CUMHURİYET, ‘SÜNNİ İSLAM’ KARŞITI MIYDI?!

NEVZAT ONARAN

Bir askerin el yazısından fotoğraf arkası notu: Büyük harekâtta 14 Ağustos 938 Dersim Halvoriye köyü, asi Halvoriye köyünün 217 kişiden ibaret Kürt ahalisi ölüme götürülürken (Foto: Hasan Saltık Arşivi)

Kürt meselesi özelinde adı konmayan ve ne olduğu da (bu yazı yazılana kadar) pek de anlaşılamayan ‘çözüm’ tartışmasında Cumhuriyet’in üç meselesi denilerek, hem de AKP rejiminde bile tekrar ediliyor. Bu, ‘Sünni İslam meselesi’ ya da ‘Sünni İslam mağduriyeti’dir. Böylece Cumhuriyet, laiklik gerekçesiyle vesaire ‘anti-Sünni İslam’la eşitleniyor. Diğer iki mesele de Cumhuriyet’in ‘anti-Kürt’ ve ‘anti-komünizm’ politiğiydi.

Cumhuriyet’in Kürtlere ve komünistlere ‘ne yaptığı?’ bilinmez değildir, kendisiyle yaşıttır; benzeri Sünni İslam için geçerli değildir.

Üç meselede de akademianın ve aydınların konsensüsünden bahsedebiliriz. Hiç hatırlanmayansa Hıristiyanlar ve resmen yok sayılan, her daim kırıma uğratılan ve katledilen Türk-Kürt-Zaza Alevi-Kızılbaşlar’dır; 1921’de Koçgiri’den 1926’da Koçuşağı’na, 1938’de Dersim’e, 1978’de Maraş’a, 1993’te Sivas’a, 1995’te İstanbul-Gazi’ye… On binlercesi öldürüldü ve yerinden-yurdundan kovalandı.

Elbette ki 1914-1922 döneminde Anadolu’dan milyonlarca Osmanlı-Türkiye vatandaşı Hıristiyan’ın tasfiye edilmesini unutamayız! 1914’te T.C. sınırları dâhilinde yüzde 20’lerde olan gayri İslam milletlerin payı, ‘temizlik’ harekâtıyla 1927’de yüzde 2,8’e gerilemişti.[1] Bugünlerde oranın tahminen binde 1’lerde olması, harekâtın yalın özetidir. İşte Türkiye’de yüzde 99 İslam’a böyle varılmıştı!

Cumhuriyet, kuruluşunda da demokratik değildi

Cumhuriyet, Osmanlı’nın mirasçısıydı. Yakıcılığını yaşadığımız ‘Kürt sorunu’ dâhil Cumhuriyet’teki her millî ya da dinî meselenin evveliyatı, sömürgeci Osmanlı’dadır. ‘Dinî’ derken Sünni İslam dâhil edilmesin; o, asırlarca ‘millet-i hakime’ydi.

19. yüzyılın son çeyreğinde Abdülhamid iktidarında, Osmanlı’nın resmi mezhebi Hanefilik, hem resmî ideolojisini[2] hem de Sünni İslam milliyetçiliğini[3]  biçimlendirmiştir.

Hanefilik, aynı zamanda Cumhuriyet’in de resmi mezhebi olacaktır.

Sünni İslam resmî ideolojisi ve milliyetçiliği yıllarında, ‘tashih-i akaid’ (inancını düzeltme) harekâtı hedefinde Ermeni/Arap Hıristiyanlar,[4] Kürt Ezidiler,[5] Türk/Zaza/Kürt Alevi-Kızılbaşlar,[6] Arap/Türkmen Şiiler ile ‘Arap Nusayriler’[7] ve ‘gizli’ Hıristiyanlar[8] vardı.

Anadolu’nun tamamen Sünni İslamlaştırılmasında hedefse, öncelikle Ermenilerdi ve ikinci sırada Dersimlilerdi. Sadece Sünni İslam aşiretlerinden oluşturulan Abdülhamid’in milisi Hamidiye Alayları[9] Ermeniler üzerine seferber edildi. 1895’lerde öylesine can pazarı yaratılmıştır ki, Ermeniler köy köy İslamlaş(tırıl)mış[10] ve malı-mülkü gasp edilmiştir.

1890’larda Anadolu’da Ermenilerden başka bir diğer hedefse Alevi-Kızılbaş Dersim halkıydı, Dersimlilerdi. O yıllarda ve sonrasında Dersim’e harekâtlar yapılmış[11] ve 16’sı Abdülhamid döneminde olmak üzere Osmanlı’da hazırlanan toplam 18 raporda önerilen çözümse, “Sünni İslamlaştırma ve medenileştirme”ydi.[12] Bu, 1930’larda yine gündeme getirilecektir.

Bugün “eşit vatandaşlık” mücadelesini sürdüren Alevi-Kızılbaşların meselesi de Osmanlı’dan mirastır.

Cumhuriyet, hukuki/siyasi kurumsallaşmasını, “milleten Türk ve dinen Sünni İslam”a göre yapmış ve hukuksal temelini de 1924 Anayasası’yla atmıştı.

O halde Cumhuriyet, kuruluşunda ‘demokratik’ olabilir miydi?

Cevabı “Cumhuriyet’e nasıl gelindi?” sorusundadır.

-Sünni İslam/Müslüman TBMM: Osmanlı’nın İstanbul’u karşısında yeni iktidar odağı Ankara’nın karakterini ortaya koyan temel adımlardan birisi ‘Sünni İslam TBMM’nin faaliyete başlamasıydı. 19 Mart 1920’de ARMHC yönetimi adına Mustafa Kemal ve 15. Kolordu Kumandanı Kâzım Karabekir yazışmasıyla kararlaştırıldığı[13] gibi Hıristiyan vatandaşların seçime katılmasının engellenmesi, tüm mebusların İslam olması, Türk devletinin nasıl kurulacağının ve gelecekte neler yapılacağının temel adımıydı. Seçmeni ve seçileni İslam olan TBMM, 23 Nisan 1920’de çalışmalarına başladı. Böylece Ankara, Mustafa Kemal öncülüğündeki hareketin iktidar merkezi olduğu ilan ediliyordu.

-‘Vatandaşa Cihat’ ilanı: TBMM, İstanbul’da Osmanlı Meclisi’nin işgali sonrasında Ankara’da tam bir “vatandaşa cihat ilanı havası”yla açıldı. Ankara Müftüsü ve Ankara MHC Reisi Mehmet Rıfat [Börekçi] başkanlığında toplam 20 kişilik grubun fetvasını 153 müftü imzaladı. 19-25 Nisan 1920’de gazetelerde yayımlanan 14 Nisan tarihli fetva, İzmir’e, Adana’ya, Maraş’a, Antep’e ve Urfa’ya saldıran düşmanın “Müslüman olmayan uyruk[lu]larla” el ele verdiğini ve buna direnişin kutsal olduğunu belirtiyordu.[14] Fetva, hiçbir ayrım yapmaksızın Osmanlı-Türkiye vatandaşı tüm Hıristiyanları hedef gösteriyordu; bu, “vatandaşa cihat”tı.

Ve TBMM’nin karakterini ortaya koyan bir fiil de 3 Mayıs 1920’de oluşturulan hükümetin, “tehcir dolayısıyla suçlardan, cinayetlerden” tutuklu olanları tahliye etmesiydi.[15] Ankara hükümeti, Osmanlı hükümetinin tutukladığını serbest bırakmıştı.

-Koçgiri’de kırım harekâtı: Ankara’nın Koçgiri’de yaptığı, gayri Türk İslam milletleri ve Alevi-Kızılbaşlık meselesine yaklaşımının ilk pratiğiydi. Koçgiri Harekâtı’nın 1920’lerin sonunda kararlaştırıldığını Merkez Ordusu Kumandanı Sakallı Nureddin’in emrinden anlıyoruz. Nureddin’in 3 Ocak 1921 tarihli emri ve yapılan ekle[16] Koçgiri’de hedeflenen, Hıristiyanlar ve Alevi Kürtlerdi. Ve Karadeniz’den Rumların temizlenmesi de 12 Ocak 1921 tarihli genelgeyle[17] planlanmıştı.

Merkez Ordusu’nun hazırlığı aksatılmazken, Koçgiri eşrafının iki girişimi dikkate alınmadı. Birincisi, 1921 Anayasası’na (madde 11) göre TBMM Başkanlığı’na yaptığı 11 Mart 1921 tarihli özerklik/muhtariyet başvurusuydu (aynen): “Ankara Büyük Millet Meclisi riyasetine, Nefisi Zara hariç olmak üzere ekseriyet azimesi Kürdlerle meskûn olan Koçgiri kazası ile Divriği, Refahiye, Kuruçay ve Kemah kazalarının mümtaz bir vilayet haline ifrağ ve teşkili ile yerli Kürdlerden bir valinin tayininin, memuru adliye ve mülkiyenin yine vazifeleri başında kalmasını arz ederiz.”[18]

Dilekçe, bu topraklarda özerkliği Meclis’e taşıyan ilk ve tek başvurudur.

İkincisi de Koçgiri eşrafının Sivas valiliğiyle sürdürdüğü müzakere ve imzalanan iki taahhütnameydi.[19]

TBMM’ye başvuru ve imzalanan taahhütnamelere rağmen, 1921 Nisan-Mayıs’ta Merkez Ordusu ve Topal Osman benzeri çetelerle kırım harekâtı yapılmıştı.[20] Köyler yakılıp yıkılırken, Topal Osman çetesi de Koçgiri’de 30 bin küçük ve büyükbaş hayvanı gasp etmişti.[21]

-Vatandaş Hıristiyanları tasfiye: Osmanlı-Türkiye vatandaşı Ermenilerin ve Rumların, Birinci Paylaşım Savaşı ardından ‘Millî Mücadele’ yıllarında da ‘gayri nizami harbin’ yapıldığı[22] güney (Adana-Antep) hattında, kuzeyde Karadeniz’de, Batı ve İç Anadolu’da[23] tasfiyesine devam edildi. Hatta Türk ordusu 9 Eylül 1922’de İzmir’e girdikten on gün sonra[24] bile Batı’daki Hıristiyan vatandaşlar sahile kovalandı.

‘Düşman’ algısı öylesine içselleştirilmiştir ki, Cumhuriyet’in ilanından beş ay sonra TBMM’de bir tasarının müzakeresinde[25] ifade edildi: Hıristiyanlar resmen ‘2. sınıf vatandaş’tı. Maliye Bakanı Mustafa Abdülhalik’e [Renda] göre, “bizden olmayan” vatandaş, Ermeniler ve Rumlardı.[26]

Rojava’yla birlikte Suriye sınırı nasıl belirlendi tartışmasında, ne gariptir ki, Ankara’da 20 Ekim 1921’de imzalanan Türk-Fransız Anlaşması’na[27]  göre “genel af ilan edilmesi”nin (madde 5) gereği yapılmadığı için 25 bin[28] veya 30 bin[29] vatandaş Ermeni’nin kovalanması hiç hatırlanmıyor.

-İçeride tapunun halli: Cumhuriyet, içeride ve dışarıda tapu meselesinin çözümü sonrasında kuruldu. Lozan’da atılan imzayla sınırlar çizildi. İçeride tapu meselesi, 15 Nisan 1923 tarih ve 333 sayılı yasayla (madde 6) halledildi. Yasaya göre, sahibinin başında olmadığı her mülk devletindi. Bu mülkler, TBMM’deki müzakerede açıklanmıştır ki, Hıristiyan vatandaşlarındı. Çıkarılan kanunlarla, en iyimser tahminle 2,5 milyon insanın yüz binlerce mülkünün transferi ve yeni sahiplerine tapu kaydı yapılmıştır.[30]

Sorumu tekrarlıyorum: Cumhuriyet ‘demokratik’ olabilir miydi? Olamazdı; çünkü kısaca değindim, devlet nazarında vatandaşın bir kısmı ‘yok hükmündeydi.’

Cumhuriyet’te tekçi egemen kimlik hem Türk’tür hem de Sünni İslam’dır.
Cumhuriyet nazarında bir ‘Sünni İslam’ bir de ‘diğerleri’ vardır. Sünni İslam’dan gayrısını yani ‘diğerlerini’ asimile etmek, İslamlaştırmak devlet politikasıdır. İslamlaştırmak ve Türkleştirmek, Türk devletinin ikiz politikasıdır; ikisi de ‘tek’çidir. 
Modernizm meselesi bir yana, devlet icrasıyla sabittir ki, son yılların Sünni İslamcılığı ile 1930’ların Türkçülüğü, demokrasiyi yadsıyan ve ‘tek’çi, tek yumurta ikizidir!

Hem Türk hem de Sünni İslam

Değindim, 29 Ekim 1923’de ilan edilen Cumhuriyet’in resmen dini (Sünni İslam) de mezhebi (Hanefilik) de vardı. Halifeliğin ilgası müzakeresinde[31] de ifade edildi ki, ‘Hanefilik’ Cumhuriyet’in mezhebiydi.

Laiklik 1937’de anayasaya eklenene kadar 1876, 1921 (29 Ekim’deki değişiklikle) ve 1924 anayasalarında “devletin dini İslam” hükmü yazılıydı. Sünni İslam, 1937’den itibaren anayasada yazmasa da T.C. mevzuatında vardı.

‘Devletten ulusa modeli’nde[32] Osmanlı’nın resmi dini ve mezhebi, Cumhuriyet’e aynen aktarıldı ve buna eklenen ‘milleten’ Türk unsuruydu. Cumhuriyet’in dolayısıyla Türk devletinin kurucu iki unsuru, ‘Sünni İslam’ ve ‘Türk’tü; aynı kökün iki dalıydı.

-‘T.C. yüzde 99 İslam’dır: Her T.C. vatandaşının nüfusta din hanesi vardır. Alevi-Kızılbaşlar resmen yok sayıldığı, Hıristiyanların ve Musevilerin varlığı da dikkate alındığında, nüfusun neredeyse tamamının din hanesinde yazılan ‘İslam’dır. Türkçüler ve Sünni İslamcılar, “Türkiye yüzde 99 İslam’dır” derken, bilerek konuşuyorlar. “İnanmıyorum” desen de din hanende yazılıdır. “İslam’ın mağduriyetinden” bahsedenler maharetlidir. Onlara göre, 100. yılında Lozan geçersiz hale gelecek ve gizli maddeleri nedeniyle çıkarılamayan bor, petrol ve altın madenleri işletilecekti. Lozan’la ilgili iddianın geçmişi Necip Fazıl Kısakürek’in Büyük Doğu’da 1950’lerin başında yayımlanan “Dedektif X” imzalı yazısına kadar gidiyor. Bir sayfalık yazıdan 70 yıllık kitlesel propaganda malzemesi çıkartıldı. 2023 geldi ve geçti. Sonuç mu? Özür dileyen de “kandırıldık” diyen de yok.

-Sünni İslam, ‘Türk kültürü’dür: ‘Türk ırkı’ ve Sünni İslam, kanunun birer unsuruydu. Irkçı (14 Haziran 1934 tarihli) İskân Kanunu’na[33] göre T.C. vatandaşı, 1- Türk ırkından (madde 7, 12 ve 13), 2- Türk kültürüne bağlı (madde 10, 11), 3- Anadili Türkçe (madde 11) ve 4- Soyca Türk (madde 12) olana-olmayana göre sınıflandırılmış, her birine yönelik politikalar belirlenmiştir. Kanunda ‘Türk kültürü’nden kasıt, pek çok kararname ve tamimde[34] yazıldığı gibi “Sünni İslam”dır; bu kadar içselleştirilmişti. Türk kültürü, Balkanlardan muhacir ve göçmen ithalinde bir unsur olarak dikkate alınmıştı.

-Yok sayılan Alevi-Kızılbaşlık: Laiklik tartışmasında gerek akademianın gerekse aydınların dikkatinde yalnızca Sünni İslam vardı. Bu bakış AKP rejimi yıllarında da değişmedi. Şükrü Hanioğlu’nun iki yıl önce yayımlanan Atatürk kitabında, laiklik meselesi [Sünni] İslam’la birlikte ele alınmış ve ‘gayri’si (Hıristiyanlık, Musevilik ve Alevi-Kızılbaşlık vs) yok sayılmıştır.[35]

Hatta 1938 harekâtında on binlerce Dersimlinin öldürülmesi ve sürülmesi dahi dikkate alınmamıştır. 1914-1922 döneminde milyonlarca Hıristiyan’ın canıyla, malıyla-mülküyle tasfiyesi de es geçilmiştir.

Hanioğlu’nun 1024 sayfalık kitabında Dersim, iki yerde hatırlanmıştır: “[E]sbak Dersim Mebusu Lütfi Fikri” (s. 470) ve “Sabiha Gökçen, Tunçeli (Dersim)’deki asileri” bombalamıştır (s. 699). ‘Türkçe ibadet reformu’ veya ‘din reformu projesi’yle Sünni İslam’ın konumu (s. 413-521) 108 sayfada kaleme alınmıştır.

Bu, Türkçü-Sünni İslamcı egemen bakışın tekil örneğidir.

1826’da II. Mahmud’un Bektaşi dergahlarını imhasına ‘Vaka-i Hayriye’ denilerek modernleşmenin adımı olarak görenlerin, bir asır sonrasında Sünni İslam’a ‘mağduriyet’ kelamı, malumun ilanıdır.

-Geleneksel Sünni İslam kurumları: ‘Geleneksel Sünni İslam’ın kurumları Halifeliğin, Şeyhülislamlığın, medreselerin, tekkelerin ilgası yani ‘kurumsallaşmış İslam’la[36] hesaplaşma kaçınılmazdı. Kuşkusuz o yıllarda, 1826’daki imhaya rağmen ne kadar var olabildilerse Bektaşi dergahlar da ilga edilmişti.

Nitekim Cüppeli Ahmet gibi şeriatçıların hedefindeki İlahiyatçı Mustafa Öztürk, ‘geleneksel İslam’a eleştirel yaklaşmış ve [Sünni] İslam’da kadın meselesini de “İslam kültürünün yumuşak karnı” olarak kaleme almıştır. Kadının, mirasta ve şahitlikte, erkeğe kıyasla ‘eksik’ görüldüğüne dikkat çekmiştir.[37]

‘Geleneksel İslam’la hesaplaşmak hayatın diyalektiğidir. Sünni İslam’ın ‘köle’ ve ‘cariye kadın’ politiğine itiraz, özünde bir insan hakkı mücadelesidir.

Cumhuriyet’te ‘Sünni İslam ibadeti’ hiçbir zaman engellenmedi, ama isteyenin ürettiği ‘mağduriyet’ söylemi de hiç bitmedi. Piyasadaki takkelilerin-sarıklıların söylemine girmeyeyim. Resmen cemevi yasakken, kiliselere el konurken ve satılırken, cami hep vardı.

Sünni İslam teşkilatlarına göz yumuldu. Fethullah Gülen dâhil tüm tarikat-cemaat teşkilatı liderinin devlet memuru olması, nasıl açıklanabilir? Ve bir tas çorba edebiyatıyla holdingleşen MENZİL İslam Teşkilatı’ndaki miras kavgasının şahidiyiz. Demek ki, “tarikat, tarikat” diyenlerin ameli/derdi neymiş?

Avrupa asırlar önce hesaplaştı, buna karşın İslam coğrafyasında da IŞİD, HTŞ, Taliban vesaire barbarlığı yaşandı, yaşanıyor.

ABD patentli ‘ılımlı İslam’ aldatmacadır; İslami politik, İslami’dir. Ilımlı ambalajlı pazarlanan Fethullah İslam Teşkilatı’nın ne olduğunu yaşamadık mı? AKP rejimi de her şeyiyle ortadadır.

“Yazan kutsal”dır zihniyetiyle, İslam’ın faiz politiğinin pratiğini, Erdoğan’ın AKP rejiminde yaşadık; faiz yüzde 19’dan 8,5’e indirildi, sonra 50’ye zıplatıldı ve enflasyonda dünya rekoru kırıldı. Dünyanın en sorunlu/pahalı deneyimiydi. “Yanlış” denmiyor; çünkü yazıyor. ‘Para’nın gelirini şöyle yapınca faiz olmuyor komik söylemi de nice konuda olduğu gibi takiyenin politiğidir.

-T.C.’nin Diyaneti: Sünni İslamlaştırmanın misyoner teşkilatı Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Cumhuriyet kurumu ve imamla, müftüyle vaizin devlet memuru olduğu, devletin imam hatip okullarını ve ilahiyat fakültelerini açtığı, Alevi-Kızılbaşların yok ve Hıristiyanlarla Musevilerin güya ‘var’ sayıldığı sistem ‘laik’ti.

T.C. vatandaşı Alevi-Kızılbaşlardan, Hıristiyanlardan, Musevilerden ve Sünni İslamlardan alınan vergiyle, sadece Sünni İslam propagandasına, görevlilerine ve ibadet yeri camilere hizmet edilmesi, Türk Cumhuriyeti’ne karakterini veren fiildir.

-Jandarma’nın nefret dili: Dersimle ilgili Osmanlı’da 18 ve Cumhuriyet’te 15 raporun ortak hedefi, Sünni İslamlaştırmaktı. Cumhuriyet raporlarının artısı Türkleştirmekti.[38] Alevi-Kızılbaşlık, bildik Sünni İslamcı bakışla aşağılanmış ve nefret dili kullanılmıştır.[39]

Aynı nefret dili, “Yavuz Sultan Selim’in gazabı olmasaydı bugün güzel Türkiyemizde tek bir Sünni’ye tesadüf etmek imkânı belki de mümkün olmayacaktı” denilen Jandarma Umum Komutanlığı’nın Dersim raporunda da yazılmıştır (aynen): “Oynaş ve gündüzlü tutmak demek haftanın bir gündüzünü sevdiği bir erkekle geçirmek kızılbaş kadının kakkıdır [hakkıdır] işte buna oynaş tutmak derler. Kadın ancak gündüz oynaşmaya mezundur. Gece oynaş tutamaz kadının bu hareketi kocasına ve kızılbaşlarca günah sayılmaz.”[40]

Yavuz methiyesiyle bunu yazan ne yapmaz? Yaptı da.

‘Türkleştirmenin ikizi ‘Sünnileştirme’

Sonuç olarak Osmanlı’dan Cumhuriyet’e ‘devletten ulusa modeli’nde Sünni İslam (ve Hanefilik), Türk devletinin ‘dinen’ (ve ‘mezheben’) kurucu unsurudur ve eklenense ‘milleten’ Türk’tür. Alevi-Kızılbaşlık ya da Hıristiyanlık, ‘Sünni İslam’ gibi ve Kürt veya Ermeni de ‘Türk’ gibi kurucu unsur değildir. Bu, Türk Nüfus Mühendisliği’nin politiğidir.

Cumhuriyet’te tekçi egemen kimlik hem Türk’tür hem de Sünni İslam’dır.

Kısaca değindim T.C. vatandaşı Alevi-Kızılbaşların ve Hıristiyanların başına gelenler, Cumhuriyet’te “eşit vatandaş” olunmadığının ve “can ve mal güvenliği” sağlanmadığının fiilidir.

Cumhuriyet nazarında bir ‘Sünni İslam’ bir de ‘diğerleri’ vardır. Sünni İslam’dan gayrısını yani ‘diğerlerini’ asimile etmek, İslamlaştırmak devlet politikasıdır. İslamlaştırmak ve Türkleştirmek, Türk devletinin ikizpolitikasıdır; ikisi de ‘tek’çidir.

Modernizm meselesi bir yana, devlet icrasıyla sabittir ki, son yılların Sünni İslamcılığı ile 1930’ların Türkçülüğü, demokrasiyi yadsıyan ve ‘tek’çi, tek yumurta ikizidir!

T.C. vatandaşı bir Türk’le, diğerleri, yani bir Ermeni, bir Rum, bir Yahudi, bir Kürt, bir Süryani (milleten) eşit mi?

T.C. vatandaşı bir Sünni İslam’la, diğerleri bir Hıristiyan, bir Musevi, bir Ezidi, bir Alevi-Kızılbaş (dinen) eşit mi?

Bunun içindir ki, ‘diğerleri’nin yani Kürtlerin, Ermenilerin, Alevi-Kızılbaşların, Hıristiyanların vesairenin ortak talebi: Eşitliktir!

Türk ve Sünni İslam olmayan milyonların “eşitlik” talebine rağmen, anayasadaki “T.C. vatandaşı eşittir” hükmü doğru değildir, asırlık bir hiledir; devlet pratiğiyle sabittir ki, dinen ve milleten ‘tek’leştirmenin (Sünni İslamlaştırmanın ve Türkleştirmenin) maskesidir!

NOTLAR:


[1] Kemal H. Karpat, Osmanlı Nüfusu (1830-1914), çeviren: Bahar Tırnakcı, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul-2003, s. 208-227; Umumi Nüfus Tahriri (1927), Fasikül 1, İstatistik Umum Müdürlüğü, Ankara-1929, s. xvıı, lx.

[2] Selim Deringil, İktidarın Sembolleri ve İdeoloji, II. Abdülhamid Dönemi (1876-1909), çeviren: Gül Çağalı Güven, Doğan Kitap, İstanbul-2014, s. 61; Selim Deringil, Simgeden Millete, 5. baskı, İletişim Yayınları, İstanbul-2019, s. 111-118.

[3] Nevzat Onaran, Abdülhamid’in Sünni İslam Milliyetçiliği, https://www.gazeteduvar.com.tr/abdulhamidin-sunni-islam-milliyetciligi-makale-1742591

[4] Selim Deringil, İhtida ve İrtidad, çeviren: Ayşen Anadol-Taciser Ulaş Belge, İletişim Yayınları, İstanbul-2017, s. 281-340; Selim Deringil, Simgeden Millete, s. 121-125.

[5] Selim Deringil, Simgeden Millete, s. 118-121; Selim Deringil, II. Abdülhamid Dönemi (1876-1909), s. 81-88, 114; François Georgeon, Sultan Abdülhamid, çeviren: Ali Berktay, 6. baskı, İletişim Yayınları, İstanbul-2020, s. 379.

[6] Selim Deringil, II. Abdülhamid Dönemi (1876-1909), s. 95-96, 104; Cihangir Gündoğdu-Vural Genç, Dersim’de Osmanlı Siyaseti, 1880-1913, Kitap Yayınevi, İstanbul-2013.

[7] Selim Deringil, II. Abdülhamid Dönemi (1876-1909), s. 96-97; Selim Deringil, Simgeden Millete, s. 146-156; François Georgeon, age, s. 376-379.

[8] Selim Deringil, İhtida ve İrtidad, s. 167-228; Selim Deringil, II. Abdülhamid Dönemi (1876-1909), s. 91-94.

[9] 1897’de 57 ve 1900’lerde 64-65 alay vardı. Aşiretlerden Karapapak Türk, Kays Arap ve diğerleri Kürt’tü. (Janet Klein, Hamidiye Alayları, İmparatorluğun Sınır Boyları ve Kürt Aşiretleri, çeviren: Renan Akman, İletişim Yayınları, İstanbul-2014, s. 16, 49, 55, 96, 185; Mehmet Rezan Ekinci’nin iki makalesi, Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi, Kasım-2017, s. 703-724 ve Mukaddime, 2022, 13(2), s. 278-314.)

[10] Selim Deringil, İhtida ve İrtidad, s. 281-340.

[11] İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’ya göre, Dersim’e 1876’dan 1935’e kadar 11 harekât yapılmıştır, TBMM ZC, dönem: 5, cilt: 7, 25.12.1935, s. 175.

[12] Cihangir Gündoğdu-Vural Genç, Dersim’de Osmanlı Siyaseti, s. 34-167; Jandarma Umum Kumandanlığı, Dersim, 3. baskı, Kaynak Yayınları, İstanbul-2000, s. 162-167.

[13] Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, Türkiye Basımevi, İstanbul-1960, s. 543-548; Türk Parlamento Tarihi, I. Dönem (1919-1923), cilt: 1, Ankara-1994, s. 27, 37-38.

[14] Fetvayı Mehmet Rıfat [Börekçi] başkanlığında 20 kişilik grup hazırladı, Ali Kuzu, Kurtuluş Savaşı’nda Atatürk ve Din Adamları, Parola Yayınları, İstanbul-2014, s. 12-26; Recep Çelik, Millî Mücadele Günlerinde Din Adamları, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara-2017, s. 107-174.

[15] 8 Mayıs 1920 tarih ve 5 no’lu Harb Esnasında Yapılan Tehcir Dolayısiyle Tahtı Tevkife Alınan Erbabı Ceraim Hakkında Olunacak Muameleye Dair Kararname, BCA-F: 30.18.1.1/K: 1, D: 1, S: 6.

[16] Koçgiri Tahkikat Heyeti Raporu, aktaran Dilek Kızıldağ Soileau, Koçgiri İsyanı Sosyo-Tarihsel Bir Analiz, İletişim Yayınları, İstanbul-2017, s. 191-192.

[17] Merkez Ordusu Kumandanı Nureddin’in 12.1.1337 (1921) tarihli ve 2082 sayılı genelgesi, aktaran Dr. Yılmaz Kurt (Hazırlayan), Pontus Meselesi, TBMM Basımevi, Ankara-1995, s. 398-399.

[18] Dilekçeyi Koçgiri Aşireti Reisi Muhammet ve Taki, Sadattan [Seyitlerden] Alişer, Dersim aşiretleri reislerinden Mustafa, Seyidhan, Muhammet, Munzur imzaladı (TBMM ZC, dönem: 1, cilt: 14, 24.11.1921, s. 317; Dr. Nuri Dêrsimi, Kürdistan Tarihinde Dêrsim, 2. baskı, Doz Yayınları, İstanbul-2004, s. 152; Ali Kemali, Erzincan, Resimli ay Matbaası, 1932, s. 163-164; Hamdi Ertuna, İstiklâl Harbinde Ayaklanmalar (1919-1921), Genelkurmay Basımevi, Ankara-1974, s. 269-270).

[19] Müzakerede 12 Mart 1921’de ve 18 Mart’ta iki tane taahhütname imzalandı (Gâye-i Milliyye, 13.3.1921, Çiğdem Aslan-Mustafa Toker (hazırlayan), Ankara Üniversitesi, Ankara-2012, s. 59; Ebubekir Hazım Tepeyran, Belgelerle Kurtuluş Savaşı, Hürriyet Yaşar (sadeleştiren), Gürer Yayınları, İstanbul-2009, s. 213-214).

[20] Dilek Kızıldağ Soileau, Koçgiri İsyanı Sosyo-Tarihsel Bir Analiz; Ebubekir Hazım Tepeyran, age; Nevzat Onaran, Devletin Dâhili Harbi, Kor Kitap, 3. Baskı, İstanbul-2023, s. 23-129.

[21] TBMM GCZ, cilt: 2, 4.10.1921, s. 269.

[22] 25.1.1920’de Mustafa Kemal’in Sivas, Diyarbakır, Ankara ve Konya’daki kolordulara talimatı, Türk İstiklal Harbi IV’üncü Cilt Güney Cephesi, Genelkurmay-ATASE, Ankara-2009, s. 318.

[23] Bazı kararnameler, 13 [15].9.1920 tarih ve 215 sayılı kararname, BCA-F: 30.18.1.1/K: 1, D: 11, S: 17; 18.1.1921 tarih ve 554 sayılı kararname, BCA-F: 30.18.1.1/K: 2, D: 29, S: 20; 27.1.1921 tarih ve 619 sayılı kararname, BCA-F: 30.18.1.1/K: 2, D: 33, S: 5; 9.2.1921 tarih ve 657 sayılı kararname, BCA-F: 30.18.1.1/K: 2, D: 35, S: 3; 11.5.1921 tarih ve 839 sayılı kararname, BCA-F: 30.18.1.1/K: 3, D: 19, S: 7; 28.6.1921 tarih ve 979 sayılı kararname, BCA-F: 30.18.1.1/K: 3, D: 26, S: 10; ATASE, aktaran Kemal Yakut, Eskişehir’in Kurtuluşu, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul-2023, s. 68-73, 80-83.

[24] Genelkurmay Başkanı Fevzi’den [Çakmak], TBMM’ye gönderilen 19.9.1922 tarihli harp raporu, ATASE, aktaran Kemal Yakut, Eskişehir’in Kurtuluşu, s. 566.

[25] 3 Nisan 1340 [1924] tarih ve 459 sayılı 1324 [1908] Temmuzundan 1339 [1923] Senesi Gayesine Kadar Bilcümle Matlubat ve Düyunu Hazinenin Sureti Mahsubuna Dair Kanun, TBMM GCZ, cilt: 4, 3.4.1924, s. 428-431; TBMM ZC, dönem: 2, cilt: 8 ve 8/1, 3.4.1924, s. 248-265; DÜSTUR, 3. Tertip, cilt: 5, 2. baskı, Ankara-1948, s. 382-384. Daha sonrasında süre, 1923 yılı değiştirilerek, 1 Haziran 1931’e kadar uzatıldı.

[26] TBMM GCZ, cilt: 4, 3.4.1924, s. 430-431.

[27] İsmail Sosyal, Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları, cilt: 1 (1920-1945), 3. baskı, Türk Tarih Kurumu, Ankara-2000, s. 50-52.

[28] Suavi Aydın, Adana Milli Mücadelesi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul-2022, s. 174.

[29] Türk İstiklal Harbi IV’üncü Cilt Güney Cephesi, s. 320.

[30] 333 sayılı kanun ve müzakeresi, TBMM ZC, dönem: 1, cilt: 29, 15 Nisan 1923, s. 159-175 ve DÜSTUR, 3. Tertip, cilt: 4, Ankara-1953, s. 65-67; Nevzat Onaran, Cumhuriyet’te Ermeni ve Rum Mallarının Türkleştirilmesi (1920-1930), Kor Kitap, İstanbul-2023, s. 117-167, 289-442.

[31] TBMM ZC, dönem: 1, cilt: 7, 3.3.1924, s. 28-69.

[32] Kavram için, Selim Deringil, Simgeden Millete, s. 265-266.

[33] 14.6.1934 tarih ve 2510 sayılı İskân Kanunu, Resmî Gazete, 21.6.1934, sayı: 2733, s. 4003-4009;TBMM ZC, dönem: 4, cilt: 23, 7 ve 14 Haziran 1934, s. 67-77 ve 140-166.

[34] “Müslüman Gürcü, Lezgi, Çeçen, Çerkez, Abaza ve diğer Türk kültürüne bağlı sayılan Müslümanlar […]” (İdare, Eylül 1934, sayı: 78, s. 1469-1470). Dersim’den “Türk kültürüne bağlı bulunmayan” 13.363 kişi garp vilayetlerine sürgün edildi (İdare, İkincikânun [Ocak] 1939, sayı: 130, s. 147-148). Ayrıca, 13.11.1933 tarih ve 15316 sayılı kararname, BCA-F: 030.18.1.2/K: 41, D: 82, S: 14; Tamim, İdare, İkincikânun [Ocak] 1934, sayı:70, s. 86-89; Geçen Dört Yılda Yapılan ve Gelecek Dört Yıl İçinde Yapılacak İşler Hülâsası, Ankara-1935, s. 73; Tamim, Resmî Gazete, 15.12.1937, sayı: 3783, s. 9069-9083.

[35] M. Şükrü Hanioğlu, Atatürk, Bağlam Yayınları, İstanbul-2023, s. 413-521.

[36] Kavram için, Erik Jan Zürcher makalesi, Noemi Levy-Aksu/François Georgeon, Osmanlı İmparatorluğu ve Jön Türk Devrimi, içinde, çeviren: Rıdvan Yüksel, Timaş Yayınları, İstanbul-2022, s. 217.

[37] Mustafa Öztürk, Geleneksel İslam’ın Kritiği, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2. basım, İstanbul-2023; Mustafa Öztürk, Kadın, Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul-2024.

[38] Cihangir Gündoğdu-Vural Genç, age, s. 34-167; Jandarma Umum Kumandanlığı, Dersim, s. 162-167; aktaran Nevzat Onaran, Devletin Dâhili Harbi, s. 397-410.

[39] Naşit Hakkı, Derebeyi Ve Dersim, Ankara-1931, s. 30-32, 36, 69; Mahmut Akyürekli, Dersim Kürt Tedibi 1937-1938, Kitap Yayınevi, İstanbul-2011, s. 71-72; Erzincan Genel Durum Raporu, Doğu Anadolu ve Cumhuriyet Bürokrasisi (1939-1951), içinde, Tuba Akekmekçi-Muazzez Pervan (derleyen), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul-2011, s. 217; Pülümür Kazası Genel Durum Raporu (1936) ve Mazgirt Genel Durum Raporu (1944), Dersim Harekâtı ve Cumhuriyet Bürokrasisi (1936-1950), içinde, Tuba Akekmekçi-Muazzez Pervan (derleyen), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul-2011, s. 4-5, 36-37, 335-339.

[40] Jandarma Umum Kumandanlığı, Dersim, s. 39.