GÜLÜZAR ÖZEV
Gönül hoşluğu yaratmak üzere karşısındakinin onayını almaya dairdir ‘rıza almak’ deyimi. Kadim Alevi öğretisinde geçen “Rıza Şehri” ise ortakça yaşanan bir topluma işaret eder. Bir amaç, hedef, ütopyadır böylesi bir toplum ve hakça yaşam… ‘Rıza Şehri’nde ortak paylaşım vardır. Kimse ihtiyacından fazlasını almaz. Zengin fakir ayrımı yoktur. Kapılar kilitlenmez, para kullanılmaz. Paranın yerine değiş tokuş esastır. Birlikte üretilir, birlikte tüketilir.
‘Rıza Şehri’ fikrine ulaşmak için çok bedeller ödenmiş çok kafa yorulmuştur. Platon’dan Sokrates’e, Farabi’ye kadar, her dönemin koşullarından hareketle daha adil ve ideal bir yönetim ve yaşamın izleri sürülmüş, öneriler geliştirilmiştir.
Örneğin Farabi’nin (872-950) yönetim kurgusu erdemli yöneticiler üzerinedir. Bu yöneticiler; “Belleği güçlü, akıllı, ince görüşlü, güzel konuşur ve öğrenmeye gönüllü olmalıdır. Yiyeceğe, içeceğe, eğlenceye düşkün olmamalı, doğruluğu sevmelidirler”.[1] Farabi de dâhil önerilen bu ‘mutlu yaşam/toplum’ kurgularından önce, insanlığın eylemli arayışları vardır aslında. Daha adil, daha yaşanılır bir dünya için savaşlar, mücadeleler… İşte, bir bakıma ‘Rıza Şehri’ni amaç edinmiş böylesi hareketlerden birkaç örnek…
Mazdekler’den Karmatiler’e…
Milattan sonra 5. yüzyılda yaşayan Mazdekler (Mazdekîler), fazilet şehrinin yaratılması için ilk harekete geçen halktır. Mazdekler, Zerdüştî inancının kutsal kitabı Avesta’yı kılavuz edinmiştir. İsmini İranî din adamı Mazdek’ten alan bu topluluk, adil bir düzen için savaşmıştır. Öğretilerine göre; özel mülkiyet olmamalı, herkes ihtiyacı kadarını tüketmeli, hayvan eti yenmemeli, hiçbir canlı öldürülmemelidir. Evliliklerde kadın erkeğin tutsağı olmamalıdır.
Mazdekerin hayata geçirmeye çalıştığı komünal yaşam, zamanın koşullarına uymamıştı. Marks’ın öğretisine ve Sosyalist Rusya’nın kurulmasına daha bin beşyüz yıl vardı. Dünyanın hiçbir yerinde sınıfsız bir toplum için gereken koşullar yoktu. Nitekim Mazdek ve ona bağlı 12 bin kişi korkunç işkencelerle öldürüldü. Kaçabilenler, İran’ın Rey şehrine giderek saklandı. Bir zaman sonra Mazdek’in sağ kalan eşi Hürremiye, bu düşünceyi ve hareketi yaymaya çalıştı.
Mazdeklerin uğradığı katliamdan yaklaşık 300 yıl sonra, tarih sahnesine Karmatiler çıktı. Karmati toplumunu oluşturanlar da yaşadıkları Ortadoğu coğrafyasında aynı komünal düzeni istiyorlardı. Yüz elli yıla yakın bir süre bu düzeni yaşayıp korumaya çalıştılar. Bilimde, felsefede oldukça ileri seviyeye geldiler. Daha çocukluktan felsefe, kimya, astroloji, fıkıh, kelam eğitimi alıyorlar, çağlarına göre son derece uygar yaşıyorlardı. Ama Karmatiler’in sonu da kan ve gözyaşıyla biter. Sağ kalanlar farklı isimler altında gizlice inançlarını yaymaya çalışır.
Hallacı Mansur, Şeyh Bedrettin, Şah İsmail
Hallacı Mansur da (858-922) yaşadığı hazin sonla aydınlanmanın, direncin simgesi bir şairdir. “Enel hak” (ben Tanrıyım) dediği için asıldığı söylenir. Oysa işin aslı ekonomik/siyasidir. İslam devleti Abbasilerin, köylüleri açlığa mahkûm etmesi ve bu haksızlıkla beraber zorbaca dini dayatmalarıdır asıl neden. Hallacı Mansur bu zorbalığın içinden öne çıkmıştır.
Bundan beş yüz yıl sonra Seyit Nesimi de din adına yapılan haksızlıkları ve zulmü eleştirdiği için derisi yüzülerek öldürülecektir.
Bunlar gibi, tarihe ismini yazdıran birçok önder aynı acı talihten paylarını almıştır. Baba İshak, Baba İlyas, Bozoklu Celal, Şah Kulu, Kalender Çelebi ve daha niceleri…
Gelelim insanlık yolculuğunda başka bir önemli adım olan Şeyh Bedrettin isyanına. Osmanlı’da Fetret Devri’nde (1402-1413) yaşanan, iktidar boşluğundan da yararlanılan bir halk hareketidir. Özünde Osmanlı’nın köylünün elinde ne var ne yok alması sonucu açlığa mahkûm olanların direncidir bu. ‘Düşler kenti’nin kurulması yaklaşık üç yıl da olsa başarılır. Nâzım’ın şiirinde olduğu gibi ortak yenilip ortak paylaşılır:
“Hep bir ağızdan türkü söyleyip/hep beraber sulardan çekmek ağı/
demiri oya gibi işleyip hep beraber/hep beraber sürebilmek toprağı/
ballı incirleri hep beraber yiyebilmek/yârin yanağından gayrı her şeyde, her yerde/hep beraber diyebilmek için…”
Ege ve Trakya’da etkin olan bu harekete, Şeyh Bedrettin’le beraber, Torlak Kemal ve Börklüce Mustafa önderlik eder. İsyana sadece Türkmenler değil Ermeni, Yahudi, Çerkez, Kürt tüm etnik gruplar katılır.
Tıpkı Mazdekler ve Karmatiler gibi Şeyh Bedrettin hareketi de direnir ama yenilir. Başta hareketin önderleri, binlerce insan, kadın, çocuk, yaşlı demeden öldürülür.
Bir söylence
Safavi Devleti’nin (1501-1736) kurucusu Şah İsmail’in (bir diğer adı Hatayi) Anadolu’da yaşayan Kızılbaşları siyasetine kazandırmak amacıyla hazırlattığı söylenen risale de Rıza Şehri düşüncesine atıf yapmaktadır. Özellikle Kürtlere dair pratik tartışmalı olsa da hazırlanan kitapçığın yalnız Kızılbaşları değil, diğer ezilenleri de cezbedecek içerikte olmasına dikkat edilmiştir. İyi devlet, iyi yönetim, mutlu halk hedeflidir. Zulüm altında açlık çeken topluluklara dağıtılan broşür olumlu tepkiler alır. Kitapçık sayesinde Şah İsmail büyük bir taraftar toplar.
Bazı söylentilere göre ise Rıza Şehri fikri İmam Cafer’e aittir. Aşağıda alıntıladığım söylence her ne kadar İmam Cafer Buyruğu’nda yer alıyorsa da kaynağın Şah İsmail’e ait olduğu epey kabul gören bir tezdir.
Söz konusu söylenceye gelirsek: Adı Sofu diye geçen birinin yolu Rıza Şehri’ne düşer. Şehirde gezerken karnı acıkır. Bir fırına girip ekmek alır, para uzatır. Parayı gören fırıncı şaşırır. “Bu ne bu? Biz bunu kaldırmak için yıllarca uğraştık. Anlaşılan sen Rıza şehrinden değilsin. Dünyalı olmalısın” der. Sofu’yu misafir eder, yedirir içirirler. Adam şehirde kalmaya karar verir. Kısa zamanda sözlenir. Sözlüsüne bir bahçeden kopardığı narları hediye etmek ister. Ancak kız kabul etmez bu hediyeyi. Sorgular Sofu’yu, izin almadan çaldığı için narları. Ve çıkartılır Rıza Şehri’nden Sofu…
Bir deyiş yankılanır Pir Sultan’dan: “Güzel âşık cevrimizi çekemezsin demedim mi/Bu bir rıza lokmasıdır uymazsın demedim mi”
Peki, bu Rıza Şehri neredeymiş diye sormayın; söylence sonuçta…
Ütopyadan Bilimsel Sosyalizme…
Uzun bir yol ve yolculuktur Rıza Şehri’nin kurulması. Hem sadece bizde de değil, bütün dünyada da bu yolculuk yaşanmış ve yaşanmaktadır.
Örneğin İtalyan filozof Campanella… Rıza Şehri, bu sefer “Güneşin Ülkesi” ismiyle hayal edilmiştir. Güç, akıl, sevgi anlayışı doğrultusunda yeni bir kent kurgular. Kadınlar bu şehirde özgürdür. Özel mülkiyet kötülüklerin kaynağıdır. Bencilliği üzerinden atan kişi toplum yararını düşünür. Fikirleri uğruna 27 yıl hapis yatan, işkence gören Campanella, öldürülmekten canını zor kurtarmıştır.
Karl Marks’a geldiğimizde ise yaşanan toplumun (kapitalizm) maddi koşullarının somut tahlili üzerinden bir gelecek tarifi yapılır. Bilimsel Sosyalizm’den komünizme yürünecek bir yoldur bu. Üretim araçlarının özel mülkiyetine son verilmesi önerilir, bir başka sistemin ekonomik, siyasal haritası çıkarılır. Ama bu sefer bir hayalin kurgulanması değil, akıl ve gerçekçiliktir esas olan. Sınıf mücadelesi esaslı toplumsal mücadelelerden geçecek insanlık, eninde sonunda rıza toplumuna varacak, eşitlik ve özgürlük bayrağı sonsuzca dalgalanacaktır.
[1] Orhan Hançerlioğlu, Düşünce Tarihi