kürt sorunu çözülecekse bu devletle, devleti yönetenlerle çözüleceğinin teslim edilmesi anlamına geliyor. Dolayısıyla DEM Parti açısından, en azından daha az hayalci olunduğunu göstermesi açısından kritik.
Ama seçim değerlendirmesine katıldığımı söyleyemeyeceğim. Bu seçimler DEM Parti’yi 31 Mart öncesinden daha kilit bir role yerleştirmiş değil. Aksine 31 Mart şunu gösterdi, Kürtler şu anda DEM Partili adaylarca yönetilmek istiyor, iki dönemlik kayyum siyasetine rağmen bu konuda kararlılıkları net. Ama öte yandan da DEM Partisi’ne gösterilen teveccüh, ilgi de azalıyor. İki sonuç birden karşımızda. Dolayısıyla iki sonucu birden teslim eden bir değerlendirme yapması gerekir DEM Parti’nin. Aktardığınız tespit, bu iki sonucu değerlendiren bir tespite benzemiyor benim açımdan.
Kürt hareketi kendini güncelleyemiyor
-Mensubu olduğunuz Diyarbakır merkezli Kürt Çalışmaları Merkezi’nin düzenli aralıklarla yaptığı Kürt Barometresi’nin 2023 raporunda, Kürtlerde demografi, kültür, kimlik, siyaset gibi alanlarda yaşanan değişimlere dair önemli bulgular ortaya çıkmıştı. Kürtlüğün ve Kürt meselesinin taşıyıcılarının daha şehirli olduğu; eğitim seviyesi yükselip yaş düştükçe siyasi davranış tercihlerinin de değiştiği ve ara kategoriler oluştuğu; Kürtlerin Kürtçeden uzaklaşmalarına rağmen Kürtlükten vazgeçmediği raporun öne çıkan çıktıları arasındaydı. “DEM’e verilen destek azalıyor” dediniz, DEM açısından 31 Mart sonuçlarını, Barometre’nin bu üç bulgusu üzerinden okuduğunuzda nasıl bir analiz yaparsınız?
Kürtlerin Kürtçeden uzaklaşırken Kürtlükten uzaklaşmadığı aşikâr. Kürtçenin daha az konuşulmasına rağmen Kürtler, “Kürtlüğünüzden vazgeçin!” diyenlere değil, Kürtlüğün ana taşıyıcısı partiye oy veriyor. Bu partiye oy vermekten vazgeçenler de AK Parti’ye, devlete yanaşmıyor, tarafsız sahaya geçiyor. Dolayısıyla, Kürtçe zayıflamasına rağmen Kürtlük, Kürtlük bilinci zayıflamış değil. Seçim sonuçları bunu teyit ediyor. Seçim sonuçları demografinin değiştiğini ve Kürt hareketinin bu durum karşısında kendisini güncelleyemediğini de teyit ediyor. Sandığa gitme eğiliminin düşmesi ve metropollerdeki Kürtlerde CHP’ye gösterilen teveccüh, DEM Parti’nin son senede yaşanan değişimi kavrayan bir esneklik geliştiremediğini gösteriyor. Durum bu şekilde devam ederse DEM Parti’ye alternatif bir parti daha uzun zaman çıkabilir görünmüyor ama metropollerde CHP’ye oy verme, Kürt şehirlerindeyse sandıktan uzak durma eğilimi güçlenebilir.
-Söyleşimizi 1 Mayıs’a sayılı günler kala yapıyoruz. Güvencesizlik, örgütsüzlük, asgari ücretin altındaki ücretler, bölge işçi ve emekçilerini de zorluyor ve Kürt kentleri de hızla ucuz emek sömürüsü cennetine dönüşüyor. DEM Parti iş aş derdini söylemsel olarak dile getirse de sınıfsal talepleri pratik olarak karşılayabilmiş, kuvvetli bir söz üretebilmiş değil. Nedir oradaki sorun?
Sınıf siyaseti dünyada ve Türkiye’de tıkanmış durumda. Sınıf siyasetinin daha güçlü temsilcisi olma iddiasındaki Türkiye partilerinin durumu ortada. TİP bile geçen seçimlerde yaptığı çıkışı sürdüremedi ve esas olarak bir orta sınıf partisi olduğunu, CHP’nin hinterlandında bir seçmenden destek aldığını gösterdi. Bu itibarla Kürt şehirlerindeki durum bir istisna teşkil etmiyor. Öte yandan dünyadaki sınıfsal ayrımların giderek keskinleştiği, maddi ve sembolik eşitsizliklerin giderek büyüdüğü de ortada. Galiba burada sorun çok genel ve uzun süredir mevcut. Sınıfsal eşitsizliklerle diğer eşitsizleri birlikte dert eden genel bir dil ve siyasete ihtiyacımız var sanki ve bu ihtiyaç bugünün işi değil. Neredeyse yüz senedir Marksistler, sosyalistler bu sihirli dilin peşinde ama bu uğurda az yol katedilmediyse de daha atılacak çok adım olduğu belli.
Siyasi dinamikler PKK’nin imhasına izin vermiyor
-Kürt sorunuyla ilişkisi nedeniyle Erdoğan’ın Irak ziyaretini de soralım. İktidar cephesine göre ziyaretin iki temel gündemini, gerçekleşmesi hâlinde Türkiye’nin bölgedeki etkinliğini de arttıracak Kalkınma Yolu Projesi ve projeyle de ilişkili olarak 2019’da başlatılan Pençe Kilit operasyonlarını yoğunlaştırarak “PKK’yi temizleme” oluşturuyordu. Her ne kadar ziyaret sonrası AKP medyasında “İmzalar atıldı PKK yolcu” manşetleri atılsa da Irak’ın PKK’ye karşı aktif bir operasyon içinde yer almak istemediği görülüyor. Ne dersiniz, Irak ziyaretinden ne çıktı, ne çıkar?
Irak ziyaretinin büyük meselesi operasyon değil. Türkiye o operasyonları zaten yapıyor ve yapacak gibi de görünüyor. Ama PKK’nin tümden imhasına, Kandil’in ele geçirilip oradaki karargâhın dağıtılmasına dönük bir operasyonun olması hem fiziki olarak çok olası değil hem de oradaki siyasi dinamikler, dengeler itibariyle de şu an buna müsaitmiş gibi görünmüyor. Irak’ta PKK’nin likidasyonu ancak Bağdat, KDP, İran, ABD ve Türkiye gibi aktörlerin ortaklaşmasıyla gerçekleştirilebilir. Bunu yapmak geçmişte mümkün olmadı yakın zamanda da mümkün olacağa benzemiyor. Dolayısıyla bu konuda kısa vadede büyük bir değişim beklemiyorum.
Türkiye’nin daha büyük derdi Kalkınma Yolu meselesi ve Irak petrolünün ve gazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaştırılması. Türkiye buralarda bir anlaşma peşinde ve burada da birtakım adımlar atılmış görünüyor. Türkiye, Kalkınma Yolu ile hem kendi jeopolitik önemini azaltacak işlerin önünü kapatmayı hem de Irak’ın zenginleşmesinin önünü açarak Irak’ta Türkiye’nin işine yarayacak bir istikrarın oluşmasını istiyor görünüyor. Bunların olabilmesi için de Irak’ta bilhassa Şengal ve Sincar civarında güvenliğe ihtiyaç var. Bütün bunların yapılabilmesi için henüz katedilmesi gereken çok yol var. Ancak Kalkınma Yolu işi belli ki işin içindeki dört ortağı (Türkiye, Irak, Katar ve BAE) heyecanlandırırken, ABD, AB ve İran henüz pozisyon bildirmemiş görünüyor. Bu da projenin akıbeti hakkında olumlu ya da olumsuz bir şey söylemek için henüz erken olduğunu gösteriyor.