TAYYAR ÖZBEY*

Anadili, insanın gerçek kimliğidir. Varlığının en belirgin göstergesidir. Anadili, insanın anavatanıdır. İnsan ancak yaşadığı coğrafyada yani anavatanında kendini mutlu ve özgür hissedebilir.
Dil, yaşadığın coğrafyanın kültürel birikimiyle beslenir, gelişir ve zenginleştirir. Birey, kültürel birikimin olduğu coğrafyasıyla bir kimlik kazanımına sahip olur. Dilinin kavramsal şemayla şekillenmesi bir tanımlamanın oluşmasına ve bu tanımlamayla birlikte kişi kendisini, çevresini algılamaya başlar. Nesneleri tanımak ve algılamak sosyal kişilik şekillenmesini sağlar. Kişi, yaşadığı bölgenin kültürel birikimiyle, dil, üslup, vurgulama, tonlama ve bir bütün olarak bunlarla tanımlanan kimliği, bölgesi ve coğrafyasıyla özdeşleşir. Zihin, bölgenin kültürel birikimi olan kavramlarıyla zenginleşerek dilde güçlü bir ifadeye dönüşür. Dilde ifadeye dönüşen her kavram, sağlam bir iletişim alt yapısının temeli olur. Bu da bireyin kendini daha özgür ve mutlu hissetmesini, toplumuyla daha güçlü bir bağ kurmasını ve barışık olmasını sağlar. İşte o toplumsal bağı bu denli güçlü kılan etkin unsur, anadildir.
Dil, insanı ayakta tutan, varlığını devam ettiren sağlam bir sığınaktır. Onun için anadil tıpkı anavatan gibi insana özgüven veren bir limandır.
İnsan en etkili ve bütünlüklü gelişimini, kimliğini, kısacası kişiliğini anadilde bulur. Çünkü belli bir yaşa gelinceye kadar kavramsal anlamda zihinde şekillenen bir anadil haritası vardır. Dolayısıyla dilde oluşan kavramsal birikimler o haritanın etkili bir biçimde söze dökülmesini sağlıyor. Anadil, insanın kendini en etkili ve kolay ifade edebileceği araç olması hasebiyle kişinin kendisini psikolojik olarak daha iyi ifade etmesini ve rahat hissetmesini sağladığı için diğer insanlarla barış içinde yaşamasının güçlü zeminini oluşturur.
Anadili ve kişilik gelişimi
Dil ile vatan kavramları birbirleriyle çok kuvvetli ve anlamlı bir bütünlüğüne sahiptir. İnsan ancak özgür vatanında dilin zenginliğini ve güzelliklerini yaşar, yaşatır. Kişiyi, yaşadığı coğrafyanın kültürel birikiminden beslendiği ve kendini o dilde daha özgürce ifade ettiği için çelişkilerden ve ikilemlerden kurtarır. Bu da sağlıklı bir kişilik gelişimini sağlar.
Kendi anadilini öğrenmeden, o dilin kavramsal hafızasına sahip olmadan yabancı bir dili öğrenmek, kişide ciddi kırılmalara yol açar ve hayatında eksikliklerin oluşmasına neden olur. Onun için anadil eğitimi almayan insanlarda çok ciddi kişilik kırılmaları yaşanır. Kendini doğru bir şekilde ifade edememe, anlayamama, asabilik, değersizleşme duygusu, başarısızlığa uğrama, iletişim kopukluğu ve iletişim bozukluğuna sebep olur. Anadil eğitimini almış ve o dile hâkim olmuş birisi ile eşitsiz bir şekilde bir eleme sınavına tabi tutulmak ciddi bir adaletsizliktir. Geride yarışa başlamaktır. Bu bağlamda, anadil eğitimini alan biri ile o dili yeni öğrenen arasında hazır olma, tecrübe, birikim, şekillenen kavramsal şema, anlama ve algılama bakımından çok ciddi farklılıklar vardır. Aradaki açığı kapatmak için çok daha büyük bir çaba ve enerjiye ihtiyaç duyacaktır. Onun için, “Aklımda neler var neler, fakat hepsini söyleyecek kadar sözcük öğrenemedim.” şeklinde ifade edilebilecek ironik durum, aslında bir hüznün ve kırılmanın da ifadesidir. Onun için öğrencinin anadil eğitimini alması hem eğitim sürecini sağlıklı bir şekilde bitirmesine hem de kişilik gelişimini tamamlamasına yardımcı olur. Çocuğun hayal dünyasının zenginleşmesi ancak anadilinde eğitimle olur.
Anadilin zenginleşip bir ağaç gibi kökleşmesi için sürekli beslenmesi gerekiyor. Bir dil öğrenilip yazıya dökülmediği zaman kültürel birikim ve zenginliklerini yarına taşıma olanağı kalmaz. O dille yarattığın bütün birikimleri ve zenginlikleri geride bırakmak zorunda kalıyorsun. Dilin zenginliği sadece sözlü aktarımlarla olmuyor çünkü; yazılı aktarım olmadığı zaman o dil birçok zenginliğini ve güzelliğini kaybedecektir.

‘Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır’
Felsefeye ciddi katkılar sunmuş olan Ludwig Wittgenstein; “Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır.” der. Dile getirilen her sınırlama kişinin düşünce dünyasına getirilmiştir. Dolayısıyla bir dilin anlam zenginliği ve derinliği gelişmedikçe o dil ile yapılan iş sayısı sınırlı kalacaktır. Çünkü tecrübede ve kavramsal düzlemde o dilin yapısal algılamalarında eksiklikler kalacağından, bütünsel kavramlarda eksiklik ve kopukluk yaratılmış olur.
Modern dilbilimin kurucusu dilbilimci Ferdinand de Saussures ise; “Dil bir kâğıda benzetilebilir, düşünce kâğıdın ön yüzü, ses ise arka yüzüdür. Kâğıdın ön yüzünü kestiniz mi, ister istemez arka yüzünü de kesmiş olursunuz. Dilde de durum aynıdır. Ne ses düşünceden ayrılabilir, ne de düşünce sesten.” diyor. Yani, dil ile düşünce kopmaz bir bütündür. Dilin düşünceyi, düşüncenin de dili şekillendirdiği bir varlık olarak insan, bilgiyi ve hakikati daha ziyade ‘anadili’ ile temellük edebilir. Zira anadili, bir dilden çok daha fazlasına ve ötesine tekabül eder. Adorno, “Anadili, insanın anavatanıdır. Onun için de denebilir ki hakikat ve bilginin kudreti, ancak anadili üzerinden dimağlara nüfuz eder. Kaldı ki bilgi, ne denli kudretli olursa olsun ikinci yani bir başka dilde sekteye uğrar.” der.
Her şiir, her roman, her şarkı ve türkü çıktığı dilde güçlü ve anlamlı karşılık buluyor. Başka dile çevrilen şarkılar, türküler aynı duygu yoğunluğu, hazzı ve güzelliği vermiyor çoğu zaman. Bir ata sözü kendi doğal mecrasında büyük bir anlam bulurken, başka bir dile çevrildiğinde o anlamı ve saklı olan ironik ve derinlik duygusunu kaybediyor. Onun için her dil güçlü ifadesini kendi doğaçlamasında bulur.
Halklar kardeşse dilleri de kardeştir
Kürtler Türkiye’de yıllarca varlık, kimlik ve dil inkârıyla karşı karşıya kaldı. Halen de bu durum devam ediyor. Dil yasakları halen aşılamamış güçlü bariyerler. Kürtçe televizyonlar, kurslar, tiyatrolar, konserler sudan bahanelerle kapatılıyor, iptal ediliyor. Gerçekliğe ve kardeşliğe yakışan politikalar değildir bunlar. Türk Dil Kurumu, bu ülkedeki tüm kesimlerin vergileriyle yaşatılıyorsa, Kürtler neden kendi dilleriyle ilgili istemlerde bulunduğunda engellemelerle karşılaşıyorlar?
Bir dili başka bir dilin sorunsalı ve karşıtı haline getirmek, aslında o dilleri konuşan halkları karşı karşıya getirmek ve birbirleriyle bağını koparıp, aralarına duvar örmektir. Bir dili kendi bütünlüğüne tehdit olarak görmek ve yasaklamak, o dili konuşan insanları kendine tehdit görmektir. Bu bakışla, dile getirilen her yasak halkların kardeşliğini zehirliyor ve o kardeşlik duygusu ortadan kaldırıyor. Dile getirilen yasaklar toplumsal çelişkileri artırıyor ve toplumsal çözülmeyi hızlandırıyor. Oysa, halklar kardeş olarak görülüyorsa dilleri de kardeş dil olarak görülmeli ve kabul edilmelidir. Ve hiçbir dil hukuki engellemelerle karşı karşıya kalmamalıdır. Bir varlık ve gerçeklik hiçbir zaman başka bir varlığın tehdidi olmamalıdır. Dilleri tehdit haline getiren politikalardan uzak durulmalıdır. Çünkü her yasaklanan dil, kaybolma tehlikesi ve tehditi altında olur.
Daha spesifik bir duruma da değinmek gerekiyor. İnsanın ve dillerin bir yaratıcı tarafından yaratıldığına inananların bir başka dili reddetmeleri başka bir çelişki de barındırıyor. Eğer bir dili inkâr ve reddediyorsan o varlığı vereni de inkâr ve reddediyorsun demektir. Dolayısıyla Türkiye’de hem inanç hem de gerçekliğe yaklaşım noktasında sorunlu bir bakış ve çıkarcı bir anlayış söz konusu olduğu gibi, dil ile kardeşlik argümanları arasında da çarpık bir yaklaşım söz konusudur.
Yüzyıllarca bir arada yaşayan halkların gerçekten kardeşlik iddiaları varsa dillerinin de kardeş olması gerekmez mi? İnsan, sırf empati olsun diye ‘kardeşinin’ dilinden üç beş kelime öğrenmez mi? Uzaklardaki memleketlerin dilleriyle toplumsal mesaj verirken, kardeş dediğinizin diline vebalı muamelesi yapmak, onu görmezden gelmek, samimiyetle bağdaşabilir mi?
Yasaklanan dil ve yok edilenler
Anadil ve anadilinde eğitim temel bir insan hakkıdır. Anadile karşı olmak, o dili konuşan insanların tümüne karşı olmaktır. Dil yasağı, dil kırımı demektir, etnik asimilasyonu dayatmaktır. Kendi dilini yaşatmak adına başka bir dili yasaklamak, o dili bilerek ve isteyerek yok etmektir. Bunu hiç kimse kabul etmez. Bir dili yasakladığınız zaman, karşıtını ve isyancısını da ister istemez yaratırsın. Ama tabi ki yasaklanan dil, dildeki saklı güzellikleri kaybediyor, gelişimini tamamlayamıyor. Diller ancak yazılı metinlerle zenginleşiyor çünkü. Dillerin yasaklandığı bir coğrafya da çoraklaşmaya başlıyor. Yasakladığın dil ile birlikte o coğrafyanın hikâyesini, romanını, türküsünü, şiirini, aşkı ve sevdasını da yok ediyorsun.
Sonuç itibariyle, bir varlığın nişanesi, gerçekliği ve kimliğinin en güçlü tanımlayıcısı anadilidir. Din, insanlar için bir tercih iken, etnisite doğuştan gelen bir gerçekliktir. İnsanların kimliğini, etnik yapısını belirleme tercihleri yoktur. Tercihe bağlı olmayan bir şey sorgulama ve yasaklama konusu olmamalıdır. Dil, tercihe bağlı olmayan toplumsal bir değer ve gerçekliktir. İnsanı kendi gerçekliğinden koparamazsın. Anadile getirilecek her yasak ve engelleme o dili konuşanlara getirilmiştir. en yasaklamalardır. Güneş nasıl ki balçıkla sıvanmaz ise gerçeklikte hiçbir şekilde örtbas edilemez, kaybolmaz.
Bireyler, yasakların olmadığı, dile kelepçelerin vurulmadığı bir vatanda özgür olabilir ancak.
*İnsan Hakları Derneği Erzurum Şubesi YK Üyesi