‘Devlet dersinde’ öldürülüyor çocuklar

SÖYLEŞİ: SEVGİ YILMAZ

KHK ile üniversiteden ihraç edilen Akademisyen-Yazar Kemal İnal, Söyleşi fotoğrafları: Mehmet Türe

Haber bültenlerinin kadın cinayetleri, çocuk ölümleri, istismar haberleriyle başladığı kâbus gibi bir zamanda yaşıyoruz. Şiddet arttı mı, yoksa artık üstü mü örtülemiyor tartışmasını da bitirdi bu biteviye devam eden kâbus. Bu ülkede kadınlar ve çocuklar sistematik bir şiddet yaşıyor. Şiddet artıyor, süreklileşiyor diye konuşulurken bir yeni isim düşüyor önümüze: Narin Güran. Narin ismi etrafında konuşmaya başlıyoruz fakat Narin cinayeti hızla “tüketilemedi” bu kez, yankısı ülke çapında oldu.

Narin Güran cinayeti pek çok yönüyle konuşulup tartışılsa da hâlâ katili bulunmuş ve cinayetin sebebi öğrenilmiş değil. Öğretim üyesi Kemal İnal’la bu cinayetin üstünün örtülme nedenlerini sosyolojik, ideolojik, kültürel, siyasal boyutlarıyla ele aldık.

-Narin herkesi ilgilendirdi, herkes Narin’e ne oldu sorusunun etrafında toplandı. Sizce neden böyle oldu? Bu olay toplumu neden bu kadar çok ilgilendirdi?

Birincisi, Narin’in bir çocuk daha da önemlisi kız çocuğu olması. Bu çocuğun ekranlara yansıyan güler yüzü, basına da yansıyan kişilik özellikleri… Anlıyoruz ki Narin; özgüvenli, hakkını arayan, pes etmeyen bir kız çocuğu. Bu, kamuoyunda bir sempati oluşturdu. İkincisi, tabii bir çocuğun öldürülmüş olması. Çocuk üstüne çok yazmış bir akademisyen olarak diyebilirim ki Türkiye’de çocuklar çok sevilir ve çocuklarla ilgili taciz, cinayet, aşağılanma konusu olduğunda insanlar müthiş bir duyarlılık gösterir. Üçüncü neden, bu olayın çok muhafazakâr HÜDA-PAR ile ilişkilendirilen bir köyde olması, din meselesinin devreye girmesi, dinle beraber köyün bir feodal, aşiret vs. sülale şeklinde gerici unsurların hâkim olduğu bir mekân olarak tasvir edilmesi; bunun az gelişmişlikle ilişkilendirilmesi. Bir başka faktör, acaba hükümet bunu çözmek istemiyor mu şüphesi, kaygısı. Birkaç gün sonra soruşturmayı yürüten komutan, “Olayı çözmek üzereyiz.” dedi ama sonra geri plana alındı, ‘hukuk’ devreye girdi, kanıt arama vs. Başka türlü olduğunda şununla bununla konuşturan devlet bu insanların üzerine gitmedi. Kanıt bulunamıyor çünkü çok profesyonel bir cinayet olduğu görülüyor. Burada da ailenin ya da o köydeki insanların bir kısmının HÜDA-PAR’a ve AKP’ye çok yakın olması… Örneğin, Ensarioğlu’nun amca ile Meclis’te çektirdiği fotoğraflar çıktı ortaya, devletle ilişkisi boyutu var yani.

– Bu ülkede çocuklara karşı işlenen suçlar çok yaygın. Narin’den sonra da istismar haberleri düştü ama Narin’de dediğiniz gibi bir görüntü ortaya çıktı. Çocukları çok seven, onların uğradığı ihlallere tepki gösteren bir toplumuz dediniz ama çocuklara dönük suçlar da tekil ya da münferit değil; dolayısıyla bu bir çelişki değil mi?

Evet, son dönemde özellikle tarikat yurtları başta olmak üzere birtakım dinî mekânlarda çocuk tacizleri çok arttı dolayısıyla bu en azından laik, demokrat, ilerici kamuoyunda bir infial yarattı.

Kürtlük ve feodalizm iç içe geçiriliyor

– Laik, demokratik çevrelerle muhafazakâr çevreler arasında bir kamplaşma yeniden başka bir biçimde zuhur etti diyebiliriz herhâlde Narin üzerinden. Bir kesim çocuk istismarlarının, cinayetlerinin daha çok Kürt illerinde yaşandığını iddia ediyor. Oysa TÜİK verilerine göre en çok çocuk istismarı İstanbul, İzmir ve Ankara’da yaşanıyor.

Ama Kürt illerinde daha çok görünüyor diyorlar.

– Çünkü oraya bir büyüteçle bakıyorlar. Bunu bu bölgede olanı biteni küçümsemek için söylemiyorum, çocuklara karşı işlenen tek bir suç bile yeterince korkunçtur, sadece subjektif ve önyargılı bir yaklaşıma işaret etmek için söylüyorum. Sanki bu bakış açısı, devletin rolünü, sorumluluğunu öteliyor, devletle karşı karşıya gelmekten imtina ediliyor.

Kürt illerinde feodal yapı, aşiret, ağalık ilişkileri, gerilik var. Burada feodalizm eleştirisi yapılırken hemen Kürtlük eleştirisi de gelir. Kürtlük ve feodalizm iç içe geçiriliyor, sınıfsal analizler birdenbire etnik kimliği aşağılamaya dönük bir yaklaşım hâlini alıyor. Ayrımcılık devreye giriyor. Narin davası buna biraz hizmet etti, evet.

Çocuklara karşı suçlu bir toplum

Sosyal medya, kamuoyu oluşmasında çok daha hızlı bir alan açıyor evet ama Narin cinayetinden hemen kısa bir süre sonra Diyarbakır’da bir büyük yürüyüş yapıldı ve ‘Katil Hizbullah, işbirlikçi AKP’ sloganı atıldı; bu sloganın Narin cinayetini algılama, yorumlama biçimine dair de önemli bir parantez açtığını düşünüyorum, siz ne dersiniz?

Sadece orada değil birçok yerde yürüyüşler oldu. Murat Belge, Tarihten Güncelliğe kitabında, “Türkiye toplumu çocuklarına karşı suçludur.” der. Türkiye çocuklara eğitim veremiyor, sokakta çalışan çocuklar, dahası yaşını büyütüp -Erdal Eren de olduğu gibi- idam ettiği çocuklar var. Pek çok açıdan çocuklara karşı suçlu bir toplum ama baş suçlu -Ece Ayhan’ın şiirinde de dediği gibi- “Devlet”. Çünkü ‘devlet dersinde’ öldürülüyor çocuklar. Kamusal anlamda örgütlenen bir devlet olmadığı için şiddet alanı kamusal olarak örgütleniyor; çocuklara güvenli, konforlu, refah içinde bir hayat sağlayamıyor. Dolayısıyla çocuklar açık hedef hâline geliyor. Her yerde açık hedef.

– Narin’le ilgili konuşurken başka bir gerçeğe yeniden çarptık. O gerçeği de en somut dayanak oluşturacak şekilde çok net, çok “samimi” bir biçimde ortaya çıkaran Galip Ensarioğlu oldu. Ensarioğlu, mealen “Bir biçimde yanlış bir şeyler olmuştur ama işte aile, gelenek göreneklerimiz… Bildiğimiz şeyler var ama bunlar dostumuz, söyleyemiyoruz, birbirimizi yıpratmayalım.” gibi laflar etti…

Aslında Ensarioğlu bu çıkışıyla bölgedeki siyasi dengeleri ve din hassasiyetini gözeterek öfkeyi sönümlendirmeye çalıştı ve bir gerçekliği ortaya çıkardı. O da şu: AKP dinî değerlerin, ahlakın üzerinden gündelik hayatı tercüme etmeye çalışıyor, bu tercümede öne çıkan kavram, ‘ayıp!’ Ahlaken ayıp şeyler var; mesela cinsellik, LGBT çok ayıp şeyler çünkü bizim aile yapımıza uymuyor. Narin cinayetinde köylülerin ağzının bıçak açmamasının bence en büyük nedeni köylerinin adının çıkmasını istemiyorlar. Burada bir “ayıp” var, bu cinsellikle ilgili. Muhtemelen bu çocuk -en güçlü teori- görmemesi gereken bir şeyi gördü ve öldürüldü; başka türlü öldürülmesi mümkün değil. Köylünün tehdit edilmesi mümkün olabilir ama daha çok da bu ayıp şey ortaya çıkarsa kendilerinin de bundan olumsuz etkileneceğini düşünüyorlar. Problem şu: Diyarbakır ağırlıklı olarak sofu, dindar bir yer; köy de aile de öyle. Onlar için kabul edilemez olan bir şeyin ortaya çıkması bütün paradigmayı darmadağınık edecek; bundan çok korkuyorlar, bundan iktidar çevresi de çok korkuyor.

AKP bir taraftan birey projesi öte yandan bir nesil mühendisliği olan bir siyasi parti. Birey projesi kentlerdeki laik orta sınıflara bırakıldı; istediğiniz bireyi özel okullardan yetiştirebilirsiniz, ben kamu okullarında nesil mühendisliğine soyunacağım dedi. Nihai hedef ise kindar ve dindar nesil yetiştirmek. Nesil mühendisliği anti rasyonel ama daha sistematik gidiyor. Kurslar, dersler, bakanlığa çöreklenen tarikatlar… Derin bir proje. Öbür tarafta kentteki Atatürkçü ağırlıklı orta sınıflara bakın; paranız var, devlet okulunda zorunlu din dersini beğenmiyorsanız, bu kadar din eğitimi istemiyorsanız çocuklarınızı özel okullara gönderebilirsiniz. O özel okulların birçoğu da AKP’lilere ait. Önceden Fethullahçılarındı, sonra el değiştirdi. Birey projesi gayet kapitalist bir proje; nesil mühendisliği ise iktidarın ütopyası. Şimdi burada olan şu: Orta sınıfların çocukları bir şekilde özel okullara gidip eğitim alıp kendilerini kurtarırken kamu okullarına giden yoksulların, emekçilerin çocukları kolay av oluyor. Narin böyle bir çocuk; orada devlet okuluna gidiyor, arkasında herhangi bir güç yok, aile bilinçli bir aile değil; anne, baba kendi havasında. Bu birey projesi ile nesil mühendisliği arasında ikisini de çapraz kesen bir kapitalizm var. Son tahlilde seni piyasadaki bazı işlere, mesleklere hazırlıyorlar. Çocuğun yüksek yararı çerçevesinde bir söz hakkı var mı? Yok. Asıl problem bu, çocuklar kendilerini ifade edemiyorlar, kararlarına saygı duyulmuyor, kendilerinin dışında bir projenin konusu oluyorlar.

Şeref kavramı ve çarpıklıklar

– Burada mekân ve sosyoloji, dediğiniz gibi oldukça muhafazakâr. Üstelik kalekolla güvenliği sağlanmış bir alan. Bir yandan bazı dini ve siyasal dolayımlarla oluşturulmuş bir korunma halesi… Ama o alanda da uyuşturucu kullandığı iddia edilen bir abi var ve hiç de o toplumun onaylamayacağı magazinsel bir tartışma yürüdü. Herkes izledi… Sizce bu paradoks nasıl anlaşılabilir?

Bu tür geleneksel toplumlarda en önemli kavram; onur, şereftir. “Şeref” denilen şey çok geleneksel, feodal bir değerdir, yeniden yeniden üretilir. Devlet de sivil güçler de bireyler de üretebilir. İslam’da da böyle bir şey var, örneğin Araplarda “şeref” kavramı kendisini şiddetle ya da kan davasıyla falan ortaya koyar. Bu Kürt köylerindeki sofu ya da dinî hareketler bu kavramın güçten düşmesini önlemeye çalıştılar.

AKP modern bir siyasi parti. Modern araçları kullanıyor, geleneksel değerlerin elden gitmemesi için de çok çaba sarf ediyor çünkü tabanı o geleneksel değerlere çok önem veriyor. Burada problem şu: Bir taraftan açık giyinenlere, başını örtmeyenlere, LGBTİ’lere saydırıyor, bir taraftan da bu televizyonlardaki kadın programlarında kim kiminle falan belli değil. Bakıyorsunuz orada çürüme var. Köyler bundan azade değil. Sosyolojik bakış açısı bunu küreselleşmeyle açıklıyor. İşte televizyon, internet, sosyal medya, tik tok falan. Oysa bu sadece iletişim ve küreselleşmeyle ilgili değil. İnsanları baskıladığınız zaman, bu insanlar demokratik bir biçimde yaşayamadığı zaman çok daha çarpık ilişkiler içine girebiliyorlar.

Kapitalizm ve çözülme

– Bugüne kadar uyuşturucu, fuhuş, geleneklere uymayan gayriahlaki ilişkiler sahillerde oluyor, aile bu sapmalara karşı bir kaledir, aileyi korumalıyız diyen AKP’nin mahallesinde yaşandı Narin cinayeti ve üstünü örtme çabasında da sımsıkı kenetlenmiş bir köy/aile var karşımızda…

Evet, HÜDA-PAR da açıklamasında “Bunlar Batı’da olur.” dedi. Türkiye’de bir kültür savaşı yaşıyoruz biz. Bu politik durumun altını kazıdığınız zaman insanlar kültürel olarak neredeyse ikiye ayrılmış durumda. Bir muhafazakâr kesim bir de laik kesim var. Semboller üzerinden ahlaklı, temiz, iffetli gibi tanımlar yapılıyor. Ama AKP, “Biz kültür, sanat ve eğitimde hegemonya kuramadık.” diyor ve bu doğru bir tespit. Bu alanlar solun ya da laik kesimlerin tekelinde hâlâ. Hâlbuki en iddialı oldukları alan buydu. Derin bir kültür, İslami sanat var. Fakat başarılı olamadılar. Kapitalizmi veri olarak kabul ettiğinizde, onun getirdiği piyasalaşma geleneksel kültürü de dağıtıyor. Mesela Batı’da üretilen kültürel ürünler çok güçlü, neden? Dağıtım ve reklam mekanizmaları çok güçlü ve çekici bir etkisi var; bunun önüne geçemediler. Din dersi sayısını arttırdılar olmadı, evrim teorisini kaldırdılar, İmam Hatip sayısını çoğalttılar olmadı. Dindar gençlikte deizm oranları artmaya başladı. Kapitalist sistemin içinde Marx’n ifadesiyle “Katı olan her şey buharlaşıyor” ve çok güçlü olan kültürler de çözülüyor.

– Narin cinayetinde amca, ağabey, komutan, siyasetçiler, kutsal aile, kutsal devlet iç içe geçti ve bitişik nizam binalar gibi birlikte çöktü. TÜBİTAK’ın çözdüğü görüntülerle ortaya çıktı ki Tavşantepe, kalekol kamerası ile izleniyormuş ama o şahingözü kamera Narin’in cesedi kucağında yüz elli metre yürüyen Nevzat’ı görememiş! Devletin yakından izlediği bir yerde sürrealist bir romanın kahramanları gibi herkes susuyor. Çok profesyonelce susuyorlar. Deneyimliler sanki.

Aslında susanlar kadınlar ve cinayet işleyenler ise erkekler. Kadınlar konuşmuyor ya da konuşamıyor. Bu insanların konuşmamasında devletin bir rolü var, zamana bırakılacak, zaten dikkat ederseniz gündemden de düşüyor, kol kırıldı yen içinde kaldı.

– Bu cinayetin saklanmasının arkasında sanki “daha derin” bir sırrın açığa çıkmasından korkuyorlar düşüncesi oluşuyor yoksa katili bulmak o kadar zor olmasa gerek. Aile korunuyor gibi…

Aileden ziyade dini, geleneği korumaya çalışıyorlar. Sekiz yaşındaki bir çocuk boğularak öldürülüyor, boynu kırılıyor, nefes alamıyor… Ben bu olayda anneyi hâlâ anlayabilmiş değilim.

– Anne çok tartışıldı, anneye dair bir yargılama işledi sürekli ama siz de az önce işaret ettiniz. Kadınlar konuşmuyor, konuşturulmuyor…

O da bizim geleneksel yaklaşımımız, anneyi sorgulamak. Bu feodalizmin kalıntılarının devamı aslında. Öte yandan bu çocuk köyde biri tarafından öldürüldü. Çocuğun evde öldürüldüğü açık, anne de oradaydı ya da yakında bir yerdeydi, dolayısıyla rolü var. Küçük bir köy, devletin bu küçük köyde bu cinayeti kısa sürede ortaya çıkaramaması normal değil.

– Kameralar takmışlar, sonra çıkarmışlar, cesedi suya koymuşlar… Bir suçu nasıl örteceğini bilen bir ekip var sanki ama bir yandan da aile kutsaldır, biz çocukları çok severiz, merhametli, vicdanlı toplumuz…

Ensar vakası döneminde o paradigma yıkıldı artık. Karikatürler yayınlanmaya başladı, çocuklarınızı şu öğretmene gönül rahatlığı ile teslim edebilirsiniz ama şu imama sakın ola teslim etmeyin! Burada da bir imam boyutu da var, telefonundan çıkan görüntüler. İmam da amcalardan biri. Dolayısıyla imam devletin görevlisi, devletten maaş alıyor. Daha da önemlisi imam son 22 yılda modernleşmenin simgesi olan öğretmene karşı sembol olarak birçok seçim kazanmış kişi. Erdoğan imam olarak Muharrem İnce’yi yendi gibi. Bu yüz yıllık tartışma, din ve laiklik tartışması.

Adalet yoksa nereye sığınacaksın?

– Köy ama orası dağın başında bir köy değil.

Hiç önemli değil, izole bir köy de şehir merkezine yakın bir köy de olabilir. Önemli olan ilişkiler. Sosyolojik gerçeklik. Olayın din üzerinden ahlak ve ayıp boyutu var. Cinselliğe bağlanıyor, devletin rolü var ama belki de sorulduğu gibi, Hizbullah’ın silah deposu olan ya da silah kaçakçılığı yapılan bir köy mü? Söylenemeyen şeylerden biri de bu mudur, bilemiyoruz…

– Sizin kullandığınız bir ifade önemli: Semboller. Narin cinayetinde semboller: Amca, aile, muhtar, imam, komutan, siyasetçi olarak ortaya çıkıyor…

Komutanın geri plana çekilmesinden anlaşılıyor ki olan bitenin farkında değil, çözmeye niyetli; onu geri plana aldılar. Birinci soru, “Bu cinayet, toplumu neden bu kadar ilgilendirdi?” ve ikinci soru da “Bu cinayet toplum hakkında neyi ifade ediyor?” Yöneten, devlet açısından neyi ifade ediyor, konuştuk. Yönetilenler bakımından bir adalet terazisinin çalışmaması meselesi var. Tarikatlarla ilişkileri olanlar bile artık adaletin yokluğunu tartışıyor. Bir suç var adalet işleyecek mi, yargı devreye girebilir, mahkeme kurulabilir ama adalet dağıtılmayabilir; böyle bir kaygı, şüphe var. Son on beş yılda adaletin yokluğu toplumu mahveden bir şey oldu. Adaletin yokluğu toplumda bir hınç oluşturdu iktidara karşı. Adalet yoksa nereye sığınacaksın? Türkiye’de hiçbir dönemde devlet bu kadar mahkemeye verilmedi herhâlde. Bu devletin işlemediğini ya da başka türlü işlediğini gösteriyor. Narin cinayetinde de öyle.

Devlet ders verir, demokrasi ise öğretir

– Bu süreç bu kadar profesyonelce yürüyünce durumu anlatmak için “organize kötülük” ifadesi çokça kullanıldı. Çocuk hakları, devletin asli sorumluluğu es geçildi. Oysa devlet, çocukları ailelerine karşı da korumak zorunda değil mi?

Evet, devletin kamusal sorumluluğu var, sadece çocukların değil tüm yurttaşların refah içinde, konfor içinde ve en iyi koşullar içinde yaşaması için önlem alması gerekiyor. Anayasada da ifade edildiği şekliyle eğer sosyal devletse… Fakat yapamıyor ya da yapmak istemiyor. İstanbul Sözleşmesi mesela kadını korumaya dönük bir sözleşmeydi, kadını koruyorsanız çocukları da korursunuz. Devlet belli tip çocukları ve kadınları nesil mühendisliği içinde seçerek koruyor da diyebiliriz AKP için. Türkiye Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni 1989’da imzaladı ama hâlâ çocuk işçiliği çok yaygın, çırak olarak çalıştırılan, mevsimlik işçi çocuklar, iş cinayetinde ölen çocuklar… Çocuklara bir öğün sıcak yemek vermiyor, beslenme bozuklukları çocukların zekâ gelişimini engelliyor. Bu çocuklar rekabetçi eğitim sistemi içerisinde heba oluyor. Türkiye’de 60 bin okul 80 bin cami var. Bu korkunç bir gerçek.

– “Yoksul ve yoksun ailelerde doğan çocuklara bir güvenli gelecek sağlayamamak en büyük cinayettir.” diyorsunuz bir yazınızda. “Devlet dersi mi demokrasi öğretimi mi?” diyorsunuz. Narin cinayetinde bir kez daha görüldü ki devlet, demokrasi, aile, eğitim… hepsi kaos bugünkü haliyle…

Evet, devlet ders verir; demokrasi ise öğretir, siz öğrenen olarak aktifsiniz, öznesiniz. Ece Ayhan’ın şiiri bunu anlatıyor, demokrasi mücadelesi geriledikçe devlet size bir böcek gibi davranıyor. 20 milyon öğrenci var, bu çocukların hayatına değer veren bir devlet yok.

– Nesil mühendisliği, dindar/kindar kültür inşası, kutsal aile söylemi… Muhafazakâr yaşamı bütün kötülüklere karşı koyacak bir kalkan olarak biçimlendiren 22 yıllık AKP iktidarının iddiaları Narin cinayetinde tuzla buz oldu diyebilir miyiz?

AKP’nin nesil mühendisliği paradigması başta olmak üzere kültür, sanat, eğitim alanındaki iddiaları tuzla buz oldu. Mekanizma işlemiyor. Bu siyasi partinin bir mekaniği var; kurulmuş bir saat gibi işleyen mekanizma artık işlemiyor. Korkunç bir ekonomik kriz var. Krizin ardından yabancılaşma, cinnet, cinayet, anomik durumlar ortaya çıkar; insanlar yolunu şaşırır. İktidar buna karşı yeni müfredatla bir hamle yapmaya çalışıyor, nesil mühendisliğini tekrar güçlendirmek için dinî değerler üzerinden bir ahlak propagandası üzerine kuruldu dersler. Ama krizi, altında din olan kültürel müdahaleyle çözemese bile hafifletmeye çalışıyor, bu da mümkün değil. Kültür savaşlarıyla devam edecek AKP. Çünkü en iyi bildiği şey kültür savaşıdır.

 – Narin katledilirken bizi de vurmuş oldu. Katili kim? Evet, Narin bizi insanlığımızdan vurdu. Narin’in katili bu düzen.