
Barış mevzusunun yeniden dillendirilmeye başlandığı bir dönemdeyiz. Ama bir önceki deneyimin kötü hatıralarından, sonraki süreçte siyasal iktidarın faşizmin kıyılarında gezen arayış ve icraatları vb. nedenlerden dolayı, 2013-2015 arasındaki ‘çözüm süreci’yle kıyaslanmayacak kadar daha dar, daha cılız bir ilgi alanı var şimdilik. Aslında barış talebinin toplumsal ölçekte bir ilginin konusu olmamasının günlük politik iklim ve ilişkilerin ötesinde de nedenleri var. Daha derinlerde yatan ve ‘barış’ kavramıyla arası hoş olmayan Türkiye’nin toplumsal-tarihsel bazı karakteristiklerinden de bahsetmek gerekiyor. Dosya sayfalarında özellikle bu boyutu irdelemek istiyoruz. Yani barış talebinin, barış mücadelesinin toplumsal bir kabulün konusu olamamasının, yeterince ilgi ve karşılık bulamamasının Türkiye’ye özgü sosyo-politik, kültürel, ideolojik temelleri…
Okuyucuya hatırlatalım; Aydın Çubukçu’nun makalesi dışındaki dosya yazıları 27 Şubat’tan, yani İmralı Heyeti’nin Öcalan’ın çağrısını açıkladıkları toplantıdan önce yazılmıştı. Ümit Kıvanç söyleşisi de öyle. Ama bu, dosya çerçevemizin ana eksenini bağlayıcı bir gelişme değil. Geçmişten bugüne Türkiye’nin toplumsal/siyasal gerçekliği, dosyada yanıtını aradığımız soruları hep baki kıldı, kılıyor:
*Devletin ve siyasal iktidarların barış kavramına dair pek değişmeyen mesafeleri, sessizlikleri, bugün de özellikle “güvenlik” ya da “Terörsüz Türkiye” söylemlerinin öne çıkarılması, ‘çözüm ve barış’ın telaffuzundan çoğunlukla imtina edilmesi nasıl anlamlandırılabilir?
*İşçi ve emekçileri barış talebine uzak tutan nedenler, barış imkânının emekçi sınıfların günlük yaşamlarına ve siyasallaşmalarına dair sağlayacağı olanaklar nelerdir? *Barışın toplumsallaşamaması meselesi, kültür ve ideolojik zemin üzerinden nasıl irdelenebilir? Milliyetçilikten dinciliğe kadar, devletin rıza oluşturma araçlarıyla ilişkisi içerisinde toplumun günlük yaşamında da kabul görmüş, içselleştirilmiş mecralar nasıl etkisiz kılınabilir?