“Doğayla içiçe bir inancın hakkını teslim etmek istedik”

SÖYLEŞİ: ŞERİF KARATAŞ

Dersimli yönetmen Devrim Tekinoğlu, Raê Haq inancını beyaz perdeye taşıdı. Tekinoğlu’nun yeni belgeseli Ra (Yol), Dersim’in inanç ve yaşamını ele alıyor. “Rayê qese ra berza/ Yol cümleden uludur” sözü Dersim’de Rae Haq (Hak Yolu) inancını özetliyor. Pandemi koşullarında belgeseli çeken Tekinoğlu sorularımızı yanıtladı.

-Dersim’in inanç ritüelini neden belgesel yapmak istediniz? Bu süreç nasıl gelişti?

1990’lı yılların başından itibaren Dersim’de yoğunlaşan şiddet ortamı, 1993 yılından başlayarak 1994 yılında Dersim köylerinin büyük kısmının zorla yerinden edilmesi ile sonuçlanmıştı. Dersim köylerinin boşaltılıp köylünün yerinden edilmesi Dersim’de tüm dengeyi alt üst etti. Bu öğelerden biri de inançtır. Köylerde doğa ile uyum içinde bireyin kendi bireysel davranışına göre sürdürülen inanç, artık kontrol altına alınıp kurallar çerçevesinde sürdürülebilir hale gelmişti. Bu andan itibaren birçok doğal inanç alanı üzerinde yapılaşmalar başladı ve dört duvar arasına sıkıştırılmaya çalışılan bu inanç önce Şiiliğe sonra da Sünniliğe çekilmeye çalışıldı.

Öncelikle kendimize bir hatırlatma olması gayreti bizi bu belgeseli çekmeye yönelten bir etken oldu. Burada geçmişten bugüne doğru gücü azalsa da çok önemli bilgiler, yaşam kültürü ve kabul taşıyan doğayı dikkate alarak şekillenen bir inancın hakkını teslim etmek istedik. Raê Haq inancının bütün dünyaya nasihat olacak güçlü özellikler taşıdığı fikrindeyim. Bizi motive eden, evrensel dünyanın bir parçası olarak diğer yaşam alanlarına, bu yaşam ve inanç bilgisinin aktarılması gerektiği düşüncesiydi. İki yıla yayılan bir alan çalışması sonucunda belgeselimizi bitirip izleyici ile buluşturduk.

Tüm canlılar birbirinin komşusudur

-Bir belgeselci gözüyle bu inancı nasıl tanımlarsınız?

“Hakk yolu, doğruluğun yolu, gerçeğin yolu” olarak da ifade edebileceğimiz bu inanç yolunda doğa merkezli eğilim belirgindir. İnanç yolu temel olarak doğa ile ilişkide felsefesini ve yaşam biçimini oluşturmuştur. Bu yol anlayışına göre insan ve doğadaki tüm canlılar birbirinin komşusudur. Bu komşuluk ilişkisi bir ikrarlık ve rızalık ilişkisi ile sürer. İnancın en temel yanını ziyaret kültürü oluşturur. Dağların büyük bir çoğunluğu, bazı yüksek tepeler, seçilmiş ağaçlar, su kaynakları buralarda bulunan taşlar ziyaret olarak kabul edilmiştir. Bu ziyaret yerleri inanç takviminde yeri belirgin olan özel günler dışında genellikle bireysel veya aile olarak ziyaret edilir. Toplumsal ilişkilerin inanç üzerinden şekillendiği yerler ise cem törenleridir. Cemlerin en belirgin özelliği, saygın kişilerin inanç ile ilgili bilgi verdiği, inançsal muhabbet edilen mekân olmasının yanında, adaletin tesis edildiği, toplumun sosyal, ekonomik ilişkilerinin denetlendiği hukuk alanı olmasıdır. Cemlerin devamlılığını yürütenler ise Ocakzade kişilerdir. Ocak ilişkisi içinde “Ana, Rehber, Pir, Mürşid” olarak adlandırılan saygın kişiler bu sistemin yürümesini sağlayan aktörlerdir. Raê Haq yolu, dört kitap döneminden daha eskiye dayanan tarihten değişimler yaşayarak bugüne geldiği için, sadece bir inanç olarak kalmamış, evrene, doğaya ve hayata dair bilgi geliştiren bir yaşam kültürü ve bilgisi olarak da varlığını sürdürmüştür.

Raê Haq’ta kadının yeri var

-Raê Haq inancında cinsiyet ilişkileri nereye oturuyor?

Raê Haq inancı evrenin yokluktan var olmadığı, varlıktan doğumlar yolu ile çoğaldığı, doğumun ve yaşamın devamının ispat noktasının da kadın olduğu kabulündedir. Bu nedenle hem toplumsal ilişkilerde hem de inanç sistemi içerinde kadının yeri vardır. Ana sıfatı ile kadın inanç sisteminin yürütücüleri arasındadır. Kadının değişik isim ve şekillerle başına bağladığı örtüler inanç istemi içinde önemli yere sahiptir. Bu örtüler kimi zaman cem anında hukuku düzenler, kimi zaman kavgayı sonlandırır, kimi zaman bir yemin nişanı olur.  Son yıllarda kutsal ziyaret yerlerinin çoğunun isimleri erilleştirildiği halde hâlâ dişil anlamda ziyaret yerleri vardır. Bu ziyaretler inançta oldukça önemli yere sahiptir.

Dersim hep egemenlerin hedefi oldu

-Doğayla bütünleşen bir inancın varlığı da doğayla birlikte varlığını sürdürüyor. Ancak geçmişten günümüze Dersim’in doğasına karşı egemen güçlerin yaptığı tahribatlar ortada. Bu tahribatların inanca etkisi nasıl oldu?

Dünyanın her yerinde yaşanmış önemli bir mesele bu. Evreni, insanı, doğayı anlamış, bu anlayış üzerinden bir yaşam geliştirmiş doğa toplumları sömürgecilerin saldırısına sürekli uğradılar. İnsanın en eski tarihinden bu yana bu saldırı hep oldu. Yerli toplumların geliştirdikleri bütünlüklü inanç ve yaşam kültürü kapitalistlerin dünyası ile çoğunlukla uyuşmaz. Tek başına bu yönü bile saldırıya uğramasına bir neden olmuştur. Dersim toplumu tüm tarihi boyunca egemenlerin saldırısına uğramıştır. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetmesi Osmanlı’nın Dersim’e dikkatini yoğunlaştırmıştır. 1514 yılında Yavuz Selim ile Şah İsmail savaşı Osmanlı’nın Dersim duvarlarına bayrak çıkarmasına yol açmıştır. Osmanlı’da, Yavuz Selim ve Abdulhamid Dersim’e yönelik saldırıların en öne çıkan padişahları olmuştur. Abdülhamid’in benzin varillerini Dersim’in etrafına yığıp tüm Dersim’i ateşe verdiğinin üzerinden çok zaman geçmeden Cumhuriyet iktidarının Dersim’e harekatı gerçekleşti.

Dersim’in kendine yeter ekonomi anlayışı, kurdun kuşun rızkını gözeten toplumu, cemaat sistemi ile yürüyen devletsizlik modeli; Cumhuriyet iktidarının öfkesini üzerine çekmişti. Cemaat sisteminde yeri en önemi olan Ocak örgütlenmesinin yürütücüleri olan Ana, Rayber, Pir, hedef haline geldiler. Anadolu Aleviliğinin kurumları Cumhuriyetin laiklik söyleminin en önce kapı dışarı ettiği kurumlar oldu. Dersim sosyal, ekonomik, kültürel ve elbette inançsal durumu ile bir bütün olarak rejimin zulmüne uğradı. Alevi inanç önderleri, devletin kurumlarına “davet edilerek” rejimin istediği din adamlarına dönüştürülmek istendi. Alevilik yolunun rehberleri üzerinde bu baskı hiçbir zaman sonlanmadı. 1938’de katliamdan kurtulanlar üzerinde de bu sistemli baskı hep devam etti.

1938’den sonra sürgüne gitmiş Dersimliler 1947’de geri döndüklerinde yaşamlarını özellikle inançları üzerinden yeniden kurmaya başladılar. Fakat 1950’li yıllar sürekli baskılarla devam etti. Cemlerin yasaklandığı, pirlerin tutuklandığı süreç hep devam etti. 1980’li yıllarda özel yetkili valiler atandı. Bu valilerin özel çalışmaları ile irşat heyetleri, Dersim’de çalışmalar yürüttü. 1982–86 yılları arsında özel yetkilerle vali olarak Dersim’e atanan Kenan Güven’in inanç üzerinde sistemli asimilasyon uygulamaları hatıralarda canlıdır. Bu dönemde köylere camiler yapıldı, tamamı Alevi köylerindeki çocuklar imam hatiplere, Kur’an kurslarına gönderildi. Devamında Dersim, olağanüstü hal bölgesi kapsamına alındı ve uzun yıllar bu statü altında her türlü asimilasyon ve zulüm sürdü. 1990’lı yıllar ise şiddetin en üst seviyeye ulaştığı yıllar oldu. Köyler yakıldı, yıkıldı. Bu yıkım inançsal bütünlüğün de yerle yeksan edildiği bir süreçti bir anlamda.

2000’li yıllar ise barajlar, hidroelektrik santrallerinin, maden şirketlerinin cinayet silahlarını Dersim’in üzerine sürdüğü yıllar oldu. Kısa başlıklarla izah etmeye çalıştığım bu son 150 yıl Dersim’de yaşamın, kültürün ve inancın sürekli nasıl altüst edildiğini gösterir. İnancın devamlılığı, inancın bazı temel ögelerinin kaybı ve zayıflamasına rağmen direniş ve ısrar ile gerçekleşmiştir.

Göç, Dersim’in en ciddi sorunu

-Dediğiniz gibi yapılan ve yapılmak istenen barajlar… Sular altında kalan köyler, evler… Siyanürle Dersim’in dağlarını delik deşik eden şirketler… Bunların yaşama etkisi görünenden biraz daha fazla sanırım…

Barajlar, siyanürle altın ayrıştırma yöntemi ile çalışmak isteyen maden ocakları 1938 soykırımından sonra 1994 altüst oluş sürecinin devamı niteliğindedir. Baraj suları altında kalan her köy ortadan kaldırılmış bir kültürel miras ve tarihtir, ortadan kaldırılmış yaşamdır, yaşamın devamlılığının neşterlenmesidir. Bentlerle önü kesilen akarsular önce kendi suyu ile boğulmuş, sonra çiçeği, böceği, kelebeği, cümle canlısı ile oluşmuş evren katledilmiştir. Bu evrenin içinde oluşan tüm yaşam ölmüştür. Ölümden kurtulanlar ise başka yere göç etmiş ve artık kendi toprağından kopmuş başkalaşmıştır.

-Dersim her zaman göç veren bir kentti. Ancak son zamanlarda bu sorun iyice büyüdü. Bu durumun Dersim’in inancına yansıması nasıl oldu?

Göç, Dersim’in en ciddi sorunu durumundadır. Sürekli göç ile beraber Dersim’de Raê Haq inancının bağı ne yazık ki kopma durumuna gelmiştir. Geleceğin ne olacağını öngörmek her zaman kuvvetli hatayı da içinde taşır ama yapay zeka ile dünyanın yeniden şekillendirilmeye çalışıldığı çağımızda doğanın ve doğa üzerinden varlığını sürdüren insanın yeni çağla çelişkisinin artacağını söyleyebilirim. Bu çelişki her şeyi dönüşüme koyduğu gibi Raê Haq inancını da dönüştürebilir veya ona daha kuvvetli sarılmaya yol açabilir.

Devrim Tekinoğlu kimdir?

Dersim’in Ovacık ilçesinde doğan Devrim Tekinoğlu, 1993 yılında İstanbul Üniversitesi Hititoloji Ana Bilim Dalında okudu. Okuduğu dönemde özel kurs yerlerinde halk bilimi/folklor, fotoğrafçılık ve görüntü yönetmenliği dersleri aldı. 2008’de Dersim Hayat ismiyle yerel gazete, 2010’da da Fam Yayınlarını kurdu. 2013 yılında Ma isimli Zazaca/Kırmançca yayın yapan bir derginin ortak kurucusu oldu. “Bindokuzyüzdoksandört” isimli belgesel filmi 2017 yılında gösterime girdi. Derlemesini ve yönetmenliğini yaptığı “Her Çi Ra Çiyê Beno/Her Şeyden Bir Şey Olur” isimli Zazaca/Kırmançca kısa animasyon filmini YouTube üzerinden yayımladı. “Ovacık Rehberi” isimli kitapçık çalışmasının ardından “Dersim’in Giriş Kapısı Pertek” isimli kitabın da ortak yazarı ve yayıncısı oldu.