Umumi Müfettişlik’ten Kayyıma, Hakkari

NEVZAT ONARAN

Seçme ve seçilme hakkı mı? Sizlere ömür.

Ankara fermanıyla, oylar yine çöpe…

Hakkari Belediyesi’ne kayyım atandı.

Vatandaşların oyları eşitse, bu nedir? Kayyum Cumhuriyeti…

Hani Cumhuriyet, asgari de olsa demokrasiydi? Seçmen tercihi, güya rejimin hem kuralıydı hem de kutsalıydı.

Her şey, “devleti âli” için, ötesi mi?

Kardeşlikmiş, ümmetlikmiş… 

Hakkari’nin dününü hatırlatacağım; perdeyi biraz aralayacağım.

Abdülhamid’den Mustafa Kemal’e…

Milliyetçiliğin ideolojik-politik ve toplumsal hareket olarak gelişmesinin ve devletini kurmasının iki yolu vardır; biri aşağıdan diğeri yukarıdandır. Sömürülen milletin milliyetçiliği, aşağıdandır. Sömürgeci devletlerde, devlete egemen milletin milliyetçiliği, yukarıdandır; kurumsal araçlar yeni kimliğe göre dönüştürülmektedir.

Osmanlı devletine egemen milletin/Türk’ün milliyetçiliği, kurumsal araçları, hükümeti, orduyu, meclisi, yargıyı vesaire kullanarak dönüşümle var olmuştur. Dönüşüm sürecinde, ‘öteki’ milletlerin varlığı hedeflenmiştir. Egemen milletle devletin bekası birleştirilmiş ve ‘Osmanlı’ söylemiyle gerçek perdelenmiştir. Bunun için İslam-Türk’ten (Namık Kemal gibi pek çok) değişim/reform taraftarı bilinenler, saray barikatını aşamamış ve kapısında bağırır olmuştur: “Padişahım çok yaşa!”

O dönemin devrimci tavrı, zulüm sistemini var eden sarayı/monarşiyi alaşağı etmektir. Bu yolda bildiğimiz, ezilen milletlerden iki önemli isim: Rum devrimci Regas ve Ermeni devrimci Paramaz’dır.

Osmanlı’nın son yarım asrı, Türk devletine evrilme yıllarıydı; ‘Osmanlı’ söylemi de ‘Türk’ün maskelenmesiydi.

Sömürgecilik ilişkisinde 1850’ler sonrası, öncesine kıyasla değişim yıllarıydı. Ezilen milletler ayağa kalktığı için, o döneme kadar karşılıklı ilişkide sadece tek unsur olan ‘din’e, artık dil, soy, kültür gibi millet faktörleri de eklenmiştir. Balkan ve Ermeni devrimciler partileşmiştir.

1850 sonrasında ezilen ve ezen için ‘biz’ yeniden tanımlanmıştır.

Osmanlı döneminde açılan aşiret mekteplerinden farklı etnik gruplara mensup ailelerin çocukları eğitiliyordu

Tesadüf değildir; bu dönemde Türkçe dili ve Türk tarihi özelinde yayınlar yapılmıştır. Dönemi, Şerif Mardin “Kültür Türkçülüğü” olarak tanımlamıştır.[1] 1876 Anayasası’na (madde 18) resmî dil Türkçe de yazılmıştır. Kuşkusuz bu gelişmelerle politika ve dili, birbirini etkilemiştir.

Bugünün kabulü, Türk milliyetçiliğinin1912 sonrasının vakası olduğudur; Balkan Savaşı’nın sonuçlarından doğrudan beslendiği ve kitlesel taban bulduğu gözlemlenebiliyor.

1912’den daha büyük Osmanlı’dan kopmaya ve İslam muhaciri akınına rağmen 1878’in, benzeri etkiyi yapmadığını nasıl iddia edebiliriz? İstanbul, 1878 sonrasında İslami bir kent olmuştur: 1844-1880 döneminde azınlıkta olan İslam nüfus payı, 1885’te yüzde 54’e ve 1900’de yüzde 70’e yükselmiştir.[2] Bu verilerle analizini derinleştiren Kemal Karpat’a göre, demografik yapıdaki değişime paralel olarak yüzyılın başında egemen kimlik Türk’tür.[3]

Abdülhamid yıllarındaki değişimi görmemiz halinde, İttihat ve Terakki’nin gerçek kimliğini anlamamız kolaylaşacaktır.

1912’ye yoğunlaşınca, (isteyerek ya da istemeyerek) Balkan Savaşı sonucuyla 1914’ten sonra Hıristiyanlara yapılanlar ilişkilendirilmekte ve bir anlamda imhanın, kırımın gerekçesi gibi sunulmaktadır. Devletin harici ve vatandaşına karşı dâhili harbi farklılığı yok edilmektedir; bu, tuzaktır.

1912 önceli 1878’den 1923’e Abdülhamid, Talât ve Mustafa Kemal yıllarına bütünlüklü baktığımızda, Osmanlı’dan Türk devletine geçişi ve 23 Nisan 1920’de açılan TBMM’ye Hıristiyanların katılımının niye engellendiğini daha iyi anlayabiliyoruz.

Dönemle ilgili “TBMM’de ve Lozan’da, Türk-Kürt kurucu unsur” iddiası, Hıristiyan milletlere yapılanları meşrulaştırmanın söylemidir. Koçgiri kırımı, Ankara’da Kemalist iktidarın gerçek niyetinin beyanıdır.

Zaten Lozan’da imza sonrasında Ankara dili 180 derece değişmiştir.

TBMM’nin birinci döneminde kullanılan Kürt ve Kürdistan kelimeleri, ikinci dönemde fiilen yasaklanmıştır. Artık Siverek mebusu Lütfi[4] ve Bitlis Mebusu Yusuf Ziya[5] gibi “Kürdistan mebusuyum” ya da bir konunun anlatımında Kürdistan diyen olmamıştır. Hatta bugün Kürtçe, TBMM zaptına “XXX” veya “bilinmeyen dil” olarak yazılması komedisine devam edilirken, 1920 sonunda TBMM tutanağına[6] Kürtçe bir cümle aynen yazılmıştır ve sorun da olmamıştır.

1878’ler krizin derinleştiği yıllardı: Tanzimat ilga edildi, Meclis kapatıldı, 1876 Anayasası rafa kaldırıldı, Osmanlı Rusya’ya yenildi, maliyesi iflas etti, Makedonya hariç Balkanlar koptu…

İslamlaştırma ve Türkleştirme geçişkenliği

Abdülhamid’in, eğitim yatırımlarına bakıp, diğer milletlere yaptığını görmemezlik edemeyiz. Hıristiyan milletlerden sonra İslam milletlerinin (Arapların, Arnavutların ve Kürtlerin) ayağa kalktığı yıllarda merkezileşmeyi hedefleyen Abdülhamid’in iki politik kurumu: Hamidiye Alayları ve Aşiret Mektepleri’dir.

Hamidiye Alayları, özellikle 1895-1896’da Ermenileri imhanın kanlı teşkilatıydı; hedef, Hıristiyanların Anadolu’dan temizlenmesiydi. dilop’un Mart-Nisan 2024 sayısındaki yazımda da bahsetmiştim.

Balkanlar’da da Makedon Hıristiyanları hedefti.

Alaylarla yüz binlerce Osmanlı vatandaşı Ermeniler’e ne mi yapıldı?

1- Le Figaro’ya göre 300 bin[7] veya Osmanlı’ya göre en fazla 20 bin[8] vatandaş Ermeni öldürülmüştür.

2- Vatandaş Ermeniler, canını kurtarmak için köy köy İslamlaş(tırıl)mıştır.[9]

3- Bir kısım vatandaş Ermeniler, Rusya Ermenistanı’na kovalanmıştır; bu sayı, 1910’da sadrazam İbrahim Hakkı’ya[10] göre 60-70 bindir.

4- Öldürülen ve kaçırtılan/kovalanan vatandaş Ermenilerin malı-mülkü gasp edilmiştir.

Bu dört fiil, 1908 Devrimi sonrasında Meclis’te gündeme gelse de herhangi bir çözüm sağlanamamış ve Abdülhamid’in kaldığı yerden devam edilmiştir

1895-1896’daki ve devam eden icraatıyla Abdülhamid, 1914’ten 1922’ye vatandaş Hıristiyanları Anadolu’dan tasfiyesinin politiğini temellendirendir.

1914-1918, özelinde vatandaş Ermeniler’den ve 1919-1922, özelinde vatandaş Rumlar’dan ve genelinde vatandaş Hıristiyanlar’dan Anadolu’yu temizleme yıllarıydı.

Oysa Batı’da işgalci Yunanistan’la cephe savaşının ve Adana-Antep hattında işgalci Fransa’yla gayrinizami harbin tozu dumanında, Hıristiyan milletlere neler yapıldığını göremedik ve Türk olmayan İslam milletlerine (Kürtlere) neler yapılacağını da anlayamadık.

Özellikle 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren İslamlaştırma aynı zamanda Türkleştirmenin de politikasıydı. 1910’larda İslamlaştırma ve Türkleştirme geçişkenliği 1920’lerde aşıldı ve Türkleştirmenin politiği netleştirildi.

İslamlaştırma ve Türkleştirme politiğinde iki unsur hedeftir: Din ve dil.

Malıyla ve canıyla tasfiye edilmemiş “gayri İslam” milletinden olanın dini ve dili hedeftir; öncelikli adım Sünni İslamlaş(tırıl)ması ve ikincisi de Türkçe’nin, anadilinin yerini almasıdır. Dili hedeflenen İslam milletinden olanın, anadilinin yerini Türkçe’nin alması amaçlanır. 

Türkleştirme politiğinde ‘Türk’ belirleyicidir. Irkçı İskân Kanunu’nda[11] TC vatandaşı ‘Türk’e göre, sınıflandırılmıştır: Türk ırkından olan-olmayan (madde 7, 12 ve 13), Türk kültürüne bağlı [Sünni-İslâm] olan-olmayan (madde 10, 11), anadili Türkçe olan-olmayan (madde 11) ve soyca Türk olan-olmayan (madde 12) ayrımı yapılmıştır.

Türk-Sünni mühendisliği

1878’den 1923’e varılan kesin sonuç, Anadolu Hıristiyan milletlerden temizlenmiştir. Net rakam bilinmemekle, 1914-1923 döneminde iyimser tahminle en az 2,5 milyon vatandaş Hıristiyan, canıyla ve malıyla tasfiye edilmiştir. Ve Cumhuriyet, vatandaş Hıristiyanlar’ın demografik ve iktisadi yapısından tasfiyesi üzerine bina edilmiştir.

1923’e geldiğimizde netleşmiştir ki, iki kurucu unsur vardır: Milleten Türk ve dinen Sünni İslam’dır. Diğer milletler buna göre ‘öteki’dir.

Nitekim TBMM, cihat ilanı havasıyla açıldı. Ankara müftüsü Mehmet Rıfat [Börekçi], İzmir’e, Adana’ya, Maraş’a, Antep’e ve Urfa’ya saldıran düşmanın “Müslüman olmayan uyruk[lu]larla” el ele verdiğini, buna direnişin kutsal olduğunu belirten fetva hazırladı ve müftüler, seferber edildi.[12]

Cumhuriyet ilan edildiğinde “iğne, şu-bu mal yoktu” diyenler, mala-mülke çökmeyi görmezden geliyor. Bir örnek: 1915 Sanayi Sayımına göre, İslam-Türk’ün sanayi payı yüzde 20’ydi ve nüfus payıysa yüzde 80’di.[13] Ekonomide dağılım da benzerdi. Ekonomide yüzde 80’lik payın, üretim ve işletme bilgisinin tasfiyesiyle, ekonomi çoraklaştı; pek çok mal/hizmet üretilemez, pazarlanamaz oldu. Bu, Türkçü/Sünni İslamcı politiğin doğrudan sonucuydu.

Cumhuriyet’te de Türk devletinin kurumsallaştırıldığı yıllarda, ekonominin ve demografik yapının Türkleştirilmesine devam edilmiştir.

Bir, Hıristiyan milletlerin on binlerce mülkünün transferi ve tapu kaydının yapılması için pek çok kanun çıkarılmış; ekonominin ve istihdamın Türkleştirilmesi sağlanmıştır.

İki, Türk olmayan İslam milletler (Kürtler) için de adından anlaşılacağı üzere Şark’ın ‘Islahat Planı’ hazırlanmış ve böylece demografik yapının Türkleştirilmesinde yoğunlaşılmıştır.

Üç, Alevi-Kızılbaşlar için Dersim (etnik açıdan da hedefti) harekâtı yapılmış ve sonrasında devam edilmiştir: ’78 Maraş pogromu, ’80 Çorum katliamı ve ’93 Sivas yangını gibi.

Sonuç: TC vatandaşı, Türk-Sünni İslam olandır; gayrısı ‘öteki’dir. Cumhuriyet’te vatandaş ‘eşit’ değildir; Sünni İslam’la Alevi-Kızılbaş ya da Hıristiyan, Türk’le Kürt veya Ermeni, Rum vs. eşit olmadı; sözde ‘eşit’ti…

Bu halde, özellikle 12 Eylül sonrası görünür kılınan ‘Sünni İslam mağduriyeti’ tam bir Türk Nüfus Mühendisliği faaliyetidir! Sünni İslam, Hıristiyan’a ve (hiçbir statüsü olmayan) Alevi-Kızılbaş’a kıyasla kurucusu olduğu sistemin nasıl mağduru olmuştur?

Cumhuriyet’in ilk yıllarında muhalefetin bastırıldığı ve tek parti sisteminin kurulduğu Takrir-i Sükûn[14] iktidarında, mülkiyeden yargıya, devletin kurumsallaşmasına yönelik düzenlemeler yapıldı, Şark Islahat Planı temelinde hazırlanan Şark’ta Umumi Müfettişliklerle kolonyal yapı sistemleştirildi.

Kayyum politiği, böylesi tarihsel geçmişin mirasçıdır.

‘Kürt’e Kürt denmeyecek’!

Hükümete istediğini yapma yetkisi veren Takrir-i Sükûn Kanunu’nun yürürlük süresi iki yıldı, buna iki yıl daha eklendi ve 4 Mart 1929’a kadar uzatıldı.[15]

Bu sürede, 12 Eylül’ün ardından 1987’den itibaren 2000’li yıllara kadar Diyarbakır ve çevre illerinde uygulanan Olağanüstü Hal Valiliğine benzer Umumi Müfettişlikler kuruldu. Aslında doğrusu şuydu, Olağanüstü Hal Valiliği, Umumi Müfettişliklere benzerdi; çünkü sonradan kurulmuştur. 1927’de bir olan Umumi Müfettişlik sayısı yedi yılda dörde çıktı. Üç tanesi, Şark Islahat Planı’nın sahasındaydı.

25 Haziran 1927 tarihli Umumi Müfettişlik Teşkiline Dair Kanun’a göre hazırlanan talimatname gereği Elazığ, Urfa, Hakkari, Bitlis, Diyarbekir, Siirt, Mardin ve Van illerini içeren Umumi Müfettişlik oluşturuldu. Sıkıyönetimin kapsadığı bütün iller, müfettişlik sahası olarak belirlendi ve müfettiş olarak İbrahim Tâli [Öngören] atandı. 1952’ye kadar, 1934’te Trakya’da 2’nci, 1935’te Erzurum, Kars, Gümüşhane, Çorum, Erzincan ve Ağrı’da 3’üncü, 1936’da Bingöl, Tunçeli, Elazığ ve Erzincan’da 4’üncü Umumi Müfettişlik kuruldu.[16]

Böylece üç umumi müfettişlikle kolonyal sistem oluşturulan Şark’ta, Islahat Planı Harekâtı’yla ‘iç yeniden fetih’[17] harekâtı sürdürüldü; 1920’lerin yarısından itibaren 1950’lere kadar dağ-taş harekât sahasıydı.

1930’larda Umumi Müfettişlik, şark illeri için esas idare şekli ve bölgede, hükümetin doğrudan idari birimiydi.

Birinci (11.6.1935-26.7.1943) ve İkinci (18.6.1943-1947) Umumi Müffetişi olan Abidin Özmen, müfettişliklerin neler yaptığını yazmıştır. Umumi Müfettişliklerin emniyet ve asayişi sağladığı, halkla hükümet ilişkisini tesis ettiği, kaçakçılığı önlediği, sağlık, bayındırlık, eğitim ve kalkınma yatırımlarını yaptığı iddia edilmiştir.[18]

O kadar ‘güvenlik’ sağlanmıştır ki, (örnek olarak) “isyan var” denilen Dersim’de ’38 harekâtıyla 13 bin 160 Dersimli öldürülmüş ve 122 asker-milis hayatını kaybetmiştir.[19] Bu, nasıl isyandır?

Abidin Özmen, 9 Aralık 1936’daki müfettişler toplantısında da Birinci Umumi Müfettişi olarak Kürtler politikasında asimilasyonun esas alınmasını önermiştir (aynen aktarıyorum):

“Şarka ilk gittiğim zaman bir tamim yaptım. ‘Hiç kimseye siz Kürtsünüz diye hitap etmeyeceksiniz’ dedim ve bu tamimimi Dahiliye Vekâleti çok münasip gördü. Yalnız [Emniyet İşleri Umum Müdürü] Şükrü Sökmensüer ve [4. Umumi Müfettiş] Korgeneral Abdullah Alpdoğan’ın dedikleri gibi ‘Siz Türksünüz’ diye söylemek yegâne çare olmaz. Şükrü Sökmensüer’in izahında iki yolu vardır, bunun biri imha, diğeri temsîl [asimilasyon]. İmhaya hacet yok. Temsîle gideceğiz. Giderken de oraya ‘temsîl için Türk getirmek ve yerleştirmek değil’, temsîl için yapılacak kültürel çarelerin başında eskiden Türk olduklarını anlatıp izah etmektir. Kürt meselesi mevzuu bahsedilmesini istemem. Bunlar mutlaka Türk’tür. Kürt nereden gelirse gelsin Zaza kelimesi Kürt’ten ayrı değildir. Zaza Kürt içine alınmıştır. Kürt bir isim değil bir vasıftır. Kürt’tür diye söylemeyelim. Temsîl işinde ‘siz Kürt değil, Türk’sünüz’ diye yapılacak bir telkindir.”[20]

Abidin Özmen’in asimile edilecek Kürtler hakkındaki önermesi şudur: “Kürd’e Kürt denmeyecektir.”

Bugüne kadar ve bugün de yaşadığımız her şeyin müsebibi, bu zihniyettir!

1930’lardan 2024’e…

Osmanlı’dan miras “devleti âli” için yasanın varlığı veya yokluğu önemli değildir, asıl olan gereğinin yapılmasıdır; mesela kayyumun hemen atanması gibi.

Osmanlı’yı Almanya peşinde savaşa sokan ve Osmanlı yenildiğinde de Almanya’ya kaçan İttihatçı Enver’in bilinen tekerlemesi meşhurdur: “Yok kanun, yap kanun.[21]

Önemli olan, rejimdir ve bekasıdır.

1935’te Dersim’de, 1924 Anayasası’na (madde 26) göre TBMM’nin idamı infaz yetkisi, kanunla ilga edildi ve TBMM de buna “evet” dedi.

2884 sayılı Tunçeli Vilâyetinin İdaresi Hakkında Kanun’la[22] “astığı astık, kestiği kestik” sistemi kurulan Dersim, yakılmış, yıkılmış; on binlercesi öldürülmüş ve sürülmüştür… Kanunla (madde 33), TBMM yetkisi, 4. Umumi Müfettişi (ve Tunçeli Valisi ve Komutanı) Korgeneral Abdullah Alpdoğan’a verilmiştir. 15 Kasım 1937’de idam edilen Seyid Rıza’nın ve yoldaşlarının infazını onaylayan, Alpdoğan’dır.

TBMM’de Adliye Encümeni Kâtibi Raif Karadeniz (Trabzon), anayasaya aykırılığın nasıl giderildiğini şöyle anlatmıştır:

“Yalnız, memleketin yüksek menfaatını bir tarafa koyduk ve diğer tarafa da kanuni mevzuatımızı koyduk ve Teşkilâtı Esasiye Kanunu’na [anayasaya] karşı beslenmesi lazım gelen perestiş ve hürmeti de göz önünde tutarak düşündük ve bu neticeye vasıl olduk.”[23]

1935’te kanunla anayasanın ilgası ilk değildi.

10 yıl önce de benzer uygulama yapılmıştır. 1925’te Takrir-i Sükûn iktidarında da idamı infaz yetkisi, (kanunla) sıkıyönetim komutanlarına[24] ve (TBMM kararıyla) Ankara ile Diyarbakır İstiklâl Mahkemelerine[25] verilmiştir.

Kuşkusuz bugünün Saray rejiminin de kayyum gibi nice benzer icraatını bulabiliriz.

Bugünün Sünni İslamcılığı ve 1930’ların Türkçülüğü, bir madalyonun iki yüzüdür! En özlü anlatımı, AKP ve MHP ittifakıdır.

Muktedirler değişse de kaderi değişmedi, Hakkari’nin.

NOTLAR


[1] Şerif Mardin, Türk Modernleşmesi, 28. baskı, İletişim Yayınları, İstanbul-2021, s. 94, 289.

[2] Kemal H. Karpat, Osmanlı Nüfusu (1830-1914), çeviren: Bahar Tırnakcı, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul-2003, s. 122.

[3] Kemal H. Karpat, age, s. 22-24, 29-30.

[4] TBMM GCZ, cilt: 3, 22.7.1922, s. 564.

[5] TBMM ZC, devre: 1, cilt: 26, 25.11923, s. 506.

[6] TBMM ZC, devre: 1, cilt: 6, 30.11.1920, s. 157.

[7] Orhan Koloğlu, Avrupa’nın Kıskacında Abdülhamit, 7. baskı, İletişim Yayınları, İstanbul-2021, s. 181-183.

[8] Kâmuran Gürün, Ermeni Dosyası, 3. baskı, Türk Tarih Kurumu, Ankara-1985, s. 168.

[9] Selim Deringil, İhtida ve İrtidad, çeviren: Ayşen Anadol-Taciser Ulaş Belge, İletişim Yayınları, İstanbul-2017, s. 281-340.

[10] MMZC, devre: 1, sene: 3, cilt: 1, 8.12.1910, s. 457.

[11] 14.6.1934 tarih ve 2510 sayılı İskân Kanunu, Resmî Gazete, 21.6.1934, no: 2733, s. 4003-4009.

[12] Ankara Müftüsü ve Ankara Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Reisi Mehmet Rıfat başkanlığında toplam 20 kişilik bir grup fetvası, 153 müftü imzaladı, Ali Kuzu, Kurtuluş Savaşı’nda Atatürk ve Din Adamları, Parola Yayınları, İstanbul-2014, s. 12-26; Recep Çelik, Millî Mücadele Günlerinde Din Adamları, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara-2017, s. 107-165, 174-178.

[13] A. Gündüz Ökçün (hazırlayan), Osmanlı Sanayii 1913, 1915 Yılları Sanayi İstatistiki, 2. baskı, AÜSBF Yayını, Ankara-1971; Zafer Toprak, Türkiye’de ‘Milli İktisat’ (1908-1918), Yurt Yayınları, Ankara-1982, s. 191; Kemal H. Karpat, age, s. 208-227.

[14] 4.3.1925 tarih ve 578 sayılı Takrir-i Sükûn Kanunu, DÜSTUR, 3. Tertip, cilt: 6, Başvekâlet Matbaası, Ankara-1934, s. 144.

[15] 2.3.1927 tarih ve 979 no’lu Takriri Sükûn Kanununun İkinci Maddesini Muaddil Kanun, TBMM ZC, devre: 2, cilt: 30, 2.3.1927, s. 6-9; TBMM ZC, devre: 3, cilt: 9, 4.3.1929, s. 19-21.

[16] TBMM ZC, devre: 2, cilt: 33, 25.6.1927, s. 682-687; Cemil Koçak, Umûmi Müfettişlikler (1927-1952), İletişim Yayınları, İstanbul-2003, s. 54, 72, 81, 127, 155, 231, 293.

[17] Tanım için bakınız, François Georgeon, Sultan Abdülhamid, çeviren: Ali Berktay, 6. baskı, İletişim Yayınları, İstanbul-2020, s. 365-370.

[18] Trakya Genel Müfettişi Abidin Özmen, İdare, Ocak-Şubat 1947, sayı: 184, s. 241-245.

[19] Dahiliye Vekili Faik Öztrak’ın Başvekâlet’e gönderdiği 2.11.1939 tarih ve 2970/11184 no’lu raporu, BCA-F: 30.10/K: 111, D: 751, S: 30.

[20] Birinci Umumi Müfettiş Abidin Özmen’in konuşması, Umumi Müfettişler Toplantı Tutanakları-1936, M. Bülent Varlık (hazırlayan), Dipnot Yayınları, Ankara-2010, s. 189-191.

[21] Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, cilt: 3, İletişim Yayınları, İstanbul-2000, s. 267, 466, 468.

[22] 25 Aralık 1935 tarih ve 2844 sayılı Tunceli Vilâyetinin İdaresi Hakkında Kanun, Resmî Gazete, 2.1.1936, sayı: 3195, s. 5892-5893.

[23] TBMM ZC, devre: 5, cilt: 7, 25.12.1935, s. 179.

[24] 31.3.1925 tarih ve 595 sayılı Harp ve İsyan Sahalarındaki İdarei Örfiye Mıntıkalarında Müteşekkil Umum Divan Harplerden Verilecek İdam Kararlarının Sureti İcrasına Dair Kanun, TBMM ZC, devre: 2, cilt: 16, 31.3.1925, s. 297-317 ve Fihrist-s. 4.

[25] TBMM’nin 4.3.1925 tarih ve 117 sayılı kararı, DÜSTUR, 3. Tertip, cilt: 6, Başvekâlet Matbaası, Ankara-1934, s. 146; TBMM’nin 20 Nisan 1925 tarih ve 136 sayılı Ankara İstiklâl Mahkemesine De İdam Selâhiyeti Verilmesi Hakkında Kararı, DÜSTUR, 3. Tertip, cilt: 6, Başvekâlet Matbaası, Ankara-1934, s. 569.