Sinan Çiftyürek: Türkiye, yüz yıldır Kürt meselesinin esiri

SÖYLEŞİ: YUSUF KARADAŞ

-Suriye’de Esad rejiminin devrilmesinin nedenleri konusunda bir fikir ortaklığı görünüyor. Rusya’nın 2022’deki Ukrayna Savaşı’nda NATO güçleriyle karşı karşıya gelerek yıpratıcı bir süreç yaşaması; öbür taraftan da 2023 ekiminden bu yana İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırı ve işgaliyle başlayan, İran’ın başını çektiği ve kendilerini “Direniş ekseni” olarak tanımlayan güçlere vurduğu darbeler, bu eksen içinde yer alan güçlerden biri olan Esad rejiminin de devrilmesini kolaylaştırıcı bir rol oynadı. Netanyahu da zaten “Bizim vurduğumuz darbeler bu rejimin devrilmesinde önemli bir sonuç çıkardı.” dedi. Bizim tartışmamız bakımından ise önemli olan kısım bu rejim değişikliğini gerçekleştiren Heyet Tahrir eş Şam (HTŞ) ve Suriye Milli Ordusunun (SMO) pozisyonu. Halep’ten sonra HTŞ Kürtlerle çatışmaya girmeyeceği açıklamasını yapmıştı. SMO ise Türkiye’nin hedefleri doğrultusunda Tel Rifat’la başlayıp Minbiç’le devam ettiği, Fırat’ın batısında Kürt yerleşim yerlerini işgal etmeye yönelik bir süreç sürdürdü. Şimdiyse saldırılar 2015’te çözüm sürecinin sona ermesinde kritik bir rol oynayan Kobanê’ye dayanmış durumda. Biz bu söyleşiyi yaparken, Türkiye ve SMO Kobanê’ye yönelik askeri yığınak yapıyorlardı. ABD ise bu süreçte arabuluculuk yaparak bir ara çözüm bulmaya çalışıyor. Bütün bu gelişmeleri ana hatlarıyla düşündüğümüzde siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye alenen özerk Rojava halkı için “Ölümden ölüm beğen, ben statü kabul etmiyorum, onu ortadan kaldıracağım” diyor. Türkiye’ye sunulan teklif olarak Kobanê’nin ve çevresinin yani kantonunun silahtan arındırılması teklifi de Türkiye’yi kesmedi. Bilirsiniz Jean-Paul Sartre Fransa’nın Cezayir politikasını çok sert eleştirmiş, “Oradan çıkın” demişti. Fransa hükümetinin Jean-Paul Sartre’a yönelik saldırıları gündeme gelince Fransız halkı hükümete “Dur, Sartre Fransa’nın vicdanıdır” dedi ve hükümeti hakikaten durdurdular. Söylemek istediğim şu; Türkiye halkının, dünya kamuoyunun vicdanı olan aydınlar var, entelektüeller var. Biz onlara sizin aracılığınızla çağrıda bulunuyoruz. Bu haksız, hukuksuz saldırı karşısında tutum alın. Kobanê geçmişte alkışlandı. IŞİD terör örgütüne karşı binlerce gencimiz tankların altına girdi, biliyorsunuz. Zaman zaman dile getirdim, bir daha söyleyeyim; Kobanê halkı ya da Kürt halkı Afrin’den Süleymaniye’ye kadar IŞİD’e karşı sadece kendisi için özgürlük ve demokrasi mücadelesi vermedi, Ortadoğu halklarının, bölgenin yükünü omuzladı. Bugün Kürt halkı, Rojava halkı, Kobanê halkı kıskaç altında, destek bekliyor.

Yüz yıldan fazla süredir niye dünyadaki savaşın ağırlık merkezi Ortadoğu, bu soruyu sormamız lazım. Bu sorunun yanıtı önemli. Birincisi İngiltere’nin başını çektiği İngiliz-Fransız bloku emperyalist çıkarlar doğrultusunda halklar ve inançlar aleyhine cetvelle sınırları çizdi. Sonu gelmeyen savaşların nedenlerinden bir tanesi bu. İkincisi, Filistin ve Kürdistan sorunlarının çözümlenmemiş olmasıdır. İran burada mazlum değildi. İran’ın Şii Hilal’i, ki şimdi ciddi darbe yedi, maalesef emperyalistler darbe vurdular, Yemen’den Lübnan’a kadar. Suriye bu güçler arasında merkez köprüsünü oluşturuyordu. Irak’taki Haşdi Şabi ve Suriye’deki güçler İran’ın bir nevi aparatlarıydı. Türkiye de bunun karşısında Sünni blokun hegemonyasına oynuyordu.

Tabii İsrail’in Filistin topraklarını aşan arz-ı mev’ud bir başka gerilim ve çatışma noktası oldu Ortadoğu’da. Ortadoğu hâlâ dünya kapitalizminin enerji kaynağı. Bunlar süren savaşın esasıdır.

Sorunuza geleyim, HTŞ ne oldu da 10 günde Şam’da iktidara oturdu? Ya da Esad niye savaşmadan bıraktı? Belki savaşmadan bırakması iyidir diyeceğiz, kan dökülmedi. Suriye halkı da çok bedel ödedi, fakat HTŞ özelinde onu iktidara taşıyan bir küresel ittifak vardı. Benim gördüğüm bu işin mühendisliğini de İngilizler yaptı. Amerika ve İsrail bunun pratiğini uyguladı. Türkiye de burada yer aldı. Niye yer aldı? Astana sürecinde Rusya ve İran’dan Kürt meselesine dair umduğunu bulamayınca Batı blokunda yer aldı. İttifak içinde yer alarak Kürt meselesini, özellikle Rojava’yı çözmeye çalıştı ve özellikle Halep’i almak istedi. Şimdi bu dörtlü ittifak açıktır. HTŞ İdlib’de yıllarca durdu, Colani açıkça terör listesindeydi ama açıkta geziyordu, dolaşıyordu. İran’da Hamas liderini katleden İsrail isterse onu da vurabilirdi. Demek ki bir bağlantı, hazırlık vardı, eğitip donattılar. Türkiye’de dahil bu işe. Onu iktidara taşıdılar.

-Şöyle kısa bir ekleme yapayım. Hatırlarsanız 2020’de ABD’nin Suriye özel temsilcisi Jeffrey, Türkiye Rusya arasında gerilim yaşandığı zaman HTŞ ile ilgili açıklama yapmıştı. “Biz bunları terör örgütü olarak kabul ediyoruz ama uzun zamandır bunların uluslararası bir tehdit oluşturduğunu görmedik” demişti. HTŞ de “Biz Esad rejimine karşı savaşıyoruz. Sizin için tehdit değiliz” diyordu. ABD “Biz daha bu iddialarını kabul etmedik ama bunu da test edeceğiz” gibi bir yaklaşım ortaya koymuştu o zamanlar. O zamanlar bile sizin ifade ettiğiniz biçimde HTŞ’yi kullanışlı bir araç olarak kullanıp kullanmama noktasında bir yaklaşımları olduğunu söylüyor bir yanıyla…

Doğru. HTŞ’yi iktidara taşınmasının yol açtığı başka sonuçlara gelince… Rusya’nın Ortadoğu’daki son bağlantısı koptu, Libya’yı saymazsak. İran önemli güç kaybetti Suriye üzerinde. Suriye, İsrail için ciddi bir güvenlik tehdidi olarak algılanıyordu, bu tehdit ortadan kaldırıldı. HTŞ’yi oluşturan onlarca örgüt var, hepsi HTŞ şemsiyesi altında birleşti. Bir kısmı İsrail karşıtı sert mesajları veriyor fakat HTŞ şunu gayet net biliyor; “Beni iktidara getiren ittifak beni iktidardan götürmenin de kodlarına sahiptir”. Onun için zaten Batı’ya, İsrail’e mesajlar veriyor. Eğer HTŞ “Esad’ı 10 günde savaşsız gönderdim, hangi sistemi kurarsam kurayım Suriye halkları buna ses çıkarmayacaktır” gibi bir gaflete kapılıp Esad’ın bıraktığı üniter sisteme devam ederse, Suriye’de sonu gelmeyen iç savaşı da beraberinde getirecektir. Başta Kürt halkı, nedeni ne olursa olsun üniter sistemi kabul etmeyecektir. Dürzilerden de ses gelmeye başladı, “Esad rejiminden kurtulduk, şimdi Sünni bir rejimin altında nefes alamayacağız” diyorlar. Ama HTŞ üniter sistemde ısrar ederse Dürzileri kendi eliyle İsrail’in yanına iter. Hatta Nusayriler bile ilişkilenebilirler.

HTŞ’den çok onu destekleyenler (Türkiye hariç tabii, o özerk Rojava’nın ortadan kaldırılmasında ısrar ediyor) nasıl bir tutum alırlar, üniter sistemde ısrar mı ederler, onu göreceğiz.

Rojava’da Kürt güçlerinin birliği

-Bu tablo, Ortadoğu’da 100 yılı aşkın bir süre önce İngilizlerin başını çektiği böl, parçala, yönet adı altında dizayn etme, etnik ve mezhepsel, dinsel olarak sürekli gerilim içinde olan çatışmaya açık rejimler üzerinden Ortadoğu’yu şekillendirme politikasının bir devamı gibi görünüyor. Colani, HTŞ önceleri “Kürtlerle çatışmayacağız” açıklamaları yapmışlardı ama şimdi Colani de özellikle MİT Başkanı Kalın ve Dışişleri Bakanı Fidan ile yaptığı görüşmeden sonra “PKK başka, Kürtler başka” demeye başladı. Dürziler “Kimliğimizi yaşayacağımız bir geleceğin inşa edilmesi için federe bir Suriye istiyoruz” diyor. Yine Nusayriler ciddi bir kaygı ve saldırı altında. Bu tablo bile etnik ve mezhepsel gerilimin üzerine kurulmuş bir Suriye görüntüsü veriyor.  Suriye Savaşı’nın 2012’den itibaren önemli sonuçlarından biri Rojava’ydı, kanton yönetimlerinden başlayarak özerkliğe doğru giden bir süreç içinde oldular. Ancak HTŞ geçici hükümeti “Kimseye başka bir statü tanımayacağız, herkes merkez yönetime bağlı olacak” açıklamaları yapıyor. Türkiye’nin Suriye’nin bir parçası olarak oraya monte ettiği gruplar, binlerce silahlı SMO militanı var. Bunlar doğrudan Kürtleri hedef almak noktasında bulunuyorlar. Kobanê tam da az önce konuştuğumuz gibi bu çatışmanın düğüm noktası haline geldi. Mazlum Abdi’nin açıklamaları Türkiye’nin kaygılarını gidermeye yönelik bir tutum içinde. Böyle bir tabloda Türkiye’nin kaygılarını gidermeye yönelik başka bir girişim olduğunu biliyoruz. Bir yanda Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Koalisyonu olarak tanımlanan, Türkiye’ye bağımlı güçlerin içinde yer alan, daha çok Barzanici olan Suriye Kürt Ulusal Konseyi (ENKS) ile öbür yanda da PYD’nin başını çektiği Kürt Ulusal Birliği Partilerinin (PYNK) bir birlik arayışı var. ABD ve Fransa bu iki gücü belli oranlarda uzlaştırarak Türkiye’nin kaygılarını giderebilir beklentisiyle bir süreç işletmeye çalışıyor. Ancak sizinle konuştuğumuz güne kadar ENKS cephesinden gelen açıklamalar, Kürtlerin birliğini isterken, Kürtler pratik anlamda PKK’yla ilişkisini kessin noktasında. Bu tabloyla ilgili Kürdistani hareketin içinde yer alan bir siyasetçi olarak ne düşünüyorsunuz?

Başta şunu söyleyeyim, Suriye’de herhangi bir şey çözümlenmiş değil. Sadece Esad gitti. Şu anda tamamıyla birden fazla noktada bir belirsizlik var. Nusayri halkının geleceği konusunda, Rojava konusunda, Dürziler konusunda belirsizlik var. Aynı zamanda, HTŞ’ye alttan gelen basınç Colani’ye şeriatı ilan ettirebilir. HTŞ ile SMO arasında da ciddi sorunlar var, yarın hızla bir çatışma alanına dönebilir. Çünkü malumdur ilk günden beri Halep’i SMO almak istiyordu. Zaten Türkiye’nin hedefi de oydu. “Halep’i alırsan masada pazarlık gücüm daha güçlü olur” diyordu. Ancak HTŞ, SMO’yu sokmadı. Yani birden fazla çatışma, gerilim noktası varlığını koruyor. Bu Suriye’yi şekillendirmek isteyen aktörler için muazzam bir fırsat sunuyor. Aslında Kürtler pratikte bir çözüm sundular. Özerk Rojava’da halklar ve inançlarla kurduğu anlaşmada, “Bizim bölgemizde halklar ve inançlar demokratik zeminde ortak yaşasınlar” dedi. Dilleri, inançları temsil ediliyor. Güney Kürdistan da öyle. Beş resmi dil tanımış, yedi sekiz inanca temsil hakkı tanımış. Türkiye ve İran ise halklar ve inançlar hapishanesi. Bu çözüm sadece Türkiye değil, İran’ı da diğer Arap devletlerini de rahatsız ediyor. O nedenle Türkiye ve İran, Ortadoğu’da özgürlük ve demokrasinin fiiliyatta hayata geçirilmesini istemiyorlar.

Sorunuza gelince, Suriye’nin önemli bir dini lideri, Şeyh Mürşid Haznevi var, ENKS’ye “Siz SMO’ya elinizi uzatıyorsunuz, Türkiye’yle el sıkışıyorsunuz. PYD ile niye el sıkışmıyorsunuz?” diye isyan ediyor. O bir simge olduğu için örnek verdim. Zaten Birlik meselesinde yüzde 40+40+20 oranıyla bir ara belli bir noktaya geldiler. Fakat Türkiye, diğer devletler istemedi, o ortada kaldı. Bir ara Sayın Salih Müslim’le bir programdaydım, “Siz ve Neçirvan Barzani el ele tutuşup uluslararası arenaya çıksanız, emin olun size ve Kürdistan bölgesine sağlanan ekonomik, siyasi destek birken beş olur” dedim. Maalesef hâlâ partiler parti gözlüğüyle bakışı aşamadılar. Büyük partiler hâlâ birbirini tehdit algılıyorlar. Ancak Kobanê halkı, Rojava halkı varlık ve yokluk meselesi ile yüz yüze, karanlık bir tablo var. Arap çöllerine sürmek istiyorlar. Ama buna rağmen birbirine el uzatmada sorun yaşanıyor. Uzatmadan şunu diyeyim, dünya kamuoyu, Kürt halkı, özerk Rojava’da iki tarafın hızla yakınlaşmasını bekliyor. Eğer bu yakınlaşma sağlanamazsa herkes kaybedecek. Özerk Rojava vasıtasını ortadan kaldırırlarsa, ENKS’nin siyaset yapacağı zemin de ortadan kalkar. İstediği kadar PYD’yi eleştirsin. Sizin aracılığınızla çağrımız Kürt siyasi partilerine, aydınlara, Kürtlerin dostlarına; birliği teşvik etsinler. Siyasiler, partiler özellikle demokratik basınç oluştursunlar. Belki bu kritik süreçte birbirlerine el uzatırlar, tabii sömürgeci güçler bırakırsa. Geçmişte tam da iktidar bloğu üzerinden anlaşmışken son anda müdahale edildi ve tekrardan ayrıştırıldı.

-Bu sürece dair kişisel gözlemim şu; 2009’dan bu yana Kürt ulusal kongresi ve konferansı toplanması için girişimler oldu. Belki çözüm sürecinde amacına ulaşan bazı toplantılar gerçekleşti ama bu çağrılar, büyük oranda Barzani yönetiminin Irak’taki merkezi hükümete karşı Türkiye’yi bir kurtarıcı güç olarak görmesi nedeniyle, Türkiye’nin çizdiği sınırları aşamadı ve sonuçsuz kaldı. Kürtlerin birliği tartışması bakımından çıkarlar çatışıyor. Rojava’dan farklı olarak da Irak Kürdistan bölgesinde fiilen devletleşmiş,  federatif bir yönetim var. Uluslararası anlamda tanınan bir güç var ve Barzani yönetimi kendi burjuva çıkarlarını korumayı öncelediği için büyük oranda diğer alanlardaki birlik arayışlarında sürekli çatışan bir noktaya geliyor. Burada sizin söylediğiniz Neçirvan Barzani ile Salih Müslim’in yan yana gelmesi teorik olarak güzel bir şey ama pratik olarak, siyaset olarak birleşme meselesinde hâlâ ciddi zorluklar olduğunu, çıkar çatışmasının bunun önünde ciddi engeller yarattığını düşünüyorum…

Sadece iki şey söyleyeyim. Bundan bir süre önce tam da Türkiye, Kürdistan bölgesinin kuzeyinde savaşı aktif sürdürürken PYD, KDP’ye parti ismini vermeden bir çağrıda bulundu. Çağrı şuydu: “Türkiye’nin bu tutumuna, bu saldırılarına karşı sizi tutum almaya çağırıyoruz”. Aslında özerk Rojava’nın tutumu, çağrısı yerindeydi. Kürt siyasetinden hangi parti olursa olsun, “hain, işbirlikçi,” vb. sözleri birbirine karşı asla kullanmamalı. Özerk Rojava’nın tutumu en az 7-8 yıldan beri daha birleştirici. Kürdistan bölgesel hükümetlerinin, özellikle KDP’nin, Türkiye’yle ilişkilerinin olduğunu biliyoruz, yalnız burada bazı sorulara yanıt aramamız lazım. İran, “Ya siz İran Kürdistan Demokrat Partisi, Komela ve PAK’ın askeri güçlerini tamamıyla tasfiye edeceksiniz ya ben bölgeyi işgal edeceğim” diyor. Ee Türkiye’de aynı şeyi diyor. Güney Kürdistan hükümetini Türkiye’nin tutumuna karşı yeterince tavır almadığı yönünde eleştirelim ama orada bir kıskaç altında olduğunu da bilelim. İran ve Türkiye gibi bölgenin iki büyük devletinin kıskacı var. İran ve Türkiye arasında zaman zaman çelişki oluyor da kısmen nefes alıyorlar. Şimdi Rojava’da da benzer bir durum var. Buna rağmen yine Sayın Barzani’yi, Kürdistan Bölgesel Yönetimini özerk Rojava’ya ilişkin hızla tutum almaya çağırıyoruz. Eğer KDP daha açık bir tutum alırsa ENKS ve PYD’nin yakınlaşması daha hızlı ilerleyebilir.

Suriye denkleminde ABD ve Rojava ilişkisi

-Yeni dönemde en çok merak edilenlerden biri de ABD’nin yeni başkanı Trump’ın Suriye-Ortadoğu politikasının ne olacağı, Kürtler bakımdan hangi olanak ya da tehditleri gündeme getireceği… Çünkü bazıları geçmiş dönemde Trump’ın Erdoğan’la görüşmesinde söylediği Suriye’den askerlerini çekebileceği açıklamasına benzer biçimde Türkiye’ye operasyon için olanaklar sağlanacağı beklentisini taşıyorlar. Bir taraftan da Trump’ın yeni hükümeti içinde Kürtlerle işbirliği eğilimi içinde olan isimler var. Girişte çizdiğiniz tabloya baktığımızda da hem ABD’nin hem İsrail’in Kürtlerle belli düzeyde sürdürdükleri işbirliğini bölgede kendi pozisyonlarını güçlendirmek bakımından bu dönem için gerekli gördükleri gibi bir görüntü var. Ama Kürtlerle işbirliğinin hangi düzeyde ya da hangi biçimde devam edeceği konusunda belirsizlikler ortadan kalkmıyor. ABD cephesinden yapılan açıklamalar, SDG ile “IŞİD’e karşı mücadele” adı altında sürdürdükleri beraberliğin devam edeceği yönünde. Ama bir taraftan da hepimiz biliyoruz ki ABD, hâlâ Rojava Özerk Yönetimini siyaseten tanımıyor. Bu işbirliğini “IŞİD ile mücadele” çerçevesi içinde sınırlayıp Türkiye ya da başka güçler karşısında “Benim bu konuda size herhangi bir güvencem yok” gibi bir tutum yansıtıyor. ABD’nin yeni dönem böyle bir denklem içinde sürdürdüğü işbirliğinin geleceği bakımından sizin öngörüleriniz neler?

ABD ve İngiliz bloku, Rusya ve İran’ın geriletilmesi ana hedefiyle hareket ediyor. ABD’nin Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra oluşturduğu, Avrasya’ya egemen olma stratejisi var. 21. yüzyılda demişlerdi, “Asya’ya hakim olan dünyaya hakim olur” diye. Şimdi ABD, Asya’ya dair o projesi çerçevesinde olgulara, süreçlere bakıyor; kim müttefik kim karşıt?.. Çin, “Bunları geriletecek olan her hamle Asya’da egemenliğimi sağlayacak” perspektifiyle Rusya ekseninden bakıyor. Ancak Rusya ve İran son hamlede önemli bir darbe aldı. Şu anda Ukrayna meselesi var. Dikkat edilirse Ukrayna’da yıpratılmışken Gürcistan’da bir ayaklanma gündeme geldi, daha da devam ediyor. ABD bölgedeki muhalifleri, lehte ya da aleyhte, sistem karşıtı, devletler karşıtı olan güçleri kendi çıkar gözlüğünden değerlendiriyor, kendi emperyal küresel stratejisinin içinde değerlendiriyor. Rusya da benzer bir stratejiye sahip. Önce bir savunma stratejisine girdi, güneyde ekonomik, ticari ve askeri kuşatmayı yarmaya çalıştı. Fakat Libya’ya varana kadar o da emperyal hedefler peşinde koştu. Dolayısıyla Trump meselesi ya da Biden meselesinden öte, onlar kısmen etkiliyor ama esas itibarıyla Pentagon stratejisi var. Türkiye, Astana sürecinden umduğunu bulamayınca oradan koptu. Astana süreci fiilen yok artık. Usulden bir araya geliyorlar, çünkü İran da Rusya da Türkiye’nin HTŞ üzerinden oluşan küresel ittifakta yer almasını kendilerine ihanet olarak görüyorlar. Türkiye de Astana sürecinde Rojava’ya ilişkin umduğunu bulamayınca, beklenmedik bir hamleyle tutum değiştirdi, ABD’nin stratejisine girdi, İngiltere’nin mühendisliğini yaptığı stratejiye oturdu. Zaten bölgede askeri gücü de vardı.

Burada birden fazla denklem var. ABD durduğu yer itibarıyla Esad’ı yıkıp Suriye’yi en azından İsrail ve emperyal küresel devletler için etkisiz hale getirmişken, Türkiye’yi kaybetmek istemiyor. Kürtler de önemli bir dinamik bölgede. Bu saatten sonra Ortadoğu’da Kürtler olmadan barış olmaz. Hani bir şiar vardı, “Ortadoğu’da Mısır’sız savaş, Suriye’siz barış olmaz” diye. Suriye’nin iç barışının anahtarı da Kürtlerdir. Kürtler, Nusayriler ve tabii ki Dürziler. O bakımdan ABD Türkiye’yi tutmak istiyor. Ama aynı zamanda Batı da kendi çıkarları açısında Kürtler ve Türkiye ile birlikte yürümek istiyor. Ama bu belirsizlik içeriyor. Trump tacir, ne zaman ne yapacağı belli olmaz. Rojava yarı yarıya elden gider, sonra tekrardan o kararına geri döner ama atı alan Üsküdar’ı geçmiş olur. O bakımdan, Kürt halkı başından beri esas olarak kendi gücüne güvendi. Fakat siz de takdir edersiniz ki uçağa sahip olmayan bir örgütün, hareketin, partinin, özerk yönetimin gücü ne olursa olsun sınırları vardır. En küçük bir devlet elinde 5 tane F-16 varsa dengeyi değiştiriyor. O açıdan Trump’ın ne yapacağı belirsizlikler içeriyor fakat aynı zamanda Kürtler de artık bölgede, Türkiye kadar olmasa da bir ağırlık noktası oluşturuyor. Artık giderek vazgeçilmez hale geliyorlar. O açıdan da bütün bu iç içe girmiş denklemler, HTŞ’nin işbirliğine ilişkin alacağı tavra, Amerika’nın, İngiltere’nin Kürtler, Dürziler ve Nusayrilere ilişkide alacağı tavra bağlı. Ve tabii ki Türkiye’nin tutumuna bağlı. Türkiye şu anda gözü kara bir tutum içerisinde. Özerk Rojava’yı ortadan kaldıracağım diyor. Bütün bu üçlü bileşen nasıl bir sonuç üretir onu süreçte göreceğiz.

Rojava kendini nasıl feshetsin!?

-Tartıştığımız bölgesel gelişmelerle de ilişkili bir diğer gelişme de Ekim 2024’te Bahçeli’nin Öcalan’a yaptığı çağrıyla başladı. Hatta örgütünü tasfiye ederse “umut hakkı”ndan yararlandırılacağını söyledi. DEM Parti ile Öcalan görüşmeli dedi. Biz bu söyleşiyi yaptığımızda hâlâ bu görüşme gerçekleşmemişti. Hükümet biraz süreci izlemek ve ona göre karar vermek istiyor olmalı. Belki Öcalan’la yapılacak görüşmelerde onun nasıl mesaj vereceği konusunda bir fikir sahibi olmak istiyor. Bu sürecin arka planına dair bir şey söyleyip sözü bırakmak istiyorum. Birincisi, Bahçeli’nin bölgesel gelişmeler üzerinden Kürt sorunuyla ilgili Öcalan’a çağrı yapmasının arka planında, (Erdoğan da söylüyor) İsrail’in Türkiye için tehdit olduğu gösteriliyor. İsrail az önce sizin de ifade ettiğiniz gibi ABD ve İngiltere merkezli bölgesel dizayn politikasının vurucu gücü oldu. Hamas’tan sonra Lübnan’da Hizbullah’a, sonra İran’a karşı, Suriye’deki milislerine karşı, hatta Yemen’deki Husilere darbe vuran bir güç… Erdoğan iktidarı da uzun zamandır bölgesel liderlik iddiasına sahip. Hepimiz biliyoruz ki Erdoğan iktidarı Suriye’de müdahalenin öncülüğüne soyunduğunda yeni Osmanlıcı bölgesel liderlik hevesi peşinde koşuyordu. Bunu Öcalan’la ilgili çağrıya şuradan bağlayacağım. Anlaşılan Bahçeli’nin çağrısı, Kürtlerin bu bölgesel denklem içinde Türkiye’nin hareket alanını sınırlayacak bir pozisyon almasının önünü alma tutumu içeriyor. İktidarın bunu böyle planladığını düşünüyorum. Suriye’deki yeni denklemle birlikte bu çağrı ve sonrasına dair gelişmelerin nasıl ilerleyeceği konusunda neler düşünüyorsunuz?

Türkiye ilk iki gün çok gergindi, şimdi “Amacımıza ulaştık, Suriye’nin patronu biziz. HTŞ’yi de esas biz yönlendiriyoruz” diye bakıyor. Tablo o mu değil mi, yakın zamanda göreceğiz. Çünkü Türkiye’nin HTŞ’yi desteklemesi, Arap devletleri içerisinde Katar ve belki bir ikisi hariç, ilişkilerini gerer. Mısır lideri asla sıcak bakmaz, çünkü HTŞ, İhvani Müslim’le bağlantılı. Bütün Arap ülkeleri de İhvani Müslim’i yıllardan bu yana büyük tehdit algılarlar. Tunus’tan Mısır’a hatta Suudi Arabistan’a kadar. Onun için Türkiye bunu hesap etti mi, etmedi mi ya da “Kürt meselesinde ben yakın vadede Rojava’da hedefime ulaşayım, gerisi ne olursa olsun” mu dedi, önümüzdeki süreçte göreceğiz. Türkiye’nin eline bir bomba da vermiş olabilirler, bu daha belli değil.

Son gelişmelere İsrail’in Gazze’yi aşan hedefleri üzerinden bakacak olursak, Netanyahu “Bu bizim 11 Eylül’ümüz” demişti. Eylem oldu, ikinci gün Netanyahu “Sınırlar değişecek” dedi. İran’ın lideri de bunu tehdit algıladı ve dedi ki “Birliğimizi sağlamamız lazım”. Sonra da  Bahçeli devreye girdi, “İçeride ve dışarıda birliğimizi sağlamamız lazım. Barışı korumamız lazım” dedi. Erdoğan da “Diyaloğa ihtiyaç var, siyasette yumuşamaya ihtiyaç var” demişti. Peki kime dediler bunu? Mecliste de aynı şeyi söyledim, “Niye adını koymuyorsunuz?” diye. Kürtleri kastederek, onların adını telaffuz etmeden “İç barışı güçlendirelim, iç birliği güçlendirelim” diyorlar. Ama “Kürt sorunu da yok” diyorlar. Esas kilit mesele özerk Rojava’dır. Özerk Rojava üzerinden anlaşsalardı, heyetlerin gitmesine hemen yol vereceklerdi. Türkiye, ölümden ölüm beğen, özerk Rojava’yı feshet, Kandil kendini tümüyle feshetsin diyor. Şimdi özerk Rojava kendini nasıl feshetsin? Kim isteyebilir özerk Rojava’dan kendini fethetmesini? Benim kanaatim şu; Türkiye, Bahçeli üzerinden gündeme getirdiği bu tartışmayla Kürt meselesini çözmekten çok Kürt örgütlerini, partilerini çözmek istiyor, iç dengelere oynuyor. Birbirlerine kırdırma siyaseti izliyor. Etkili olur mu, olmaz mı onu bilmem, ama kökten yanlış bir siyasettir bu. Çözüm üretmeyecektir. Yüz yıldır Türkiye, Kürt meselesinin esiridir. Özgürlük alanında bir adım atmak istiyor, “Ya Kürtler yararlanırsa” diyor. İstanbul, İzmir yetki istiyor, “Avrupa yerel yönetimler şartına koyduğunuz şerhi kaldırın ki ben kendi kaynaklarımı yerel inisiyatifimle kullanayım, size de daha çok vergi veririm” diyor. Devlet de “Tamam doğru söylüyorsun, size verelim de Diyarbakır, Van’daki Kürt de ister” diyor. Yani Rojava’yı işgal etmesi de Rojava’yı tasfiye etmesi de sorunu çözmez. 50 milyon Kürt var, buharlaşacak değil ya bunlar.

– Evet, Kürt sorununu çözmüş bir Türkiye için herhalde sınırın ötesindeki Kürtler bir tehdit oluşturmazlar. Kendi Kürt sorununu çözmüş bir Türkiye için Rojava’nın statüsünün ne olacağı, oradaki Kürtlerin nasıl yaşayacağı neden tehdit olsun? Mesele, tam da oradaki statünün kendi sorununu demokratik biçimde çözmek istemeyen bir iktidar için tehdit yaratması. Bunun önünü almaya yönelik bir süreç işletilmeye çalışılıyor. Önümüzde çok aktörlü bir süreç var. Birçok aktörün sahada olduğu, kendi hesapları bakımından müdahil olmaya çalıştığı bir tablo var karşımızda. Umarız ki halklar bütün bu denklem içinde kendi lehlerine sonuç yaratan bir çözümü bulurlar… Teşekkür ediyoruz…

Son söz olarak ben de bir kez daha Türkiye devlet aklına çağrıda bulunuyorum. Savaş yüz yıldır çözüm üretmedi, bundan sonra da üretmez. Dolayısıyla Kürt’ün sırtına binerek, Kürt’ü yok etme özelinde bölgede siyaset izlemek yerine Kürt’ün kazanımlarını kabul etmek, Kürt’le birlikte büyümek, Türkiye ve Kürdistan halklarının yararınadır. Özerk Rojava on yılı aşkındır varlığını sürdürüyor. Türkiye’ye bir taş atmış değildir. Israrla barışçıl, demokratik elini uzatıyor. Kürt meselesinde sınır ötesinde de içeride de çağrımız Türkiye’nin barışçıl, demokratik çözüm siyasetine dönmesidir. Savaş halkları yeterince yordu. Kürt halkını da yordu, Türk halkını da yordu.