VEDAT YILDIRIM
Hakan beni arayalı bir kaç hafta oluyor. Şivan Perwer’in müzik direktörü, yardımcısı, arkadaşım Hakan Akay… Benden Ortadoğu tarihi üzerine araştırma yapan tanıdıklarımın olup olmadığını soruyor: “Mamoste Şivan şu sıralar bazı araştırmalar yapıyor; güvenebileceği, adil yargılara sahip bir tarihçi ile görüşmek istiyor.”
Evet, Şivan Perwer hiç bir zaman sadece bir icracı olmadı. Bestelerindeki içerik zenginliğini, sahiciliğini biraz da bu organik sanatçılığına borçlu. Gençliğinden beri halkının ve Ortadoğu halklarının şu dengesiz düzende sesi olmaya çalışan bir aktivist. 1991 yılında ‘simple truth live aid’ ismiyle Wembley stadyumunda Paul Simon, Sting, Madonna, Chris de Burg gibi isimlerle birlikte Kürt sığınmacılar için yardım konseri düzenleyen, çığlığını insanlığa duyurmaya çalışan, Avrupa’nın bir çok müzisyeni ile biraraya gelerek dertlerimizi onların kulaklarına fısıldayan bir diplomat…
Çağlayan melodileri, haykıran sözleri, tarzlar üstü teatral şarkıları hassasiyet sahibi bir duygusal zekânın ürünü. Klasik şarkı formlarının arasına deli enerjisi ile dalan, onları tanık olduğu sarsıcı ve düzen kabul etmeyen senaryolarıyla eğip büken, kabına sığmayan bir tarz. Kürt rapinin ilk örneği sayılan Kinem, Ya Star destan-senfonisi, Serhildan gibi protest halk müziği örnekleri, ‘Min beriya te kiriye’ gibi Ortadoğu’nun makamsal zenginliğini öne çıkaran aşk şarkıları. Hepsi bu hararetli yolculuğun eserleri. Ateş ile barutun tehlikeli arkadaşları.
Şivan Perwer 1970’lerde, öncesi olmayan yeni bir dönemin habercisiydi. Derdim ondan öncekilerin emeğini yadsımak değil elbette ama tarih biraz da sıçramalarla ilerler. Dili tutulan bir halkın bin yıllık ruhi sıkışmasını kendine dert eden, elini taşın altına koyan, sesi ile volkan olup patlamak isteyen bir neferin, (Can Yücel’in sözü ile) ‘yüz metre koşusu.’
Bir gökkuşağı habercisi
Türküleri, besteleri geniş bir makam zenginliğine sahip. Ustalarını (M. Arif Cizrevi, Hesen Zirek…) iyi terennüm eden, şairlerin (Cegerxwîn, Osman Sebri… ) nasihatlerini iyi dinleyen, kulağı ve gönlü herkese açık (Ankara Dil Tarih Fakültesi yılları) haliyle bir gökkuşağı habercisi…
Şivan ile ilk tanışmam, Ankara’nın bir Kürt köyü olan Kesikköprü’nün bir tandırında (çok amaçlı mutfak) oldu. 12 Eylül darbesi yeni olmuş, tandırın kapısını sıkıca kapatmışız, amcamın Ankara’dan zulaladığı Ey Ferat kasedini kısık seste dinliyoruz. Bu tedirgin ve bir çocuk için anlaşılmaz hal, köyün çocuklarını sorgulamaya sevketmiş, kimlik ile olan o çetrefilli ve zahmetli ilişkimiz Mamoste Şivan’ın üflemesiyle Ankara’nın bir ücra köyünde başlamıştı.
Daha sonra 2001 yılında birlikte ‘Roj û heyv’ albümünü yaptık, bu vesileyle Şivan Perwer’in mutfağını daha yakından tanıma fırsatım oldu. Yükü ağır besteler yapan bir adamın aynı zamanda yaşam dolu hayta bir çocuğa dönüşmesini, sabah kahvaltılarında yeşil soğana olan müptelalığının dışa vurduğu çıplak, kabile halini, telefonda aynı anda dört dil konuşan beynelmilel durumunu, Mirkut gibi geleneksel bir iş şarkısının nasıl türkü-rap bir esere dönüştüğünü, hocanın doğaçlama kabiliyetini, önerilere açık, kendini herşeyi ile ortaya koyan açık gönüllüğünü gördüm.
Evet, Kürt aydınlanmasının mihenk taşlarındandır Mamoste. Nasıl dil ve edebiyat alanındaki aydınlanma baskılardan, sürgünlerden dolayı diasporada (Suriye, İskandinavya) başladıysa, müzik alanı da yine diasporada yaşayan, memleketine hasretle bakan üç sacayağı üzerinden şekillendi: Şivan Perwer, Nizamettin Ariç, Ciwan Haco ve nice sürgün müzisyen…
Şivan Perwer alanlarda olmayı hep sevdi. Gündeme her zaman müdahil oldu, kendini sakınmadı. Ellinci sanat yılında vicdanlarımızın arasında dolaşmaya devam ediyor…
Tu her hebî Mamoste…