Ateşi yasaklarsan alevi göğe varır!

AYŞEN ŞAHİN

Newroz nedir bilmezdim çocukken, bahar gelince atlıyorduk dilekler dileyerek ateşlerin üzerinden.

Demirci Kawa’yı okuduğumda ortaokuldaydım, Newroz ateşini anlamam o zamanları buldu.

Seneler geçti, üniversiteyi kazandım. Şimdikine benzer ama görece daha güçlü bir mücadele vardı ülkenin dört bir yanında.

Biz de işte en çok da YÖK’e karşı olmak üzere alanların, meydanların öğrencileriyiz, farklı siyasetlerden, farklı coğrafyalardan ama genelde de bir aradayız eylem anında.

Her sene Newroz’da bir ateş yakardık kampüsün meydanında, şarkılar türküler, halaylar, Newroz’a yakışır şekilde kutlardık illaki.

Bir sene haber geldi rektörlükten, “Bu sene Newroz için kampüs içerisinde ateş yakılmasına izin verilmemiştir. Kampüse yanıcı madde, lastik sokmak yasak olup ateş yakmaya çalışanlar hakkında soruşturma açılacaktır.”

Günümüzde Dehaqlar bir değil, herkes kendi hükümdarlığının Dehaq’ı işte.

Dedektörlü kampüs

Kampüste üç fakülte var, o dönem birbirimizin fakültesine girmemiz bile yasaklanmış.

Kampüse girerken dedektörden geçiyoruz. O zamanlar AVM’lerde o kapı dedektörlerden yok daha. Hatta AVM bile pek yok; ya birdir ya iki İstanbul’da.

Ama bizde var metal dedektörü, çantanın fermuarına bile öter ama ne hikmetse içeri satırla giren faşistlere sesi çıkmaz. Kampüse girerken dedektörden geçip çantayı döküp üzerini arattığın yetmezmiş gibi bir de fakülte kapısında aynı dedektörden geçip kimlik gösteriyorsun yeniden. Siyasal’ın kapısındaki özel güvenlik rektörün yeni kuralını bağırıyor; “Sadece siyasiler, Hukuk giremez, İktisat giremez.” 

Siyasal’a sadece Siyasal öğrencileri girebilir demek istiyor ama kurduğu cümle bugün bile geçerli bir durum tespiti gibi.

Üniversitede muhalif öğrenciyi metrelerce öteden tanımak mümkün o zamanlar. Kotumuz, fitilli kadife pantolonlarımız, yeleklerimiz, el örgüsü hırkalarımız, boğazlı kazaklarımız, şile bezi fularlarımız ya da boynumuzda yemeniler…

Bir de apolitikler var. Onlar daha şıkır şıkır. Erkeklerin kiminde ütülü gömlekler, kiminde yuvarlak yaka tülermemiş yeni kazaklar, postal, bot değil de makosen ya da markalı spor ayakkabılar. Kadınlarda da kimi zaman topuklu botlar, pabuçlar, ince çorapla şık etekler oluyor.

Bir öğrenci katledildiğinde, bir hak kaybedilmeye kalkışıldığında, yemek zammı söz konusu olursa ya da bir akademisyen açığa alınmaya kalkılırsa amfilere girip bildiri okuyup boykot çağrısı yapıyor siyasiler (!).

İşte bu şık apolitikler de “Offf ders düşecekse neden geldik okula madem, biz gelmişken dersi yapmak istiyoruz.” diye taş koyuyorlar bazen.

Güvenliğin “Sadece siyasiler” anonsu ile bizi karşıladığı bir gün, bu arkadaşlardan biri “Abi ben siyasi değilim, apolitiğim ama burada okuyorum, ben şimdi giremeyecek miyim?” demişti de hata veren bilgisayar ekranı gibi bomboş kalmıştı özel güvenlikler.

Newroz’a böyle bir güvenlik kontrolü dehşetinde, rektörün yeni yasağıyla giriyorduk.

‘Kürtçe bilmeye gerek yok ki…’

Geldi Mart’ın 21’i, kapıda güvenlikler artırılmış, duvar diplerinde volta atan yeni güvenlikler de var. Sabahın daha sekizinde yepyeni siviller konuşlandırılmış fakülte kantinlerine.

Dört koca adam önlerinde bir sayfa fotokopi kağıdı koymuş öğrenci taklidi yapmaya çalışıyorlar masalarda. Nitelikli kadro o zamanlar da bir sıkıntıydı herhalde.

Geçen sene yoktun, bu sene yoktun, evvelsi hafta yoktun, dün de yoktun. Bugün kantinde sağı solu keserek çay içen sen, bir anda öğrenci mi oldun?

Biliyoruz, bilmezden geliyoruz, hallerine kıs kıs gülüyoruz.

Hayat normal akıyor gibi duruyordu, kantinde sohbetler demleniyor, dersi gelen amfisine girip çıkıyor, koridorda ikili üçlü gruplar volta atıyor…

O zamanlar cep telefonu pek yok daha. Nasıl oluyordu da başarıyorduk şimdi aklım ermiyor ama her büyük eylemde olduğu gibi Newroz’da da bir anda ve aynı anda üç fakülteden zılgıtlarla çıktık meydana.

Üç fakültenin de kapısının açıldığı geniş alana doğru oluk oluk akıyorduk. Turan Emeksiz anıtı yönünden bir traktör lastiği belirdi olanca heybetiyle.

Siz hiç traktörden sökülmüş bir lastiği yuvarladınız mı? Öyle büyük, öyle devasa ki.

“YÖK’ün kurmaylarından biri madem kutlanmayacak buyurmuş o halde görsün bakalım Newroz yasak tutar mı?” dercesine.

Lastiğin arkasından renkli yerel giysileriyle kadınlar belirdi. Ellerindeki sepetlerden renkli şekerler saça saça…

Zılgıtlar zannımca Süleymaniye’den bile duyulmuştur.

Bendirler çıktı meydana.

Lastik hazırlanırken alev almaya, bir şiir okundu Kürtçe, sonunda bir cümleyi haykırdı okuyan.

Bir ağızdan tekrar etti herkes. Yanımdaki bir arkadaş dedi ki diğerine “Sen Kürtçe biliyor musun? Nasıl anladın ne dediğini de tekrarlıyorsun?”

Yanıtladı diğeri: “Dostum bu tonlama, bu ses, bu kelimeler, insanın Kürtçe bilmesine gerek yok ki kimlere sövüldüğünü anlamak için? Dehaq’tır bir çeşit, bugün Newroz. Hepimizin başındaki aynı derttir.”

Şiir bitti alkışlarla, tam davulla zurna başlayacaktı ki bir telsiz sesi duyuldu insan selinin arasından. Bir refleks gibi yılandan kaçarcasına açıldı insanlar on saniye içinde.

Ortada öğrenci giyimli bir sivil kalakaldı tek başına.

Bekledik küfür kıyamet söylensin, bekledik tehditler savursun, bekledik emirler versin.

İnsanlar içinde yalnızlığına bakar gibi gözleriyle etrafı tarayarak elini beline attı, telsizi çıkardı. Sesini kapatırken, “Ayy açık kalmış bu da, neyse iyi eğlenceler herkese” dedi ve başı önünde uzaklaştı.

‘Newroz bizim be’

Davula indi tokmak, halay üç geniş halka şeklinde başladı.

İşte o sıra şaşırtıcı bir şey oldu; apolitikler çıktı ortaya. Tüm fakültelerden aynı anda, binlerce öğrenci birden. Daha önce hiçbir eyleme katılmamışlar çıktı sahneye, son sivilin de kampüsü terk edişini duymuşçasına. Tereddütsüz girdiler topuklu ayakkabıları, ütülü gömlekleriyle o gençler de halaya. Ömrümün en büyük halaylarındandı, altı kocaman daire iç içe dönüyorduk biteviye.

“Hayırdır?” dedim bir ara yanımdakine, “E Newroz hepimizin değil mi ya?” dedi. 

Üçüncü kere haykırıldığında “Newroz Piroz Be!” demeyi de öğrendi.

O, “Newroz bizim be” diyoruz sanıyormuş meğer.

O gün traktör lastiği belki gece yarısına kadar yandı, sönmedi. Kimse de üzerimize su sıkmaya gelmedi. Gelemedi.

Üzerinden atlarken saçlarımızın ucu, erkeklerin bıyıkları, Aksaray alt geçitten alınmış ucuz botlarımızın tabanları, pantolonların dikişleri, eteklerin uçları tutuştu.

Dumanı Kadıköy’den görünecek kadar tüttü.

Diyordu ki:

Yanacaksak yanalım, bahar yasak tanımaz ancak bizim ateşimizle gelir.

Onca Dehaq varsa bunca da Kawa var karşısında.

Bahara yasak konmaz.

O illaki gelir, eninde sonunda…