İYİLEŞMEK İÇİN YÜZLEŞMEK

GÜLNAZ KARATAY

Tertele günleri, Dersim, Hasan Saltık arşivinden…

 “Eşit bir yaşamda yol almak istiyorsak, gerçeklere doğru yürümek zorundayız…”

Tarihsel/toplumsal travma;  savaş, doğal felaketler, soykırım gibi nedenlerle ekstrem düzeyde ortaya çıkan, kuşaklar boyu süren fiziksel ve psikolojik yaralara yol açan,  beraberinde ayrımcılık, yoksulluk ve göç gibi olgularla yaşanmaya devam edilen kolektif  fenomenler olarak tanımlanıyor. Tarihsel/toplumsal travmalara çözülmemiş travmalar da diyebiliriz, çünkü büyük bir kısmı reddedilmekte, çok azı kabul edilse bile gerekli karşılıklar yerine getirilmemektedir.

Bireyler veya gruplar, onlar doğmadan çok önce gerçekleşmiş olsalar da bazı tarihsel olayların ortak hafızasına sahip olabilmektedirler. Bu yönüyle kolektif travma hafızası bireysel hafızadan oldukça farklı işlemektedir. Kolektif hafıza, olaylardan doğrudan kurtulanların hayatlarının ötesinde devam eder ve travmatik olaylardan çok uzak olan grup üyeleri tarafından dahi hatırlanır. Yaşanan olgulara doğrudan tanıklık etmeyen sonraki nesiller de travmayla ilgili kolektif hafıza inşa eder. Bu yönüyle, kolektif anıların sosyal kimliği yaratmak ve sürdürmek gibi önemli bir işlevi açığa çıkar. Elbette bu durumun tarihin gerçekçi  kaydını oluşturması beklenemez ancak bireyleri travmayla ilgili yaşayan öznelere dönüştürür. Özellikle Dersim 38 Tertelesi gibi travmalar, varoluşsal kaygıları güçlendirerek, özgürlük, bağımsızlık ve grup güvenliği için sürekli tetikte olma halini beslemeye devam eder. Travmanın kolektif anlam inşası üzerindeki bu etkileri, ironik bir şekilde, travmatik olay üzerinden  zaman geçtikçe giderek artabilir. Örneğin, terteleyle ilgili yüzleşme gereksinimi, beklenti ve talepler son zamanlarda daha fazla gündeme gelmeye başlamıştır.

Birçok tarihsel/toplumsal travmalarla ilgili  anlam krizi aşılamamaktadır. Anlam krizinden çıkamamanın en önemli nedenlerinden biri travmaların kabul edilmemesi ve yaşamını yitiren bireylerin ve yakınlarının onurlarının iade edilmemesidir. Bu nedenle tarihsel/toplumsal travmalarda hatırlamanın acı verici süreci kuşaklar boyu biçim değiştirerek devam edebilir.

Travma semptomları ve içselleştirilmesi

Gerek mağdurlarda gerekse sonraki kuşaklarda, toplumsal travmayla ilgili en başat duygular arasında  korku ve  güvensizlik yer alır. Güvensizlik , sürekli uyanık kalma ve tetikte olma ruh halini besler.  Bu uyanık kalma hali bazen tarihsel fail olmadığında bile devam eder, hatta toplumun geneline doğru genişleyebilir. Örneğin Japonya, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana, askeri harcamalarını oldukça azaltmasına rağmen, Koreliler Tokyo’nun bir gün saldırgan emperyal geçmişine geri dönebileceği ihtimaline karşı uyanık kalmayı sürdürebilmektedirler.  Dersim’de Tertele’yi yaşayan bir yaşlımızın, uzun yıllar boyunca, kapısı her çalındığında kendisini mutfağa kilitlemesi  ya da  bazı yaşlılarımızın sağlık hizmeti alırken kendilerine  kasıtlı olarak zarar verilebileceği ile ilgili tedirginlik yaşamaları, toplumsal travmalarda güvensizliğin toplumun geneline doğru nasıl genişleyebildiğinin somut örnekleridir. Mağdurların sürekli uyanık kalma gereksinimi hissetmeleri,  kaygı bozuklukları, uyku bozuklukları, depresyon, şiddet ve intihar eğiliminde  ve madde kullanımında artışa  götürebilmektedir.

Travmaya maruz kalan grupların/toplumların ortaya koymuş oldukları semptomlar, sözsüz davranışlar, keder ve bilinçsiz korkular, yeni kuşaklar tarafından adeta absorbe edilerek içselleştirilir. Sessizlik komplosu olarak ifade edilen  iletişim tarzında,  travmatik deneyimler, açık bir biçimde paylaşılmasa da  yeni kuşaklar bu deneyimleri  hissederek içselleştirir. Özellikle reddedilen  travmalarda, sonraki kuşaklarda açığa çıkan güvensizlik ve sürekli tetikte olma hali, gecikmiş adaleti tesis etmek üzere şiddeti besleyebilir ve toplumdaki anlam krizini daha da derinleştirebilir. Oysa travma sonrası aşamada  post-travmatik olgunlaşmayı  başaran ve etkili yüzleşme araçlarını kullanabilen toplumlarda yeni kuşakların anlam inşa süreçleri, gerçeklerle daha fazla bağlantılı olacaktır. Örneğin, Dersim Tertelesi ile  ilgili  sonraki kuşaklarda açığa çıkan mağdurları bir miktar kahramanlaştırma hali ve bununla ilgili öyküsel anlatılar, gerçekliği bir miktar değiştirmekte ve mağduriyeti maskeleyebilmektedir.  Özünde kahramanlaştırma eğilimi bir başetme biçimi olarak kullanılsa da  olayı gerçekliğinden uzaklaştırabilmektedir.

Failler ve inkâr mekanizması

Tarihsel/toplumsal travmalarda anlam inşa etme süreçleri mağdurlar açısından olduğu kadar failler açısından da gereklidir. Failler genellikle failliği inkâr etme, olayı hafife alma, olayın tarihsel hafızasını değiştirme, gerçek dışı gerekçeler üretme ve mantığa bürüme, çok nadir de olsa sorumlulukları kabul etme biçiminde tepkiler gösterebilmektedir. Sorumluluğun kabulü genellikle grubun kimliğinin belirsizleşmesiyle birlikte gelebilmektedir. Failler ya da fail  grupların,  ahlaki imajlarını korumak için sıklıkla başvurdukları savunma mekanizması  inkârdır. İnkar mekanizması mağdurlar açısından olduğu kadar failler açısından da anlamın gerçeğe uygun inşa süreçlerini kesintiye uğratır. 

Özellikle travmanın kolektif anlam üzerindeki etkisini anlamak, Primo Levi’nin gri bölge olarak tanımladığı  -kurbanlar ve failler arasındaki ayrımın her zaman net olmadığı ve mağdurların fail gibi davranabildiği- alan düşünüldüğünde daha da karmaşık hale gelir. Dersim Tertelesi göz önünde bulundurulduğunda, mağdurluk ve failliğin iç içe geçmiş hali, toplumu  en fazla anlam krizine sokan meselelerin başında gelmektedir. Bu gri alan zulmün içselleştirilmiş biçimiyle de karşımıza çıkabilmektedir. “Biz bunu hak ettik”, “Bizimkiler de rahat dursalardı”  biçimindeki söylemler bölgenin tarihsel,  ekonomik, sosyal, kültürel gerçekliklerinden oldukça kopuk, zulmün içselleştirilmesini açığa çıkaran ve mağdurları failliğe yaklaştıran  söylemlerdir. O nedenle tarihsel/toplumsal travmalarda karanlık bir geçmişle hesaplaşabilmek için, grubun bir kısmının kendi kolektif benlik algısını yapı-bozuma uğratması ve özüne uygun biçimde yeniden  inşa etmesi gerekir.

Toplumsal travmalarda süreklilik söz konusu olduğunda onarım ve iyileşme de gerçekleşmemektedir. İyileşme, kuşkusuz kendiliğinden gerçekleşebilen bir süreç olmayıp birçok boyutta yüzleşmeyi, yeniden organize olabilmek için toplumsal ve ailesel düzeyde  rehabilitasyonu gerektirir.  Ancak bırakınız sağlıklı yüzleşme süreçlerinin işletilmesini, toplumsal travmalar süreklilik arz ettiğinde, toplum kendi kendini onarım şansı dahi bulamamaktadırlar.

Neden mi, nasıl mı?

Toplumsal travmalar birbirinden farklı biçimlerde gerçekleşmiş olsalar da, yol açtığı sonuçlar ve evrensel düzeyde çıkarılacak dersler benzerlik gösterir. Genel olarak tarihsel travma hafızası hayat kurtaran etkinliği teşvik etmektedir. Dolayısıyla, insan eliyle açığa çıkan toplumsal  felaketlerle ilgili kolektif hafıza gelecek nesillerin varoluşsal tehditleri nasıl tanımlayacakları ve nasıl yanıt verecekleri konusunda rehber görevi görebilir. Hatırlama aynı zamanda evrimsel bir varoluş halidir, çünkü uyanıklığı ve hayatta kalmayı teşvik eden bir etkinliktir. Ancak yeni nesillerde bu varoluşsal tehditler için tetikte olma halinin “şiddet içerikli” mücadele araçlarına dönüşmemesi ve daha fazla mağduriyet oluşturmaması için anlam inşa süreçlerinin sonraki kuşaklar açısından da önemi büyüktür. 

Bunun için toplumun ‘Neden?’ sorusundan çıkıp, ‘Nasıl?’ sorusuna odaklanması gerekir.  Toplumsal travmalarda ‘Nasıl?’ sorusunu sorabilmek, hem anlam inşa etme süreçlerini hem de iyileşme süreçlerini kolaylaştırır. Örneğin; Nasıl iyileşebiliriz? Toplumsal olarak aşırı parçalanmışlıktan çıkıp yeniden nasıl organize olabiliriz? Yeni kuşakları travmanın etkilerinden nasıl koruyabiliriz?  Nasıl yardım grupları oluşturabiliriz? Toplumun en fazla etkilenen kesimlerinin acılarını nasıl hafifletebiliriz? Hukuksal taleplerimizi nasıl oluşturabiliriz ve iletebiliriz?

Sonuç olarak; Tarihsel/toplumsal travmalara toplum ruh sağlığı perspektifinden bakıldığında; sadece maruz kalanları değil sonraki nesilleri de etkileyerek, kuşaklar boyu sürebilen fiziksel   ve psiko-sosyal yakınmalara yol açtığı düşünülmektedir. Tarihsel/toplumsal travmaların etkisiyle ortaya çıkan bütün bu sonuçlardan ve yol açmış olduğu  toplumsal maliyetten kaçınmanın en önemli aracı ise  öncelikle travmaların kabul edilmesi, yüzleşilmesi ve bir daha açığa çıkmaması için  önleyici politikalar geliştirilmesidir.

Kaynaklar

Hirschberger,G (2018). Collective Trauma and the Social Construction of Meaning. Front Psychol.  9: 1441).

Holmes, J. (2015). Why Korea still fears Japan. The National Interest. Available at: http: //nationalinterest.org/feature/why-korea-still-fears-japan-13725

Karatay G, Günderci A,  Demir MC,  Gürarslan Baş N, Çevik Y (2017). The Psychotraumatıc Effects of ‘Dersim 38’ On The Second and Third Generatıon.  Academic Research  International.  8(2): 78-88.

Klem, S.H., Burrage,R.L. (2019). The Impact of Historical Trauma on Health Outcomes for Indigenous Populations in the USA and Canada: A Systematic Review. American Psychologist. Vol. 74, No. 1, 20 –35.

Levi, P. (1959). Survival in Auschwitz. New York, NY: The Orion Press.

Karatay, G. (2020). Tarihsel/ Toplumsal Travmalar ve Kuşaklararası Aktarımı Biçimleri Üzerine. STED,  29 (5), 373 – 379.