KEMAL İNAL

Metropollerdeki Kürt ameleleri daha çok kriminal olaylarla tanıyoruz. Kürtçe türkü söyledikleri, halay çektikleri, slogan attıkları gibi gerekçelerle zaman zaman uğradıkları ırkçı saldırılar, şehir dışına sürülmeler, gözaltılar ve işten çıkarmalarla kamuoyunun gündemine gelen bu emekçilerin neyi nasıl yaşayıp ne biçimde düşündüklerine ilişkin genelde pek bir şey bilinmez. Kürt, köylü ve “cahil” olarak görülen bu amele tipinin geniş, büyük ve devasa inşaat şantiyelerinin ya da küçük çaplı inşaat alanlarının dışında bir hayatları olabileceği pek akla gelmez. Çünkü çoğu, eğer şehirde yerleşik değilse, mevsimlik geldikleri bir metropol ya da kentte ev tutacak paraya sahip olmadığı için yaptıkları bir inşaatın bir odasında, penceresine muşamba gerdikten sonra yer yataklarında yatarlar. O soğuk inşaatta kendilerine aylar, hatta bazen yıllar sürecek bir yaşam alanı kurarlar; en ilkel şartlarda yaşarlar. Kendim de gençlik dönemlerimde pek çok kez çalıştığım inşaatlarda Kürtlerin neden “işçi” değil de “amele” olarak görüldüğünü anlatmaya çalışacağım.
‘Zayıf kimlik’ten beklenen: ‘Güçlü inşaat’!
“Amele” aslında daha ziyade Kürt tipi üzerinden üretilmiş bir Arapça deyimdir (Amalat) veya eski Türkçede “amil”den gelir. Kürt için metropolde uygun görülen çalışma biçimi, emek türü ve yaşam tarzı, ameleyi, feodal/kırsal kültürün tipolojisine (maraba gibi) paralel biçimde sınıf ilişkilerinin en altına yerleştirir. Göçle geldiği kentin varoşlarında kendisine ancak kıt-kanaat bir hayat kuran Kürt için amelelik, sadece “vasıfsız”, “düşük ücretli” ve “güvencesiz” bir iş terminolojisine tercüme edilmekten daha fazlasını ifade eder. Amelelik, her şeyden önce Kürde metropol dünyasında uygun görülmüş bir konumdur. Belki şehirdeki yarı-köylü “Türk hamal”ın eşdeğerinde biridir ancak daha ziyade çalışma yaşamında “sınıf-altı” (underclass) bir kategoridir. İnşaat işçiliği yaptığım dönemlerde gözlediğim Kürt “amele” için çalışıp para kazanma dışında bir amaç yoktu. Sınıfsal dünyanın içine yerleştirildikleri en dipte onlardan beklenen şey, “zayıf kimlik”lerinin aksine “güçlü inşaat”lardı. “Amele”, Kürt için başka türlü bir işçi ve emekçi olunamayacağı zorunlu bir kategoriydi. Bu kategoriye girebilmek için ondan bir ustalık, vasıf veya bilgi istenmediği için giriş serbestti. Sadece işini yapacak güç-kuvvet, azim ve emirleri dinleyip anlayabilecek bir beden-zihin bütünlüğüne sahip olmaları yeterliydi. İzmir inşaatlarında güç-kuvvet konusunda (70’lerde, 80’lerde) “tenekeci” tabir edilen Mardinli Kürt ameleler, beton dökmede öncelikle aranılan ve bulunan işçilerdi. Yaşayan bilir, tenekeyle harç taşımak zordur çünkü ağır tenekeyi omuza atıp inşaatın tepesine çıkarabilmek için bacak kaslarının da güçlü olması lazımdı. Mardinli tenekeci ameleler, zamana karşı yarışta (çünkü harcın donmadan dökülmesi gerekir) galip gelebilmek için hızlı, azimli ve şaşmaz tempolarını Kürtçe türkü söyleyerek tuttururlardı. “Anti-politik” Kürtçe türkü, ameleyi daha iyi çalıştırdığı için alkışlanırdı da (sonraları Kürtçe türkü her türlü şiddet ve hakaretin bir gerekçesi sayılmaya başlandı).
Metropolde yerleşik hale gelince…
İbrahim Tatlıses, inşaat ameleliğinden gelmekle övünürdü. İbo zenginleşip ameleliğini geride bırakınca Kürt amelelere aslında bir yol gösterdi: İnşaatta amelelik bir kader değil, zinciri kırmak mümkün. Mesela türkü söyleyerek. Böyle böyle amele ile yanık ses arasında kurulan ilişki, Kürde inşaatlarda bir kurtuluş yolu gösterdi. Ancak göç, varoş ve arabesk edebiyatı geliştikçe şehirli steril, estetik ve okumuş orta sınıf katmanları, “bozulan kent estetiği”nin sorumlusu olarak Kürt ameleleri görmeye başladılar. “Tanıyarak dışlama” süreci de böyle başladı: Amelelik ile politika arasında bir köprü kurulduğunda. Ancak politik terminolojinin değersizliğini göstermek için kültüre başvuruldu. Şehre göç veya kısa süre/mevsimlik çalışma sürecinde zamanla Kürt amele, argoda giyim (modaya aykırı giyinme), para (züğürtlük) ve cinsellik (transseksüellik) gibi çeşitli kategorilerde bir eleştiri nesnesi haline getirildi. Aslında “kıro” (kültür) ile “amele” (iş) kategorilerinin içini doldurduğu inşaat amelesi Kürt için şehir hayatındaki dışlanmışlık çok da önemsenen bir şey olmadı çünkü zaten inşaatın dışına çok az çıkabildikleri için kendilerinin entegre olmasını isteyen bir güç de, buna gerek de yoktu. Nihayetinde para biriktirip köylerine döneceklerdi bir gün. Ama giderek öyle olmadı, kalıp değişti. İnşa ettikleri evlerin bir benzerini kendileri için metropolün gecekondu mahallelerinde yapabileceklerini anladıklarında süreç farklı bir yere evrildi. Kürtler metropolde yerleşik hale geldikçe, kendilerine yakıştırılan türlü aşağılayıcı ifadeler (örneğin “amale yanığı”, “bronzlaşmış ten”e karşı kullanılır genelde) aslında sistemli, legal ve verimli çalışma piyasasında olabildiğince vasıfsız (amele “düz işçidir”) olma halinin kültürel bir izdüşümüdür. Amele, gündelik, yevmiyeci veya “düz” çalışmasıyla kapitalist sistemin içinde bile görülmez.
Uygarlık iddialı kültürel kolonyalizm
Karadenizlilerin yanı sıra Kürtlere de yakıştırılan müteahhitlik kategorisi var bir de. Amelelikten müteahhitliğe evrilmek zamanla müteahhit ile ameleyi aynı kültürel düzleme yerleştirdi. Kimi kurnaz Kürt, müteahhit olabildi, çok para kazanabildi ama işte Kürt müteahhit için çalışan Kürt amele için değişen pek bir şey yine de olmadı. Burada amele ile kültürel yakıştırmalar arasında kurulan ilişkiler, yapılan benzetmeler ve inşa edilen köprüler, zamanla Kürt için diğer aşağılayıcı ifadelerle (kıro, kaba, hırbo, maganda) desteklenen bazı kalıp yargıların üretilmesine yol açtı: Mahalledeki hırsızlığı yapan odur, kızlara sarkıntılık eden de odur vb. Bu kültürel damgalama süreç içinde pek çok deyim de üretti: “Ne kötü giyinmişsin, amele gibi olmuşsun…”, “Şu saçlara bak, oğlum amele misin sen?”, “Ay kaç saattir yollardayım, ameleye döndüm ya…”, “Amele gibi konuşup durma…” (Emre Gürcanlı, “Amele!” yazısından) Amelenin üretken emeği ile kültürel kimliği arasındaki bu çelişki aslında şehirli orta (hatta kimi alt) sınıfların hem emeğe yönelik aşağılayıcı duruşlarını ele veriyor hem de Kürdü hiyerarşik skalanın en altına yerleştirmek için bir kültürel-kimliksel üstünlük duygusunu da yeniden üretmeye yarıyor. Kürdün yanı sıra son yıllarda Afgan, Suriyeli gibi sığınmacıların da iş piyasasına amele olarak girdiklerini gördük ancak “amele” Türkiye’de hâlâ ve sadece Kürt için uygun görülen bir kategoridir. Bu kültürel kolonyalizmin altında derin bir uygarlık iddiası vardır. Kürt o uygarlığın şehirlerini inşaatlarda kurabilir ama “kol emeği” hâlâ “kafa emeği”ne tabi olması gereken tali önemde bir kategoridir.
İşçileşme ve ‘tanıyarak dışlanma’
Tabii zamanla “amele” işçiliğe terfi ettikçe ortaya çıkan gelişmeler (sınıf bilinci, sendikalı kimlik, ortak mücadele vb.), Kürdün kültürel olarak üretilen amele kategorisinden politik hatta “terörist”liğe doğru geçilip “tanıyarak dışlanması”na yol açtı. Amele kültürce zararsızdı, medeni yerlinin karşıtıydı ama şimdi tehlikeli bir özneydi, hem politika alanında hem de sendika sahasında hakkını arayan bir işçi olarak. Kültürel “amele”den sınıfsal “işçi”ye doğru bu geçiş, Kürtler için metropol hayatta ikili sömürüye verilen bir yanıttı. Kendini geçmişte inşaatlarda, barakada yatıp kalkarak örneğin, saklayıp entegrasyon konusu etmeyen Kürt için işçi olmak, öncelikle bir ekmek davası olarak hak meselesi olmak bakımından muazzam değişimler yarattı. Grev yapmak, iş bırakmak gibi işçi sınıfı davranışları onları kapitalistlerin hedefi haline getirdi. Geçmişte “beyaz Türk” orta sınıflar için en fazla şehir estetiğine tehlike olarak görülüyorlardı şimdi ise “iş barışı”ını, “huzur”u bozan “teröristler” oldular!