Hafızasını Unutmamış Kent

ARİF NACAROĞLU

Murad Uçaner’in kuyumcu titizliği ile topladığı, derlediği ve bildiklerini Antep’in taş duvarlarına anlattırdığı “Hafızasını Kaybeden Kent ANTEB” kitabının imza gününü yapmak için, avlusu Ermeni çocuklarının hayaletlerinin cıvıltılarıyla dolu taş evdeyiz. NAR Sanat Derneği’nin bu eşsiz mekânı, sanatın, eğitimin, emeğin kullanımına sunmuş olması çok değerli.

Sadece Antep mi ki hafızasını kaybeden kent? Bitlis, İstanbul, Mardin, Adana, Maraş, Van, Kars ve daha nereler, buralardan, uzak diyarlardan. İnsanlık tarihini dünyanın tüm taşlarına yazsak sığar mı?

Ne güzel okuyanları var kitabın. Nazmi, Şeyhin bir gecede Mekke’den getirip camiye koyduğu rivayet olunan Kabe taşını bulmak için camiye gidiyor. Taşı bulamayıp kitabın yazarı sevgili Murad’ı arıyor. Taşın caminin kadınlar için ayrılmış bölümünde olduğunu öğrenince gidip taşı buluyor. Dinliyor ki ses yok. Tüm taşlar, duvarlar bir şeyler fısıldıyor, o suskun.

“Taş” işte. Bir gecede şeyh gidip Kabe’den alıp gelmiş, ister inan ister inanma.  

 Ya yerinde olmayanlar? Nersesyan okulu? Kayacık Kilisesi?

Murad, yerinden sökülen, izi, tozu yok edilen okulların, kiliselerin, evlerin ruhlarını bulmuş. Bir zamanlar, bir yerlere yazılmış olanlar unutulmuyor işte. Hele taşa yazılanlar hiç unutulmuyor. Hititleri, Romalıları, Fenikelileri, Likyalıları, Miletlileri, Frigyalıları ve nice uygarlıkları taşlardan tanıyoruz. Taşlardan okuyoruz yazılanları, olan bitenleri.

Ama Murad’ın kitabında hem taşları okuyoruz hem sadece bizim kulağımıza fısıldadıkları sözleri duyuyoruz kendi dilinde.

Yoksa nereden bilecektik bir zamanlar Hürriyet Caddesi diye bir cadde olmadığını? Nereden bilecektik Anteb’in, Tutak’ın Anteba köyü ile ilişkisini? Nereden bilecektik 1895’i. Nereden bilecektik kahveci Mıstık’ı? Nereden bilecektik kaymakam Zeki’nin katlettiği güzel, talihsiz Araksi’yi? Nereden bilecektik adı sanı yok olan Köse Mustafa Paşa’yı?

“Hafızasını kaybeden kent” diye okumaya başladığımız kitabı “Hafızasını unutmamış kent-Anteb” sevinciyle bitiriyoruz. Hafızasını unutmamış Anteb taşlarının fısıltılarını duymuş, anlamış olmanın heyecanı ile okuyoruz son satırı;

“Güneşi balçıkla sıvayamazsın”