RÖPORTAJ: YEŞİM KARAAĞAR
Son on yıl içerisinde giderek daha çok siyaset hayatının içine girip telafuz edilir oldu ‘kayyım’ sözcüğü. Hukukta, yetkisi kesin tanımlı bir işle veya belirli bir zaman süresiyle sınırlı tutulan kayyımın Türkiye siyasetinde artan ölçüde yer bulması Kürt belediyelerine el konulması bağlamında oldu tabi ki.
2016 yılında başladı kayyım atamaları. HDP’nin 28 belediyesine kayyım atanmasıyla başlayan süreç sonraki seçimlerde artarak devam etti. Sokaklarda yapılan açıklama ve eylemlerle her ne kadar tepkiler dile getirilse de kayyım uygulamaları giderek rutinleşti. 8 yıllık bir kayyım sürecinin ardından geçtiğimiz 31 Mart’ta bir yerel seçim deneyimi daha yaşadık. Hemen sonrasında Van’da ‘mazbata krizi’ olarak anılan yeni kayyım girişimi, iki gün süren halk tepkisiyle engellendi. “Bu kadar hızlı mı?” şaşkınlığına eşlik eden büyük tepki sonucunda 4 Nisan’da çözüldü ‘mazbata krizi’ ve yüzde 55,5 oy alan DEM Parti Eşbaşkan adayları Neslihan Şedal ve Abdullah Zeydan Van Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanları olarak göreve başladılar.
Yaşanan 8 yıllık kayyım sürecinde belediyelerin birçoğu özellikle dil ve kültür alanında birçok alternatif kurumu kapatıp birçok Kürtçe tabelayı da kaldırmıştı. Eşbaşkan Neslihan Şedal’la kayyum dönemi politikaları ve dil ve kültür alanında yaşanan tahribatları konuştuk. Şedal “Kayyum, bir kenti kültürsüz bırakma, kültürel kimliğinden yoksun bırakma politikasıdır. Van uzun bir dönemdir hafızasızlaştırılmak istenen bir kent. Bizler yeniden hafızayı canlandırmak üzere çalışacağız.” diyor.
–Bilindiği üzere Van 8 yıldır kayyımlarla yönetiliyordu. Şu soruyla başlamak gerekiyor belki de: Kayyım nedir, bu politika neden uygulanıyor ve Kürt seçmen neden buna maruz kalıyor?
Kayyım meselesini salt 8 yılla ele almamak gerekiyor. Neticede bir sömürgecilik politikası. Sömürgeciliğin son 8 yılda uygulanan bir formu… Bir halkın değerlerini, kültürünü, inancını, iradesini yok etmenin bir uygulamasıdır. Bunu Kürt halkına yönelik 100 yıldır yürütülen inkâr politikasından bağımsız ele almamak gerekiyor. 100 yılı aşkın bir süredir Kürt halkına karşı yürütülen yok sayma, asimilasyon, iradesini yok sayma, kültürel değerlerini yok etme, doğasını katletme, varlığını, inancını, kimliğini ortadan kaldırma politikaları yürütülüyor. Son 8 yıldır bu politikayla Kürt halkının seçme ve seçilme hakkı ortadan kaldırılıyor. İradesi yok sayılıyor. Kayyım, bir halkın kendini yönetebilmesine, halkın kendine dair söz kurabilmesine, kendi sorunlarını kendisinin çözebilmesine, kendisini irade olarak görebilmesine ket vurmaktır. 8 yıllık pratikte bunu görüyoruz. Üç aydır bizler buradayız ve halktaki mutluluk, özgüven, kendisini yönetim mekanizmasının içerisinde görmesi, kendi sözünü hayata geçiriyor olması, kendi sorununun çözüm sürecine dahil olma duygusu, bir huzur ve kendini gerçekleştirme halini de ortaya koyuyor. İnsanların ruh haline de yansıyor yani. Bizler halkla kurduğumuz temaslarda, “biz şimdi kendimize geldik ve şimdi kendimizi orada, o kurumlarda görüyoruz ve kendi irademizle yönetildiğimizi hissediyoruz, bu da bizi mutlu ediyor.” cümlelerini her zaman duyuyoruz.
‘Kayyumlar ciddi bir sosyolojik tahribat yarattı’
-Siz daha önce Özalp Belediyesinde çalışırken kayyım atanmıştı. Buna bir çalışan olarak da yakından şahitlik ettiniz. Kayyım atandıktan sonra özellikle dil ve kültür alanında neler aksadı?
Bu soruları cevaplarken yine tarihsel bağlamıyla ele almak gerekiyor. Kayyımın ne yapmak istediğini böyle anlamlandırabiliriz. Bu kadar asimilasyon politikasına rağmen dil ve kültür politikaları yerel yönetimler boyutuyla nasıl hayata geçirilebilir? Dilin ve kültürün toplumla bağı nasıl yeniden kurulur? Uzun yıllardır bu coğrafyada insansızlaştırma, halkı toprağından etme, köy boşaltmalar, zorunlu göç meselesine de değinmek lazım. Çünkü bu olguların hepsi birbiri ile çok bağlantılı. Bir toplum, yaşamını sürdürdüğü toprak üzerinde köklerini salar, kültürel faaliyetlerini geliştirir, kendi iradesini orada kökleştirir, kendine dair sözü orada kurar ve orada bir toplumsal hafıza oluşturur. Özellikle 100 yıldır Kürt halkına karşı yürütülen hafızasızlaştırmanın da 8 yıllık pratiğidir kayyım. Çünkü görüyoruz, halk, toplum ve ulus olabilmek için en temel değerler dildir, kültürdür, inançtır. Bir halkın kimliğinin en temel öğelerindendir kültürel faaliyetler. Birey kendisini bu kültürün içerisinde bulur, bir halkın kendisidir o kültürü, dili. Haliyle yürütülen asimilasyon politikaları da en temelde halkın kimliğinin en odak noktasını vurur. Kültürü, dili ortadan kaldırdığınızda o halktan geriye bir şey kalmaz. Çünkü kendisini ifade etme hali ortadan kalkmış olur. Hani bir tane Afrikalı kadına soruyorlar ya, “senin ekmeğin yok, sen ekmek istemiyorsun ama dilinden bahsediyorsun”, o da diyor ki, “ben dilimi konuşamazsam ekmeğimi kimin çaldığını söyleyemem.” Meselemiz bu aslında. Eğer biz bugün dilimizle konuşamazsak, biz bugün kendi kültürümüzle yaşamımızı var edemezsek kendimiz olmayız. Kendimize dair hiçbir şey ortada kalmaz ve kültür alanında, dil alanında direniş olmazsa bugün bize karşı asimilasyon politikası yürütenlere karşı toplumsal refleksimiz ortadan kalkmış olur. Bu toplumsallığınıza dair hiçbir şeyin ortada kalmamasıdır.
Kayyımlarla tam da bir halkın iradesini, onların temel değerleri, kültür ve dili üzerinden ortadan kaldırmış oluyorlar. Bizler yerel yönetimler boyutuyla kültür ve dil alanında neler yapmıştık, toplumda nasıl bir karşılığı olmuştu? Kayyımlar bunları ortadan kaldırırken neyi amaçladılar? Bundan bahsetmek gerekiyor. Kayyımlar kurumlara atandılar, ekonomik olarak belediyeleri borç altında bıraktılar ve gittiler demek bizi yanıltır. Çünkü toplum üzerinde çok ciddi bir sosyolojik tahribat var. Bunu da dil ve kültür üzerinden gerçekleştirmiş oluyorlar. Geriye döndüğümüzde, bu kadar asimilasyon, yok sayma, hiçleştirme politikasına karşı yerel yönetimler olarak bizler çok dilli, çok kültürlü belediyecilik faaliyeti yürütmeye çalıştık. Uzun bir dönemdir bizim yerel yönetim deneyimimiz var ve en ağırlık verdiğimiz konular bunlar. Yeniden o hafıza merkezlerinin açılması, toplumda hafızanın canlı kılınabilmesi için birçok kurum açmıştık. Çok dilli belediyeciliği esas almıştık. Her kesime hitap eden ve köylerden kentlere kadar çok dilli tabelalar, kreşler, kültür merkezleri, bilgi merkezleri, dengbêj evleri, vb. birçok kurum açılmıştı. Mala Çîrokan, Mala Dengbêjan, Mala Zarokan gibi… Bunların toplumda bulduğu karşılık önemliydi. Halkın kendi dili, kültürü ve inançlarıyla buluşma zeminleriydi. Herkesin kendi dilini konuşabildiği, kendi kültürünü yaşatabildiği bir yerel yönetim modeli hayata geçmeye başlamıştı. Her kesimin, her dilin, her inancın, diğerini ötekileştirmeden bu yönetim mekanizması içerisinde kendini bulması, söz kurabilmesi… Bütün bunların toplumda yarattığı karşılık kayyım atamalarına sebep oldu. Çünkü iktidar çok dilliliğe, çok kültürlülüğe karşı, kendini tekçilik üzerinden tek mantık üzerinden var ettiği için, çok dilliliğin çok kültürlülüğün, çok renkliliğin yarattığı demokratik, eşitlikçi, adaletli ortam rahatsız ediciydi. İktidarın yaşama zemini kayboluyordu. Böylesi bir demokratik modelin hayata geçmiş olması, kayyımların atanmasında gerekçe olarak gösterildi.
Bizler o zaman Kürt halkının ve burada yaşayan halkların tarihini, kültürünü canlı tutabilmek için birçok kurum açmıştık. Mesela Taybet İnan Kreşi, Alyani Kurdî Kreşi, Berivan Kültür Merkezi… Taybet İnan katledilmiş, bedeni sokakta bir hafta boyunca bırakılmış bir annemiz. Dolayısıyla oradaki hafıza merkezi Kürt halkının gerçeğini anlatıyor, tarihini anlatıyor. Alyani Kurdî, göç yollarında yaşamını kaybeden küçük bir çocuğun, zorunlu göç politikasına maruz kalan bir ailenin hikâyesini anlatıyor. Dolayısıyla bu kurumları kapatmak demek Kürt halkının hafızasını da kapatmak demek. Yaşanmış tarihin görünmemesi demek. Hafızanın canlılığı meselesi bir toplumun olmazsa olmazıdır. Köy boşaltmalarıyla başlattıklarını bugün kayyım politikalarıyla devam ettiriyorlar. Ama bizler de bunun alternatiflerini elbette hayata geçireceğiz.
‘Van hafızasından koparılmak istendi’
-Bahsettiğiniz dil ve kültür alanındaki ciddi tahribatlar nasıl giderilecek? Tespit, çözüm ve çalışmalarınız neler?
Öncelikle şunu ifade etmekte fayda var; nerede bir Kürtçe kelime görmüşlerse, nerede çok dilliliğe dair bir kavram görmüşlerse, köylerin tabelalarından tutalım da kurum içerisindeki tabelalara kadar, herşeyi, her yeri Kürtçesizleştirmek ve çok dilliliği ortadan kaldırmak istemişler. Mesela biz burada Perperok Kreşi açmıştık, onun hemen içeriği değiştirilmiş, tamamen tek dilli bir hizmete dönüştürülmüş, müfredatı değiştirilmiş. Öğrencilerin birçoğu da o kreşten çıkmış oldu. Ana dilde eğitim, çok dilli eğitime dair yürüttüğümüz faaliyetlerin hepsi kapatılmıştı. Bizler şimdi ne yapacağız? Başından beri şunu söylüyoruz; bizler bu kenti yönetirken bu kentin dinamiklerine, halkın kendisine soracağız. Kadınlara, gençlere, çocuklara, ne istiyorsunuz diyeceğiz. Çocuklar gelip bize park istiyoruz, kreş istiyoruz diyorlar. Önerilerini alıyoruz. Toplum içerisinde kimler yaşıyorsa onların sorunlarının çözümüne dair sözü de onlar kurabilmeli, birlikte kurabilmeliyiz. Şimdi kent konseyimizi oluşturuyoruz. Bu kent konseyinde kadın meclisleri, çocuk meclisleri, gençlik meclislerinden tutalım da birçok kesim kendini ifade edebilecek. Stratejik planlamamızı oluşturuyoruz. Bütün dinamikler bu stratejik planlama içerisinde sözlerini söyleyebilecekler. Ne istiyorlarsa onu planlayıp yapacağız, 5 yıl boyunca. En çok istenilen şey Kürtçe kreş. Kürtçe ve hem çok dilli kreş hem de çok dilli kültür merkezlerinin açılmasına dair çok ciddi bir talep var. Bizler de çalışmalarımızı başlattık. Çok dilli kreşlerin açılabilmesi için tüzüğümüzün, yönetmeliğimizin içeriğinde bazı değişiklikler yapacağız. Onun dışında, kültür merkezleri içerisinde yaratılan tahribatları gidermeye çalışıyoruz. Şunu gördük; bu halkın kendi tarihinin, kültürünün dahil olduğu kültürel faaliyetleri 8 yıldır yasaklanıyor. O dönemden beri sürekli her şey valiliğin çıkardığı yasaklara takılıyor. Halkın gidip kendi stranlarını dinleyebileceği, kendi kültürünü yansıtabileceği konserler, etkinlikler, festivaller… Buna dair çok ciddi bir kültürel faaliyet talebi var. Festivallerle, konserlerle, sokak tiyatrolarıyla hem bunların kurumlarını açmak hem de bunu sokağa da taşıyabilmek; mahallelere, köylere taşıyabilmenin çalışmalarını yürüteceğiz. Şimdiden kendi kültür merkezimizde çok dilli konserlere, tiyatro oyunlarına başladık. 8 yıldır bunların yapılamıyor olması insanların kendi kültüründen uzaklaşmasına sebep oluyor. Mesela bu halkın kültüründe mehter takımı yoktur ki. Ama bir Kürtçe şarkı söyleyen sanatçının getirilmesine izin verilmezken Van sokaklarında mehter marşlarının gezdiğini biliyoruz. Dediğimiz gibi, bir kenti kültürsüz bırakma, kültürel kimliğinden yoksun bırakma politikasıdır kayyım. Bizler işte bunun karşısında bu halk neye ihtiyaç duyuyorsa onu esas alacağız. Dengbêj evi, Kürtçe kreşler, çok dilli-çok kültürlü kültür merkezleri… Halk bunları istiyor ve biz bunları yapmak zorundayız. Yapacağız da. Kadınlarla, gençlerle, halkla birlikte. Van uzun bir dönemdir dilsiz, kültürsüz bırakılmak, hafızasızlaştırılmak istenen bir kent. Bizler yeniden Van’ın çok dilli ve çok kültürlü yapısını hafızasını canlandırmak üzere çalışacağız.
Gençliğe çok boyutlu yönelim
-Kayyımın özellikle dil ve kültür alanındaki tahribatları gençler üzerinde nasıl bir etki bıraktı?
Gençlik bir toplumun en dinamik yapısıdır. Dolayısıyla bu dinamizmi yok etmek, bu dinamizmi sindirme meselesi tamamen kayyumların yürütmüş olduğu politikalardı. Çünkü bu dönemlerde yoksulluk derinleşti, göç çok arttı. Biz mesela gençlerle sohbet ettiğimizde en çok, ‘yoksulluktan kaynaklı, bizler kentlerimizde yaşayamıyoruz ve metropollere gidip fabrikalarda, inşaatlarda kötü koşullarda çalışmak zorunda kalıyoruz’ diyorlar. Ve kayyım sürecinde bu sorunlar derinleşti. Gençlerin kendi kültürlerine dair bir hafızalarının olmayışı, kendi dillerine dair uzaklaşma hali de kayyum politikalarının sonucudur. Çünkü çok kültürlü merkezlerin kapatılması gençleri hizmetlerden mahrum bırakmak anlamına geliyor. Kültürel ve dil faaliyetleri üzerinden gençliğin yeniden kendi öz değerleriyle, toplumsal değerleriyle buluşmasını sağlayabilmek çok önemli. Gençlik, ‘şurada şunu yapmak istiyoruz, şu projeyi geliştirmek istiyoruz, tarım ve hayvancılık alanında şunu yapmak istiyoruz’ deyince biz varız. Gelsinler birlikte çalışalım, yeter ki gençler bu çalışmalara öncülük edebilsinler. Bu süreçte en çok gençlerin söylediği şey şuydu, ‘biz yıllardır iradesizleştirildik, irademiz yok sayıldı, ama şu an irademize sahip çıkıyoruz. Kendi sorunlarımızı gençlik olarak kendimiz çözmek istiyoruz, yıllardır bize dair hiçbir çözüm üretilmedi, ama bundan sonra biz kendimize dair söz kurmak istiyoruz.’ Gençlerin burada karşı karşıya kaldığı en temel sorun iradelerinin yok sayılmış olmasıydı. Şimdi ise kendi iradelerine sahip çıktılar ve kendi kendilerini yönetmek ve iradelerine dair söz kurmayı kendileri istiyor.
-Daha önce var olan kültür merkezlerine gençlerin yoğun ilgisi vardı ve fakat kayyımlar bunları kapattı veya içeriğini değiştirdi. Genç nüfusun sosyal alanı biraz daha daralmış oldu böylece. Gençler sadece dil ve kültürden değil aynı zamanda eğitimden, sağlıktan, politikadan da uzaklaştırıldı. Çocuklar için Kürtçe kreşlerden söz ettik fakat gençler için dil ve kültür alanında yapmayı düşündüğünüz somut projeleriniz var mı? Çağımızın teknik gelişimini de göz önünde bulundurarak gençler için daha çekici hale getirecek projeleriniz?
Bahsettiğim bütün alanlar aynı zamanda gençler için de geçerli. Kürtçe kurslardan tutalım da gençlik kültür merkezlerine kadar… Kürtçe kursları daha eğlenceli, daha ilgi çekici, daha etkin kılabilmek için bahsettiğiniz gibi teknolojinin olanaklarından yararlanmak gerekiyor.
Bizim yapabileceğimiz bütün çalışmalar Kürtçe olacak. Mesela yapay zekadan tutalım da robotik kodlamaya, grafik tasarımından tutalım da Kürtçe animasyon kurslarına kadar. Haliyle bu sadece Kürtçe öğrenme kursundan ibaret olmayacak, yapılacak iş de Kürtçe öğrenmekle birlikte gerçekleştirilmiş olacak.
Diğer yandan, meslek edinme kursları meselesi örneğin. Birçok mesleği belediyenin öncülüğünde açılacak kurslar üzerinden de değerlendireceğiz. Gençlik festivallerinin, kültürel gençlik kamplarının düzenlenmesi. Biraz da kendilerine, kendi içlerine dönebilecekleri ortamlarda hem okuyabilecekleri hem tartışabilecekleri ortamların yaratılması… Yani çok boyutlu bir çalışma perspektifi var önümüzde. Bir taraftı istihdam yaratmak, bir tarafı birlikte proje üretmek… Sonuçta yeniden kendi kültürleri, dilleriyle buluşabilme olanaklarını çağın koşullarına göre tam da gençliğin ilgisini çekecek tarzda yaratmayı planlıyoruz.