ORTADOĞU DENKLEMİNDE GÜÇ İLİŞKİLERİ VE KÜRTLER

ARZU YILMAZ – YUSUF KARADAŞ

AKADEMISYEN DOÇ DR. ARZU YILMAZ,

Genel kabul gören bir ifadeyle, dünya siyasetinin düğüm noktalarından biridir Ortadoğu. Ekonomik ve siyasi olarak belirleyici pozisyonu olan bütün büyük güçlerin bir şekilde müdahil olduğu, stratejilerin mücadele alanı bu bölgede, stabilize edilmiş bir dengeden söz etmek mümkün olmuyor. Denge değil değişen dengeler söz konusu. En son İsrail’in Gazze’yi işgali mesela, bir yeni hareketliğin tetikleyicisi oldu.

ABD başta, ‘küresel’ güçler ile bölgenin egemen devletleri bütün bu değişen dengeler içerisinde farklı denklemler kurmaya, pozisyon biçmeye, rol kapmaya çalışıyorlar. Bu çerçevede ABD, İran, Türkiye, Irak, Güney Kürdistan, Rojava üzerinden yaşanan gelişmeleri bölgesel bütünlüğü içerisinde anlamlandırmaya çalıştık. Bölgeyi çok yakından izleyen bir akademisyen olan Kürdistan Hewler Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Arzu Yılmaz ile Evrensel gazetesi yazarı Yusuf Karadaş, dilop için söyleştiler.

YUSUF KARADAŞ:Bir iki noktaya dikkat çekerek başlayalım. Birincisi; 2 yılını dolduran Ukrayna savaşı… Bu savaştan önce, 10 yılı aşkın bir süredir çatışmanın merkezi olan Suriye’de, ABD ve Rusya’nın İsrail’le birlikte uzlaşabilecekleri, Suriye’de İran’ın etkisinin sınırlanabileceği ve böylesi bir çözümün mümkün olabileceği tartışılıyordu. Ukrayna savaşıyla bu tartışma sona erdi ve Ortadoğu yeniden bu güçlerin çatışma alanlarından biri durumunda.Özellikle Ukrayna savaşından sonra Rusya’ya uygulanan ambargoyla birlikte enerji politikalarıöne çıktı. İkincisi de geçen yılın 7 Ekim’inde Hamas’ın İsrail’e saldırısındansonraki gelişmeler… İsrail’in Gazze’de devam eden işgali ve katliamları ki bugünlerdeRefah’a da kara harekâtından bahsediliyor. Gazze’deki savaş ve işgal şöyle bir tablo da ortaya çıkardı:Abraham/İbrahim anlaşmaları denilen uzlaşmalar üzerinden, ABD, İsrail ile Arap rejimlerini kendi ekseninde birleştirmek ve Filistin sorununu da bunların önünde engel olmaktan çıkarmak istiyordu. Ama 7 Ekim’den sonraki süreç bunu da en azından bugün için akamete uğrattı.Bu gelişmeleri de dikkate alarak önce sizin bölgedeki siyasi fotoğrafı nasıl gördüğünüzle başlayalım.

ARZU YILMAZ: Önce Ukrayna ve Gazze savaşına referansla Ortadoğu’da sürecin nasıl seyir değiştirdiği meselesiyle başlamak doğru olur. Arka plan için Bush’un ikinci dönemi referans verilebilir ve fakat Obama döneminiveya 2009’u referans verelim. 1990’lardan sonra Ortadoğu’nun oyun kurucu aktörüABD’nin son derece tutarlı veBeyaz Saray’da farklı aktörler otursa bile üsluptaki farklılıklara rağmen temel stratejik önceliği net: Amerika artık Ortadoğu’da başat aktör olmanın maliyetini ne siyasi ne ekonomik olarak üstlenme niyetinde değil. Buradaki tutarlılığın altını özellikle çizmek isterim. Ukrayna ve Gazze savaşları, her ne kadar ikisi de önemli kırılmalar yaratsa da,ABD’nin pozisyonunda bana kalırsa ön görülebilir gelecekte büyük bir değişikliğe neden olmayacaklar. Bu temel stratejide bir değişiklik olmadığını düşünüyorum. Ukrayna savaşı, evet Avrupa için Ortadoğu’nun stratejik önemini değiştirdi. Bunun en önemli nedeni ise hiç kuşkusuz Rusya’nın artık Almanya için bile (Almanya bu konuda çok ayak diretmişti) bir enerji kaynağı olarak en azından kısa ve orta vadede bir alternatif olamayacağının ortaya çıkmasıdır. AB,enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi, GreenDeal gibi bunu çok önceden öngören bazı politikalar geliştirmeye çalışsa da Ukrayna savaşı, kısa ve orta vadede Ortadoğu’nun stratejik önemini ABD için değil ama Avrupa için değiştirdi.

Gazze savaşı ise ABD’ninısrarla altını çizdiğimstratejisini değiştirici değil ama tam bu stratejiden sonuç almaya başlayacağı bir aşamada başladı ve süreci uzatan bir etki yaptı. Bugün geldiğimiz aşamada en önemli değişiklik; Ortadoğu’daki güvenlik mimarisinin Suudi Arabistan-İsrail ya da Körfez-İsrail diye genelleştirebileceğimiz yeni bir güvenlik mimarisi inşa edilmesinin askıya alınmasına, rafa kaldırılmasına yol açmasıdır.Hatta, Gazze savaşı sırasında Körfez’in tutumu, izlediği politikayıtakip ettiğimiz zaman rafa kaldırılmış demek bile fazla iddialı olur. Yani o temel stratejide bir değişiklik yok. Değişiklik şurada: İki devletli çözüm tamamen rafa kalkmıştı. Yani Filistin sorunu, Abraham/İbrahim anlaşmaları çerçevesinde mutabık kalınan metinlerde geçmiyor, tanınmıyordu; Arap-İsrail uzlaşmasına bir engel olmaktan tümüyle çıkmıştı. Değişiklik o noktada oldu. Gazze savaşıyla birlikte öyle görünüyor ki bugün artık 1990’larda ya da Oslo anlaşmalarında öngörülen çerçeveninbile gerisinde bir iki devletli çözüm gündeme gelebilir. Filistin’in askeri güvenlik konusunda sadece bir polis yerel gücü olarak kalıp, İsrail’e bağımlı yerel yönetim ölçeğinde devletleşmesinin yeniden Ortadoğu’nun gündemine gelmesinin ötesinde bir değişiklik olacağını düşünmüyorum.

Amerika’nın kendi ulusal güvenlik stratejisinde Çin’i ve NATO’nun da geçtiğimiz yıl Madrid’de aldığı stratejik kararlarda Rusya’yı hasım olarak tanımladığını biliyoruz. Dolayısıyla da Rusya’yla Baltıklarda, Çin’le ise Pasifiklerde bir karşılaşma, rekabet ve çatışma planlaması görülüyor. Buna mukabil, Ortadoğu’da özellikle son 10 yıldır bu Arap Baharı sürecinde Çin’in hem ekonomik hem askeri olarak artan rolü hem de Rusya’nın Suriye’ye neredeyse Amerika’nın davetiyle tam bir mutabakat içerisinde,itirazsız girdiği göz önünde bulundurulacak olursa, öyle görünüyor ki Ortadoğu’da Post Amerika dönemi, Amerika’nın hasımları Rusya ve Çin’le çatıştığı değil,onlarla ortaklaştığı bir bölge olarak tasavvur ediliyor. Benim anladığım bu. Amerika’nın Ortadoğu’da ne Çin’le ne Rusya’yla bir rekabet politikası güttüğünü düşünmüyorum. Zaten minimum olan stratejik çıkarlarını korumaya dönük bir strateji izliyor.

‘Ortadoğu, ABD için öncelikli olmaktan çıkıyor’

Ortadoğu’daki Çin ve Rusya’yla uzlaşma ya da ABD’nin güçlerini çekmesi tartışması da var bugünlerde kiIrak’ta 2500 ve Suriye’de 900-800 sayısı konuşuluyorasker sayısı bakımından. Ama ABD’nin Ortadoğu’da Rusya ve Çin’le tamamen bir uzlaşma içinde olduğu söylenebilir mi? Bir uzlaşma aradığını kabul ediyorum ama bu güçlerle açık bir şekilde çatışma halinde değil miABD?Siz de ifade ettiniz, Çin’i öncelikli tehdit olarak tanımlıyor. Suriye’de Rusya’yla belli bir uzlaşma arayışı da aslında Ortadoğu’da kendi pozisyonunu koruyarakAsya Pasifiğe yönelmeyi amaçlayan bir siyasetti. Bu, dünya hegemonyası bakımından daha öncelikli.NATO’nun toplantılarında Rusya ve Çin “demokratik dünyaya karşı tehdit” olarak tanımlanıyor,komünizm ve Batı dünyası denklemini hatırlatır bir şekilde. Dolayısıyla oradaki uzlaşı arayışı aslında diğer çatışma alanlarındaki pozisyonunu güçlendirmeyle ilişkili değil mi?

Şöyle bir düzeltme yapayım; ben uzlaşıdan değil,Amerika’nın Ortadoğu’daki enerjisini bu güçlerle çatışmaya harcamak istememesinden söz ettim. ABD, bu güçlerle çatışma enerjisini Rusya ile Baltıklarda ve Çin’le Pasifikte yoğunlaştırma önceliği üzerinden hareket ediyor. Uzlaşma lafını Suriye örneği özelinde Rusya için söyledim. Söylemek istediğim, biraz önceki Baltık ve Pasifik referansı ile Amerika’nın sözünü ettiğimiz bu aktörlerle Ortadoğu’da bir rekabete girme niyeti taşımadığı. Bu uzlaşma demek değildir. İkincisi ise bir Post Amerikan dönemi olduğu muhakkak.Fakat Amerika’nınOrtadoğu’daki ittifakları çalışmayan bir konumda yani buradaki askeri çıkarlarını koruyabileceği kadar bile çalışan, iş gören bir ittifaklar ağından yoksun. İlk önce Türkiye ile sonra Suudi Arabistan ile bozuldu. Biden’ınve demokratların genel anlamda Netanyahu ile yani İsrail’le ittifakının bile tam kapasite randımanlı çalışmadığı bir durum var. Öbür taraftan da buraya mesaisini harcamak yerine işte bu Abraham/İbrahim anlaşmaları, Hindistan, Suudi Arabistan, Ürdün, İsrail üzerinden enerji ve ticaret koridoru gibi,omurgasını doğrudan Washington’ın belirlediği değil debölgesel müttefiklerinin oluşturduğu, Amerika’nın da destek verdiği bir denklem kurmaya çalışıyor. Dediğim gibi, Post Amerikan dönemi, ABD’ninOrtadoğu’yu tümüyle hasımlarına terk ettiği anlamına gelmiyor ama o hasımlarla bir rekabete girişme konusunda da Ortadoğu’nun öncelikli bölge olmadığını düşünüyorum.

-Şimdi hocam, madem Amerika’nın Ortadoğu’daki varlığıyla ilgili konuşuyoruz; hatırlarsanız ABD, 2003 Irak müdahalesinden sonra Ortadoğu’yu dizayn etme planı-Büyük Ortadoğu Projesi- tutmayınca, Irak’taki askeri güçlerini çekmeyi o zaman da gündeme getirmişti. 2006’da hazırlanan Baker-Hamilton raporu var. Bu raporda Türkiye’nin ve Irak Kürdistan Bölgesinin aslında ABD politikaları ekseninde yani tam da bu İbrahim anlaşmalarında İsrail ve Arap rejimleri arasında istenen iş birliğine benzer bir şekilde bir araya getirilmesi hesabı vardı.

Oradaki denklem Türkiye, İsrail, Mısır’dı. Yani Kürtler o işin şeyi, hani ne derler, büyük adımın gerçekleştirilmesinde aşılacak bir eşikti.Ama nihai olarak o güvenlik mimarisinin omurgasını oluşturacak asıl üç ülke Mısır, İsrail ve Türkiye’ydi.Bugün oköprünün altından çok sular geçti.

Irak Kürdistan Bölgesini, Türkiye’nin tam dabahsettiğiniz bu denklem içindeki pozisyonu için vurguladım. Kürt sorunundaki bu pozisyonunun değişmesi zorunluluğu bağlamında.Yoksa denklemin temeli buraya oturduğu için değil. Yani bir Irak Kürdistan Bölgesigerçekliği vardı. Türkiye’nin ise Kürt sorununda, ‘kırmızı çizgiler’ diyeifade edilen bir siyaseti vardı. Bu değişim bağlamında belirttim. Buradan, Türkiye ve IrakKürdistan’ı ilişkisitartışmasınada geçebiliriz artık. Türkiye’nin bölgede yeni pozisyon arayışını bu tartışmaların neresine koymak gerekiyor?

ABD, Ortadoğu’da Türkiye’ye bir rol biçmiyor

Türkiye’nin pozisyon arayışını mı yoksa Amerika’nınTürkiye’yi nasılkonumlandırdığını mı?

-Aslında ikisi de. Yani hem ABD’nin Türkiye’nin hangi pozisyona gelmesini istediği ve hem de Türkiye’deki iktidarın politikalarının bu isteğin neresine denk geldiği…

Şöyle söyleyeyim, Obama 2009’da ilkdış seyahatini Türkiye’ye gerçekleştirip TBMM’de konuşma yapmış ve arkasından daMısır’a gitmişti. Ama Obamadöneminin sonunda uzun bir röportaj verdi New York Times’a.Erdoğan’ın başkanlık dönemi boyunca enbüyük hayal kırıklığı yaratan liderlerden biri olduğunu söyledi.Şimdio dönemin paradigması artık değişti.O dönemde Türkiye’ye biçilen roldemokratikleşmeydi. Tekkutuplu dünyada Amerika’nınOrtadoğu’yu yeniden dizayn etmeçabalarında Türkiye’ye biçtiği misyon buydu. Yani isterdemokratikleşme paradigması, ister Büyük Ortadoğu Projesi deyin, Türkiye’ye biçilen,‘rolmodel ülke’ olmaydı.Fakat bu yeni durumda Amerika kendi pozisyonunu farklı tanımladığı gibi, Ortadoğu üzerinden herhangi bir projesi de yok.Başka bir referansla bunu daha somutlaştırayım.  ABD, Afganistan’dan çekildiği zaman Suriye’den de çekilip çekilmeyeceği gündeme geldi. Biden’ın söylediği bir şey vardı; “bizim bundan sonra yapabileceğimiz en iyi şey Ortadoğu’da mümkün olana odaklanmak.” Bu bile önemli bir açıklama. Yani demem o ki Türkiye’nin pozisyonu ne olacak?, Amerika nasıl görüyor?, Türkiye kendine nasıl bir misyon çiziyor? gibisoruların cevabını vermeye çalışırken her şeyden önce ABD’nin Ortadoğu için herhangi bir projesinin olmadığını bir kenara koyalım.

Türkiye o dönemde Amerika’nın çıkışından kendisine vazife çıkardı ve kendi oyununu kurmak gibi çabaları oldu. O işe yaramadığı gibi Amerika’yla da işlerini bozdu ve dediğim gibi Ortadoğu ile ilgili bir tasarrufu olmayan ABDTürkiye’yi kendi haline bıraktı. Şimdi geldiğimiz aşamada, Amerika nazarında Türkiye’ye bakışta değişiklik var mı?Hiç şüphesiz birinci öncelik Rusya. Türkiye’nin bugün jeostratejik önemi, Amerika bakımındanKaradeniz üzerinden okunuyor. Amerika’nın Ortadoğu için Türkiye’ye özel bir rol biçmediğinin delili olarak Doğu Akdeniz’deki gelişmeler bile yeterlidir. Dolayısıyla NATO bağlamında, Amerika nazarında Türkiye’nin eğer bir jeostratejik bir önemi varsa, benim anladığım Amerika bu jeostratejik önemi Ortadoğu üzerinden değil, Karadeniz ve BaltıklardaRusya’ya karşı mücadelesinde görüyor. Bakın, Amerika Katar’la NATO dışı stratejik ortaklık yaptı. Yani 50’lerden beri NATO üyesi Türkiye dururken!..

Türkiye hem siyasi olarak hem de coğrafi olarak artık yeni kurulan Ortadoğu’nun çeperinde yer alıyor. Ama tekrar ediyorum bu Türkiye’nin tümüyle boşlandığı anlamına gelmiyor. Türkiye’nin Ortadoğu’da tümüyle gözden çıkarıldığı anlamına da gelmez. Mesela şöyle söyleyeyim, Amerika ile Ortadoğu’da yeniden bir iş birliği zemini kurabilecekse bu İranüzerinden olur ya da İran’ın Ortadoğu güvenlik mimarisi konusunda alacağı tutuma bağlı olarak Türkiye yeniden bir misyon üstlenebilir.

Biz Türkiye’nin Ortadoğu’daki hem askeri hem de siyasi olarak sınırlandırılmış operasyonlarını ancak İran’ın geriletilmesi, çevrelenmesi bağlamında görüyoruz. Ama Türkiye’den bağımsız olarak henüz Amerika, İran konusunda İsrail’i ikna edebilmiş değil.Yani bir kez İran bu yeni güvenlik mimarisinin çeperinde ve mi yer alacak yoksa bu yeni güvenlik mimarisi İran’a karşı mı olacak? Gazze savaşında Biden yönetimi İran’ı doğrudan hedef almıyor. İsrail bunun için deliler gibi çalışıyor, provokasyonlar da dahil elinden geleni yapıyor. İran’ı vurmadı ve vurmamanın karşılığı olarakda İsrail’in bir soykırımla Gazze’yi vurmasına destek verdi sanki. Washington’ın Gazze’de izlediği politikayı İran’la savaşmamak için İsrail’i yatıştırma taktiği olarak okudum. Daha iki gün önce İran’ın Dışişleri Bakanı kendi söyledi “biz Amerika’yla istişare içindeyiz” diye. Biz burada şahidiyiz, Hariri üssünü Amerika boşaltıyor, Erbil Havaalanı’na çekti. Amerikan askeri çekildikten sonra İran gitti Hariri’yi vurdu!Bu dediğim Gazze savaşının öncesi. Şöyle bağlayayım, Ortadoğu’da İran’ın yeni güvenlik mimarisinde nereye oturacağına bağlı olarak Türkiye’ye yeniden bir misyon biçilir ama henüz bu aşamada da değiliz.

Irak’ta ABD-İran denklemi

Ben de katılıyorum hocam, ABD’nin stratejisi bakımından Türkiye’nin NATO üyesi olarak öneminin asıl olarak Karadeniz’de, belki Balkanlar, Kafkasya ve Hazar bölgesi ile beraber,öne çıktığını düşünüyorum.Çünkü orayı bir tampon olarak düşündüğünüzde, Karadeniz ve Kafkasya’da bir arayış içerisinde ABD ve hatta AB. Suriye ve Libya’ya müdahale döneminin başında Amerika ve Türkiye aynı tutum içinde birleşseler de öncelikler giderek değişti.Mesela hem Suriye’de Rakka’da hem de Irak’ta IŞİD’e karşı Musul operasyonunda Türkiye ısrarla pozisyon almak istedi fakat ABD bu alanlarda Türkiye ile iş tutmadı.Şimdi Filistin’i konuşuyoruz, ABD Dışişleri Bakanı Blinkenbeş defa bölgeye geldi. Türkiye’yi ziyaret ettiğinde Filistin meselesini değil asıl olarak İsveç’in NATO üyeliği ve işte F16 pazarlığı yaptı. Yani önceliği Filistin meselesinde Türkiye’ye bir rol biçme değildi.

Tartışmanın derinleşmesi bakımından not düşelim. Irak, ABD ile İran’ın karşı karşıya geldiği bir yer. ABD’nin çekilmesi tartışması yapılırken, özellikle ABD’nin Irak hükümeti üzerinde Şii milis gücü HaşdiŞabi’nin bir biçimde kontrol altına alınması yani Irak ordusunun bir parçası haline getirilmesi konusunda bir baskısı var. Bu tartışma bağlamında bir hatırlatma yapayım:2020’de Şengal’de özellikle hem PKK’nin hem de Haşdi Şabi gruplarının gücünün sınırlanması bakımından, ABD’nin bir çağrısı olmuştu. Irak merkezi hükümetine, Türkiye’ye ve Irak Kürdistan hükümetine “siz bir mutabakat kurun ki burayı bunların egemen olduğu bir alan olmaktan çıkaralım”biçiminde… Şimdi bu son günlerde Kerkük konuşuluyor. Kerkük valisiKürdistan Yurtseverler Birliği (YNK)’den mi KDP’den mi olacak?Irak’taki son yerel seçimlerden sonra böyle bir tartışma var ve bu tartışma devam ederken Türkiye’nin hem MİTMüsteşarının hem de Milli Savunma Bakanının Irak ziyaretleri gündeme geldi. Hakan Fidan’ın özellikle Süleymaniye’ye,YNK’ye yönelik yaptığı açık uyarı vardı: “Teröre destek vermeye devam ederseniz size karşı tutumumuz değişir” biçiminde. Zaten o bölgeye SİHA saldırıları da düzenleniyor. Son kabine toplantısında Erdoğan, Kürdistan Bölgesinde çok tartışılan Pençe Kilit Operasyon bölgesinde-ki Türkiye’nin 30 küsur askeri üs kurduğu söyleniyor-“yaz döneminde buradaki üsleri yeniden tahkim edip güçlendireceğiz” açıklamasını yaptı. Oradaki varlığını güçlendirmeye yönelik bir siyaset ortaya koyuyor Türkiye. Şimdi bu durum aynı zamanda İran’a yönelik, belki İran’ın pozisyonunu sınırlamakla bağlantılı olarak da okunabilir. Bütün bunlar bağlamında Kürt sorunu bir yer tutuyor tabi.Sizin dikkatimi çeken tespitlerinizden biridir; Türkiye’nin sınır politikası aslında iç sorunlaiç güvenlik meselesiyle ilgilidir. Dışarıdan gelen bir tehditle ilgili değil, içerdeki Kürtleri kontrol etmenin bir gereği olarak oradaki üsleri inşa ediyor.Bütün bunların üzerinden Irak Kürdistan Bölgesi’nde son dönemdeki gelişmeleri, bir yanı İran ve öbür tarafı Kürt sorunuyla bağlantılı olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

İlk önce şunu söyleyeyim, İran’la Amerika Irak’ta çatışmıyor. Yani çatışıyor demek de çok doğru değil, çatışmıyor demek de doğru değil aslında.Şöyle söyleyeyim,2008’den beri Irak’ı Amerika ve İran birlikte yönetiyor.Kimi zaman çatışıyor, kimi zaman uzlaşıyor ama bugün Bağdat’ta alınan kararlar önce Bağdat’taki Amerikan ve İran taraflarının Tahran ve Washington ölçeğinde aldığı direktifler, destekler üzerinden şekilleniyor.Dolayısıyla da birbirimizle tartışmaktan öte bizi okuyanları bilgilendirmeyimurad ettiğimiz için bunu açmakta fayda var diye düşünüyorum. Bu niye önemli, birkaç noktayı açıklığa kavuşturalım:Bir, Amerika için artık İran’da bir rejim değişikliği hedef değil. Bunu bir netleştirelim.İki, Amerika kendisinin ve İran’ın çekildiği bir Irak düşünmüyor.Irak’ta, İran ve Amerika’nın desteği olmadan bugün kendi yerel dinamiklerine bağlı bir Bağdat şekillenmesi bir ütopya bile değil, yani böyle bir tasavvur bile yok. 90’lardan beri burada yaşanan yıkım o kadar derin, o kadar başka bir şey ki…Dış müdahaleler elini çektiğinde kendiliğinden yeşerecek tohum bile kalmayacak kadar Irak büyük bir yıkıma uğramış bir coğrafya. Bunun bir de tarihsel arka planında Irak’ın zaten kuruluşundan kaynaklanan bir kimlik sorunu var. Iraklı kim, Irak neresi?..Tüm bunları netleştirmek lazım.Hatırlatmak isterim,Corona  salgınızamanında boyundan büyük işlere kalkıştı Irak. Suudi Arabistan ile İran arasında arabuluculuk falan. Onun altındaki Amerikan rasyonalitesi şuydu: “Arkadaşım ben buradan bir çıkmak istiyorum ama ben çıktığım zaman da İran’ı dengeleyecek bir aktör lazım.”Günün sonunda yerini Suudi Arabistan’a bırakmak, Irak’ta İran’la Arabistan burayı yönetsin gibi bir mantıkla hareket edildi.

Benim görebildiğim kadarıyla hikâye bu. Şimdi bu arka plan üzerinden gelelimTürkiye’nin Şengal olaylarına… Gazze savaşından sonra Türkiye’nin Ortadoğu ilişkilerini düzeltme ve bu yolla Amerika ile yeniden bir orta yol bulma arayışları çerçevesinde, İran’la işler gerilince Türkiye buradan bir fırsat kapısı gördü.“Onu alma beni al” diyerek öne çıkmaya çalışmak…Gerçekten bu basitlikte. Özür dilerim ama olmayan bir akla, sırf çok derinlikli bir analiz yapma kaygısıyla bir akıl gömleği giydirmek istemiyorum. Dolayısıyla da şimdi burada açılması gereken önemli bir şey var. Biraz önce dedim ya eğer bir jeostratejik önemi varsa bu Karadeniz ve sizin de çok yerinde eklediğiniz gibi Kafkaslar ve Hazar üzerindense, bu gene de hani Ortadoğu’da Türkiye’nin hiç de işe yaramayan bir pozisyonda olduğu anlamına gelmez demiştim ya. İşte biz onu İran’ın dengelenmesi bağlamıyla sınırlı olarak düşünebiliriz. Irak ölçeğinde konuşalım,Türkiye’yi 30 kilometrenin ötesinesokmadı ABD ama tartışmalı alana İran’ı soktu.GittiMusul operasyonunu Haşdi Şabi’yle yaptı. 2017 referandumunu bahane etti, Kerkük’ü Kürtlerin elinden aldı,HaşdiŞabi’ye verdi.Şengal’iHaşdiŞabi’yekim teslim etti? Amerika’nın kendisi teslim etti ama Türkiye’yi tartışmalıalana ısrarla sokmadı.Ve fakat Türkiye’nin operasyonlarını, İran’ı dengelemek adına ve Bağdat’ın merkezi bir güç olarak egemenliğini yeniden, federal bölgeleri de içerecek şekilde, yapılandırılmasını sağlamak amacıyla kullanıyor ABD. Türkiye’nin bu operasyonları, Bağdat’ın Kürdistan’ı da içine alacak şekilde egemenliğini genişletmesinin aracı olarak işlev görüyor. Şimdi Türkiye, tekrar Gazze’ye referans verecek olursak, burada kendine bir fırsat alanı görüyor ve bugün eğer Kerkük konusunda, Süleymaniye konusunda yüksek sesle konuşuyorsa, Amerika’ya tartışmalı alanlarda pozisyon üstlenmek istediği mesajını veriyor.

DOÇ. DR. ARZU YILMAZ

Türkiye, Irak’ta rol talep ediyor

Temmuz 2015’te İran’la P5+1 anlaşması imzalandı ve Türkiye aynı gün İncirlik üssünü açtı. IŞİD’e karşı savaşacağım diye gitti Kandil’de PKK’yi bombaladı. Dolayısıyla da şimdi bunu bir parantez içine alıyorum. Bu mevzularda çok ayrıntılar var ama o güne kadar Türkiye elini süremiyordu, ne Suriye’ye ne Irak’a. 2015’te sözünü ettiğim gelişmeler bağlamında yeniden Türkiye’nin önü açıldı ama tartışmalı alan kırmızı çizgisi ile. Erdoğan neler demedi ki, Musul operasyonu öncesinde İran’ın bütün Irak’ı Şii yapmaya çalıştığını falan. Rakka’da, Musul’da operasyon yapmak için nasıl seferber oldu. Ama Amerika, Türkiye’ye dirseğini gösterdi. İran’a ise “hadi ben görmedim, gir” dedi.Bugün geldiğimiz noktada,hazır Amerika İran’la dalaşma sarmalındayken kendisine dair kırmızı çizginin kaldırılmasını talep ediyor Türkiye. Amerika Suudi Arabistan ilişkilerinin henüz rayına oturmamasından kaynaklı ve hem de Suudi Arabistan’ın sosyolojik ve coğrafi olarak bölgeye nüfuz etme sınırlılıkları bir arada düşünüldüğünde, Türkiye buradan kendine bir rol bulma beklentisiyle hareket ediyor. Benim görebildiğim kadarıyla Amerika’dan bugüne kadar bir yeşil ışık yanmış da değil.Müttefik de olsa güvenilir bir ortak bulmadığından. Şimdilik en azından Türkiye’ye bir sarı ışık yakmış görünüyor. Türkiye de bu sarı ışığı zorlayıp İran’la müzakere etme yoluyla halletmeye çalışıyor. Önce Hakan Fidan’ın, arkasından İbrahim Kalın’ınve onun da arkasından Savunma Bakanı’nın Bağdat ve daha sonra Erbil merkezli ziyaretlerini,İran lideri Reisi ile Ankara’da yapılan toplantıya hazırlık ve onun devamı niteliğinde değerlendirebiliriz. Bunları,Türkiye için bugüne kadar kırmızı çizgi sayılan ve tümüyle İran’ın kontrolüne bırakılan tartışmalı alana Türkiye’nin de girişinin nabız yoklaması bölümü olarak görüyorum.

Evet Türkiye, 2015’ten sonra Erbil ve Duhok şehir merkezlerini de kapsayacak şekilde istihbarat ağını genişletti ve buralarda suikastlar ve zaman zaman askeri operasyonlar yapıyor. Ancak Türkiye, bölgedeki pozisyonunu güçlendirmek amacıyla hamleler yaptığı bütün bu dönem boyunca tartışmalı alanlarda, bir tek Başika’da o da oldukça tartışmalı ve sınırlı, bir üs kurabildi. İran 6 ay öncesine kadar bu üssü periyodik olarak bombalıyordu. Sözünü edip referans verdiğiniz gezileri de bu çerçevede okuyorum.

Irak Kürdistanı’ndaki ikili yapı

Peki bu işaret ettiğiniz arayış ve ilişkiler Kürtler bakımından ne gibi bir durum ortaya çıkarıyor? Çünkü Türkiye’nin bir yandan kendi Kürt sorunuyla bağlantılı olarak ve onun bir devamı olarak Rojava’daki politikası ve öte yandan Irak Kürdistan’ıyla uzun süredir sürdürdüğü siyasi ve ekonomik iş birliği var. Ama ayrıca Irak Kürdistan’ında işte Süleymaniye özgülünde ayrışan bir tutum söz konusu. Bütün bu bahsettiğimiz ilişki ve gelişmeler içinde Kürtler nereye oturuyor?

Kürtler için çok parçalı bir siyasi tabloyla karşı karşıyayız. Bugün 2005 Kürdistanı, Irak anayasasıyla kurulan Kürdistan Bölgesel Yönetimi ne siyasi irade olarak ne de idari yapı olarak yerinde durmuyor. Artık öyle bir yapı yok burada. Onun yerine ne var? Irak Kürdistan’ını konuşacak olursak, bunun yerine ikili bir yapı var.  Günün sonunda Amerikan sonrasına hazırlanmak ve yeni ittifaklar geliştirmek zorunluluğu görülse de durum bu.

Erbil’de KDP diye adresleyebileceğimiz bir siyasi irade var. Amerika dünyadaki en büyük konsolosluk binasını Erbil’de inşa ediyor. NATO üyesi Türkiye ile ilişkiler, Amerika’ya dayanmaktan başka bir çare görmeyen Kürtler için bir tercihten çok gereklilik olarak karşımıza çıkıyor. Farklı insanlardan teyidini aldığım enteresan bir durum var. Şunu söylüyorlar; Saddam düştüğü zaman Bağdat’taki dışişleri bakanlığının bütün evraklarıfalan ortaya saçılıyor. Bağdat’ta bulunan Kürtler de o arşivden,“acaba Kürtlerle ilgili Saddam kimlerle ne konuşmuş?” diye, ne bulmuşsa toplamışlar. O dokümanları inceledikleri zaman, bana Salah Mustafa söylemişti, şunu görmüşler:“İran bize ne söylediyse Saddam’a gidip tam tersini söylemiş. Saddam’a ne söylediyse bize gelip tam tersini söylemiş. Türkiye ise bize ne söylediyse gitmiş Saddam’a da söylemiş ve Saddam’a ne söylemişse gelip bize de aynısını söylemiş.” Bu durum bir şey anlatıyor bize. Benim Kürdistan’daki deneyimlerimle kafamın netleştiği bir durum var:Eğer bir tehdit algısı sıralaması yapılacaksa, Erbil için İran birinci sıradadır. Her ne kadar Türkiye şudur budur deseler de en önemli tehdit olarak İran’ı görüyorlar. Bunun üstüne bir de 2008-2009’dan sonra doğrudan liderler arasında gelişen ekonomik ilişkiler…Ayrıca buna coğrafi zorunluluğu da eklemek gerekiyor. Dolayısıyla Erbil’de KDP özelinde adresleyebileceğimiz siyasi irade, eğer söz konusu İran ve Türkiye arasında bir tercih yapmaksa Türkiye’den yana bir tavır alma konusunda kafaları net. Böylesi bir denge politikası gütmeye çalışıyorlar. Neçirvan Barzani bu denge politikasına en fazla yatırım yapanlardan bir tanesi.Ama bu denge politikası en fazla bölgesel dengenin yakalanabildiği ölçüde karşılık bulabilen bir çaba. O denge ortadan her kalktığında Erbil’in terazinin Türkiye tarafına düşeceği net. Türkiye’nin oluşturduğu tehditlere rağmen bu böyle.

Bunun karşısında, Erbil için söylediğim her şeyin tersini Süleymaniye için söyleyebiliriz. Burada modellemeyi sadece aktörleri ve şehirleri değiştirerek aynı ölçüde ifade edebiliriz. Türkiye ne kadar askeri ve istihbarat olarak Erbil ve Duhok’ta güçlüyse, Süleymaniye ve Soran bölgesinde de o ölçüde İran güçlü. Süleymaniye ticari ilişkilerini orayla büyütüyor. Biraz önce Türkiye’nin Süleymaniye baskısını falan konuşmuştuk. Yani Amerika tercih eder, Süleymaniye’nin Erbil’le birlikte hareket etmesini. Ama bunun gerçekleşmesi için ilk önce İran’ın üzerine baskı kurulması gerekir ki bunu yapmanın maliyetini üstlenip zamanını ayırmak istemiyor. Amerika’nın tercih ettiği tek şey,kendi uluslararası koalisyonla uyumlu hareket edebilecek bir peşmerge birliğinin oluşturulması. Ama birisi, mesela Türkiye bunu yaparsa da buna itirazı olmaz.

Bir de gaz meselesi var. Çünkü Süleymaniye gazı kontrol ediyor. Yani Süleymaniye’nin onay vermediği bir durumda Kürdistan’ın gazının Avrupa’ya taşınması mümkün değil. Bunu Türkiye’nin kendisini bir enerji koridoru olarak konumlandırmasıyla da birlikte düşünmek lazım.

Burada İran’ın, İran Kürt partilerini Erbil ve Süleymaniye eliyle pasifize ettiğini de belirtelim.

Rojava’nın durumu

Şimdi bu bağlamda bir de Rojava’ya bakalım. Rojava’daki durum da tıpkı Erbil gibi. Bugün Rojava bir Amerikan müttefiki. Yani bunu hem Rojava yönetimi kendi söylüyor hem de ABD söylüyor. Ama Rojava’nın durumu da aynı Erbil gibi. Bu Amerika gidici. Kendi kazanımlarını garanti altına alabilmek, burada bir hayat alanı bulabilmek için Türkiye’ye mecbur coğrafi olarak. Hatta Irak Kürdistan Bölgesi’ne göre çok daha fazla dezavantajlı durumda. Yani Amerika’nın elini çektiği durumda Türkiye ile karşı karşıya kalması kaçınılmaz. Bu bağlamda Türkiye ile ilişkiler hayati önem kazanıyor ama o bakımdan da durumlar henüz malum. İşte bildiğimiz nedenlerden dolayı Erbil’le sağlanan iş birliği mekanizması henüz orada inşa edilmiş değil.

Murat Karayılan 2017’de,“eğer bugüne kadar Rojava’da istediğimiz sonucu alamadıysak İran yüzündendir” demişti. Bunu niye söylüyorum? Çünkü İran,Rojava’nın tepesinde bir demokles kılıcı gibi hep vardı ama geçtiğimiz döneme kadar çatışmamışlardı. Ama Rojava’da en son Mazlum Kobani’nin yaptığı açıklama oldukça sertti. Artık İran’a karşı Rojava’nın bir pozisyon aldığını görüyoruz. Bunların hepsinin toplamı, Türkiye’yle Kürt aktörlerin nasıl bir denklemde buluşacağı konusunda bir ışık yaksa da henüz bu konuda bir sonucun alınmasına yakın olduğumuzu açıkçası düşünmüyorum.

‘Kürt-Arap ittifakı daha güçlü olasılık’

Irak Kürdistan gazıyla ilgili özellikle bu Ukrayna savaşından sonra Neçirvan Barzani’nin yaptığı bir açıklama vardı. “Bizim gazımız Avrupa’ya 50 yıl yeter” diye… Türkiye burada enerji geçiş ve depolama merkezi olarak kendisine rol biçmeye çalışıyordu. Son ziyaretlerde de gündeme gelen meselelerden biri de kalkınma yolu adı altında işte Basra Körfez’inden Türkiye sınırına kadar bir yeni ticaret yoluydu. Çünkü bu dönemde siz de işaret ettiniz, bölgenin geleceğine dair enerji ve ticaret yolları konusunda bir rekabet var. Dolayısıyla paylaşımdan kimin ne kadar pay alacağını da gelişmelerin seyrine göre ortaya çıkacak pozisyonlar ve sürdürülen rekabet belirleyecek gibi görünüyor. Pençe-Kilit operasyonları ve üslerin, PKK’ye karşı mücadelenin ötesinde, enerji ve ticaret yolları rekabetiyle de ilişkisi var mıdır sizce?

“Kalkınma Yolu”nun hiçbir fizibilitesi yok. İran, biraz da Türkiye’yi oyalamak için ortaya attı. Eğer Süleymaniye’deki iradeyi dolayısıyla İran’ı oradaki doğalgazı almak konusunda ikna etmediği sürece o kalkınma yolunun hiçbir anlamı yok. Basra’da zaten işleyen bir mekanizma var. Bu nedenle Basra’dan Türkiye’ye bugünkü koşullarda sen ancak turist taşımak için bir tren yolu inşa edebilirsin ki, Basra’nın adamı zaten çok zengin. Onlar da trenle seyahat eder mi hiç emin değilim.

Şöyle bağlayalım istiyorum, Kürt sorunu tartışmanın merkezine oturmadı belki ama şunu söyleyebiliriz: Bütün bu gelişmeler Kürtlerin bölgedeki pozisyonu ve bölgedeki aktörlerle ilişkileri bakımından yeni sonuçlar doğurmaya gebe gözüküyor. Ne dersiniz?

Bölgedeki belirsizlikler Gazze savaşından sonra daha da derinleşmiş olsa da stratejik ve uzun vadeli planlamalar çerçevesinde baktığınız zaman,hani Türk-Kürt ittifakı diye bir fenomen var ya, Ortadoğu’da yeni dönemde eğer Kürtler bir ittifak geliştirecekse, bu bir Kürt-Arap ittifakı olacak gibi gözüküyor. Fakat bu sözünü ettiğimiz mimari henüz konsolide olmadığından ve Ortadoğu’nun yeniden yapılanması Gazze savaşıyla bir sekteye uğradığından, orta ve uzun vadede konuşuyoruz. Erbil’deki yöneticiler eskiden en kötü ayda bir Ankara’ya giderdi. Artık ayda on kere sıraya girmiş vaziyette Dubai’ye, Doha’ya, Bahreyn’e, Ürdün’e gidiyorlar. Üst düzey diplomatik, kırmızı halılarla ilişkiler kuruluyor. Bunları da lütfen not düşelim, yaptığımız analizlerin zaman ve mekân sınırlarının altını özellikle çizerek. Dolayısıyla şu andaki durumun orta ve uzun vadede olacaklar konusunda bizi yanıltmaması gerektiğini de not düşmekte fayda var.

*Deşifrasyon: Dilan Temiz