Yeniden ‘AÇILIM’ Söylemi ÇÖZÜM İÇİN Mİ, SEÇİM İÇİN Mİ?

Söyleşi: MELTEM AKYOL

Yine yeniden ve tam da bir seçim arifesinde, ‘yeni bir çözüm sürecinin kıyısındayız.’ Öyle diyor iktidara yakın-uzak bazı köşe yazarları. Örneğin Mustafa Balbay Cumhuriyet’te 8 Haziran 2022 tarihli yazısında “Yeni bir açılım mı?” diye soruyor, yanıtını da kendi veriyor: Erdoğan “MHP’yi ürkütmeyecek yeni bir açılım planlıyor.”

Erdoğan’a yakın kalemlerden Abdülkadir Selvi ise 17 Haziran 2022 tarihli köşesinde “Öcalan’a görüş izni verilecek” başlığı ile yazdığı yazıda bu bir çözüm süreci değil” diye de ekliyor. Ki Selvi’ye göre zaten bugün Kürt sorununda birkaç şey dışında bir sorun kalmadı.

Siz bu dergiye ulaştığınızda muhtemelen bu türden yazı ve açıklamalara yenileri eklenmiş olacak.

Çözüm tartışmalarına halihazırda devam eden Kobanê davası ile başka onlarca dava eşlik ediyor. Bir yandan Kürt siyasetçiler siyaset yapamaz duruma getirilirken bir yandan HDP kapatılmak veya çalışma yürütemez hale getirilmek isteniyor. Burada HDP üzerinden muhalefetin de farklı bağlamlarda sıkıştırıldığını hatırlatmaya gerek yok. Beri yandan Suriye’de ve Irak’ta gerilim ve çatışmalar devam ediyor.

Düğününde sarı, kırmızı, yeşil şal taktığı için damat ve dokuz akrabası tutuklanıyor; gözaltına alınan müzisyenlere ‘Neden Kürtçe çaldınız?’ diye soruluyor.

Yani sadece HDP’ye değil, bir bütün olarak ‘makbul olmayan’ Kürtlere yönelik politikanın yegâne aracı malum, devletin sopası!

Peki nasıl oluyor da Türkiye siyaseti parti kapatma, operasyon ve baskı ile ‘çözüm’ü, bir arada konuşabiliyor? Yeni bir çözüm sürecinin zemini var mı? HDP kapatılır mı? vb. soruları, Kürt meselesine ve devletin Kürt politikalarına dair tarihsel-güncel araştırmalarıyla bilinen Prof. Dr. Mesut Yeğen’e yönelttik.

Mesut Yeğen fotoğrafları: Erdost Yıldırım

Sözü fazla uzatmadan sorayım, siz Türkiye’de çözüm süreci için bir zemin görüyor musunuz?

Yakın bir zamanda seçimler yapılmayacak olsaydı, ‘ortada bir çözüm süreci zemini vardır’ demek mümkün olmazdı. Türkiye siyasetinin dengeleri şu anda iktidar tarafından –hem iktidarın kendisini konumlandırdığı yer açısından hem devletle ve devletin içerisindeki odaklarla ve başka siyasi gruplarla kurduğu ilişkiler açısından– bir çözüm süreci başlatmaya müsait görünmüyor. Amma velakin ortada iki tane önemli vaka var:

Birincisi, Kürt meselesi bütün azametiyle ortada duruyor. Her zaman ilgilenilmeyi bekleyen bir sorun bu ve 2015’den beri yürütülen ilgilenme biçiminin de bu meseleyi halletmediği ortada. Bu bakımdan yeniden çözüm süreci benzeri enstrümanlarla meseleyle ilgilenilmesi sürpriz sayılmayabilir. Ama yine de ortada yaklaşan bir seçim olmasaydı, Kürt meselesinin sözünü ettiğim azametine rağmen, ‘yeniden bir çözüm süreci mümkün mü?’ ya da ‘bunun olabileceğine dair işaretler mevcut mu?’ sorularını sormaz, bir çözüm süreci ihtimalinden söz etmezdik. Ayrıca sözünü ettiğim işaretleri önceleyen, bütün bu ihtimalleri konuşmamızı biraz makul kılan bir büyük işaret geçtiğimiz ocak ayında zaten verilmişti. Erdoğan’ın “Demirtaş, asıl Öcalan’a hesap verecek” minvalindeki açıklaması… O açıklamadan anlaşıldı ki iktidar seçim yaklaştıkça, en azından Öcalan’ın devreye girmesini sağlayarak, Kürt meselesi etrafındaki siyasete bir şekilde müdahale etmeye hazırlanıyor. Bunun da bir açıdan baktığımızda yine sürpriz tarafı yok.

İkincisi, bütün işaretler iktidarın önümüzdeki seçimde, cumhurbaşkanlığını ya da hem cumhurbaşkanlığını hem de parlamentodaki çoğunluğunu kaybedeceğini gösteriyor. Ve bu durumu değiştirmek için iktidarın elinde fazla bir enstrüman da kalmamış durumda. Örneğin, iktisat siyaseti açısından elinde kullanabileceği tüm araçları kullanıyor ama işler giderek kötüye gidiyor. Buna mukabil karşısında –CHP’den ve İYİ Parti’den oluşan– aşağı yukarı yüzde 40’lık bir seküler blok yerleşmiş durumda. Onun yanında AK Parti’den kopmuş olan ama henüz Millet İttifakı’nın içerisinde olup olmayacağı kesin olmayan bir 5 puanlık da muhafazakâr kitle var. Ve bu kitle de artık yeni partilerini bulmuş gibi görünüyor. Bir de yüzde 15 kadar HDP’ye oy veren ve AK Parti’ye küskün bir Kürt kitlesi var. Yine bir yüzde 5 kadar da AK Parti’den yavaş yavaş yüz çevirmeye başlamış ama gideceği yer belli olmayan bir muhafazakâr kesim var. Bu tablo şunu gösteriyor: İktidar Ak Parti’den yüz çeviren son gruptaki muhafazakârları yanına çekse bile seçimleri kaybetmesi kaçınılmaz.

Dolayısıyla sözünü ettiğimiz, bugün işaretleri verilen ‘muhtemel çözüm süreci’ ile yapılmak istenenin, esas olarak bu tabloyu değiştirmek olduğunu düşünüyorum. İktidar, her ne yapacaksa onunla Ak Parti’den uzaklaşmış muhafazakâr Kürtleri yeniden AK Parti’ye çekmeye, HDP’li Kürtleri de muhalefetin ortak adayına oy vermekten uzak tutmaya çalışacak. Gördüğüm bu.

Son bir ek yapayım; sözünü ettiğimiz bu işaretlerin arkasının nasıl geleceğine dair elimizde son günlerde gelen kuvvetli bir done var; Abdülkadir Selvi’nin yazdığı “Öcalan’la görüşmenin önü açılabilir” minvalindeki yazı. Erdoğan’ın ocaktaki açıklamasıyla birlikte düşündüğümüzde herkesin ‘yeni bir çözüm süreci geliyor, gelebilir’ diyerek aslında esas olarak atıf yaptığı şey bu. Bu da şunu gösteriyor, gelebilir denen şey –her ne olacaksa o, çözüm süreci mi ya da her neyse– Öcalan’la görüşme adımı üzerinden başlayacak.

İktidarın temel enstrümanı belli ki Öcalan’ı devreye almak, Öcalan’ın devreye girmesinin önünü açmak.

Herkes “Nereden çıktı bu?” dese de HDP’nin başlatmak istediği Gemlik yürüyüşü de bu noktada mı anlam kazanıyor?

Ocaktaki işaretten (Erdoğan’ın “Demirtaş Öcalan’a hesap verecek” çıkışı) beri, ki bizim görmediğimiz işaretler de olabilir, muhtemel bir Öcalan görüşmesine hazır olunması gerektiğinin HDP de farkında. Gemlik yürüyüşü benzeri faaliyetleri düzenleyerek HDP de kendi açısından bunun hazırlığını yapıyor bence. Yani devlet yarın Öcalan’ı devreye aldığında, HDP açısından ‘Bu da nereden çıktı?’ denilecek bir manzara oluşmaması lazım. Aksine HDP’nin bu sürece hazır olması, bu sürecin parçası olarak kendisini ortaya koyması gerekiyor. HDP, bir süreç başlayacaksa buna kendi hazırlığını yapıyor.

Esas hedef, HDP’yi yönsüzleştirmek

Sorunları çözme yeteneğini tamamen kaybetmiş bir iktidar gerçeğiyle karşı karşıya olduğumuz değerlendirmesi epeyce kabul görüyor. Kürt seçmen de bunun farkında mı size göre? Dahası, AKP çözüm süreci tartışmalarından nasıl bir fayda bekler, iktidar açısından imkânsızı mümkün kılabilir mi?

İktidarın HDP’li Kürtlerle ilgili planının, AK Partiye oy vermelerini sağlamak olmayacağını herhalde hepimiz tahmin edebiliyoruzdur. Sadece bu da değil: Kitleleri yeniden AK Partiye çekecek, AK Parti’yi yeniden yüzde 50’lere çıkaracak bir şeyin peşinde değil Erdoğan. Erdoğan’ın şu anda iki büyük meselesi var: Biri muhafazakâr Kürtleri yeniden yanına çekebilmek. Bu gruptaki Kürtler için Kürt kimliği önemli ama muhafazakârlıkları da önemli. 2015’ten beri takip edilen baskı siyasetinden ötürü AK Parti ile ilişkileri eskisi kadar kuvvetli değil. Bu kesimlerin muhafazakârlıklarından dolayı HDP’ye gitmeleri zor ama DEVA, Gelecek, Saadet’e, hatta CHP’ye gidebilirler. Ve fakat AK Partiye de dönebilirler. İşte Erdoğan öncelikle bu birkaç puanlık oya tekabül eden muhafazakâr Kürtleri yanına çekebilmeyi, çekemese bile muhalefetin adayına yönelmelerini engellemeyi hedefliyor. Erdoğan’ın diğer meselesi ise HDP’yi, zor ihtimal ama becerilebilirse, tarafsız kalmaya zorlamak, daha kuvvetli ihtimal ise HDP’nin yönünü-yörüngesini kaybetmesini sağlamak, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde etkisiz elemana çevirmek. Erdoğan ve AK Parti açısından kazanmanın yolu bu iki meseleyi halledebilmekten geçiyor.

Bir de ek yapalım: Bu süreç bir kere başlatıldığında –bir kısım muhalefetin– nasıl bir tutum alacağını tahmin edebiliyoruz. Özellikle İYİ Parti ve CHP içerisindeki daha seküler kesimlerin. Şimdi, bu kesimler eğer başlayacak şey her neyse ona karşı sert bir tutum alırlarsa AK Parti’den uzaklaşmış muhafazakâr Kürtler AK Parti’ye dönebilirler ya da dönmezlerse de muhalefetin cumhurbaşkanı adayını desteklemekten uzak dururlar. Ama daha önemlisi muhalefet başlayacak şeye kökten karşı çıkarsa HDP’li Kürtlerin muhalefet adayını destekleme hevesi kırılabilir. Erdoğan bunu da hesaplıyor olabilir.

HDP’yi yönsüzleştirmek, yörüngesizleştirmek, HDP içerisindeki birtakım çatlaklara oynayarak HDP’li Kürtlerin dengesini bozmak. Sürecin esas hedefinin bu olduğunu düşünüyorum.

28 Şubat 2015, Dolmabahçe toplantısı

Tam bu anlattıklarınıza dair iki parçalı bir sorum olacak. Birincisi, HDP’nin blok olarak muhalefetin yanında durması iktidarın bu hamlesini boşa düşürür mü? İkincisi, muhalefet burada bu kadar ‘safça’ iktidarın tuzağına düşer mi?

Elbette. Ancak mesele de bu: HDP blok olarak muhalefetin yanında duracak mı? Bu sorunun cevabını ortada bir Öcalan görüşmesi, yeni bir çözüm süreci filan olmadan bile bilemiyoruz. Çünkü muhalefet HDP’li Kürtler nasılsa bizi destekler havasında. Oysa, HDP’liler ısrarla diyor ki o işler öyle değil. Öcalan’la görüşme yeni bir çözüm sürecinin önünü açarsa HDP’li Kürtlerin blok olarak muhalefetin yanında durma ihtimali bugünkünden bile zayıflayabilir. Öte yandan şunu da kaydetmek lazım: İktidarın atacağı adım her ne olacaksa ancak HDP’li Kürtlerin ilk ya da ikinci turda seçimleri boykot etmesiyle işe yarayabilir. Ancak burada da şu var: HDP merkezi işlerin sonunda boykot ya da muhalefete destek verme kararı alırsa HDP’li seçmenlerin ne kadarı bu kararlara uygun davranmaz, bunu bugünden bilebilmek mümkün değil. Galiba hem HDP’nin alacağı kararı hem de HDP’li seçmenlerin seçim günü ne yapacağını, eğer başlarsa başlayacak yeni sürecin mahiyeti ve muhalefetin çözüm sürecine ya da yeni bir süreç olmazsa bile HDP’ye ve Kürt meselesine dair tutumu belirleyecek.

Sorunun ikinci kısmına gelirsek; orada da yine köprünün altından biraz su aktığını görmek gerekir. Yani Öcalan’la görüşme olur da bu yeni bir sürecin önünü açarsa muhalefet tam da Erdoğan’ın beklediği gibi bir reaksiyon vermez diye düşünüyorum. Akşener bu türden bir durumu milliyetçi dalgayı yükseltip MHP tabanından oy devşirerek birinci parti olmanın fırsatı olarak görebilir ama son zamanlardaki göreli basiretli tutumundan bunu bile yapmayacağını çıkarıyorum. Kılıçdaroğlu’nun da benzer bir basireti göstereceğini zannediyorum. Kaldı ki altılı masa içindeki üç muhafazakâr parti de altılı masanın bir bütün olarak tuzağa düşmesinini engellemeye çalışır diye düşünüyorum. Hülasa, Erdoğan’ın muhtemelen bekleyeceği HDP’li Kürtleri muhalefetin ortak adayından uzaklaştıracak hamleler bu kez gelmeyebilir. Bu olursa, iktidarın planları çalışmayabilir.

Öcalan’ın devreye alınması garantili sonuç üretmeyebilir

“İktidarın temel enstrümanı belli ki Öcalan’ı devreye almak” dediniz, 2019 seçimlerinde de benzer biçimde devreye alınmıştı Öcalan ama beklenen olmadı, en azından iktidar açısından. Şimdi neden olsun, dahası aynı yöntemlerle farklı sonuçlar alınabilir mi?

Evet, iktidar açısından önemli bir pürüz var, bu doğru. Öcalan’ı seçimleri etkilemek üzere devreye almak iyi fikir ama sadece bunun üzerinden devreye almak da iyi bir fikir değil. Yani HDP’yi cumhurbaşkanlığı seçimlerinde tarafsız alana çekilmeye zorlayacak bir biçimde Öcalan’ı devreye almak işe yaramayabilir. Kaldı ki Öcalan’ın kendisi de bu şekilde devreye girmeyi zaten kabul etmeyecektir. Ocak ayında işareti verilen sürecin bu kadar gecikmesi belki de tam bu dediğimi, Öcalan’ın yeni sürece henüz ikna olmadığını gösteriyor olabilir.

Bu da bize şunu gösteriyor: İktidar, Öcalan’ı muhakkak çözüm sürecine benzer bir şeyin, Kürt meselesinde yeni bir siyasetin önünü açmak ya da açacağı izlenimini vermek için devreye almak zorunda. Bunu yapmazsa Öcalan’ı devreye almanın bir manası da olmaz. Yani bu süreci hem seçim sonuçlarını etkileyecek biçimde örgütlemesi ama hem de sürecin seçimlerin ötesine giden, Kürt meselesinin halliyle ilgili kuvvetli bir tarafı olduğunu ortaya koyması gerekecek iktidarın. Dolayısıyla, muhtemel süreç bildiğimiz dört başı mamur -PKK’nin silahsızlandırılmasını, PKK’yle müzakereyi içeren– bir çözüm süreci de olabilir, oraya kadar uzanmayan, HDP’li siyasetçilerin salıverilmesi vs. adımlarla başlayan ve diğer işleri seçim sonrasına bırakan ya da en azından bunu ima eden bir süreç de olabilir. Ya da daha düşük profilli bir plan da olabilir. Dahası, planlanan muhtemelen tek vitesli bir süreç değildir. Gelişmelere göre vitesin büyütüleceği ya da küçültüleceği bir süreç tasarlanıyordur muhtemelen. Ama son evreye girecek şekilde tasarlanmışsa, yani Öcalan demin yukarıda anlattığımı geniş çerçevede bir şeyin haberini verecek şekilde devreye girecekse, bu muhakkak PKK’nin de bir şekilde devreye alınmış olmasını gerektirir.

PKK’nin devrede olduğunun işaretleri yok

PKK ile görüşmenin işaretleri görünüyor mu peki, zira bir yandan operasyonlar devam ediyor…

Şu andaki işaretlere baktığımızda bu pek mümkün görünmüyor. Hem Irak’ta hem Suriye’de yapılan operasyonlar bunun muhtemel olmadığını gösteriyor. Lakin orada da bir parantez açalım. 2009’dan 2015’e kadarki müzakere süreçlerine baktığımızda da bu dediklerimiz olmamış değil. Çok yoğun çatışmalar yaşanırken arkadan birtakım müzakereler de yapılabilmişti geçmişte. Ancak demin söylediğim üzere bir süreç başlayacaksa bu muhtemelen çok vitesli bir süreç olacaktır. Gelişmelere binaen vitesler büyütülüp küçültülecektir. Ancak eğer geniş perspektifli bir şey söz konusu ise o PKK’nin devrede olmasını gerektirir. Onun şu an işaretlerini göremiyorum. Dolayısıyla bugün karşımızda olan muhtemelen seçim sürecini etkilemeye matuf ama aynı zamanda da AK Parti’nin Kürt meselesinin çözümünde yeni bir faza geçeceğini işaret eden birtakım adımları içeren bir şeydir diye düşünüyorum. Olacağına ihtimal vermem ama süreç bunlarsız başlarsa baştan ölü bir süreç olduğunu teslim edebiliriz…

Karmaşık meseleler çelişkisiz yürümez

Bu söylediğiniz şeylerin tersini görüyoruz bugün. HDP’ye operasyon devam ediyor, vekilleri hedef oluyor… HDP kriminal hale getirilmeye devam ediliyor yani…

Dedikleriniz doğru, çelişkili bir süreç. Ama bu gibi karmaşık meselelerin çelişkisiz yürümesi beklenmemeli. İktidar açısından mesele esas olarak seçimlerin kazanılması. Öcalan açısından mesele tabii ki devrede olmak, Kürt siyaseti içerisinde tayin edici olduğunu teyit ettirmek, HDP açısından mesele ilk etapta HDP’lilerin serbest bırakılması, meşruiyetinin devlet tarafından teslim edilmesi, Kürt meselesinin çözümü, demokratikleşme vs. Bir süreç olursa farklı aktörler farklı önceliklerle işin içinde olacaklardır. Ama süreç aynı anda bu farklı amaçlara hizmet edecek biçimde örgütlenmezse işlerin yürümesi mümkün olmaz. Hülasa, farklı, çelişen amaçların uzun vadede bir kısmıyla uzlaştırılabileceği süreçlerdir bu türden süreçler. O sebeple de yürütüldüğü esnada süreçle uyumsuz görünen muamelelerin mevcudiyetinden sürece dair genel bir güvensizlik çıkarmak doğru olmaz. Ama zaten henüz ortada bir süreç yok ki olanların süreçle uyumlu ya da uyumsuz olduğunu tartışalım.

Ötesinde, dediğim üzere muhtemel süreç birkaç vitesli bir şey olabilir ve bir vitesten öbürüne geçemeyebiliriz. Dolayısıyla devlet ikinci vitese geçilmediğinde elindeki her şeyi bırakmış olmak istemeyecektir. Bu da bütün baskı süreçlerinin falan bir yandan devam edeceği anlamına gelir. Başka bir şey de şu: Sürecin esas amacı HDP’nin dengesini bozmaksa, ki öyle olduğunu zannediyorum, çelişkili görünen uygulamaların olması zaten kaçınılmaz. Yani, bir yandan Öcalan’la müzakere gibi işler yaparken diğer yanda da baskı siyasetini sürdürmek, bir yanda muhafazakâr Kürtlerce yapılan kültürel faaliyetleri teşvik ederken HDP’ye yakın Kürtlerin düzenlediği kültürel faaliyetleri engellemek ve bunlar üzerinden Kürtler için karmaşık bir resim oluşturmak. Bu karmaşa üzerinden Kürt siyasetinin bütünlüğünü bozmak.

Özetle, karar anı geldiğinde, yani ‘Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kimi destekleyeceğiz, aday çıkaracak mıyız yoksa muhalefetin adayını mı destekleyeceğiz?’ anı geldiğinde, Kürtlerin siyaseten, örgütsel olarak ve perspektif olarak bütünlüklü olmasını engellemek. Esas amaç bizzat bu olabilir.

Süreç tartışmaları başladığında ya ‘MHP ile AKP arasında çatlak’ ya da ‘AKP MHP’yi ikna etmeye çalışıyor’ türünden yorumlar yapılıyor. MHP’nin devletin Kürt meselesini şiddetle çözme eğiliminde olan yüzü olduğu düşünüldüğünde, çözüm tartışmalarında iktidar bloku içerisinde bir kriz çıkarır mı?

MHP-AK Parti ortaklığının seçimler öncesinde bozulmayacağı kesin. Seçim sonuçlarına bağlı olarak seçimler sonrasında devam etmesi muhtemel bir ortaklık bu. Demek istediğim AK Parti-MHP arasında bir çatlak beklemiyorum. Ancak, MHP, Bahçeli Kürt meselesinde neye-nereye kadar izin verir sorusunun cevabı hakkında o kadar kesin konuşamam. Şundan: Devlet Bahçeli, bütün bu Kürt meselesi siyasetinin mimarlarından. Mimarı olarak da o sürecin devleti Kürt meselesi karşısında bir yere getirmiş olduğunu düşünüyor olabilir. PKK’nin ülke içerisinde neredeyse sıfırlanmış olmasına bağlı olarak, mimarı olduğu siyaseti aynı biçimiyle sürdürmenin artık gereği kalmadığı fikrine yaklaşmış olabilir Bahçeli. Dolayısıyla da Öcalan üzerinden başlayacak bir sürece kategorik olarak karşı çıkmayabilir.

Öte yandan şu var: Bahçeli açısından önemli bir karar anı yaklaşmış durumda. Bahçeli de iktidarı kaybetmemiz mi önemli, yoksa Kürt meselesinde normalde MHP’den beklenmeyecek birtakım adımları atmaya çalışarak iktidarda kalmayı denememiz mi? sorusuna cevap vermek zorunda. İkinci şıkkı tercih etmesi muhtemel Bahçeli’nin. İktidarda kalmamak, iktidarın bir şekilde hele AK Parti-MHP çizgisini etkisizleştirecek bir biçimde değişmesine razı olmak, Bahçeli’nin daha az kabul edebileceği bir şey. O itibarla Kürt meselesinde bir miktar esneklik göstererek iktidarda kalmaya çalışmak, bunun için bir kısım enstrümanın devreye alınmasına izin vermek Bahçeli açısından akılcı olabilir.

Peki seçmen, yani bu kadar da olmaz demez mi?

AK Parti-MHP’de kalan seçmenin büyük kısmı artık Cumhur İttifakı’nın devam etmesini en önemli mesele olarak gören seçmen. Yani AK Parti-MHP her nasıl olursa olsun iktidarda kalsın diyen bir seçmeni var iktidarın. Türkiye iktisadi olarak çökse bile bu seçmen orayı terk etmez demiyorum. Keza, yeni bir çözüm süreci olursa bir miktar AK Parti-MHP seçmeni başka partilere mesela Ümit Özdağ’ın partisine gitmez de demiyorum. Ama şunu diyebilirim: İktidar seçmeninin büyük kısmı Erdoğan’ın Bahçeli’nin pragmatizmini hazmedebilecek bir kıvamda. Kaldı ki Erdoğan ve Bahçeli bu türden makas değiştirmeleri seçmenlerine izah edebilecek yetenekte insanlar. Bahçeli’nin partisi üzerindeki etkisinden dolayı bu böyle, Erdoğan ise zaten bu türden şeyleri izah edebilecek bir siyasi figür.

Bütün işaretler ‘HDP kapatılabilir’ diyor

‘Bu yapılmaz’ eşiğini de aşmış bir iktidarla karşı karşıya olduğumuz bir dönemi yaşıyoruz epeydir. Çözüm süreci tartışmaları ile kapatma meselesinin yan yana yürümesinde bir anormallik var mı? Dahası sizce HDP kapatılabilir mi?

Bütün işaretler HDP’nin kapatılabileceği yönünde. Hem Kobanê davasının gidişatı hem de bizzat kapatma davasının gidişatı onu gösteriyor. ‘HDP yüzde 100 kapatılacak’ demiyorum. Böyle bir öngörüm yok. Burada ince bir mühendisliğin gözetileceğini düşünüyorum. Öcalan’la görüşme, çözüm sürecine benzer enstrümanlar devreye alındığında bu enstrümanların esas amaç olarak cumhurbaşkanlığı seçimlerini kaybetmeme amacına ne kadar hizmet ettiğine bakılarak HDP’nin kapatılması ya da kapatılmaması kararının alınacağını düşünüyorum. Öbür türlü, bunlar hesaplanmadan HDP kapatılırsa muhalefetin cumhurbaşkanı adayının seçilmesinin önü açılmış olur. Dolayısıyla, karar seçimler sonrasına da bırakılabilir.

Nasıl bir fayda sağlayabilir iktidar buradan?

Burada konuştuğumuz şeyin sadece kapatılma olmadığını hatırlamakta fayda var. Bir de siyasi yasaklar var, ki 500 kadar siyasetçiye yasak getirilmesi konuşuluyor. Bence bu noktada sürecin nasıl tamamlanması gerektiğine dair net bir şey oluşmuş değil.

Birlikte ilerleyecek süreçler; eğer seçimler AK Parti”nin istediği gibi neticelenirse ve HDP de halen kapatılmamış olursa seçimler sonrasında oluşacak siyasi tabloya bağlı olarak o karar verilecektir diye düşünüyorum. Tabii ki Cumhur İttifakı halen iktidarda kalmış olursa.

Muhalefet ve Kürt sorunu

İktidarın yanı sıra altılı muhalefet partilerinin de Diyarbakır-Van gezilerinin arttığı bir dönemdeyiz… Bu gezileri ve buradaki yorumları takip edebildiniz mi, ne söylüyor bize?

Muhalefetin farklı unsurlarını ayrı ayrı değerlendirmek lazım. DEVA, Gelecek ve Saadet çözüm süreci öncesinde oluşmuş parametrelere aşağı yukarı sahip çıkan bir Kürt meselesi perspektifine sahipler. Dolayısıyla 2015’te yaşananlara rağmen, bazı aktörlerin bu perspektife sadık kalmaya devam ediyor oluşu önemli. Yani Kürt meselesinde demokratik bir çözüm perspektifine sahip –küçük de olsa– aktörler halen mevcut. İkinci önemli şey, CHP de bu meselede kendini kısmen de olsa yenilemiş durumda. Daha çok Kılıçdaroğlu’nun çabasıyla ve parti bütünlüğüne halel getirmeden. Bunlar olumlu girdiler tabii ki. Öte yandan bu girdilerin Kürt meselesinin azametine denk düşen hacimde olduğunu söylemek mümkün değil.

Kürt meselesi sonuçta nüfusun yüzde 20’si ile ilgili bir mesele. Ve gelip “anadilde eğitim”, “yerinden yönetim” ve “çatışmasızlıkya da silahsızlanma” meselelerine düğümlenmiş durumda.

Şimdi, bu üç meseleye ilişkin özellikle Gelecek ve DEVA biraz daha liberal, biraz daha güçlü şeyler söylüyor; ama hem bunlar hem de daha önemli olarak CHP henüz Kürtleri teskin edecek, Kürtlere ‘Türkiye’de başka bir şey olma ihtimali mümkün’ dedirtecek bir performans da sergilemiyor. Hülasa, meseleye muhalefet partileri açısından baktığımız durum eskiye nazaran iyi ama muhalefet seçimleri kazanırsa büyük yol katedebiliriz bu alanda dedirtecek kadar da iyi değil.

Peki Türkiye’deki altılı muhalefetin Kürt meselesine dair güncel siyaseti aşan bir perspektifi ve bir çözüm modeli var mı yoksa seçime dönük pragmatik adımlar mı bu geziler, açıklamalar?

Bence var bir perspektifleri ama dar. Hatta şunu bile söylemek mümkün. Eğer bütünüyle seçimleri kazanmaya dönük olarak bir şeyler yapıyor olsalardı, bundan daha pragmatik olmaları beklenirdi bu partilerin. AK Parti’nin sergilediği pragmatizmi sergilediklerini görmüyoruz ama. Dolayısıyla, yapılanların pragmatizmle sınırlı olmayan bir tarafı var, fakat yetersiz.

‘Türkiye’de Kürt meselesinde ne düşünülmesi mümkündür ne düşünülmesi gerekir?’ sorusuna verilmiş kuvvetli bir cevap var –bütün partilerden önce gelen–, o da devletin cevabı! Türkiye’de siyasi aktörler, devletle o kadar büyük açı oluşmasını istemez. O itibarla seçime dair pragmatizmden ziyade daha kendi fıtratları ile ilgili bir sınırlılık bu.

Ekonomik kriz başka bir tablo çıkarabilir

Son birkaç yıldır ama özellikle pandeminin derinleştiği son iki yıldır, belirleyici unsurların başında ekonomi geliyor ve zaten ‘Sizce Türkiye’nin en önemli sorunu nedir?’ sorusuna, ‘ekonomi ve buna bağlı sorunları anlatan’ yanıtları veriliyor. Yoksulluk ve işsizliğin en çok bölgeyi etkilediği gerçeğinden hareketle, bölgede durum nedir, Kürt sorunu liste başındaki yerini koruyor mu? Kürt sorununun çözümüne inanmayan kesimlerin oranının arttığı konuşuluyordu son yıllarda. Toplumsal olarak Kürtler açısından hangi noktadayız, ‘o köprünün altından çok sular aktı’ mı?

Türkiye’deki genel seçim açısından Kürt meselesi eski önemini korumuyor, doğru ama Kürt seçmen açısından durum farklı. Bu farkı Kürtlerin HDP’ye verdiği destekten çıkarmak mümkün. Ancak çizdiğiniz tablo bence çok yerinde bir tablo ve özellikle HDP’lilerin göz önünde bulundurması gereken bir tablo. Öyle bir tablo ki seçimlerde şuna yol açabilir mesela: Parlamento seçimlerinde HDP’ye desteğin çok kuvvetli olmaya devam ettiği, buna mukabil cumhurbaşkanlığı seçimlerinde HDP hangi tutumu alırsa alsın muhalefetin adayını desteklemeye dönük bir eğilim çıkabilir bu dediğiniz tablodan ötürü. Yani ‘AK Parti’den, Erdoğan’dan kurtulalım da ya da şu iktisadi durumu değiştirme ihtimali olan birileri Türkiye’yi yönetmeye başlasın da, biz de Kürt meselesinde HDP’ye güçlü desteğimizi devam ettirerek pozisyonumuzu alalım’ tutumu… İkisini birden gözeten bir tutum alabilir Kürt seçmen. Bu da bir ihtimal. Ama her halükârda Kürt seçmenin tutumunu, yeni süreçte neler olacağı ve bu olan biten içerisinde HDP’nin ve diğer Kürt aktörlerin ne diyeceği belirleyecektir.

Altılı masa muhalefet

Partiler tutum alırsa seçmen takip eder…

Peki Kürtler dışında kalan kesimler… Yapılan son araştırmalar ‘Kürt sorununun çözümü için yeni bir süreç başlatılmalı?’ fikrine desteğin azaldığını gösteriyor. Sizin gözleminiz nedir?

Seçmenlere bırakılacak olursa bu mesele, Kürt meselesinin çözümünde demokratik perspektifin güçlü bir zemininin olduğunu söylemek mümkün değil. Ama Türkiye’de seçmenler temel birkaç mesele haricinde partilerinin perspektiflerine, liderlerin perspektiflerine uyum gösterir. 2013’ten önce çözüm sürecine verilen destekle, süreç başladıktan sonra verilen desteğin değişen oranını hatırlayın. Erdoğan sürecin arkasında durunca bir anda destek yüzde 20’lerden, 30’lardan yüzde 50’lere, 60’lara yükseldi. Dolayısıyla bugün de aynı manzaranın olacağını düşünüyorum. Bugün Kürt meselesinin seçmen tarafından önemli bulunmaması ya da çözüm perspektifine sahip olunmaması, yarın bir gün başka bir manzara oluştuğunda aynı pozisyonun devam ettirileceği anlamına gelmiyor. Partiler konuya dair bir tutum alırsa seçmen de onları izleyecektir diye düşünüyorum.

Akşener, Yavaş ve ‘popüler soru’

Bir yazınızda ‘Kürtler cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ne yapar?’ ana sorusunun bugünlerdeki popüler alt-sorusunun ‘Kürtler Mansur Yavaş’ı destekler mi?’ olduğunu yazmıştınız. Sizin buna yanıtınız nedir? Bir de ek, Kürtler Akşener’i destekler mi?

Eğer altılı masa Akşener’den, Yavaş’tan yana karar kılarsa ve bu kararı da HDP ile görüşmeden, HDP ile uzlaşmadan, Kürt meselesinde perspektif geliştirmeden alırsa bu şu anlama gelir: Altılı masa Kürtlerin desteğine ihtiyaç duymadan kazanacağına güveniyor ya da o riski almış. Ki bir kısım insan da bunu zaten öneriyor altılı masaya. Bence altılı masa, Akşener ya da Mansur Yavaş’ta karar kılabilir ama bunu Kürt meselesinin çözümüne dair bir paketle destekleyebilir. Mansur Yavaş ya da Akşener bunu ne kadar yapmak ister, yapabilirler mi, bunlar önemli sorular. Ama altılı masa Akşener’den ya da Yavaş’tan yana karar kılarsa HDP hiçbir şekilde bu işlerin parçası olmazsa –kimse adına tabii ki bir şey söylemek haddim değil ama– Kürtlerin kahir ekseriyeti bence oy vermez muhalefetin adayına.