‘Kaymakam Hamido’ ve kayyım meselesi

VECDİ ERBAY

Hamido gariban bir adamdı. Babadan kalan toprak geçimini sağlamaya yetmiyordu. Aklı ticarete vesaire yetmediği için, bir gün kadro alırım umuduyla, devlet kurumlarında mevsimlik işçi olarak çalışıyordu. İçki ve kumarı haram bildiği için, o küçük beldedeki en önemli eğlence faaliyeti, kahvede gevezelik etmek ya da çarşıda aylak aylak volta atmaktı.

“Belediye seçimlerinde encümen ol” önerisine önceleri sıcak bakmamıştı. Öneri, HEP’in adayından gelmişti. Neme lazım, başına iş açılabilir, çoluğu çocuğu ortada kalabilirdi. Ortam gergindi çünkü. Dağda şiddetli çatışmalar yaşanıyor, ilçede faili meçhul (!) cinayetler işleniyordu.

Nasıl ikna edildi, bilinmez. Okuma yazması olmayan Hamido, seçimlerden sonra encümen olarak belediye yönetiminde yer aldı. Kimse fark etmedi, fark edenler ilgilenmedi. Encümen ne iş yapar, Hamido dahil pek kimse bilmiyordu zaten.

Gel zaman git zaman, HEP’li belediye başkanı siyasi nedenlerle tutuklandı, cezaevine girdi. Belediye başkanlığına vekalet edecek birine ihtiyaç hasıl oldu. Malum, belediye bir kurum ve kurumlar boşluk kabul etmiyor.

Hamido’nun ‘Kaymakam’ olma süreci de böyle başladı. Belediye meclisi Hamido’yu başkan vekili seçti.

Hamido bu işe çok hevesli, çok istekli miydi? Kimse bundan emin değildi. Rivayet, ‘belediyenin kurtları’ olarak bilinen bir ekip tarafından Hamido’nun başkan vekilliğine getirildiği yönündeydi. Okuma yazması olmayan, bürokrasi nedir bilmeyen, dalavereden anlamayan Hamido’ya, kendilerine rant sağlayacak birçok iş yaptırabileceklerdi. Amiyane tabirle ‘malı götürdüler’ mi, bilemeyiz. Kimsenin günahını almayalım ancak HEP’li belediye başkanından sonra, kimse bir çivi bile çakmadı o küçük beldede. Mesela sokak aralarına beton dökerek beldeyi çamurdan kurtaran çalışma HEP’li belediye başkanının eseridir ve onca yıl sonra hâlâ minnettarlıkla anılır.

İktidar koltuğunun insana ettiği!

Başkan vekili seçilen Hamido, makam aracından inmez oldu. Çarşı içini ve köyleri makam aracıyla ziyaret etti, denetledi memnuniyetsiz bir ifadeyle. Araca binerken ve inerken kapısını açan biri oldu. Elbette façası da düzeldi. Takım elbise, kravat, boyalı ayakkabılar…

İnsanlarla ilişkisi de başka bir evreye ulaştı. Ses tonunda, bakışlarında, yürüyüşünde bir muktedir azameti belirginleşmeye başladı. Evde eşi ve çocuklarıyla iletişimi nasıldı, bilemeyiz ama dışarıdaki hali tavrı bu şekildeydi.

İktidar koltuğunun nelere kadir olduğunu, bir insanın hayatını nasıl değiştirdiğini beldedeki herkes gördü. İktidar koltuğunu oturan şahıs, “kimdim, nereden geldim, nereye gidiyorum”, diye sormayı da unutuyor. O koltukla doğmuş, o koltukla ölecek hissine kapılabiliyorlar. Hamido, bir süre böyle yaşadı. Gittiği bütün mekanlarda ayağa kalkıp yer gösterdiler ona. Bunun ilelebet süreceğini düşündü.

Unuttuğu bir şey vardı Hamido’nun: Belde ahalisi çok fırlamaydı. Can sıkıcı hayatlarına neşe katmayı iyi bilirlerdi. Şakaya vurmadıkları herhangi bir durum henüz icat edilmemişti. Hepsinin, üstlerine cup oturan bir lakabının olması da bunu gösteriyordu. Hamido’nun önünde ayağa kalkmak nezaketinde kusur etmeyen belde halkı, kısa süre sonra kendisine bir lakap da buldu: Kaymakam.

Yiğit lakabıyla anılır. Hamido da, 1990’lı yıllardan bu yana, Kaymakam lakabıyla tanınıyor. Neden Kaymakam? Belki, Belediye Başkan Vekili olduktan sonraki edasındandır, kim bilir. Lakin bu lakap, bir daha değişmeyecek şekilde yapıştı ve hatta yakasına yapıştı Hamido’nun. İlk kulağına gittiğinde çemkirmişti sağa sola, ama ne fayda.

Koltuk gidince…

Derken seçimler gelip çattı. Yeni bir belediye başkanı seçildi ve Hamido vekaleten yürüttüğü görevi devretmek zorunda kaldı.

Belki lakabı Kaymakam olduğu için, uzun süre yine janti giyindi ve yürüyüşündeki vakar değişmedi. Ama kimi vakit, zaman dediğimiz mefhum hızlı ilerliyor. Hamido için de zaman hızlı ilerledi ve bir süre sonra eski günlerine döndü. Kıyafetleri pejmürde değilse de kalitesini kaybetti. Herhangi birisi gibi kahveye girer çıkar oldu. Bir gün kadrolu işçi olurum umuduyla devlet kurumlarında mevsimlik iş kovalamaya başladı.

Bir tek suratındaki memnuniyetsiz ifade değişmedi. Bu memnuniyetsiz ifade fıtratından kaynaklanıyor olabilirdi. Ama muhtemelen yoksul hayatının yüzünde bıraktığı izlerden biriydi de. Ancak muhakkak olan bir şey vardı: Kucağında bulduğu iktidar koltuğunu kaybetmesi, yüzündeki memnuniyetsiz ifadeyi pekiştirdi.

AYM ve değişen kayyım hassasiyeti

Bu geçmiş tarihi gariban Hamido’nun kısa süren iktidar dönemi üzerinden hatırlamaya, CHP Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun sosyal medyada yaptığı bir paylaşım vesile oldu.

Şöyle yazdı Tanrıkulu:

“Benzer kayyum düzenlemesi, 1987’de Doğu ve Güneydoğu’da ilan edilen OHAL sonrasında KHK ile yürürlüğe sokulmuştu; SHP Genel Başkanı Erdal İnönü’nün imzasıyla AYM’ye yapılan başvuruda; Anayasa Mahkemesi kayyum düzenlemesini ‘Anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle’ iptal etmişti. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesinden sonra sıkıyönetim ilan edildi, o sıkıyönetim kalktıktan sonra başta Diyarbakır olmak üzere Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu bölgesindeki şehirlerinde 1987 yılında OHAL ilan edildi.

OHAL nedeniyle dönemin hükümeti KHK ile düzenlemeler yapma yetkisi aldı. Geriye dönüp baktığımızda o dönem Özal hükümeti, KHK ile bugünle benzerlik gösteren kayyum uygulamalarına ilişkin bir düzenleme yapmış. SHP Genel Başkanı Erdal İnönü, bu düzenlemeyi Anayasa Mahkemesine götürmüş; Anayasa Mahkemesi de düzenlemeyi şu gerekçeyle iptal etmiş:

‘Belediye Meclisinin çoğunluğu dışında herhangi bir üyesinin siyasal nedenlerle hukukla bağdaşmayan amaçlarla başkan olabilmesine yol açan düzenleme, merkezî yönetimin vesayet dışı müdahalesine açık çağrıdır. Bu belirlemeyi merkezî yönetimin siyasal kimlikli organlarına yaptırmak Anayasa’ya aykırıdır. Atamanın geçici ya da sürekli olması sonucu etkilemediği gibi, soruşturma ve kovuşturma açtırmak, bu nedenlerle görevden uzaklaştırmak olanağı her zaman bulunduğundan ‘geçici’ atama, ‘sürekli’ atamaya da dönüşebilir.’

Bugün yaşadığımız sürecin aynısı o zaman da yaşanmış ve aynı Anayasa Mahkemesi, aynı Anayasa’nın hükümlerine dayanarak aykırılık gerekçesiyle iptal etmiş. 1988’de verilen bu karar; 2016 yılından bugüne, kayyum düzenlemesi uygulanmaya başladığından beri gündeme gelmemişti. Bunu da buradan dile getiriyorum. 15 Temmuz’dan sonra Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde kimse darbecileri desteklemek için sokağa çıkmadı, aksine bütün belediyeler ve siyasetçiler darbeye karşı çıktılar. 15 Temmuz Darbe Girişimi yaşandıktan sonra, Adalet ve Kalkınma Partisi OHAL ilan etti; Meclis’ten KHK çıkartma yetkisi aldı ve bu kayyum düzenlemesini KHK ile getirdiler.”

Tanrıkulu’nun yazdıklarından şunu anlıyoruz: Turgut Özal da şimdikine benzer bir kayyım uygulamasına niyetlenmiş. Ancak Erdal İnönü’nün itirazını değerlendiren Anayasa Mahkemesi, hukuka aykırı bularak bu yasaya geçit vermemiş. Sözkonusu yıllar dağlarda çatışmaların yoğun yaşandığı, faili meçhul cinayetlerin şehirlerde işlendiği yıllar. Aynı zamanda Kürt hareketinin bütün baskılara rağmen Meclis’te ve belediyelerde güç kazanmaya başladığı yıllar. O yıllar, 12 Eylül faşizminin bütün kurumlarda hükmünü sürdürdüğü yıllar.

Ama demek ki o yıllarda bir muhalefet partisi ve hukuka aykırı yasalara dur diyen bir Anayasa Mahkemesi vardı.

Demek ki 8 yıldır kayyımla yönetilen onlarca belediye, ne muhalefet partilerini ne de Anayasa Mahkemesini hiç rahatsız etmedi.

8 yılda yapılan seçimlere şöyle bir baktığımızda Ahmet Türk’ün 3 kez Mardin Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı seçildiğini, yerine 2 kez kayyım atandığını, son seçimden bu yana ise yerine yeniden kayyım atanacağı endişesini görüyoruz. Daha önceki belediye başkanlarından bazılarının hâlâ hapiste ya da sürgünde olduğunu da hatırlatalım.

“Kayyım bir darbe rejimidir.” Bu tanımlama çok kullanıldı ancak AKP-MHP iktidarı bundan hiç gocunmadı. Hatta MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye kalırsa, seçimin ertesi günü DEM Parti adaylarının kazandığı bütün belediyelere kayyım atanmalıydı.

Belediyelere kayyım atama hevesini Kürt düşmanlığı ile tarif edenler var ve büsbütün yanlış değildir bu düşünce. Öte yandan belediyeleri siyasi ve ekonomik ikbal müessesesi olarak gören birtakım zevatın mevcudiyeti de artık herkesin malumu. Belediyelerin önünde çadır kurma eylemi yapanlar ile daha üstten bastırarak belediyelere yeniden kayyım atansın çabası içinde olan ihalecilerin ortak hedefleri, rant. “Allah gözünüzü doyursun” deyip geçmek var ama halkın yıllardır canıyla, malıyla verdiği emek heba edilecek gibi değil. Bu emek nedeniyle halkın seçtiği belediye başkanları yine halkın seçimiyle gitmeli.

Gün ola devran döne

Kayyımlar bin türlü usulsüzlüğe imza attı. Bu usulsüzlükler Sayıştay raporlarında da mevcut. Daha önemlisi, kayyımların halkın iradesini kırmak için dilde, dinde, kültür sanat alanında ve gündelik hayatta birçok girişimleri oldu. Onlara verilen esas görev de buydu zaten. Bu yüzden yedikleri kadayıfların, aldıkları birkaç maaşın, adam kayırmalarının hesabı sorulmadı. Hiçbiri belediyelerdeki uygulamalarından dolayı yargılanmadı. Mesela Mardin Büyükşehir Belediyesi’ne iki kez kayyım olarak atanan Mustafa Yaman ve beraberindeki 72 kişi hakkında 540 milyon liralık iki ayrı yolsuzluk soruşturması açılmıştı. Peki, ne oldu? En azından şimdilik, Mustafa Yaman’ın kılına dokunulmadı.

Böyle örnekleri çoğaltmak, gündemde tutmak, kayyım uygulaması heveslilerinin yüzüne her fırsatta vurmak gerekiyor. Gün ola devran döne, diyerek.

Dönelim Hamido’ya… Yıllarca devlet kurumlarında mevsimlik işçi olarak çalıştı ve sonunda emekli oldu. Beldenin yaşlı, hasta ve memnuniyetsiz insanlarından biri olarak, emekli maaşıyla hayatını idame etmeye çalışıyor. Belediye Başkan Vekilliğinden kendisine kalan tek şey ise Kaymakam lakabı oldu.

Kaymakam Hamido’yu düşünürken Ahmed Haşim’in “O Belde” adlı şiiri neden geldi aklıma? Bir anlamı vardır mutlaka.

“Uzak

Ve mai gölgeli bir beldeden cüda kalarak,

Bu nefy ü hicre müebbed, bu yerde mahkûmuz.”