RÖPORTAJ: UMUT YEĞİN
“Bizler ağır çalışma koşullarına sahip fırın işçileriyiz. Salgın olur bizler çalışmaya devam ederiz, bayram olur, seyran olur bizler yine çalışırız. Yaz aylarında Diyarbakır’ın yüksek hava sıcaklığı yetmezmiş gibi, fırının başında yüzlerce derece sıcaklığa maruz kalan yine bizleriz. Tatilimiz yok. Yasalara aykırı bir şekilde günde 13, 14 saate kadar çalıştırılıyoruz. Yine cezası olmasına rağmen denetim yapılmadığı için birçok arkadaşımız kayıt dışı yani sigortasız çalıştırılıyor. Aldığımız para artık açlık sınırının altında kaldı. Kira ve faturaları yatırınca elde avuçta para kalmaz oldu…”
Bu aktardığımız, Diyarbakır’da çalışma koşulları ve güvenceleri için mücadele eden fırın işçilerinin dağıttığı bildiriden bir bölüm. 1900’lü yıllardan bu yana bu coğrafyada “Hamurkar Cemiyeti”, “Ekmekçi Amele Cemiyeti”, “Dersaadet Ekmekçi Amelesi Cemiyet-i İttihadiyesi” gibi birlikler kurarak mücadele eden fırın işçileri, şimdilerde de Diyarbakır’da DİSK’e bağlı Gıda İş Sendikası’nda birleşerek mücadele ediyor. 15 Eylül’de “İşverenleri uyarıcı nitelikte” olduğunu söyledikleri iş bırakma eylemine sayısı yüzleri bulan fırınlardan birçok işçi katıldı. O gün her bir işçinin yakındığı ve dile getirmek istediği sorunların çoğu ortaklaşsa da 56 yaşındaki Vedat Börü’nün “Çocukluğumdan beri, yaklaşık 45 yıldır çalışıyorum ama sadece bir ay sigortam yatmış” sözü, kayıt dışı çalışmanın yasak olmasına rağmen ne kadar da alenen yapıldığını gösteriyor.
O gün Vedat Usta ile yeniden görüşmek üzere sözleşmiştik. Çalıştığı Bağlar’daki fırına girdiğimde üzerinde önlüğü ve güler yüzü ile karşılıyor. Hemen çırağına seslenerek çayevinden çay istemesini söylüyor. Çaylar gelmeden fırın işçilerinin yaptığı eylemleri kastederek, “Eee ne oldu, bir gelişme var mı?” diye soruyor. Bu sırada fırın sahibinin de arka tarafta hamur yoğurma makinesine un boşalttığını görünce hemen lafı değiştiriyor, “Her şeyin hayırlısı” diyor ve yine gülümsüyor.
Vedat Usta da tıpkı diğer fırın işçileri gibi sabahın ilk ışıklarıyla, hatta güneş doğmadan geliyor fırına. “Sabah gelince hamur yapılıyor, ben hamuru kesiyorum, sonra tırnakçıya gidiyor, oradan da pişiriciye. Akşama kadar bu devam ediyor” diye anlatıyor bir gününü. Aslen Bingöllü. 100 yılı aşkın süre önce ailesinin buraya yerleştiğini ve kendisinin de burada doğup büyüdüğünü söylüyor. Kendisini artık Diyarbakırlı olarak görüyor. 7 yaşındayken hamura fırının isminin yazılı olduğu etiketi yapıştıran bir çocuk çırak olarak işe başlıyor. “Babam 80’de Karayollarından emekli oldu. Ben 12 yaşındaydım. O zaman yaşım tutsa belki babam emekli olduktan sonra beni de işe alırlardı. Ağabeyim vardı ama o da o dönem askerdeydi. Şansızlık oldu. O zamanlar emekli olunca birisi, çocukları onun işine girebiliyordu. Biz işe giremedik” diyor. İlkokulu ve ortaokulu okuduğu dönemde de fırında çalışmaya devam etmiş. “Harçlığımı kendim çıkarıyordum haa. Babama bile yük olmuyordum” diyor yine gülümseyerek.
‘Durumu olmayanların’ durumu!
Bir yandan anlatırken bir yandan da hamuru küçük toplar haline getiriyor hızlıca. Küçük hamur toplarının lahmacun siparişi için olduğunu söylüyor. Birkaç yıl çıraklığın ardından fırında hamur işini öğrenmeye başlamış. 16 yaşına geldiğinde fırının hamur ustası olmuş. Bir dönem kendi fırınını açmış ama ekonomik olarak altından kalkamadığı ve daha fazla çalışmak zorunda kaldığı için vazgeçmiş. Bu fırında da günde ortalama 12 saat ter döküyor. İşyerinde bazen beş bazen de altı kişi çalışıyor. Bir süredir Diyarbakır’da doğalgazlı sisteme çevrilen fırınların aksine bu fırın hala eski sistem olan odun ateşinde pişiriyor ekmeği. Saat ilerledikçe hazırlıklar da hızlanıyor. Arada fırın sahibinin “hızlanın” uyarıları duyuluyor. Neredeyse ömrünün büyük bölümünde yaptığı işi daha da hızlanarak yapıyor Vedat Usta. Bir yandan da “Vallahi dediğim gibi işte, alım gücü yok. Paranın değeri git gide eriyor. Marketlere gidiyorum, iki günde bir fiyat değişiyor. Geçen sene 600 liraya gelen bir torba un, şimdi neredeyse 800 liraya kadar çıktı. Mayayı şu an 750 liradan alıyoruz. Pandemiden önce 70 liraya geliyordu kolisi.” sözleriyle ekonomideki gidişattan yakınıyor. Yakın zamanda Diyarbakır’da 15 liradan 18 liraya çıkarılan Diyarbakır ekmeğinin fiyatı bu fırında hala 15 lira. Vedat Usta bu durumu fırın sahibine bakarak, “Arkadaş sağ olsun zam yapmadı. Burada yaşayan milletin durumundan dolayı, gelirleri düşük olduğundan dolayı 15’e veriyor. Yani diyor millet ekmek alabilsin. Zaten bu fırına parası olmadan gelen de boş gitmez. Garibanı gelir ekmeğini alır gider. Sağ olsun günde 40, 50 ekmek durumu olmayanlara veriyor” diyor.
‘Gelecek… O işler sıkıntıdır’
2 çocuğu var Vedat Ustanın ve ikisini de okuttuğunu söylüyor. Biri Sosyal Hizmetler diğeri Muhasebe mezunu. Sosyal Hizmetler mezunu oğlu ataması yapılmadığı için bir kafede çalışıyor. Ama muhasebeci kızı bir şirkette kendi işini yapıyor. Her fırsatta fırın işçiliği için “Altın gibi bir mesleğimiz var” dese de çocuklarının ve kardeşlerinin fırın işçisi olmasını istememiş. “Ben onları fırına yaklaştırmam. Zor olduğu için. O yüzden de okuttum. Kendi ayaklarının üstünde dursunlar dedim. Fırıncılık zor meslektir ha. Sabah erkenden akşama kadar çalışıyorsun. Ha bir yandan da altın gibi meslektir. Çünkü yaz kış demeden çalışırsın. Gıda sektörü sonuçta. Bitmez, tükenmez” diyor. “Peki geleceği var mı?” sorumuza da yine göz ucuyla fırın sahibine bakıp gülerek, “Gelecek… O işler sıkıntıdır. İyi olur inşallah” diyor. Gülüyoruz… Babadan kalan evlerini en küçük kardeşlerine vermişler. Ama yılların emeğiyle bir ev sahibi olabilmiş sonuçta. “9 kardeşiz biz. 4 erkek 5 kız. Bir bacım rahmetli oldu. Biri terzidir, biri marangozdur, kapı doğrama işi yapıyor. Başka fırıncı yoktur ailede. Ya fırıncılık zordur ha. Ama alın teriyle çalışmanın hali başkadır tabi” diyor.
‘Keşke samimi bir el uzatma olsa’
Bu arada közde yapılmış çaydan birer bardak doldurup getiriyor. Hamur makinesinin de durmasıyla oluşan sessizlikte birer de sigara yakıyoruz. Bağlar’da bir fırında yaptığımız sohbet illa ki siyasete ve memleketin ahvaline de gelecektir. Filistin’e yönelik katliamdan, 2015’te Sur’da yaşanan çatışmalara kadar birçok mesele konuşulurken, “Savaşı kimse istemez yani. Hani görüyoruz Filistin’deki insanları, çocukları… Burada da Sur’da benzerleri yaşandı. Kime yaradı? Gidenleri kimse geri getiremez. Biz hep barıştan yana olduk. Savaştan yana olmadık. Keşke samimi bir el uzatma olsa… Nice anne babaların yüreği yandı. Yıllardır bu halkın ne kadar acılar çektiğini hepimiz biliyoruz. Mezarı bile olmayanlar var. Adam ‘benim eşim olsun, çocuğum olsun bir mezarını bulamıyorum. Bir fatiha okuyamıyorum’ diyor. Yani onun hakkıdır yani ha barış.” diyor Vedat Usta.
Devlet Bahçeli’nin mecliste DEM Partililer ile tokalaşması ve Öcalan’a ilişkin sözlerini hatırlatıp şöyle devam ediyor: Samimi olması için elini taşın altına koyması lazım. İlk önce mesela cezaevlerini boşaltmaları lazım. Siyasilere genel af çıkarılması lazım. Çıkarılması lazım hepsi. Adam var cezasını bilmiyor, yıllardır içeride. Yani yazık ha. Çocuk taş atmış. Bir taş. Çok çok kafanı kırar ya. Onu silahtan sayıyorlar, on üç yıl ceza veriyorlar. Yazık değil?… O gençlere de yazık. Bir de ana dil önemlidir. Herkesin kendi dilini rahatça konuşması lazım. Ana dilde eğitim olması lazım. Belli bir ders süresi okulda da olsun yani. Çocuklarımız dillerini, kültürlerini kaybetmesinler. Bunlara dair adımlar atılırsa samimi oldukları anlaşılır ve çok güzel olur. Bundan önce de Tayyip Erdoğan açılım yaptı ya. Dediler güneydoğu halkı da yanaşsın falan ama samimi olmadıkları için yine geriye dönüldü. Önemli olan samimiyettir, adım atılmasıdır. Yani bu analar ağlamasın artık. Şimdi bir evlat kolay yetişmiyor. Biz o yüzden barıştan yanayız. Barış olursa burası gülistanlık olur. O açılımda gördük. İnsanlar cıvıl cıvıldı. Geziyordu, eğleniyordu. İsteriz ki yeniden öyle olsun. Bahçeli’nin PKK’ye Öcalan’ın çağrısıyla “Örgütün lağvedildiğini haykırsın” mesajı vermesini isteyen sözlerini ise, “Tamam samimi olurlarsa onlar da bırakırlar, inerler. Vallahi ölen asker de bizim, dağdaki insan da bizim, hepsinin annesi babası var. Zaten ölen de gariban insanlar oluyor hep. Şimdi zenginin evlatları gidip de orada askerde ölmez yani, kurşunların önüne atmaz kendini” diye yorumluyor.
‘Barış emekçiye de herkese de yarar’
Vedat Usta, barışın sağlandığı koşullarda ekonomideki gidişatın iyiye gideceğini, Diyarbakır’da işsizliğin azalacağını şöyle anlatıyor: “Barış olsa ekonomiye de yarar. Hem de çok yarar. Yatırımcılar gelir Diyarbakır’a yatırım yapar. Güzel bir açılım olur. Emekçilere de yarar. Hepsine yarar. Mesela fabrikalar kurulur. Niye bizim Diyarbakır, Antep gibi olmasın, sanayi bölgesi olmasın? İnsanlar böyle kahve köşelerinde otururlar mı mesela? Fabrikalarda çalışırlar. Ekmeğini kazanırsa sıkıntı olmaz yani. En büyük sıkıntı ekonomidir. Şimdi mesela geçim derdi olunca ne olur? Evinde de huzuru olmaz. Adam var evine ekmek götüremiyor ya.
Ahmet Kaya, Şiwan Perver, Yılmaz Güney…
Sigara ve çay faslı bitiyor ve lahmacun hamurlarını da hazır ettikten sonra ekmek için hamur kesmeye başlıyor Vedat Usta. “Diyarbakır sence nasıl bir şehir, bir emekçi bu şehirde nasıl yaşar?” diye soruyorum. “Diyarbakır bi kere çok güzel bir şehirdir. Yaşamasını bilsen yaşaması çok güzel” diyor. Günde 12 saati aşan çalışma temposuna rağmen fırsatlar yaratıp sinemaya da konsere de giden bir emekçi. En sevdiği sanatçı Diyarbakır sokaklarında çok sıklıkla çalarken dinlediğimiz Ahmet Kaya. Haliyle son gittiği film de Ahmet Kaya’nın hikâyesi “İki gözüm Ahmet” filmi olmuş. “Festivallere de sinemaya da gidiyorum. Geri kalmıyorum vallahi” derken gözlerinin içi parlıyor. “Ahmet Kaya filmine iki kere gittim. Ahmet Kaya’yı çok seviyorum. Kültür yolu festivalinin bir iki konserine gittim. Newroz Park’ta yapıldı. Eh işte yine de iyiydi (yüzünü buruşturuyor ve gülüyor). Olsun yani böyle etkinlikler yine de olsun.” Kürtçe söyleyenler içinde en sevdiği de Şiwan Perwer. “Şiwan Perwer’in tahtını kimse alamaz” diyor. En sevdiği film ise Yılmaz Güney’in Umut filmi. “Benim oğlumun adı da Umut’tur. Bu filmden dolayı. Sonra yine Yılmaz Güney’in Arkadaş filmi… Ben zaten Yılmaz Güney filmleriyle büyüdüm” diye devam ediyor. Fırın sahibi araya girip “Geçtir haa” diye uyarsa da sohbetimize kitaplardan konuşarak devam ediyoruz. Hemen sıralıyor, “Orhan Pamuk, İsmail Beşikçi… Ben bunların kitaplarını çok okudum. Ama hoşuma giden kitap oldukça okuyorum ha…” diyor yine tebessüm ederek.
Vedalaşırken Diyarbakırlıların gelenekselleşen misafirperverliği ile “Sana hemen bi yağlı ekmek hazırlayayım” diyor Vedat Usta. Başka bir zamana yine sohbet etmek ve yağlı ekmeği de o zaman almak üzere sözleşip ayrılıyoruz.