Çemişgezek/Çimisges: HERKESİN VE HİÇKİMSENİN ŞEHRİ

ELİF ESER

“Zerreyiz zâhirde ammâ katreyiz her dîdede

Cûş edip ol  katreden biz ayn-ı deryâ olmuşuz”

Nüzhet Dede

Ulu Tanrı, bir gün, bir suyun başında öylece otururken suya daldırdığı eline bir avuç toprak aldı ve savurdu etrafa; suyun çevresinde bir kara parçası oluştu. O su kırk gözeli Tağar Çayı’dır; o kara da işte bu Çemişgezek’tir. Yılan dağının sırt verdiği Kırklar Dağı’na nazır bu yer öyle güzel göründü ki Tanrıya, kendi kendine “Böyle bir güzellik tek başına olmaz, yazıktır” diye düşündü. Beş gün boyunca meşelerin, piç fıstıkların, söğütlerin kapladığı ormanları; Kırklar’dan Yılan Dağı’na, oradan ta ufkun sonuna kadar uzanan yaylaları; Ali Boğazı’ndan Munzur’a kadar sırt sırta vermiş bu dağları; kaleleri, kiliseleri, camileri, kümbetleri, köprüleri, hanları, hamamları, çeşmeleri, köşkleri, ulu ulu çınarları Çemişkezek’e nizam’ül harikayla yerleştirdikten kelli, bir günde geri kalan dar-ı dünyayı var etti. Son bir gün öyle yorulmuş olacak ki Tağar Çayı’nın gözelerindeki bir söğütlükte uyuyup kaldı.  Bu dünya işte Tağar Çayı’nın göz pınarlarına kurulmuş Çemişgezek’in yüzü suyu hürmetine var olmuştur. Yaşam şol dünyaya o vakit baki kılınmıştır.

Fotoğraflar: Nejla Dokur, Medayin Demirbaş

Her nereden yola çıksanız mutlaka Çemişgezek’ten geçer yolunuz. Oraya uğramayan ulus, din, kavim kalmamıştır. Horasan’dan, Tebriz’den, Moğol’dan, Çin u Maçin’den, Arap Yarımadası’ndan, Safevî diyarından tutun da Balkan’dan ta Frengistan’a kadar nice seyyahlar, padişahlar, komutanlar, ordular, şakiler gelmiş de hepsi kendinden bir renk, bir ses, bir söz, bir iz bırakmıştır.  Camilerin, hamamların, bir sokağın sırt sırta vermiş evlerinin omuzuna yaslanmış bir kilisenin yıkık duvarlarında, yere gömülmüş bir hamamın, kale surlarının tüm taşlarında farklı zamanların, farklı lisanların, farklı izanların izini bulursunuz. Dünya kadar eski olan bu şehir bu sebeple bir dünya şehridir de. Herkesindir de hiç kimsenin değildir de.

Aliboğazı; ‘Şahin kanatlı şaki yurdu’

Kışın bahara evrildiği, henüz Tebruzi güllerinin açmadığı günlerde sisli sabahlar sarar etrafını Çemişgezek’in. Bir masal ülkesi gibi, her an karşınıza periler, devler, cüceler, yedi başlı ejderhalar, prensler, şövalyeler çıkacakmış gibi… Bir kaya odasının tepesine kurulmuş kâgir binadan Rapunzel saçlarını sarkıtacak, ceylanların indiği yamaçlardan bir kurt ‘Kırmızı Başlıklı Kız’a kumpas kuracak, Nasrettin Hoca eşeğinin terkisinde şu cumbalı evlerin önünden geçecek gibi masalsı… Tağar Çayı’nın büyülü sesiyle geçmişe ışınlanmış, şimdiki zamanı unutacakmışsınız gibi. Sanki bütün masallar oradan yayılmış bütün dünyaya.

Kişnikar Şelalesi, Deli Deccal Deresi coştu mu sisli sabahlar yerine dünyanın öbür ucuna kadar kokan Harput gülleri tomurcuklanır, sonra açar beyaz beyaz. Aşağıdan yukarıya doğru yeşillenir şehir; Şavaklı çobanlar/sürü’cüler Yılan Dağı’na doğru, oradan Dersim’in, Bingöl’ün Erzurum’un yaylarına kadar kona göçe düşerler yollara. Yeryüzünde o kadar çok koyun başka hiçbir yerde yoktur belki de. Yılan Dağı bu yolculukların çocuğudur;  Şavaklı bir gelinin bedduası olarak durur orada öyle, kara bir yılan gibi Ovacık’ın, Xozat’ın, Çemişgezek’in ortasında. Öte yüzünde, Şah-ı Merdan’ın Zülfikar’ının yardığı Ali Boğazı, “Şahin kanatlı şaki yurdudur, girilmez” derler.

Geçmiş zamanın nişâneleri…

O girilmeyen kanyondan başlar Çemişgezek, taş işçiliğinin hünerlerinin sergilendiği, türlü işlemelerin, çinilerin bir lubetgâhına dönüşür; Tağar Köprüsü, Süleymaniye Camii, Yelmaniye Camii, çeşmeler, taş evler, konaklar, sarnıçlar… Kifayet, bir zaman makinesi gibi dolaşır hünerli ellerde biçim bulan taşlarda. İsa’nın zamanından binlerce yıl önce farklı motifler, taşlar, teknik başalar; Ermeni taş ustalarının sırrı gri bir bulut gibi dağılır duvarlara. Değişen dini, ulusal, kültürel yapılara rağmen bu sır korunur o duvarlarda. O duvarlar geçmiş zamanın birer nişânesi olarak üst üste durur orada öyle.

Ama ne yazık ki günün kapitalist aklı, ‘turizme açıp zenginleşmek’ histerisiyle yıkıyor o duvarların sırrını. Taşın, can bulup konuştuğu bu duvarların dudakları paranın kiri ile mimleniyor. Tağar Çayı’nın gözesine saplanmış bir hançer gibi duran balık çiftliği, kanatıyor bütün gözeleri. Belki de Tanrının kendi eliyle oyduğu İn Mağaralarının yamacına kurulan paslı demirle sınanıyor dervişler…

Ve bütün bunları övgüye değer gören resmi devlet tabelaları. Dersim’in ve belki dünyanın bu en güzel şehrinin böyle sahipsiz olması ne kötü. Hele Dersimlilerin, Çemişgezek’i Osmanlı romanlarındaki Sürgün Yeri olarak görmesi ne kötü. Hierapolis, Çismiskes ya da Çemişgezek, bir güzide Dersim şehridir ve Nüzhet Dede’nin dediği gibi baş eğmezdir:

“Nüzhet, etmem şah-ı iklim-i cihane ser-furû/Varlığım yok, gayret-ü namûs-u arım kalmamış.”

Dedikodulara da kulak asmaz; tüm farklılıklarıyla Dersim’in bir güzel yurdudur…