‘Ne saflığa kapılalım ne de olası imkânları görmezden gelelim’

SÖYLEŞİ: BÜLENT ULUS

Ortadoğu’da şiddet, siyasal hareketler, Kürt sorunu gibi konulardaki çalışmalarıyla tanıdığımız Prof. Hamit Bozarslan’la, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim 2024’teki TBMM açılışında DEM Parti sıralarını ziyaretiyle başlayan ‘yeni süreç’ tartışmalarını, Anayasa değişikliği konusunu ve Orta Doğu’da yaşananların Kürtler açısından olası sonuçlarını konuştuk…

– Devlet Bahçeli 1 Ekim’de TBMM’nin açılışında DEM parti sıralarını ziyaret etti ve el sıkıştı. Akabinde, “Dünyada barışı isterken kendi ülkemizde de barışı sağlamamız lazım.” ifadesini kullandı. Daha sonrasında yapılan açıklamalar üzerinden “Yeni bir Çözüm Süreci mi?” tartışması başladı. Bu tartışmaları siz nasıl yorumluyorsunuz?

Yeni bir görüşme ya da çözüm sürecinden bahsedilmesi bile kendi başına çok önemli. Bu aynı zamanda şu anlama gelmektedir: Devletin, iktidarın, rejimin son on yıldan fazladır takip ettiği Kürt siyaseti tümüyle çöktü. Söz konusu sorunun kabul edilmesi, bir şekilde dile getirilmesi önemli… Yani son on yıldaki baskılara bakalım; şehirlerin yıkılması, Sur’un, Cizre’nin yıkılması, Rojava’ya saldırılar… Bütün bunlara, binlerce mahkûma rağmen Kürt meselesi Türkiye’nin en önemli meselesi olarak ortaya çıkmaktadır. Aynı zamanda Orta Doğu’daki Kürt olgusunun ortadan kaldırılabilmesinin de mümkün olmadığı anlaşıldı. Hâlbuki Türkiye hem Rojava’da hem Irak Kürdistanı’nda bir yığın askerî operasyon düzenledi. Çözüm süreci lafının gündeme gelmesi bile sadece son on yılda takip edilen siyasetin çöküşü anlamına gelmemekte, aynı zamanda Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında, Cumhuriyetin ilk yüzyıllık tarihinin çöküşü anlamına da gelmektedir. Cumhuriyet kendisini Türklerin Ermenilere, Rumlara, Kürtlere karşı intikamı olarak algıladı ve Cumhuriyet hiçbir zaman demokratik olmadı. Şu anda Kemalistler hayıflanıyor, “Bizim çok güzel bir Cumhuriyetimiz vardı. AKP geldi bu Cumhuriyeti elimizden aldı.” diye, fakat aynı zamanda bu Cumhuriyete baktığımız zaman Cumhuriyetin temeli de laiklik değil radikal milliyetçiliktir. Bu radikal milliyetçiliğin temelinde de Kürt olgusunun hem Türkiye’de hem Orta Doğu’da inkâr edilmesi vardır. Yani 1920’lerin 1930’ların malzemelerine baktığımızda bu çok açık şekilde ortaya çıkmaktadır. Türkiye, Suriye’deki çeşitli güçler üzerinde tesir göstermekte ve Suriye’deki Kürtleri bizim Kürtlerin durumuna indirgemeye çalışmaktadır. Bunun da bütününü görmek gerekiyor.

Tabii bugün yaşananlar, AKP rejiminin ya da yarın AKP’nin yerine geçecek olan bir iktidarın yeniden radikalleşmeyeceği anlamına gelmemektedir. Fakat doğrudan değilse bile bu iflasın kabul edilmesi bence çok önemli.

Asıl sorun, Türklüğün nasıl davranacağıdır

– Türkiye’deki siyasal koşullar, hükümetin izlediği politikalar, muhalefetin tutumu dikkate alındığında bir “Çözüm Süreci”nin mümkün olup olmayacağı konusunda neler söylemek istersiniz?

Türkiye’deki koşullar buna uygun mu değil mi tam bilemiyorum. Bunun olabilmesi için daha önceden pek çok kişi gibi benim de birkaç kez dile getirdiğim bir husus var; CHP’nin demokratikleşmesi mümkün olabilecek mi? Evet, Türkiye’nin temel sorunu Türkler arasında demokratik bir siyasetin olup olmamasıdır. HDP ya da DEM çizgisine denk gelebilecek, bunlarla ittifak yapabilecekleri bir demokratik ortamın oluşması…

İspanya örneği bu açıdan çok çok önemlidir. İspanya’nın faşizmden çıkması ve demokratikleşmesi 1975-1978 yılları arasındaki bir olgu. Sadece demokratikleşme yeterli olmadı, İspanya’daki Bask ve Katalan meselelerinin meşruiyetinin kabul edilmesiyle yapılabildi. İspanya’nın demokratikleşmesi ve Katalan’ın, Bask ülkesinin özerkleşmesi aynı anda gelişen olgulardı. Türkiye’de CHP İttihatçı, soykırımcı bir gelenekten gelmektedir. CHP böyle bir açılımı sağlayabilecek mi bunu bilemiyoruz.

AKP içerisinde İslamcı, radikal milliyetçi bir kanat var. Erdoğan’ın bu kanattan uzak olduğunu söylemek mümkün değil. AKP bu istikamette ne kadar yol almak isteyecek onu da bilemiyorum. Gerek Kürt siyasi hareketleri gerekse genel olarak Kürt kamuoyu; Kürt entelektüel çevreleri, sanatkârları düzeyinde olsun bulunduğu koşullar tabii ki olumlu. Yani Kürtlerin böyle bir gelişmeye olumlu bir şekilde bakacağından eminim. Dediğim gibi Türkiye’de kendisini asli kitle olarak gören Türklük nasıl davranacak bunu öngörebilmem pek mümkün değil.

CHP büyük mesafe katetmeli

– DEM Parti bu yaşananlardan sonra özetle “Hazırız” açıklaması yaptı. CHP’den bahsetmişken Özgür Özel de Edirne Kapalı Cezaevi’nde Selahattin Demirtaş’ı ziyaret etti. “Kim sorunları çözecekse tüm aktörler kıymetlidir.” dedi. Bu sorunun çözülmesi minvalinde de açıklamalar yaptı. Sizin de sorduğunuz soruyu soralım: CHP’nin buradaki rolü ne olabilir?

CHP bir yandan bunu söylüyor fakat diğer yandan “Anayasanın dört değişmez maddesi bizim için mukaddestir.” diye bir söylem geliştiriyor. Anayasanın ilk dört maddesi Kürt meselesinin kabul edilmesini kesinlikle mümkün kılmayan maddeler. Cumhuriyetin sadece ve sadece Türk olduğunu, diğer unsurlara, diğer milletlere karşı bir intikamı olduğunu itiraf eden maddeler… CHP buradan çıkabilecek mi?

CHP aynı zamanda belli noktalarda CHP olmaktan çıkıyor. Yani CHP’nin kendi tarihiyle hesaplaşması… Söz konusu olan sadece 20. yüzyılda sözüm ona yapılan “hataların” düzeltilmesi değil, tümüyle yeni bir siyaset dilinin oluşturulması… Demokratik bir kültürün oluşması. CHP bu noktaya henüz çok uzak… Bu tabii gelecekte bazı gelişmeler olmayacağı, CHP’nin en azından belli bir katmanının meselesi olmayacağı anlamına gelmez. Yani geleceği tümüyle karamsar bir şekilde değerlendirmemek gerekiyor. Demokratikleşme aynı zamanda Kürt meselesinin çözülmesi anlamına da gelmektedir. Bunun için CHP’nin henüz çok büyük bir mesafe katetmesi gerekmektedir.

– Özgür Özel, Selahattin Demirtaş’la yaptığı görüşmeden sonra Meclis’i adres gösterdi. Devlet Bahçeli’nin İmralı çağrısı var. Diğer taraftan da PKK’nin/KCK’nin açıklamaları var… Elbette devlet/iktidar bu sürecin bir tarafı. Diğer taraftan CHP başta olmak üzere siyasi partiler var. Çözüm süreçlerinde muhatapların kim olacağı konusu en kritik nokta. Sizce olası müzakerelerde taraflar kim olmalı ve nasıl yürütülmeli bu süreç?

Kürt hareketinin bu konuda kendi görüşlerini dile getirmesi gerekir. Ben sadece sıradan bir gözlemciyim fakat Kürt hareketinin taraf olarak göstereceği aktörlerin hesaba katılmaması çözüm sürecini daha baştan tıkar. Fakat bu ilk aşamada Meclis’ten geçirilebilir, belki belediyeler devreye girebilir. Sonraki aşamada belki İmralı ya da doğrudan PKK devreye girebilir. PKK ile görüşmeler yapıldı geçmiş yıllarda. Bunun yeniden yapılmaması için neden yok. Kalkıp, PKK silah bıraksın demek anlamsız, çünkü şu anda Türkiye’de devam eden bir savaş yok. Yani son on yıla baktığımız zaman çatışmaların derecesi hemen hemen sıfır. O yüzden daha ilk baştan PKK silah bıraksın bu işi bitirelim, diyerek olmamalı. Bir görüşme sürecine girecekseniz bu görüşme sürecinde sadece bununla görüşürüm ya da bununla görüşmem demenin de anlamı yoktur.

Her şey anayasaya dayanmıyor

– Anayasanın ilk dört maddesinden bahsettiniz. Bu da önemli bir tartışma konusu şu anda. Anayasal değişikliklerle Türkiye’deki Kürt sorununun çözümü mümkün müdür? Nasıl bir yol izlenmeli, nasıl bir çözüm olmalı? 

Şöyle diyelim; saf olmamak gerekiyor. Yani son 20 yıldaki iktidar tecrübesi ortada. Bu iktidar tecrübesinin özellikle Türk/Sünni bir temele dayandığı ortada. Türklüğün hâkimiyet misyonuna sahip olduğunu Erdoğan sürekli dile getirmektedir. Aynı zamanda diğer bazı vurguları unutmamak gerekiyor. Türkiye için uzun yıllardır devlet kavramını kullanmıyorum. Rejim ya da kartel kavramlarını kullanıyorum. Çünkü bir kartel söz konusu. Paramiliter nitelik kazanmış olan bir kartel. Türkiye’deki güvenlik sisteminde son 10-15 yılda olup bitenleri de muhakkak hesaba katmamız gerekiyor. JÖH’ler, PÖH’ler, SADAT’lar vesaire, tüm bunların sürecin geleceği üzerinde çok ciddi bir etkisi olur. Bu bulguları bence kesinlikle unutmamak gerekiyor. Her şey anayasaya dayanmıyor. Anayasa sadece bir metin. Bir metin tek başına hiçbir yerde demokrasinin oluşmasını sağlamıyor. Kurumsal temeli olmayan bir değişim yetmiyor… Eğer bir barış imkânı, bir çözüm imkânı varsa, bunun sonuna kadar kullanılması fakat aynı zamanda her türlü saflıktan da uzak durulması gerekiyor.

Filistin halkının desteklenmesi gerekiyor

– Orta Doğu’da yaşanan gelişmelerin de bu süreç üzerinde etkileri olduğu görülüyor. Devlet Bahçeli de o eli uzatırken bu gelişmeleri  gerekçe göstermişti. İran’dan başlayıp neredeyse İsrail’e kadar olan hatta da Kürtler yaşıyor. Orta Doğu’daki son gelişmeleri nasıl değerlendirmek gerekiyor ve bu süreç Kürtleri nasıl etkiler?

7 Ekim (Hamas’ın İsrail’e yönelik Aksa Tufanı) bence çok büyük bir facia oldu. Yani rasyonalizmin imhası… Hamas’ın bu olup bitenlerde çok büyük bir sorumluğu var. Fakat her şeye rağmen Filistin halkını desteklemeliyiz. Filistin meselesi bir güvenlik meselesi değil. Filistin meselesinin bir millî mesele, bir siyasi mesele olarak alınması ve siyasi bir şekilde temellendirilerek çözülmesi şart. Bu anlamda Filistin’le çok büyük bir dayanışma içerisinde olmalıyız. Şunu da unutmamamız gerekiyor; her şey jeopolitik, jeostratejik değil. İnsani, etik değerlerimizin olması gerekiyor. Ezilen milletlerin ya da halkların davalarının savunulması gerekiyor.

Burada Kürtler ve Filistinliler ortak bir temele dayanıyor. Bu iki halk olsun diğer ezilen halklar olsun, meşru davalarının siyasi bir temelde çözülmesi gerekiyor. Filistin ve Orta Doğu’da olup bitenler ne getirecek, Kürtler açısından bunların sonuçları ne olacak? Bunu şimdiden kestirebilmek mümkün değil.

İran’ın zayıflamasının yansımaları

– Mesela bunun Suriye’ye, Rojava’ya etkisi…

Tabii burada çok önemli gelişmeler söz konusu olabilir. Yani İsrail bize saldıracak vesaire gibi komplo teorilerini dikkate almamak gerekiyor. Rojava beka sorunu vesaire gibi söylemler gerçekten endişe verici. Bu söylemlerin tümüyle dışında olmalı Kürt hareketi. Fakat Kürdistan üzerinde tabii bu gelişmelerin çok önemli bir etkisi olabilir.

İlk olarak İran üzerinden ele almak gerekiyor. Çünkü Hizbullah’ın zayıflaması, İran’ın desteklediği diğer milis gruplarının zayıflaması şu ya da bu şekilde İran’ın da zayıflamasını beraberinde getirebilir. İran rejiminin neredeyse bu millî siyaseti dışında artık bir meşruiyeti kalmamış durumda. Bütün milletleriyle birlikte İran toplumu şu anki rejimden nefret ediyor. İran rejimi bu siyasetini nereye kadar götürebilecekse… Yarın millî direnişler… Kürtler arasında, Beluciler arasında yeniden bir siyasi kıpırdama olabilecek mi, olamayacak mı? Bütün bunları görmek gerekiyor.

İkincisi, İran’daki olası gelişmeler ister istemez Irak Kürdistan’ı üzerinde de çok büyük etki gösterir. Çünkü şu anda Kürt hareketinin bir kısmı Irak’ta ama İran’a oldukça yakın. Yani Yekiti (KYB) hareketi İran’a çok yakın, İran’ın zayıflaması durumunda Yekiti’nin gelişmesi nasıl olacak, onu da bilemiyoruz.

Tabii ki üçüncüsü Suriye meselesi. Eğer İran zayıflarsa bu aynı zamanda Beşar Esad’ın da zayıflamasını kaçınılmaz olarak beraberinde getirecektir.  Şu anda Beşar Esad rejimine dokunmuyor İsrail. Çok büyük bir ihtimalle de dokunmayacak. Biraz Suriye’nin tampon bir bölge olarak kalması ama Hizbullah’tan, İran’dan tümüyle arındırılmış bir Suriye’nin olması kendi çıkarları açısından son derece mantıklı.

Şunu da görüyoruz. Beşar Esad, şu anda son derece pasif bir noktada. Hem imkânları olmadığı için pasif bir konumda kalmak zorunda hem de İran’a olan desteğinde çok daha fazla ileri gitmemek istemesi nedeniyle… Bütün bunların tabii Kürt siyaseti, Kürt halkı üzerinde çok önemli sonuçları olacaktır. 

İç entegrasyonun sağlanması gerekiyor

– Yekiti hareketinden bahsettiniz, İran’a yakın dediniz. Geçtiğimiz günlerde Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’nde bir seçim süreci yaşandı. Aşağı yukarı önceki seçimlerle benzer bir tablo var ancak Goran hareketinin zayıfladığı, KYB’nin rakibi Yeni Nesil Hareketi’nin ise güçlendiği bir sonuç çıktı ortaya. Şimdi oradaki denklemi de gözeterek hem Türkiye, İran, Orta Doğu açısından hem de Kürtlerin kendi aralarındaki ilişkileri bakımından neler söylenebilir?

Çok uzun zamandır dile getiriyorum: Kürtler arasında bir entegrasyon sürecinin yaşanması zorunlu. Kürtlüğün kendini çoğul olarak görmesi ve bu çoğulluğu bir zenginlik olarak değerlendirmesi gerekir. Bunun için her şeyden önce Irak Kürdistanı’ndan başlamak gerekiyor. Irak Kürdistanı’ndaki iç entegrasyon son derece yetersiz. Ve toplum aslında böyle bir entegrasyonun olmasını istiyor. Yine, Irak Kürdistanı ve Rojava arasında bir entegrasyonun oluşması. Kürt hareketi üzerinde çok büyük baskılar var. Türkiye’nin baskıları var, İran’ın baskıları var… Fakat bu baskılara rağmen ve bu baskıları kısmen de aşarak bu iç entegrasyonun sağlanması gerekiyor. Ve belki bu seçimler böyle bir fırsat sağlayabilir. Kürt hareketi son derece zayıf bir konumdaydı. Son iki yılda seçimler yapılmamıştı. Kerkük’ün kaybedilmesi çok büyük bir yenilgi olarak yaşandı. Gerçi şu anda Kürtler yeniden Kerkük’te… Sanıyorum şu anda Kürt hareketinde yeni bir canlanma beklenebilir Irak Kürdistanı’nda. Siyasetin yeniden meşrulaştırılması gerekiyor ve bu meşrulaştırmayla birlikte belki de Rojava’yla yakınlaşma da söz konusu olabilir.

İkincisi, şunu biliyoruz; Irak Kürt Bölgesel Yönetimi -özellikle Barzani- son yıllarda Kürt meselesinin silahla çözülemeyeceğini defalarca dile getirdi. Ankara’yla bir yakınlaşma da var ve bu yakınlaşma toplumda çok büyük bir tepki doğuruyor, onu da görüyorum, biliyorum. Bununla birlikte aynı zamanda sorunun siyasi olduğu, siyasi sorunların ancak siyaset temelinde çözüleceği konusunda Irak Kürt Bölgesel Yönetimi bunu sürekli dile getirmektedir. Belki bu aşamada Bölgesel Yönetim olumlu bir rol oynayabilir. Hem Türkiye nezdinde hem de -PKK ile ilişkileri var bu hareketin- PKK nezdinde.

Üçüncüsü, Irak Kürdistanı’nda çok ciddi bir kriz yaşanmakta ve bu kriz uzun süreli bir kriz. Siyasi hareketin, genç nesillerin, kadroların yenilenmesi, entegrasyon, yolsuzluklarla mücadele, çok daha iyi bir gelir paylaşımının sağlanması… Bütün bu konularda sanıyorum Kürt hükümeti oldukça yetersiz, belki önümüzdeki dönem bu sorunların azaltılması mümkün olabilir.

Benim korkum aslında şuydu: Seçimlere ilgi düşük kalabilirdi. Her şeye rağmen yüzde 72 çok önemli bir oran. Yani meşruiyet getiren bir oran. Eğer seçime katılım yüzde 30, yüzde 40 düzeyinde kalsaydı bunun getireceği meşruiyet konusu konuşulabilecekti. Şu anda öyle bir meşruiyet sorunundan bahsetmek mümkün değil ve değişik koalisyon alternatifleri oluşabilir. Bütün bunları irdelemek gerekiyor. Son 30 yılda Irak Kürdistanı çok daha değişik olabilirdi. Çok daha demokratik, gençliğine, halka yeni ufuklar sağlayan bir yönetim söz konusu olabilirdi. Belki bu seçimlerden sonra bazı şeyleri yeniden düşünürler.

Prof. Dr. Hamit Bozarslan

Sorgulanmayan bir meşruiyet

– Türkiye’ye dönersek… Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ndeki seçimleri konuşmuşken Türkiye’de de yakın denebilecek bir zamanda bir seçim yaşandı. Bir taraftan demokratikleşme, çözüm süreci, barış gibi konular konuşulurken bir taraftan işte kayyım tehditi, gözaltılar devam ediyor… Dille ilgili STK’ların, yerel yönetimlerin çabalarının engellenmesinden halayına, geleneksel kıyafetine kadar müdahaleler gerçekleşebiliyor. Türkiye’deki seçim tablosunu da gözeterek yaşananlara ve yapılabileceklere ilişkin neler söylemek istersiniz?

Erdoğan rejimine, Türkiye’deki kartel rejimine güvenmemiz için en ufak bir neden yok. Erdoğan’ın iktidarı bırakmak istemediği açık. Erdoğan’ın iktidarı sadece Erdoğan’ın iktidarı değil, aynı zamanda Bahçeli’nin iktidarı, yani radikal milliyetçiliğin de iktidarı. MHP iktidarda değil fakat paramiliter yapılara baktığınız zaman bu paramiliter yapıların çok önemli bir kısmı ülkücülerle dolu. O yüzden benim bunlara güvenebilmem için en ufak bir neden yok. Erdoğan’ın yeniden seçilmek istediği son derece açık. Yeni bir ittifak kurarak kendini meşrulaştırmak istediği de ortaya çıkmakta. Belki yarın İran Kürdistanı’nda çok ciddi gelişmeler olursa buna karşı hazırlıklı olmak istediği de açık. Belki ABD ile hatta ve hatta İsrail’le ilişkiler konusunda geleceği tamamen kapatmak istemeyen bir siyaset içerisinde olabileceğini de göz önüne alarak değerlendirmek gerekiyor.

Bununla birlikte, dediğim gibi kesinlikle en ufak bir saflığa kapılmadan mümkün olan bütün görüşme süreçlerinin kullanılması gerekiyor. Mümkün olan bütün meşrulaştırma söylemlerinin dile getirilmesi gerekiyor. Kürt hareketinin Türklüğe ve Türkiye’ye şunu söylemesi gerekiyor: Kürt meselesi meşru bir meseledir. Ve bu meşruiyetin kabul edilmesi gerekiyor. Bu meşruiyetin artık sorgulanmayan bir meşruiyet hâline getirilmesi gerekiyor.

Şu anda yapılabilecek çok şey var. DEM Parti düzeyinde, temas düzeyinde, sanat düzeyinde, edebiyat düzeyinde… Mesela son on yılda Kürt sineması çok gelişti. Kürt sinemasının şu anda dünyanın her yerinde sergileri var. Ve bu Kürt sinema sergilerinin aynı zamanda Afyon’da, Konya’da, Ordu’da olabilmesi gerekiyor. Yani şu anda Kürt hareketinin gerçekten Kürtlüğe hitap etmesi ve kendi meşruiyetini arttık sorgulanamaz bir meşruiyet olarak dayatması zorunlu bence. Ne saflığa kapılalım ne de mevcut durumun getirebileceği imkânları görmezlikten gelelim.