SÖYLEŞİ: ELİF EKİN SALTIK

“Bir ayağımız Anadolu’da diğer ayağımız Mezopotamya’da” diyerek 2016 yılında yola çıkan Babetna müzik topluluğu kültür sanat alanındaki tekelleşme ve her türlü zorluğa rağmen 9 yıldır müzik hayatını sürdürüyor. Zazaca “Başka türlü bir şey” anlamına gelen Babetna ismiyle çıktıkları sanat yolculuğunda Kürtçe, Türkçe, Ermenice pek çok dilde performanslar sergileyen topluluk için hem kendi şarkılarını yazıp hem Mezopotamya’nın ve Anadolu’nun zenginliğinden beslenmek; bunu da bir çatı altında kolektif bir bütünlükte harmanlamak önemli ve kıymetli…
Babetna müzik topluluğunun kurucusu Ciwan Ayaz ile müzik yolculuklarını konuştuk…
-Babetna Zazaca bir sözcük… Hem bu ismi seçmeniz hem de topluluğun bir araya gelmesi nasıl oldu?
Biz müzik emekçileriyiz. Sürekli sahnedeydik. Başka arkadaşlarla sahne yapıyorduk. Yani enstrümantalistlik yapıyorduk, çok da solistlik yapmıyorduk. Günün sonunda şöyle bir ortaklaşma sağlayabildik: Bizim emeğimizi kendimiz için yoğurmamız, emeğimizi bu kadar kolay satmamamız gerekiyor. Bir emeğin sonucunun anlamlı olabilmesi için bizim kolektif çalışmamız lazım. Bir güç birliğinde bulunup hem kendi şarkılarımızı yazıp hem Mezopotamya’nın ve Anadolu’nun zenginliğinden beslenip bunu bir çatı altında, kolektif bir bütünlükte harmanlayabiliriz. Bu fikrin etrafında toplandık. Bu bizim en güçlü motivasyonumuz oldu. Bu motivasyonla 2016 yılında grubu kurduk ve albüm çalışmasına başladık. Tabii önce repertuvar çalışması yaptık. Kendi bestelerimiz vardı; bir de geleneksel halk şarkıları vardı. Hepsini harmanladık. Tarzımızı da oluşturma derdimiz vardı. Uzun süre prova zamanımız oldu. Ondan sonra albüme girdik. “Babetna” ismi çok sonradan oluştu. Albüm bitti, isim bizim için çok önemli değildi, içerik önemliydi. Şans eseri ‘babetna’ kelimesini bulduk. Bunun yaptığımız ya da yapacağımız içeriği iyi anlatabileceğini düşündük. Başka türlü bir şey yapmak istiyorduk. Açıkçası çok da idealisttik. O yüzden albüm çıktı, grubun ismini koyduk ve böylece başlamış olduk.

-Bağımsız müzik de önemli bir yerde duruyor sizin için. Bugün müzik piyasasının geniş kapsamıyla devleştiği, tekelleştiği bir süreçte yaşıyoruz. Böylesi bir dönemde bağımsız müzik yapmak nasıl oluyor?
Dışarıdan müzik üretim sürecine bakıldığında çok nezih, pirüpak görünebilir arka planda. Çünkü şöyle bir avantajımız var: Müzisyen, sanatçı sahneye çıktığında idolleşebiliyor ve bu da onun insani yönlerini, hırsını geride bırakabiliyor. O artık “halkın sevgilisi” haline geliyor. Müziğin üretim süreci açıkçası çok ilgilendirmiyor artık dinleyiciyi, o meselenin yansıyanıyla ilgileniyor. Müziğin mutfağının çok özgür olmadığını, çok güçlü bir serbestlik içinde hareket etmediğimizi düşünmüyorum. Çünkü biz de bir yerde politik olmak durumunda kalıyoruz. Politiklikten kastım, pragmatik olmak zorunda kalıyoruz. Çünkü işin aslı, 2000’lerden sonra müzik üretim ve dağıtımı özellikle sosyal medyanın güçlenmesiyle birlikte değişmeye başladı. Bildiğimiz anlamda klasik prodüktörler ve prodüksiyonlar yok olmaya başladı ve artık bazıları bir günlük, bazıları ise belki yaşamının sonuna kadar popüler olacaktı. Halkın karşısına direkt kendini çıkarabilme, gösterebilme bir özgürlük olarak görülse de bir yerde popülizmi de beraberinde getirdi. Çok sert bir popülizmdi artık bu. Çünkü artık profesyonel hiç kimse yoktu arada. Sana bir imaj ya da müziğine bir şekil verecek kimse yoktu. Bu da çok önemli değildi artık, müziğin de kalitesi artık önemli değildi. Oysa yaptığımız iş biraz da bilgiyle, eğitimle ilgiliydi işin aslı. Aradan profesyonelleşmeyi, bilgiyi çekip aldığında kalan sadece, tutan şarkılar. “Şarkı tutuyor mu? Şarkı tutuyorsa bu çok iyi bir müziktir. Kitlen çok fazlaysa demek ki başarılısındır” sonucu kaldı. Bu anlamda ben bunu tam olarak bir özgürlük olarak görmüyorum. Bu bence “kaliteli bir müzik üretimi” için dezavantaj. Biz de bu dezavantajını yaşıyoruz, arada kalıyoruz. Bazen istediğimiz kitleyi, istediğimiz rakamları bulamıyoruz. Kendimizi yontmaya çalışıyoruz, müzikaliteyi tırpanlamaya çalışıyoruz. Bize de yansıması popülizm bağlamında olabiliyor. Sanırım bu saatten sonra başka türlü müzik yapılamaz… Kitleyi bulamadıktan sonra yapacağın müziğin de bir anlamı kalmıyor işin aslında.
Kürtçe müzik piyasasında tekelleşme
-Bu meselenin bir politik tarafı bir de ekonomik tarafı var. Müzik sektöründeki tekelleşmeyi düşündüğümüzde siz bu durumu nasıl sürdürebiliyorsunuz? Bugün içinde bulunduğumuz durum sizi nasıl etkiliyor?
Biz ağırlıklı olarak Kürtçe müzik yapıyoruz. Kendimize Kürt müzik grubu diyebiliyoruz yani. Kitle bağlamında da böyle bir karşılığımız var. Kürtçe müzik piyasasında da ağırlıklı olarak bir tekelleşme söz konusu, sadece bir iki kişi domine ediyor kitleyi işin aslı. Bütün biletler, seyircinin çoğu onlara gidiyor. Aynı seyirciyi de paylaşıyoruz ama seyirci müzikal anlamda doyumunu onlardan aldıktan sonra bize geri kalan kırıntıları oluyor. Seyirci kırıntı değil elbette, biz çok azından destek alabiliyoruz, faydalanabiliyoruz ya da çok azıyla bir karşılıklılık kurabiliyoruz. Bu dominasyon bizim için çok ağır. Ekonomik olarak bir şey kazanmıyoruz, ancak benim dünyamda Babetna’nın yeri büyük. Bundan dolayı ondan kaçamıyorum, ayrılamıyorum. Arkadaşlarımız da öyle. Belki de manevi boyutu çok güçlü olduğu için, belki de kendi müziğimizle sahneye çıktığımızda hiç hegemonik bir bağlam olmadan kazandığımız o üç kuruşu bile paylaştığımız için bir mutluluk hissediyoruz ve bu mutluluk her şeyin önüne geçebiliyor bir yerde. Bazen karamsar da oluyoruz ama günün sonunda vazgeçemiyoruz. Ciddi bir yozlaşma olduğunu görüyorum, biz müzisyenler buna en çok maruz kalanlarız. Dinleyiciler bunun çok farkında olmayabilirler tabii. Açıkçası hakikatin anlamını yitirdiği, bilginin gücünü kaybettiği bir dönemde yaşıyoruz. Ancak günün sonunda her şeyin yine bilgiyle üretildiğini, bütün notaların bilgiyle yine var olduğunu biliyoruz. Bilgiyi kenara atamayız diye düşünüyorum.

‘90’larla şimdi arasında müzikalite farkı var’
-Kürtçe, Türkçe, Ermenice pek çok dilde müzik yapıyorsunuz. Kürtçe, bulunduğumuz coğrafya itibarıyla da ayrı bir önemde. Kürtçe müziğin gelişim seyri açısından bugüne baktığınızda neler söylersiniz?
Sorduğunuz sorulara biraz karamsar yanıtlar veriyor gibiyim ama 90’larla şimdiki arasında müzikalite ve zenginlik açısından ciddi bir fark var. Şu an istediğimiz halde onu yapamıyoruz ve gittikçe yontuyoruz, tırpanlıyoruz müziğimizi. ‘Enstrüman sayısını düşürelim, vokal sayısını düşürelim, üçlü beşli sesi koymayalım, halkımız sade seviyor, davulu çıkaralım vs.’ Ve günün sonunda tek bağlamayla biz müziği tamamlayacağız gibime geliyor. 90’larda öyle değildi. Bir de sosyalist bir backgroundu vardı en azından. Kürt kültürüne ve müziğine öncülük yapan Mezopotamya Kültür Merkezinde Kürtçe kent müziği işi filizlendi. Ve grup mantığı vardı. Ben de o kültürle büyüdüm. Belki de onu atlatamıyorum.
‘Baskı arttıkça Türkçe şarkıları azalttık’
-Biraz da politik gündeme dair sohbet etmek istiyorum. Yakın bir zamanda Kürt sorununun demokratik, barışçıl çözümü için çağrılar yapıldı. Bunlar size neler hissettiriyor?
Babetna politik bir grup. Önce bunun hakkını vermem gerekiyor. Şuradan da yaklaşmıyorum, sadece Kürtçe okumak politik olmaya yeter değil. Öyle bir şey yok. Babetna paylaşımlarıyla olsun, anlatılarıyla olsun, politik bir grup. Kimi sıkıntıları halen yaşıyoruz. Bir konsere gittiğimizde repertuvar istiyor örneğin emniyet ve kimi şarkıları çıkarmak istiyor. Bir şarkıda “heval” sözcüğü varsa organizasyonu yapan arkadaşa “Nasıl heval derler? Hayır olmaz, onu çıkartmanız lazım, yoksa izin vermeyeceğiz” diyorlar. Ve çok ilginç, ben artık yaşanmaz diyordum ama normal bir kültür merkezi konserinde iki üç araba polis kapıda. Çok bir şeyler değişmedi işin aslı. Bu kısımda benim de kafam çok karışıyor.
Önceki çözüm sürecinden 10 yılı aşkın bir süre geçti. Bir Kürt olarak, gerçek bir çözüm olur mu, bekliyoruz. Bunu Babetna’nın müziğine de şöyle bağlıyorum. Biz yola çıktığımızda Anadolu ve Mezopotamya müziği ve naçizane kendi bestelerimizle var olacağız dedik. Etnik milliyetçilik yapmadık hiç. Tabii ki Kürt müzik grubuyuz, bu kesin. Ama sahnelerimizde Türkçe de okuyoruz, keyifle de okuyoruz. Zazaca, Ermenice okuyoruz, İspanyolca okuduğumuz oluyor. İktidar sertleştikçe biz de nasibimizi alıyoruz. Bir taraf sertleşince diğer taraf da değerlere tutunmaktan başka bir çare görmüyor. Bunu zaten sahnelerimizde de görmeye başlayınca Türkçe şarkıların sayısını da azalttık. Çünkü Kürtçe tekrar eskisi gibi baskılanmaya başlanmıştı. Baskı altında olan bu dil, bu kültür. Ben de ona tutunmayı bir hak olarak gördüm. Bu da hükümetin politikalarının sonucu.

Baskı, hem radikalleştiriyor hem apolitikleştiriyor
-Bir tarafta konserleri, etkinlikleri yasaklanan, baskılanan, sansürlenen sanatçılar. Bir tarafta da iktidara yakın duran bir kesim. Böylesi bir ayrışmayı yaşadığımız bu dönemde sanatçıların duruşu nasıl olmalı sizce?
İşin aslı bizim kendi konserlerimizi, kendi gücümüzle bir kültür merkezini kiralayıp, bütün ses sistemiyle, ışığıyla, biletiyle uğraşarak yapmak harcımız değil. Biz zaten müziğimizi yapıyoruz. Özgür bir ülkede olması gereken şuydu, sponsorluklarla belki belediyenin festivallerine davet edilmeyle, zaten birçok konserde yer alacaktık. Burada zaten eşitsizlik ortaya çıkıyor. Yani bir Türk grubu rahatlıkla bilmem kimin sponsorluğunda bir sürü konsere ve festivale gidebiliyorken biz bunu yapamıyoruz. Ve belki birkaç ayda bir kendimizi zorlayarak, muazzam bir stres altına girerek naçizane küçük bir salonda bir konser düzenlemeye çalışıyoruz. Burada muazzam bir haksızlık var zaten yani. Bana göre bu hakkaniyetsiz ve özgür olmayan ortamda bizim de çıkıp Kürtçeye ve bu kültüre sarılmamız hatta belki birçok konuda radikalleşmemiz de kaçınılmaz. Olması gereken bunları dile getirmek, bunu kabullenmek değil. Bazı solist, sanatçı arkadaşlarım da bunu doğal ve olması gereken şeymiş gibi görüyor. Onlar da kendi programlarını düzenliyorlar. Kimileri başarılı, kimileri başarısız. Ve “başarılı” olanlar günün sonunda komple apolitikleşiyor. Çünkü “Ben zaten kitleye ulaşıyorum” diyerek buna ihtiyaç duymuyor. İyi de bu doğal bir şey değil ki. Sen şirket değilsin. Çoğu sanatçı kendi şirketini kurmaya başladı. Düşünsenize ben kaç bilet satıldı diye sürekli bakmak zorunda kalıyorum. Ben nasıl hissiyatımı yansıtacağım ki karşıya? Bunun benim üretimimi sergilememe olan etkisini düşünsenize. Şimdi bunun için söyleyeceğin şey sadece politik olabilir. Çünkü bu bir sonuç. Sebep ne? Bir tarafta özgürce programlar yapan, Türkçe müzik yapanlar, bir sürü sponsorluklarla hareket edenler; diğer tarafta da zorluklarla küçücük salonlar ayarlayıp, onun kirasını düşünüp, bilet sayısını hesaplayanlar. Bunu söylediğin an zaten söylediğin şey politik bir şeydir. Ve bunlar çok konuşulmuyor. Bu 90’larda da böyle değildi, bir sürü sol fraksiyon da vardı, konserler yaparlardı. Biz Kürt gruplarını da davet ederlerdi, giderdik. Artık o da bitti. Artık sokağa çıkmanın bile kriminal hale geldiği bir süreç yaşıyoruz. En doğal hak arama yöntemi kriminal artık. İktidar başarılı bu konuda. Her türlü asimilasyon politikasında başarılı zaten. Çok derin tahribatlar yaratmış durumda. Özellikle son on yıl içerisinde. Toplanma, etkinlik yapma, festival düzenleme… Bu sadece yasakla da gerçekleşen bir şey değil sanırım. Çok basitinden sokakta arkadaşınla dilini konuşmak bile gerçekten kriminal hale geldi. Ya da kafede sadece Kürtçe konuşmak. Konsept olarak da kabul etmediler. Oysa İngilizce konuşabiliyorsun. İngilizce konseptli kafeler var…
Son olarak da şunu eklemek istiyorum; Babetna müziğine devam edecek. Çünkü biz anlamı burada bulduk. Yani bundan vazgeçmeyeceğiz. Konserimize 10 kişi de gelse bizi bildiği için gelmiştir ve bizim şarkılarımızı bildiği için gelmiştir. Bu bizim için yeterli memnuniyet verici bir şey.
