Yönetmen Kazım Öz: ‘Kürt Sineması, sadece acıların sineması olmamalı’

SÖYLEŞİ: NEDİM ROJHAT YEŞİLÇINAR

Sansür, Türkiye’yi yönetenlerin hiç değişmeyen bir alışkanlığı. Örneğin, Fakir Baykurt 1962 yılında “Yılanların Öcü”ne dair sansür için şöyle diyordu: “Türkiye’de kitaplar ve oyunlar sansür edilemez. Biz sinemadakini kaldırtalım diye çabalıyoruz, onlar bütün sanatlara, yayınlara sansür getirmeğe çalışıyorlar… Meydanı uzun süre kendilerine bırakmayız, boşuna umutlanmasınlar.” Aradan on yıllar geçti,  2025’e geldik ve sansür, Baykurt’un “boşuna umutlanmasınlar” dediği yönetici mekanizmaların elinde, bolca kullanılan bir araç hâlâ! Son örnek, sinemadan,   “Oy’una Geldik” filmi… Yönetmen Kazım Öz’ün ilk komedi filmi yasaklandı. Öz ile filmini, yasaklanmasını, festivallerdeki iktidar oyunlarını, sansür ve otosansürü,   konuştuk…

-Tarih 25 Şubat 2025. Bir komedi filmi yasaklandı. Türkiye’nin güldürmeyen son trajikomik fıkrası böyle başlıyor değil mi?

Evet gerçekten de güldürmüyor. Yasaklanmış olması trajik. “Oy’una Geldik” adında bir komedi filmi ve onu da drama çeken bir yönetmen çekiyor. Türkiye’nin çok önemli komedyenlerden biri de başrolde oynuyor ama yasaklanıyor. Ama bir taraftan da komik hakikaten. Film vizyona tam da bir gün kala yasaklandı. Çok düşündüler herhalde. O da ilginç geldi bana.

-Süreç nasıl gelişti?

45 gün öncesinde bir başvuru yapmıştık. Sonrasında yaşanan süreci doğrusu çok merak ediyorum. Ne konuşuldu 44 gün boyunca, ne oldu, film kaç kez izlendi? Kim izledi mesela? Bence bu komisyon dışında da izleyenler oldu. Yani bu kadar geciktiğine göre, arada ne yaşandı? Diyelim ki ilk aşamada 3 kişi izledi. Buna onay verirsek ne olur diye düşündüler, karar veremediler. Üst komisyona havale ettiler. Üst komisyonda 9 kişi izledi. Yani normal işleyişinde gitse izleyip kararı verirlerdi. Geciktiğine göre demek ki başka bir süreç yaşandı. Bu 9 kişi karar veremedi.

-Sizce ne oldu?

Bunu ben de merak ediyorum. Acaba Sinema Genel Müdürü’ne mi gitti, bu müdür “Karar veremedim” dedi de Bakan Yardımcısı’na mı gitti? Bakan Yardımcısı’nın filmi izlediğini duydum çünkü.

-Peki kendisi bu kararı verebilir miydi?

Yasaklasa başı belaya girer, büyük ihtimalle izin verse de belaya girebilirdi. Bence Bakan’a dedi ki “Bunu bir de sen izle. Yani burada şöyle şöyle şeyler var, eleştiriler var, hiciv var ya da “Bizimle dalga geçiliyor filmde” demiş olabilir. Bence Bakan’a kadar bu iş gitti. Ama en merak ettiğim acaba Bakan mı bu cesareti gösterdi yoksa yasaklama cesaretini gösteremeyip Cumhurbaşkanı’na kadar gitti mi? Merak ettiğim  bu, Cumhurbaşkanı bu filmi izlemiş olabilir mi?

‘İlyas Abi, tadında oynadı, doğaçlamalar yaptı’

-Cumhurbaşkanı izledi mi izlemedi mi bilmiyoruz ama bir gerçek var, film seyircisiyle buluşamadı. Yani sizinle film üstüne konuşuyoruz ama izleme şansım olmadı. Sahi filminiz neyi anlatıyordu da yasaklandı?

Frankfurt’ta galası yapıldı, çok yoğun bir ilgi vardı. Tabii oranın seyircisinin algısı da buraya göre bir nebze farklı. Politik olarak sürgünde olanlar çoktu büyük ihtimalle. Ama film bittikten sonra “Sizce yasaklamakta haklılar mı?” diye sordum. İlk sorum bu oldu. Büyük çoğunluk “Hayır” dedi. Bir tanesi kalktı dedi ki “Hocam bence haklılar. Siz adamların kırmızı çizgilerini bayağı zorlamışsınız. Yani eleştiride bulunmuşsunuz. Bugünkü iktidara baktığımızda, kendi cephelerinden, kendi açılarından, kendi anlayışlarından belki de yasaklamakta haklılar. Çünkü bir filmin, bir sanatçının onları eleştirmesine alışık değiller.” Genelde sanatçılarla kurdukları ilişki malum. Cumhurbaşkanı, Dolmabahçe’de bir resepsiyon veriyor; bir fotoğraf çekilmişti, hatırlarsınız, ismini vermeyeyim ama bir komedyen böyle yerlere eğiliyordu. Tıpkı padişahın önünde eğilen kul gibi, dönemin saray soytarısının fotoğrafıydı sanki. Bu ilişki biçimine çok alışmış olduklarından filmi izlediklerinde büyük ihtimalle şok oldular. Çünkü biz, mevcut iktidarın ideolojik olarak savunduğu ve bu çerçevede kurduğu sistemin nasıl işlediğini, neye yol açtığını anlattık. Sağ olsun İlyas Abi de tam tadında oynadı, doğaçlamalar yaptı.

Yasağın gerekçesi ne olarak açıklandı?

Normalde Türkiye’de başvuru bir haftada yapılır, izin çıkar, yetişir. Ben 45 gün önce başvurdum. Bizim asistana da “İki günde bir ara” dedim. Arıyor. Diyorlar ki “Kurul daha izlemedi, yarın izleyecek, haftaya hallederiz, merak etmeyin…” Hatta “Bu kadar acele etmenizin anlamı yok” diye terslemişler de “Niye böyle zırt pırt arıyorsunuz? 21 Şubat’ta gösterim var, yetişir. Her yıl yüzlerce film izleyip veriyoruz?” demişler. Ben dedim ki “Sen ona takılma, iki günde bir ara, son güne geldik artık.” Gala yanlış hatırlamıyorsam saat yedideydi. Saat beşe doğru asistan aramış, demişler ki “Yetkili birinin araması lazım. Biz bilgi veremiyoruz.” Ben aradım, dedi ki “Ya filmle ilgili bir sıkıntı var, kurul bir şey yapamıyor, onay vermiyor.” Ben de “Bunun belgesini bana verebilir misiniz?” dedim. Onu da kabul etmediler, “Ancak yarın alabilirsiniz” dediler. Dolayısıyla resmi bir bildirim olmadığı için galada açıklamadım. Galayı yaptık, bitti. Diğer gün resmi olarak ben gittim oraya, “Bu film yasaklanmış” dediler. Hatta Sinema Genel Müdürü ile de görüştüm. O da “Böyle bir durum var, biz konuşacağız, edeceğiz, Pazartesi’ye kadar bekleyin” dedi. Halletmediler.

Yasaklanmış bir başka komedi yok

-Halbuki bir dönem filminiz için Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteğini alıyordunuz, şimdi adınız yasaklarla anılır oldu. Bu kimin eseri?

Picasso’ya bir Alman komutan “Guernica” tablosunu soruyor, “Çok büyük bir eser yapmışsınız” diyor. O da “Bu benim değil, sizin eseriniz” demiş. Şimdi burada da öyle. Bu yaşanan onların eseri, benim yaptığım bir şey yok. Bu bahsettiğiniz bir dönem destek verip diğer dönem yasaklama meselesinde, biz değişmiyoruz, onlar değişiyor. 2015’te hayata nasıl bakıyorsam, nerede duruyorsam, bugün de oradayım ama bunlar hakikaten cambaz gibi! Bir senin yanında, seni destekliyor, sonra bir bakıyorsun seni öldürmeye çalışıyor. Kendi çıkarlarına, mevcut konjonktürel havaya göre her an düşmanlarını dost, dostlarını düşman yapabiliyorlar. Onların ustalığı bu.

-Peki siz “Oy’una Geldik” filminin adını koyarken, daha vizyona bile girmeden “oyuna geleceğinizi” hiç tahmin etmiş miydiniz?

Sanatçı biraz daha öngörülüdür. Şöyle anlatayım, “Kesin oyuna gelmeyiz” demiyordum çünkü onlar bir şekilde bizi oyuna getirebilirler. O yüzden son ana kadar tetikteydim, her an yasaklayabilirler diye. İnsanın hep iyimser bir yanı vardır. Bu bir komedi filmi, Türkiye tarihinde bu şekilde yasaklanmış bir başka komedi yok. Belki de “oyuna geldik”, bilmiyorum yani.

-Öyle bir dönem ki bir yandan görüşmeler, barış mesajları, beklentileri var, öte yanda soruşturmalar, gözaltılar, baskılar. Bir dönemin gençliğini anlatan ama bir başka dönemin gençliğine de ilham veren Bahoz’da bir replik vardı: “Çok talihsiz bir kuşağız, sevgili atalarımız tüm işleri bize bırakmış.” Yaşadıklarınız karşısında hâlâ böyle hissediyor musunuz?

Evet, aynı şeyi hissediyorum. Bahoz’u çektiğim dönemde bu kuşak belki bir sonraki kuşağın kaderini değiştirebilirdi diye düşünüyordum. Bu konuyu konuşan karakterler, bir sonraki kuşağa bırakmayacaklar diyordum. Daha doğrusu böyle bir soru vardı kafamda. İyimser baktığımda büyük bir değişim, büyük bir kırılma da yaşandı. Bundan sonraki kuşaklarda yeni bir miras var. Ama yine de bazı meseleler için bir yük omzumuzda duruyor ve bu bir sonraki kuşağa da kalacak gibi görünüyor maalesef.

-Zer’de, ki ona da soruşturma açılmış, davaya dönüşmüş, kelepçelenerek gözaltına alınmıştınız, işte o filmde bir söz vardı: “Her şeyin bir sebebi, bir sonucu vardır. Şimdi senin de bu yolculuğa çıkışının bir sebebi var değil mi?” Bu yasaklar, sizin film yolculuğuna çıkış sebebinizin içini dolduruyor mu?

Bizim bir filmin yolculuğuna çıkmamızın sebebi tam da bu. Çünkü biz bir ilçe belediyesinin başkanı şahsında bir nevi Türkiye’yi anlattık. Dolayısıyla kendimizi de anlattık. O tablonun içinde biz de varız. Çünkü bize ne yapılıyor, biz ne yapıyoruz, bizimkiler ne yapıyor, iktidar ne yapıyor? Bütün bu soruları böyle bir mizahla bir bakalım istedik. Yani Ovacık özelinde… Baktığımızda başımıza gelen de bu yolculuğun bir sonucuydu.

‘Bahoz değil, komedi filmi yasaklandı’

-Komedi filmini sizin çekmiş olmanız da bir başka soru getiriyor aklıma. Evet, Bahoz’da, konunun tüm ağırlığına rağmen, espriler de güçlüydü. Komediye geçmek “tür açığını” doldurmuyor mu sizin sinemanızda, alternatif sinema, devrimci sinema, Kürt sinemasında?

Duyanlar şaşırdı, “Bahoz’un yönetmeni komedi filmi mi çekmiş? Üstelik de gişe komedisi gibi duruyor” dediler. Bakalım ne olacak diye bekliyorlardı, eleştirilerini kuşanmıştı bu kesim ama şimdi onlar da oyuna geldiler. Ne oldu? Düşünün ki Türkiye’de Bahoz değil, “Oy’una Geldik” yasaklandı. Tamam ona da engeller çıktı, bazı yerlerde dava konusu oldu ama sonuçta şu ana kadar çektiğim dramalar, acılar, politik aşk, direkt politik konular, siyasi konular, işlediğim filmler yasaklanmadı. Ama baştan sona komedi içeriği olan üstelik Türkiye’nin popüler bir oyuncusunun oynadığı film yasaklandı. Şimdi şöyle “Oy’una Geldik” üstünden beni eleştirmek için bekleyenler eleştiremeyecekler, çünkü devlet yasaklamış.

-Georges Bataille “Edebiyat ve Kötülük” eserinde “Yasak, ulaşılmasına engel olduğu her şeyi tanrısallaştırır” der. O nedenle eleştirilerin de mi önü kesilecek?

Eleştirmek isteyenler filmi izlese de eleştirmek istese de eleştirmeye kıyamayacak, çünkü filmi devlet yasakladı. Birden en politik film haline geldi. Yasak geldiğinden beri medyayı takip ediyorum, ana akım medyada da biraz yer almaya başladı. “Nasıl olur da bir film yasaklanabilir?” dediler. Mesela Fatih Portakal da bununla ilgili bir haber yapmış, sokak röportajları hazırlanmış, insanlara sorulmuş, “Türkiye’de komedi filminin yasaklanmasına ne diyorsunuz?” diye.

-Peki motivasyonunuz neydi? Sürekli acı ve politik hikâyelerin yanı sıra farklı bir üretime mi geçmek istemiştiniz?

Bu hikâye, bir Kürt kasabasından iktidarın hareket alanını görmeye çalışıyor, iktidar ve toplum arasındaki ilişkiyi inceliyor. Mesela siz Zaza Alevisiniz ve belediye başkanı olmak istiyorsunuz ama iktidar partisi dışında yolunuz yok. Başkan olabilmek için de hırsınız var. Olmak için ne hallere düşmeniz gerektiğine dair bir komedi bu. Ne hale düşebilirsiniz? Şimdi iktidar partisi İslamcı bir parti ama siz Alevisiniz, gidip sözde namaz kılmaya çalışıyorsunuz mesela. Yani dolayısıyla bu trajikomik durum beni bu filme itti. Ben genel olarak Kürt sineması yani Kürtlerle ilgili yapılmış filmlere dair şöyle düşünüyorum, sinemamız biraz sınırlı kaldı. Yılmaz Güney’den beri gelen sinemamızda, tür, janr sorunu var bence. Yani Kürt sineması, sadece acıların sineması olmak durumunda değil. Hatta bence çok acı yaşayan toplumlarda komedi de diğerlerine göre daha fazla olur. Mizah çok daha güçlüdür. Bir konu hakkında yazamayacağınız bir şeyi mizahla dile getirirsiniz. Acı ve mizah toplumumuzda paralel giden iki olgu. Bahoz da her ne kadar politik acılarla dolu, kayıplarla dolu bir hikâye olsa da içinde aşk var, aynı kızı sevmeye başlıyorlar. Orada mizah da ortaya çıkıyor. Politik bir eylemde, bir gazetecinin fotoğraf makinasına yakalanıyor ve manşete eyleme geç kalmış adamın fotoğrafı çıkıyor. O yüzden aslında sinemamız bence komediye daha çok yönelmeli diye düşünüyorum ben.

İktidarın gizli giyotinleri

-Sansür hep devletinki gibi açık, belgeli bir şekilde tezahür etmiyor. Siz festivallerden de çok çeken isimlerdensiniz. Yani bugün sansüre karşı ses çıkarılıyor, çıkarılmalı da elbette ama eleştirilerin odağındaki festivallerde bile dönen çark neden değişmiyor, değiştirilemiyor?

Evet, dediğiniz gibi devletin yaptığı sansür dışında bir de festivallerin yaptığı sansürler var. Aslında üç sansür biçiminden bahsedebiliriz. Biri, devletin tıpkı şu an “Oy’una Geldik” filmine uyguladığı sansür. “Ben bu filmi izledim, iktidar benim, sen bu filmi Türkiye’de herhangi bir yerde kimseye gösteremezsin” diyor. Bu bana ‘mertçe’ geliyor. İkinci sansür, gizli sansür, örtülü sansür… Devletin örtük ödeneği vardır, bazı işleri o parayla yürütür. İşte adı festival olan, yönetimi bulunan, filmler için kurulmuş bir seçici kurulu olan yerler. O jüriler ödül veriyor vermesine ama festivalde bir takiye yapılıyor. Ön seçici kurulda, yani filmi festivale seçen kurulda, gizli sansür uygulanıyor. Üç kişilik bir ekip, festivaldekilerin kulaklarına bir şeyler fısıldıyor. Onlara da devlet fısıldıyor. Bakanlıktan biri geliyor, mesela diyor ki “Kazım Öz’ün filmi bizim için sakıncalı. Bilginiz olsun.” Bu, başkana gidiyor, başkan da o seçici kurula diyor ki “Bunu seçmezseniz daha iyi olur. Kurul filmi izliyor.” Kurul da şöyle düşünüyor, “Ben bu filmi seçersem bana görev verenler bir sonraki yıl kesin seçmezler.”

Bir gazeteci gelip benimle röportaj yaptı, bana dedi ki “Ben bu röportajı seninle yapıyorum ya büyük ihtimalle gelecek yıl festivale davet etmeyecekler.” Sonra da röportajı iptal etti. Bana da “Filmi beğenmedim, o yüzden iptal ettim” dedi. Filmi beğenmeyebilirsin ama burada benim zamanımı almışsın, röportaj yapmışsın, sadece filmi de konuşmamışız. Seninle de Türkiye’yi konuşuyoruz şu an, sanatı konuşuyoruz, felsefeyi konuşuyoruz, Kürtleri konuşuyoruz, Türkleri konuşuyoruz. Böyle çok geniş bir röportaj yapmıştık. Yine de “Filmi gördükten sonra vazgeçtim” dedi. Halbuki benimle yaptığı konuşmada bunun cümle arasında sinyalini vermişti. Ağzındaki baklayı kaçırmıştı büyük ihtimalle… İşe o kurul da böyle bir rol oynuyor.

-Ve bu çark özellikle Kürt yönetmenleri mi vuruyor?

Evet, hatta şunu iddia ediyorum; Türkiye’deki festivallerin ön seçici kurulları, iktidarın gizli giyotinleri gibi. Orada özellikle de Kürt filmlerini eliyorlar.

Festivallerde ‘İyi Kürt-Kötü Kürt’ ayrımı da var

-Ama tüm Kürt filmlerini de elemiyorlar. Sizce neden?

Onun nedeni de şu, bakıyoruz festivalde Kürtçe bir film var. Hatta politik yanı da olan Kürtçe filmler var. Şimdi bunlarla ilgili ben bir şey söylediğimde bazı yönetmenler alındılar bu söylemime ama bu tür filmleri seçerken bir politika uygulanıyor. Kendine göre ılımlı olanı seçiyorlar. Kürt siyasetinin, “Türkiye’de devlet kendi Kürt’ünü yaratıyor” diye çok ciddi analizleri oldu ve bu bir gerçek. Bunun sinemada da yansıması var. İyi Kürt-Kötü Kürt tercihi yapılıyor ya da “Kara Kürt-Beyaz Kürt” ayrımı… Bunu nereden çıkarıyorum? Çok somut bir şekilde Bahoz’u almıyor mesela ama bir başka filmi alıyor, ona ödül de veriyor. Gizli bir el devreye giriyor. Bu gerçekten bir soruna dönüştü. Bunu söylediğimden beri bir yönetmen de bana selam vermiyor. Devlet sadece Türkiye’deki festivallerle sınırlı bırakmıyor bu politikasını. Polonya’da bir film festivalinde, Türkiye’den film seçiliyor, Türkiye’den bir sinemacı ya da film eleştirmeni danışman olarak gidiyor. İşte o danışman aslında devletin gizli bir uzantısı gibi orada politika uyguluyor. Yani benim filmlerimin uluslararası festivallere girmemesi için de çabalayan bir sistemle karşı karşıyayız. “Sınır ötesi sansür” diyoruz buna.

Otosansür, yaratıcısını filminin katili yapıyor

-Eduardo Galeano, “Her vatandaş bizzat kendi davranış ve sözlerini sansürleyen bir mekanizmaya dönüştüğü anda sansür gerçeğe karşı zafer kazanmış demektir” der. Peki otosansür de etkili değil mi bu süreçte? Üretimin en başında film yaratıcıları kendini dizginlemiyor mu?

İşte en önemlisi otosansür. Türkiye’de bunu daha çok konuşmamız lazım. Bu sistem, yaratıcısını filminin katili yapıyor. Makası senin eline veriyor, “Sen kes, ben kesmeyeceğim” diyor, “Sen kes!” Bana kestiremeyeceklerini bildikleri için kendileri kesti ama iddia ediyorum, son yirmi yılda Türkiye’de bir komisyon kurulsun, araştırma yapılsın, çok ciddi bir otosansür olduğu ortaya çıkar. Bakanlık sana “Şu sahneleri çıkar” da demiyor. Ya yasaklıyor ya da sen yasaklanmasın diye çıkarıyorsun. Yani aslında sinema sektörü oyuna gelmiş durumda! Bir dönem baktığınızda yazılı olarak sansür olmadığında “Türkiye’de sansür yok” diyebilirlerdi. Fakat sistem sana “Sahne çıkar” demiyor ama bu pratikteki uygulamada komisyon izliyor, yasal olmayan yolla haber salıyor. Diyor ki “Filmini izledik, şu, şu, şu sahneler çıkarsa biz geçirebiliriz.” Yapımcı, “Çıkar. Ben para yatırdım, paramı geri almak zorundayım.” diyor. Yönetmen çıkarmazsa yapımcıyla karşı karşıya gelecek. Öyle bir tezgâh kurdular ki şu an hiçbir sorun olmadan Türkiye’de sansür tıkır tıkır işliyor. Ta ki “Oy’una Geldik”e kadar… Şimdi bakacağız kim oyuna geldi? Bence bu sefer onlar oyuna geldiler. Oyun bozuldu çünkü, bunları deşifre ettim. Tüm sanat çevrelerinden bu yasayı yeniden tartışması için çağrıda bulunmayı düşünüyorum. Sansür ve oto sansür, gizli oto sansür meselesini yeniden masaya yatırıp konuşmamız gerek.

-Otosansüre olan bu tepkinizi daha önce Zer’de de göstermiştiniz değil mi?

Evet, aynen bu tavrım vardı. Benzer bir süreç orada da yaşanmıştı. Zer filminde de deşifre oldular. Ben sahneleri çıkarıp yerine siyah koymuştum. Yani seyirci bu filmde bir sansürün olduğunu bilmeli. Ben kendi başıma Türkiye’de anayasayı değiştiremem. Ama en azından şunu yapabilirim, onların bana yaptırmak istediği şeyi yapmam. Yaptıkları şeyi de deşifre ederim.