ELİF ESER
Rivayet odur ki Pertek Kalesi’nde tunçtan yapılmış bir kartal heykeli vardı, kuzey rüzgârları estiğinde bu kuştan tiz bir ıslık sesi çıkardı. Sesi duyan ahali, gün Fırat suyuna kavuşmadan pazar kurup kartalın bereketini çoğaltırdı.[1] Denir ki Emevi Komutanı Tarık Bin Ziyad’ın da Pertek’i ele geçirir geçirmez ilk işi işte bu kartal heykelini kırmak olmuş. Yine, 300’lü yıllarda Ermeni Kral Tırdat hastalanınca daha önceden ölüm kuyusuna attığı arkadaşı/kâtibi Hristiyan Krikor’un (Krikor Lusaroviç) duaları sonucu iyileşir. Bu mucize karşılığında Pagan inancını bırakıp Hristiyan olan Tırdat’ın ilk işi ise Krikor’la beraber putperest mabetlerini yıkmak olur! Masis Dağı’ndan kopardığı yontulmamış sekiz kayayı Vağarşabat’a getirip kilise yaptırır.[2]
Ermeni kralı, Emevi komutanı ya da başka bir devlet adamının ortaya koyduğu bu tarz saldırı örnekleri saymakla bitmez. Egemen olanın sistematik olarak içselleştirdiği bu yok etme ‘güdüsü’, farklı kültür ve inanışlara yönelik fikri bir barbarlığın da tezahürü. Modern çağlarda kapsama alanı daha da genişleyen bu barbarlık, ‘modern’ dediğimizin geçmişindeki sistematik yıkıcılığa da işaret etmektedir.
Yaşar Kemal, Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana romanında Kürtlerin ve diğer çevre halkların, Êzidilerin mal varlıklarına, değerli eşyalarına ‘konmak’ için yaptıkları katliamları anlatır mesela. Farklı kültür ve inanışlara yönelik bu tip saldırılar esasen birçok ulusun geçmişinde var ve egemen olana içkin bu saldırganlık bir ideolojik politik hattın semeresi olarak dönemin iktidarları tarafından da bizzat desteklenip yolu açılıyor.
Vandalizmin meşruiyeti nereden?
Bir diğerine ait olan simgelere yönelik saldırganlığın iki başat nedeni var: Birincisi, egemen olmanın kendi ideolojik alanlarını kurmak, ezel/ebed hamasetli hegemonik söyleme zemin oluşturmak, kendisini yegâne/biricik kılmaktır. İkinci ise yine iktidar eliyle tezgahlanan kıyımla gaspedilen, el değiştiren ve belli bir zümrede toplanan maddi varlığa, zenginleşmeye dair aşağıya doğru pazarlanan bir çeşit hayal dünyası… Katliamlara, soykırımlara katılmak da başkasına, öncekine ait kültürel değerlerin, tarihî mirasın yağmalanması, yok edilmesi de bu hayal dünyasının içinde ‘meşruiyet’ kazanmaktadır. Zengin olma hayali geçmişin ya da başka bir halkın izini silmeyi anlaşılır(!) kılabiliyor ve bu vandallık egemenin ihtiyacına denk düşüyor. Vandalizmin, yağmanın meşruiyeti de sorumsuzluğu da iktidarın, egemenin ihtiyacıyla kesişmesinden kaynaklanıyor. Geriye işi hikâye etmek kalıyor. Kendinden olmayan her şeyi ganimet olarak gören için kendisini inandırabileceği hikâye mi yok?! Sırlanmış hazineler, ziyaret ya da mezarlarda saklı defineler, taşların içine gizlenmiş altınlar, paralar…
Özellikle alt sınıflarda hüküm süren bu vandalist ‘hayal dünyası’, günlük hayatta karşımıza irili ufaklı defineciler görünümünde de çıkıyor. Motivasyonları müthiş çünkü realiteden devreden çıkıyor. Birinin hâli vakti yerinde mi mesela, mutlaka define bulmuştur! Realiteden kopmuş bu hayalci barbarlık, yaşadığımız coğrafyada özellikle Ermenilere ait şapellerin, kiliselerin, manastırların, heykel, çeşme, mezar gibi bu topraklarda taş ustalığının bütün hünerlerini taşıyan eserlerinin tahrip edilmesine, yok edilmesine neden oluyor.
Devletin cinayeti, halkın defosu…
Dersim’de neredeyse her köyde adı ‘kilise’ olan bir mevki, bir yer vardır ama ortada kilise yoktur! Vank/Venk (Ermenice manastır demek, sanıldığı gibi banka demek değil) ismi vardır da orada bir manastır yoktur. İsmi Ermenice olan nice köy sayılır ama hiçbirinde Ermeni mezarlığı bulunmaz. Bu misalleri uzatmak mümkün. Üzerinde işleme olan her taş, adı kilise olan her yapı, Türkçe ya da Arapça yazmayan her mezar taşı, mutlaka hazine saklıyordur ve tahrip edilmesi, yok edilmesi vaka-ı adiyedendir! O kadar ki, kırdığı bir taş heykelin içinde cevahir yoksa o kırık parçalar, içinde gömü yoksa bir mezar taşı, olmadı bir küp, bir evin ya da bahçenin aksesuarı yapılabiliyor. Parça parça yıkılan kiliselerden artakalan taşlar, bir ev inşaatının köşe taşları olarak kullanılabiliyor. Ya da bir bahçe duvarında…
Tüm bu örnekler öylece ahalinin kendince yaptığı işler gibi görünse de Kral Tırdat’ın ya da Tarık bin Ziyad’ın yaptığından farklı değil aslında. Dediğimiz gibi, egemenin ihtiyacına denk düşüyor. Bu vandalizme yolu açan, yol veren bir devlet sistematiği var. Cinayetini halkın defosuyla süsleyip gizleyen bir sistematik bu.
Kilise yıkıldı, sıra ziyarette!
Özelde Ermenilere genel olarak da farklı ulus ve inanışlara ait izlerin tamamıyla ortadan kaldırılmasını öngören bir politik tutum, alttakilerin yanılsamalı hayal dünyasını koşulluyor. Evet, bu hayal dünyasının yukarıdan aşağıya doğru oluşturulduğu apaçık ortada.
Bu öğrenilmiş/koşullanılmış hayal dünyası artık öylesine körleşmiş ki kendi kutsal saydığı değerleri göremeyecek hâlde. Dersim’deki ziyaretlerin pagan dönemden kaldığı aşikâr, en azından o dönemin izlerini taşıdığı, mevcut inanışın içinde değişip dönüşerek bugüne taşındığı söylenebilir. “Ermeni altınları” hayalleri, “Bu ziyaretlere Ermeniler altın gömmüş, Alevilerin de bunlara dokunmayacağını bildikleri için buralara ziyaret demişler, bu ziyaretlerde kesin altın var…” gibi hikâyelere uzanmış durumda. Ermenilere ait her şey, mezar taşlarına varıncaya dek yok edildi. Şimdi de kendisine dönen bir şuur yitimini, bir çeşit mezar soygunculuğunu günbegün görebiliyoruz. Geçmişten bugüne taşınan barbarlık, geçmişin bütün izlerini ortadan kaldırırken bugünü de değersizleştiriyor. Taşa işlenmiş binlerce yıllık kültürel miras, emek, bilgi, sanat silinip yok ediliyor.
Dersim’den örneklerle anlatmaya çalıştığımız bu yıkım kuşkusuz ki ülkenin hemen her yerinde vuku buluyor. Şunu bilelim ki bu barbarlık karşısında insani olan, sadece bugünü yaşamak ve kurtarmaktan çok yarına, gelecek kuşaklara taşıdıklarımızla ilgilidir. İşte bu sorumluluk, bölgedeki bu yağma karşısında bir tarihi sahiplenme bilincini açığa çıkarmak, oldukça önemlidir.
Bugünün Tarık Bin Ziyad’larına, Tırdat’larına karşı geçmişin izlerine sahip çıkacak bir duyarlılığı örgütlemek, yarına sahip çıkmanın da ön koşullarındandır.
[1] Mustafa Balaban, Pertek Gezi Rehberi, ÇEKÜL Vakfı, 2022.
[2] Sarkis Seropyan, Can Gülüm Anahit ve Kazben, Belge Yayınları.